Dağda
özgürce yaşayan bir vahşi kurt yaşamın kendisi için ne
kadar zor olduğundan yakınıyordu. Kah aç geçiyordu
günler kah tok. Yatıp uyuyacağı bir kulübesi, sıcak
bir yuvası yoktu. Kurtlar mekan edinmezdi çünkü.
Günler kar buz altında aç açına üşüyerek geçiyordu.
Onun dertlerini dinleyen arkadaşı bir akıl verme
gereği duydu.
-Eğer sabah akşam yiyeceğinin hazır olmasını, sıcak
bir yuvanın senin için sağlanmasını istersen
insanların yanına git. Bak kışın bastırdığı bu
günlerde dağlardaki bir çok köpek, insanların yaşadığı
bir köye kapağı atmakta. Ara sıra dağlarda onlarla
karşılaşıyorum zamanında açlıktan kemikleri görünenler
şimdi son derece sağlıklı, besili, canavar gibi
oldular. Sen gençsin, kendini zorlarsan bir köpek gibi
davranmayı öğrenebilirsin. Onların arasına katılırsan
rahat edersin.
Bu
öneri genç kurda akıllıca geldi ve o da bir köye inip
birine kapılanmayı kafasına koydu. O günden tezi yok
dağlardan ayrılıp ovadaki bir köye girdi. Gözüne
kestirdiği bir evin kapısı önüne durdu ve üç beş gün
sonra kendisini o evde oturanlara sevdirdi. Artık
sabah akşam sıcak yalı düz bir taşın üzerine dökülüp
ona sunuluyordu. Evde yenilen yemeklerin artığı ona
veriliyordu. Düşünde bile göremeyeceği bir konfor
içinde yaşıyordu kısacası.
Günler
geçti, karlar eridi, toprak ısındı, dallar canlandı,
bahar geldi. Köylüler sürülerini her gün dağlara,
otlaklara götürüp dolaştırmaya başladılar. Kurda da
bir iş çıkmıştı. O da sürüyle birlikte sabah evden
ayrılıyor, ülkesi olan dağları dolaşıyordu. Yine
memnundu yaşamından. Sahipleri onu dağda bile ihmal
etmiyor, yemeklerini onunla paylaşıyorlardı. Zamanında
dağlarda aç susuz dolaştığı günlere hayıflanıyordu
kurt. Ne vardı daha önce gelip insanların arasında
yaşasaydı.
Günün
birinde otlağa götürdüğü koyunları vahşi kurtlar
sıkıştırdı. Dört bir yandan sürüye saldırıp onları
parçalamak istiyorlardı. Çoban sopasını kaldırıp
bağırdı sürünün bekçisi olan kurda.
-Haydi, git ve kov onları. Durma öyle yerinde. Evcil
kurt bir karşısındaki kurtlara baktı bir de sahibinin
kendisine kaldırdığı sopaya. Ve dedi ki kendi kendine.
-Kurtlarla kavga etmek yabancı olduğum bir şey değil.
Isırılıp hırpalanıp bırakılırım. Ama dönüp gelince bu
adam bana ne dayak atacak kim bilir. Demek ki verdiği
yemeğin karşılığı bu. Ve vurdu kendini dağlara.
Verdiği sıcak yala karşılık sırtına taşıyamayacağı bir
yük yükleyen insanlardan uzaklaşabildiği kadar
uzaklaştı…
Seyroy
Hamdul adlı bir yaşlı Çeçen tarafından anlatılan bu
fabl modern dünya teorisyenlerinin sunduğu
alternatiflerle kendi değerleri arasında kalan eski
dünya kıtalıların açmazlarını anlaşılır kılabilecek
ipuçları içermektedir. Dünyayı kendi akışına mı
bırakıyorlar yoksa kendi açtıkları kanallarda mı
döndürüyorlar yörüngeyi. Nedir bu bir anda fanatik
taraftarı kesildiğimiz Globalizm. Ne sunacaklar
bizlere ve ne isteyecekler sonunda. Onların
istedikleri şekilde olmak neye mal olacak ve ne gibi
ikilemlerin arasında bocalayacak eski dünyalılar.
