Önce, internetten gelen bir habere göz atalım:
"Kürtlerden sonra 21 Aralık'ta 36 Kafkas derneğinin
birleşerek oluşturduğu Kafkas Dernekleri Federasyonu
da, anadillerini yaşatmak amacıyla çalışma başlatmış.
(...) Federasyon başkanı Muhittin Ünal, Türkiye'de 5
milyon vatandaşın oluşturduğu bu kültür grubunun göz
ardı edilemeyeceğini belirterek, RTÜK ve Milli Eğitim
Bakanlığı'na gerekli başvuruları yaptıklarını
belirtmiş." Bundan sonrası sıkı polemik. Nasıl
birisi yazı yazmış da, nasıl öteki onun tek
paragrafını alıp eleştirmiş de, bu eleştiri sırasında
nasıl önce 'Sayın' diye başlayıp arkasından 'sen' diye
hitap etmiş de... Okumaya ne zaman yeter, ne can.
Zaten anlamışsınızdır ya, söylenmek istenenin özü şu:
Kürtler anadillerini kullanmak ve böylece
Türkiye'yi parçalamak istiyor. Bu iş bulaşıcıdır.
Şimdi bir de Kafkasya kökenliler anadil davasına
düştü. Vatan böyle böyle elden gidiyor. Daha kim bilir
kimler sıraya girecek. Biz Türkler kendi vatanımızda
geriye itileceğiz, azınlıktan beter olacağız.
Panik
durumu
Bu, tipik bir panik durumu. Panik sırasında laf
anlatmak zor iştir. Doktor önce yatıştırıcı ilaçlar
verir, sonra görüşme yapar. Ben bu olanağa sahip
olmadığım için oturup doğrudan vaaz vereceğim,
çaresiz. 1) Bu panik, Türkiye'de artık
asimilasyon'un (yani başat etnik/dinsel grubun kendi
değerlerini başka gruplara da benimsetmesi ve onların
toplumsal belleğini sıfırlaması olayının) mümkün
olmadığını sezmekten kaynaklanıyor. Bu konularla epey
zamandır uğraşan biri olarak, tarihten çıkardığım
kuralı arz edeyim: Bir ülkede eğer önce 'ortak
ekonomik pazar' (OEP) kurulur ve epey bir süre
uygulanır, sonra azınlık bilinci oluşursa, asimilasyon
mümkündür. Ama önce azınlık bilinci oluşur, ondan
sonra OEP kurulursa, asimilasyonun hiç şansı kalmaz.
Bunu daha önce de bir biçimde yazdığımı hatırlıyorum
ama, zararı yok; tekrardan zarar gelmez. OEP'den
kasıt, çok basit söylenirse, ülke-nin bir ucunda
üretilen bir malın ülkenin öteki ucunda yaklaşık aynı
fiyata ve her an satın alınabilmesidir. Bu durumda o
ülkenin insanları devamlı yoğun temas içinde olur. Bu
temas sonucu, başta dil olmak üzere, farklı değerler
'ulusal değerler' adı altında standartlaşır ve
ortaklaşır. Sonuçta bütün bireyler, alt kimlikleri
ne olursa olsun, üst kimliği benimserler. Bunun adı
'doğal asimilasyon'dur.
Osmanlı ve 1980'ler sonrası
Osmanlı'da OEP yoktu. Ankara'nın buğdayı, komşusu
ve Anadolu'nun tahıl deposu Konya'dan değil, Karadeniz
ötesindeki Kırım'dan geliyordu (Lazlar bu nedenle
fırıncı ve pastacıdırlar). Türkiye'de OEP'nin
kurulması ise ancak 1980 sonrası başladı. İstanbul'da
üretilen çokobilmemne Diyarbakır'da ve Mardin'de,
Diyarbakır'ın içli köftesi ve Mardin'in telkarisi
İstanbul'da 80'den sonra her zaman bulunmaya
koyuldu. Oysa Kürtlük bilinci bundan çok önce, en
geç 60'larda kesin yerleşti. Dolayısıyla, artık
Kürtleri asimile etmenin olanağı yoktur ve bunun iyice
ezberlenip bütün planların bunun üzerine bina edilmesi
akıllılık olur. Yani, Türkçesi, 'zorla
asimilasyon'a artık başvurmamak gerekir. Bu, ancak
tepki yaratır ve azınlık bilincini sivriltir.
Bazı
uygulamalar
Yani, kapısı 5 cm dar diye Kürtçe kursu
açtırmamak, 'Yurtta Sulh Cihanda Sulh' afişlerini
Kürtçe diye toplatmak, Show TV gözümüzün içine içine
girerken Welat adlı çocuğu nüfusa kaydetmemek vs.,
'ulusal birlik' projesini resmen sabote etmekten başka
anlam taşımaz. Hele de, küreselleşmenin altkültürleri
desteklediği bir dönemde ve Ortadoğu'da Kürt devleti
kurulmakta olduğu bir sırada. 2) Türkiye'de
Kürtler dışındaki diğer alt kimliklerin de (Çerkes,
vs.) bu kervana katılmak istemesi 'ulusal birlik' için
tehlikeli değil, aksine, çok yararlı bir şeydir. Çünkü
yalnızca Kürtler sivrilirse, yukarıda birkaç örneğini
verdiğim inanılmaz akılsızlıklarda hâlâ ısrarcı bir
Türkiye'den bir gün ayrılmaları olasılığı, kâğıt
üzerinde de olsa, vardır. Oysa tüm alt kimlikler
kendilerini ortaya koyma olanağı bulurlarsa hepsi
birden sivrilir, yani hiçbiri sivrilmez. Sadece,
demokrasi artmış olur. Bu da 'ulusal birlik'i
güçlendirir: 'Zorunlu vatandaş'tan ürkmek lazımdır;
'gönüllü vatandaş'tan değil. Onun için, yapılması
gereken şey, belli bir gruba ayrıcalık tanımak değil,
herkese birden hak tanıyarak ayrıcalık denen şeyi
ortadan kaldırmaktır. Örneğin, 'Kürtçe kursu
açılabilir' diye kural olmaz. 'İsteyen, istediği dilde
kurs açabilir' diye kural olur.
Asıl
korkulacak olan
Zaten, yapılan da budur. Ama, bu ikinci kuraldan
yalnızca Kürtler yararlanmak için başvuruyorlarsa,
otomatikman birinci kural geçerli olur. İşte, korkmak
gerekiyorsa, ki Türkiye'de kimi insanlar korkmaya pek
meraklı gözükmektedirler, bundan korkmak gerekir.
Bunun içindir ki Kürtlerin yanı sıra Çerkesinin,
Gürcüsünün, İslamcısının vesairesinin teker teker
ortaya çıkıp kendi alt kimliklerini öne sürmek
istemesi ulusal birlik için çok iyi bir şey. Ama,
kimilerimiz bu basit kuralları öğrenene, ülkenin
1930'ları çoktan geçtiğini idrak edene, 30'larda ısrar
etmenin gericilik olduğunu anlayana kadar daha epey
işimiz var. Baksanıza, sözünü ettiğim internet
mektubunda 'Türkler, devletlerine sahip çıkmalıdırlar'
diye yazıyor. Türkiye'nin 'en büyük' gazetesi
Hürriyet'in hâlâ 'Türkiye Türklerindir' diye ilan
ettiği, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun İstanbullu Rum
yurttaşlara 'Türk olmayan' dediği, Danıştay'ın yine
Rumlarımızı 'Yabancı uyruklu TC vatandaşı' saydığı bir
Türkiye'de, yazacaktır kardeşim. Yazmakta, yerden göğe
mazurdur.
|