Çerkes dostlarımın Rus Çarı tarafından
anavatanları Kafkasya’dan Anadolu topraklarına
sürgün edilişlerinin 140. yıldönümüydü 21
Mayıs. Duygulu anma törenleri yapıldı pek çok
yerde. Yapılan konuşmalardan yola çıkarak,
Çerkeslerin ve Anadolu topraklarında yaşayan
tüm etnik grupların içinde bulundukları duruma
ilişkin bazı düşüncelerimi anlatmak istedim bu
yazıyla.
Gördüm ki, Çerkes toplumunda varoluşlarını
ortaya koyma biçimi konusunda bir görüş
birliği yok. Bu da son derece normal. Zira,
aralarında politik bir bağ değil, kana dayalı
bir bağ var. Ortak noktaları ırkdaş olmaları.
Çoğu, kendilerini anavatanlarından ölümüne
uzaklaştıran Rus Çarlığını karşılarına alıyor
ve tarih önünde uğradıkları soykırımın
hesabının verilmesini, kendilerini eşkıya ilan
eden ya da sürgünü “göç” olarak ifade eden
resmi tarihin bu yanlışı düzeltmesini, itibar
ve haklarının iadesini istiyorlar. Bu noktada
Kafkasya topraklarına dönmek isteyenler ya da
Anadolu topraklarında kalıp çifte vatandaşlık
hakkı kazanmak isteyenler var. Bir
kısmının talebi ise fiili durumda bir
değişiklik yapılması değil, salt itibar
iadesi. Bir grup da bunun yanında, Anadolu
topraklarında iktidar sahibi olan ideolojiyi
muhatap alıyor kendine. O veya bu şekilde
Anadolu topraklarında 140 yıldır yaşamını
sürdüren bir etnik grup olduklarını, Türkiye
Cumhuriyeti kimliği taşıdıklarını ama Türk
değil Çerkes olduklarını söylüyorlar. Bu
noktada, kültürlerini ve buna bağlı olarak
dillerini, geleneklerini, folklorik
özelliklerini doğup büyüdükleri bu topraklarda
yaşatmak isteğindeler.
Uzun süredir Atatürk’ü bir noktada
eleştiriyordum. Bugün de bu eleştirimde haklı
olduğumu bir kez daha görüyorum. Kurtuluş
savaşı Anadolu’da yaşayan halkların
emperyalizme karşı verdikleri bir mücadeleydi.
Anadolu topraklarında gerek Osmanlı
İmparatorluğu döneminin yapısından gelen,
gerekse Osmanlı öncesine dayanan din ya da ırk
temeline dayalı pek çok etnik grup bir arada
yaşamaktaydı. Anadolu bir kültür mozaiğiydi.
Türkler de bu mozaiğin bir parçasıydı.
Yaşadıkları topraklar için hep birlikte
savaştılar. Cumhuriyetlerini kurdular ve adı
“Türkiye Cumhuriyeti” oldu. Atatürk’ün
düşüncesi dönemin milliyetçi rüzgarlarını
içinde bulundukları mücadelenin lehine mi
kullanmaktı bilmiyorum. Ama gerekçesi ne
olursa olsun bir emperyalist duruşa karşı
mücadele ederken, iktidarist bir tavır almak,
bugün bu topraklarda yaşayan tüm etnik gruplar
için içinden çıkılması güç, yanlış sonuçlar
doğurdu. Oysa “Anadolu Cumhuriyeti” adı belki
de bugün içinde bulunulan pek çok sorunu
kaynağında yok ederdi.
Bugün bunları söylerken her an, Türkiye
Cumhuriyeti aleyhine işlenen suçlardan birini
işlediğim iddia edilebilir. Ancak bilinmelidir
ki, bu Cumhuriyetin bekası ve kurtuluş
savaşının hedefine ulaşmış olması için, bu
topraklarda yaşayan ve üreten, bu topraklar
için ölen tüm halkların itibarlarının
sağlanması gerekir. Bir toprak parçasının
“vatan” olması için, orada yaşayanların
mutlaka ortak bir ırka ve/veya ortak bir dine
mensup olmaları gerekli değildir. Ortak tarih
ve ortak mücadele gerek ve yeter koşuldur.
Anadolu topraklarına ilişkin somut durum da
budur. Türk, Kürt, Kurmançi, Zaza, Türkmen,
Ezidi, Laz, Çerkes, Boşnak, Çingene, Ermeni,
Yahudi, Alevi, Sünni, Süryani, Azeri, Arap ...
yüzyıllardır hep birlikte Anadolu
topraklarında yaşıyoruz. Farklı dillerimiz,
dinlerimiz, gelenek-göreneklerimiz,
türkülerimiz, ninnilerimiz, yemeklerimiz var.
Birbirimizle komşu olduk, dost olduk,
karı-koca olduk. Düğünlerimizde güldük,
cenazelerimizde ağladık. Hepimizin ataları bu
topraklar için mücadele etti ve bu Cumhuriyeti
kurdu. Birlikteliği sağlamak için “Türk” ortak
paydasına ihtiyacımız yok. Bu kültür mozaiğini
korumak ve geliştirmek, tüm bu kültürleri,
tarihimizi gelecek nesillere taşımak sağlar
birliği ve gücü. Tarihten gelen kırık dökük
parçalarla oluşan kültür, bizi emperyalizm
karşısında güçlü kılamaz. Çok yakın bir
gelecekte Mc Donalts başlığı altında yok
oluruz.
“Azınlık” olarak nitelenen Anadolu halklarının
mücadelesi baskıcı, sömürgeci düzene karşı
olmak durumundadır. Dün Rus Çarı, yarın bir
başkası... Kafkasya, Irak, Filistin... Muhatap
alınacak ve mücadele edilecek güç, siyasi
iktidar ya da bizatihi devletler değil,
insanları baskı altına alan ideolojinin
kendisidir. Bu mücadele salt Çerkeslerin,
Kürtlerin ya da herhangi başka bir etnik
grubun değil, onurlu insanın mücadelesidir. Bu
noktada ırk birliğinin altını çizmek, bizleri
bir yanlıştan, diğerine sürükler. Sömürünün
“küreselleşme” gibi, sanki sınırlar yok
olacakmış, dünya vatandaşlığı kavramı
doğacakmış, bireyler özgür olacakmış izlenimi
veren pembe enjektörlerle zerkedildiği,
tüketim toplumunu üreten reklamlarla
ruhlarımızın ele geçirildiği bir
dönemde, karşımızdaki gerçek düşmanı
saptamamız büyük önem arz eder. Bu
sömürü düzeninin önüne geçilebildiği ölçüde,
bireysel ya da toplumsal boyutta, kültürel
değerlerimizi koruyabiliriz. Pink Floyd’un
şarkılarındaki kıyma makinesi gerçektir.
Emperyalist iktidar her zaman, talepleri
kendisi tarafından belirlenip sınırlanmış,
hayalleri dahi örgütlenmiş tek tip insan
yaratma çabasındadır. Beynini, yüreğini,
emeğini kullanarak yaşayanlar sömürü ve
asimilasyona karşı çıktıkları oranda bu
dünyanın gerçek sahibi olacaklardır.
|