Önemli Not: Makale redakte edilmemiştir. Türkçe
bozuklukları yazarın kendisinden kaynaklanmaktadır.
(CC)
-
Çanakkale’de bir genç, güzel yüzlü, aydın bakışlı
bir yedek subay köy öğretmeni Atatürk’ün
resimlerini yakıyor ve:Ben Çerkes'im, diyor, ben
Abaza'yım! Çerkes!
-
Sen Çerkessin, öyle mi delikanlı?… İşte Avrupa,
iste Asya, iste Afrika, işte, işte… Al şu
dürbünü eline ve bana bir nokta göster: Üzerinde
`Çerkes' yazan Kaşık Adası kadar bir nokta!
Var mı yer yüzünde böyle bir şey?
Bir
acı kahvenin 40 yıllık hatırı varmış...
Biz,
imparatorluğunun son çocuklarıyız. Ziya Gökalp'ın
altın meşalesi yolumuzu ışıtmasaydı, her adımda
alnımızı aruzun ve Osmanlıca'nın duvarlarına
çarpan çağdaş birer belagatçı olurduk ancak!
Türkçülük, önce dilde başlamıştır: Gökalp'in
Diyarbakır’dan Selanik'e götürdüğü ve Balkan
bozgunuyla İstanbul’a getirdiği kurtarıcı fikirlerle…
Ömer
Seyfeddin'in Bulgar sınırından Ali Canib'e yazdığı
ihtilal mektubiyle… Hecenin beş şairi, bu ihtilalin
ilk san'at ordusudur. İnönü’nün şanlı adını
tarihlerden söken hasetin tırnakları, onların adını da
edebiyat tarihlerinden tırmaladı, okuma kitaplarından
yoldu. Bizde edebiyat bile alçak bir
politikadır.
Osmanlı İmparatorluğunda milliyetçilik yoktu. Sam-i
serifli Araptan Debre-i bala'li Arnavut'a kadar
hepimizi İmparatorluk teknesinde yoğuran hayalin
elleri, tek tip bir millet yarattığını sanmıştır:
Osmanlı!
Ama,
Türk’ün milliyetini hatırlaması suç olan bu vatanda
ırkçılık vardı: Arap ırkçıydı, Arnavut ırkçıydı,
Gürcü ırkçıydı. Şimdi, vatanımızın adı bile
değişmiştir. Osmanlı imparatorluğunda değil,
Türkiye Cumhuriyetinde yaşıyoruz.
Eski
mektepler marşı: `Osmanlıyız,şanlıyız!' türküsü
yerine, okul çocuklarının başları: `Türk’üz…
Cumhuriyetin
göğsümüz tunç siperi!' marşıyla dikeliyor. Öğrenci
yemini `Varlığım, Türk
varlığına armağan olsun' diye biter!
İşte,
Kurtuluş zaferinden otuz dokuz yıl sonra, dünya
haritasında `Osmanlı İmparatorluğu' adı `Türkiye
Cumhuriyeti' yazıldıktan otuz dokuz yıl sonra,
Çanakkale’de bir genç, güzel yüzlü, aydın bakışlı bir
yedek subay köy öğretmeni Atatürk’ün resimlerini
yakıyor ve:
Ben
Çerkes'im, diyor, ben Abaza'yım!
Çerkes!… Kalemin ucuna gelen ilk kolay soruları
sıralayalım:
Sen
Çerkessin, öyle mi delikanlı?… İşte Avrupa, iste Asya,
iste Afrika, işte, işte… Al şu dürbünü eline ve
bana bir nokta göster: Üzerinde `Çerkes' yazan
Kaşık Adası kadar bir nokta! Var mı yer yüzünde
böyle bir şey?
Haritayı bırak… işte milletlerin rüzgar rüzgar uçuşan
bayrakları…
Şu
Fransız, şu İngiliz, şu Yunan, şu Habeş bayrağı!…
İçlerinde adını bilmediklerimiz bile var… Hani
Çerkes bayrağı?…
Bayrağı da bırak…Edebiyatsız millet, musikisiz millet
olur mu?…
Bir
tek Çerkes şairi, bir tek Çerkes romancısı, bir tek
Çerkes bestekarı gösterebilir misin bana?… Hele
sahnede Çerkes?… O, Osmanlı seyircisini
güldürmek için ramazan geceleri yalnız Karagöz
perdesine çıkabildi.
Şimdi,
Osmanlılığın yıllar gerisinde bir batık tarih olmuş bu
memlekette, vatanının adını Türkiye diye
öğrenmiş, bayrağını `Türk bayrağı' diye selamlamış ve
her sabah Varlığım, Türk varlığına armağan olsun' diye
ant içmiş bir genç, yedek subaylık ödeviyle
gittiği köyü, Atatürk’ün resimlerini yakarak
aydınlatmaya kalkıyor ve sorguya çekilince, suçunu iki
kelime ile savunuyor:
Ben
Çerkes'im!
Demek,
ilkokul,orta okul, sanat okulu, o yıllar yılı tahsil,
bir Abaza delikanlısına Türklüğü benimsetmeğe
yetmemiş, tarihsiz, zafersiz ve sanatsız Çerkesliğini
unutturamamış!
Ne
derseniz? Hala yüzümüzde aptallığın iyimser gülüşüyle
bir `Milli Eğitim Bakanlığımız' var diyebilecek
miyiz.
Bu
Çerkes delikanlısı, milli varlığımız için `Çerkes
Ethem' çetesinden bile tehlikelidir.
|