BOĞAZDA YARIM GÜN

 

Taha Kıvanç

Yenişafak Gazetesi

 
   
 
  • Çerkesler, dünya konjonktüründeki değişmelerden etkilenerek, kendi durumlarını yeniden gözden geçiriyorlarmış. Şu anda en güçlü akım, "Anavatanımız Kafkaslara geri dönelim" diyenlerden oluşuyormuş...

İstanbullular Ankara'da olup bitenleri merak eder ve yakından izlerler, ama Ankara'da oturan ve kulakları "Boğaz'a karşı oturup viski içen enteller" sözcükleriyle çınlayan biri olarak, ben de, İstanbullu aydınların ne yeyip içtiklerini merak edip durmuşumdur. Önceki gün bir öğleden sonramı sizler adına bu konuyu araştırmaya ayırdım.

İşte araştırmamın sonucu: İstanbullu aydınlar Boğaz'a karşı oturuyorlar, bu doğru; fakat viski yerine kendileri diyet kola içip konuklarına portakal suyu ikram ediyorlar... En çok şaşıracağınız ayrıntıyı ise araştırmamın sonuna sakladım: İstanbullu aydınlar Boğaz'a karşı oturup diyet kola içerken menemen de yiyorlar... Evet, iyi anladınız, bekâr evlerinin kurtarıcısı menemen İstanbullu aydınların felekten çaldıkları bir pazar öğleden sonrasının yemeği... 'Aydın' dediysem hemen dudak bükmeyin; üçü de ülkemizin öndegelen fikir ve yazı adamları: Etyen Mahçupyan, Erol Katırcıoğlu ve Ali Bayramoğlu... Yanlarında da, onlardan geri kalmadıkları konulara gösterdikleri ilgiden hemen belli olan eşleri, arkadaşları... Meğer bu grup hava durumu elverdiğinde haftada bir Boğaz'a karşı otururmuş... Benim aralarına katıldığım gün Hisar yakınındaki bir kahvede gerçekleşti buluşma...

Ankara'ya döndüğümde, kime "Ali, Etyen ve Erol'la kahvede buluştuk" dedimse, herkes, "Hangi kafede?" diye sordu. Ankara'da, epeydir, kafelerde buluşulur oldu çünkü. Genelleme, ama doğru bir genelleme: İstanbullu aydınlar, modernizasyonu tost ve menemeni de mönüsüne katmaktan ibaret bir kahvede geçiriyorlar öğleden sonralarını... (Ankaralılara bütünüyle haksızlık etmeyeyim; bir grup aydının buradaki mekânı da İzmir Caddesi'ndeki Girgin Kıraathanesi...) Etyen Mahçupyan, o hafta içerisinde, 'Çerkesler' konulu bir toplantıya katılmış. Düzenleyenler bana da e-dâvetiye göndermişlerdi, oradan konuya vâkıfım. "Yeni bir ayrılıkçı çıkış mı?" diye sormadan edemedim. Hayır değilmiş; "Tersine, geri dönüşçü bir hareket filiz veriyor" cevabını aldım.

Yüzyıllardır aramızda yaşayan Çerkesler, dünya konjonktüründeki değişmelerden etkilenerek, kendi durumlarını yeniden gözden geçiriyorlarmış. Şu anda en güçlü akım, "Anavatanımız Kafkaslar'a geri dönelim" diyenlerden oluşuyormuş... Bizde bir görüş varsa mutlaka muhalifi de çıkar ya, kendi durumlarını yeniden gözden geçiren Çerkesler'de de durum farklı değilmiş: "Bir de 'Bizim vatanımız artık burası, geri dönemeyiz' diyenler var" dedi Etyen Mahçupyan; "Anladığım kadarıyla, dönmekten yana olanlar 'solcu', kalmak isteyenler ise 'sağcı' kimliğe sahipler..." İstanbul, doğal olarak, şu son günlere damgasını vuran özelleştirme ihalelerini yakından izliyor. Ekonomi profesörü olan Erol Katırcıoğlu'nun değerlendirme yazısı Radikal tarafından birinci sayfadan görüldü.

Sıcağı sıcağına yapılmış o değerlendirmede ileri sürülenler sonradan öğrenilen ayrıntılarla doğrulandı... Ben yine de konuyla ilgili olarak Ankara'da konuşulanları aktarmaktan geri duramadım. Ekonomiyi yakından izleyen bir dostumun, "Son zamanlarda yapılan ihaleler özelleştirme değil derin devletleştirme" tespitini aktardım. O dostuma göre, İş Bankası'na, kuruluş amacına da uygun yeni bir görev verildi: Devlete ait kurum, tesis ve imtiyazların toplanması... POAŞ ihalesini İş Bankası'nın başını çektiği konsorsiyum aldı; 3. GSM ihalesi İş Bankası ile İtalyan firmasında kaldı... Sırada THY özelleştirmesi var ve İş Bankası "Tâlibim" diye şimdiden ortada... Bu iddia şimdilik havada tabii, ancak kaynakları sınırlı, sermaye yapısı karmaşık bir bankanın bu denli iddialı hale gelmesi gerçekten dikkat çekiyor.

Aynı dostumun, "Yakın geçmişte, Erol Evcil'e verilen kredileri aklına getirir, 28 Şubat sert müdahaleye dönüşseydi eski genel müdürün başbakan olacağı dedikodularını da buna eklersen, ne demek istediğimi daha iyi anlarsın" dediğini de aktardım İstanbullu aydınlara... Sözün dönüp dolaşıp sürekli 'medyaya sızmış ajan-gazeteciler' konusuna gelmesi dikkatimi çekti. Bir gün önce konferansa gittiği Antalya'dan yeni dönen Ali Bayramoğlu, dinleyicilerin, "Yazılanlar doğru mu?" diye sorduklarını anlattı. Bir başkası, aynı kişinin, ÖDP'yi izleyen gazetecileri "Türkiye'yi bölmeye çalışanlara destek verenler" biçiminde tanıttığı ayrıntısını aktardı. Masamızın yüksek ilgi düzeyi medyanın yakın tâkipte tutulduğunu gösteriyor...

Yine İstanbul'da, ama bir başka ortamda duyduğum şu soruyu işitmezden gelemezdim: "Ertuğrul Özkök kendi ismini 'MİT ile irtibatlı' bilinmekten temize çıkartmak için gösterdiği hassasiyeti, suçüstü yapılmış bir 'ajan-yazar' ile ilgili olarak gazetenin ismini temizleme konusunda niye göstermiyor?" Bu sorunun cevabı bende yok... Bir pazar öğleden sonrası, Hisar'da oturup, İstanbullu aydınların, diyet kolalı, menemenli buluşmasına katıldım. Sadece, "Boğaz'a karşı oturup viski içen aydınlar" imajının yanlışlığını öğrenmekle kalmadım, kısa günün bir başka kârı daha oldu benim için: Biz konuşurken kâğıt masa örtüsü üzerinde çalıştığını fark ettiğim ünlü ressam Arzu Başaran'ın o birlikteliğin anısı olarak e-posta ile yolladığı karakalem çizgiler... Başka bir 'tahrik edici'ye ihtiyaç yok, Boğaz'a karşı oturup konuşunca insanın zihni kendiliğinden açılıyor...