Başkalarının kurallarıyla oyun oynamayı reddettiğimiz
için itildik bir kenara. Hiç kabul görmedi bize ait
olanlar onlar tarafından. Onların gözünde hep
başkaları olduk. Onlar da bizim için bilinmedik
dünyaların adamları oldular. "Hızla globalleşen
dünyada..." Global akımların etkisiyle..." "önemli
olan global düşünmeyi öğrenmek..." diye başladılar
bize dayattıkları her şeye. Onların Global dünyasında
bizim değerlerimiz hiçbir şey ifade etmedi. Biz onlar
gibi olmaya çalıştık, onlar bizi anlamaya hiç
çalışmadılar. Biz onların dilini öğrendik, onlar bizi
anlamak için çaba göstermedi.
15.yüzyıl başında Küba'yı işgal eden İspanyollar
yakalayıp günlerce işkence ettikleri Kral Hatıkue'ye
idam edilmeden önce vaftiz olmasını telkin ettiler.
Vaftiz olursan gökyüzündeki cennete gideceksin
dediler. "Orada İspanyollar var mı* diye sordu eski
kral. Beni onların olmadığı bir yere gönderin."
Beş
yüz yıl geçti aradan ve Küba'da adanın yerlilerinin
soyundan hiç kimse kalmadı. Orada işgalci
İspanyolların torunları yaşıyor. Herkes cennetin de
İspanyollarla dolu olduğunu sanıyor.
Kafkasya'nın suçu onların kurallarını reddetmek oldu.
Biz bildiğimiz, gördüğümüz şekilde yaşayacaktık ve
onların dayattığı hiçbir şeyi kabul etmeyecektik.
Bizim yaşadığımız toprakları başkaları bizim namımıza
yine bir başkasına sunamazdı. Yerimizden yurdumuzdan
ettiler, savurdular, parçaladılar, yok ettiler.
Gerekçesi uygarlıktı bu soykırımın, göçün ve
felaketin. Tek dişi kalmış canavar dedi bir düşünce
adamı buna.
Globalizm... Bu söylemin adı yeni ama uygulaması çok
eski. Ulusların, kültürlerin, dinlerin, devletlerin
dışında ve üstünde bir takım güçlerin koyduğu bir ad
bu. Onlar yaşlı dünyanın yörüngesini tayin etmeye
uğraşıyorlar.
Ve biz
buna direniyoruz. Verdiğimiz savaşın sonunun ne
olacağını bilsek de kaçınılmaz sonu öngörsek de onlar
gibi olmayacağız. Çünkü bizim varlığımız, yüzümüzün
rengi ve dilimiz, inandıklarımız ve müziğimiz onlar
için hiçbir zaman anlam taşımadı. Yaşlılarımızdan
öğrendik ki verdikleri her şey karşılığında bizi
ikilemler içine sokacaklar. Sopaları hep başımızın
üzerinde olacak ve eksik kaldığımız yerde vuracaklar
kafamıza.
Onların teorisini kurduğu Global dünyada bize ve
zencilere kendilerinin sahip olduğu hakları
vermeyecekler. Onlar kadar varlıklı ve rahat
olamayacağız asla. Onların istediği şekilde
yaşayacağız, onların istediği kadar yaşayacağız.
Dedelerimiz de bu ikilemle karşı karşıya kaldı ve terk
etmeyi seçti kendileri için anlamlı olan her şeyi. Bu
gün de bunu yapıyor Kafkasya. Kendisiyle konuşmayı ve
kendisini anlamayı reddeden Global dünyaya karşı
bildiği kozu ileri sürüyor. Ateşe atılmakla eş anlamlı
olsa da direnmeyi seçiyor.
Biz
gelin diyoruz Global dünyaya. Bize karşı birleşen,
insanlığın binlerce yılda biriktirdiği bir kültürü ve
bir sürü dili, bir çok özgün değeri yok sayanları
anlayışa davet ediyoruz. İktidar, para ve rütbe uğruna
söndürülen ocakları, öldürülen insanları, yok edilen
kentleri görmeye davet ediyoruz onları. Sesimiz
rüzgara karışıyor.
Alıp
başımızı başladığımız yere dönüyoruz. Dağlara
sığınıyoruz. Bildiğimiz şekilde yaşıyoruz, gözden ırak
yerlere çekiliyoruz. Anlamadığımız terimlerle
adlandırıyorlar bizi. Tanımadığımız kişilerle dost
olduğumuzu iddia ediyorlar. Çocuklarımızı dağıtıyorlar
yer yüzünün karanlık köşelerine. Orada kalanlar teslim
olmuyor ve biz uzaktakilere onlar için ağıt yakmak
düşüyor. Kahrolsun güçlü olduğu için haklı olduğunu
sananlar. Tanrı, öldükten sonra bizi onların olmadığı
bir yere yerleştirsin.
|