At arkadaş gibidir.
Adige karnını aç bırakır.
Ama atın karnını aç bırakmaz.
toynağını kullanarak düşmanla kıyasıya savaşan,
korkusuzca ve inatla mücadele eden, yarışta önüne geçilmesine asla
tahammül etmeyen, canla başla kazanmak isteyen, rekabetçi,
yenilgiyi hazım etmeyen bir karaktere sahiptir. Çiftçiler için
koşum atı, kırda-bayırda, gece-gündüz çobanların can yoldaşı,
seyirlik oyunlarda sirk sanatçılarının rol arkadaşı olan bu atlar
daima amaca uygun bir şekilde eğitilmişlerdir.
Tarihin bize ulaştırdığı kadarıyla Homer atın yelesini altın
suyuna benzetirdi. Plutark: İnsanların tanrılara kızları kurban
etme geleneğini terk ettikten sonra, onların yerine sarı yeleli
atları kurban etmeye başladıklarını anlatır. (18, s.65 )
Arkeologlar kazılarda altın ve bakırdan mamul birçok at resmini
ortaya çıkarmışlardır. Yaklaşık dört bin yıllık mezarlardan çıkan
kemikler açıkça ortaya koymaktadır ki eskiden atlar sahipleriyle
birlikte gömülürlerdi. O resimler ve kazılarda bulunan kemiklerden
faydalanılarak eski çağlarda yaşayan atların anatomik yapıları
hakkında fikir sahibi olunabilmekte ve koşun takımlarının yaşı da
tamı tamına tespit edilebilmektedir.
Sözgelimi, en eski gem takımının yaşı yaklaşık 5 bin yıl, kamçının
2 bin yıl, üzenginin 1.500 yıl, yuların ise 2 bin 700 yıl olduğu
tespit edilmiş, bunların ilk önce Assiriye'de kullanıldığı
anlaşılmıştır.
At binenler ilk önceleri atı boynuna takılan örgülü bir ip ve
küçük bir çubukla idare etmişlerdi. Bu olsa gerek atına binen
gencin üç gürgen boyunduruğu eğitirken atın kafasında kırmasının
nedeni.
Gem icat edildiğinde, sadece atın ağzına konulan ince, kısa bir
deri parçasından ibaretti. Bu gün bile birçok halk gemde burunluk,
alınlık ve ağız demiri kullanmamaktadır. Eskiden Adigeler de
burunluğu olmayan gem takımı yapmışlardı.
At insan gibi konuşan, rehberlik yapan, gelecekten haber veren,
akıllı, üstelik uçan bir canlı olarak betimlenir masallarda. Uçan
hayvan olarak betimlenmesinin sebebi şudur: Hızlı atlar uçma hissi
verir binicisine, aynı zamanda uzağa sıçrayabilirler. 1957 yılında
Almanya’da eğitilen bir at alçak bir engelden ve bir havuzdan aynı
anda atlamıştı. Bu atın ayaklarını yerden kestiği ve tekrar
bastığı yer arasındaki mesafe 12 m 16 cm idi. (25, s.136) Sanırım
atın masallarda uçan bir canlı olarak tasvir edilmesinin sebebi bu
olsa gerek.
Bugün dünyada birçok farklı at cinsi bulunmaktadır. (12. s.763 )
Bunların elli kadarı bizim ülkemizde yaşar. Safkan İngiliz atı
bunların en ünlüsüdür. Onlara bu ismin verilme nedeni,
İngilizlerin 17. yy’dan bu yana İngiltere’de atların anne-babaları
ve büyükanne-büyükbabalarını cesaret, güç, sürat ve söz dinleme
yetenekleri ve vücut ölçüleri bakımından düzenli olarak kayda
geçirmeleri ve şecerelerini takip etmeleridir.
Türkmenlerin genellikle binek atı olarak kullandıkları güzel
Akaltekin soyu da ünlü at cinslerinden biridir. Bu at iki günde
bir, sadece birkaç damla su içerek, her gün 100 kilometre kadar
yürümek suretiyle hafta boyunca yolculuk yapabilmektedir. (25,
s.136 )
Çerkesler tarih boyunca atlarla birlikte, eğer üstünde ömür
geçirmişlerdir. Bu nedenle her bir Çerkes sürekli daha iyi bir ata
sahip olma, ona uygun koşun takımı edinme ve silah ve giysi
tedarikinde bulunmayı bir görev olarak görür. Bu kitap ta binek
atı ve eğer yapımı ile ilgilidir.
Atın arabaya koşulması, tahıl ve ot taşımada kullanılması, ormana
gidilmesi, karasabanla toprağı sürmeye başlaması yaklaşık 200 yıl
öncesine kadar dayanır.
Adigelerde en ünlü at cinsleri:
Csolexhu (39, s.337/9), Trame ( 39, s.60), Qandor ( 39, s.255 ),
Abıqu, Beyqan, Yeqhen, Haqhundoqo, Qundeyt, Jerıcstı, Mercsen,
Abzon, Yeseney, Csedjeroque ve benzerleridir. Açıkça görüldüğü
gibi bütün bu at cinsleri ismini ailelerden almaktadır. Nagume
Csore’nin yazılarından 16. yüzyılda Terek nehrinin doğu yakasında
yaşamış olan Csolexhu ailesinin kendi aile adlarıyla anılan at
cinsinin o dönemde bütün dünyaya nam saldığını anlamaktayız.
Adige atının ortak yanları; ince kafası (yılan kafası gibi), geniş
ağzı, büyük burun deliği, sivri kulakları, kocaman parlak gözleri,
dik ve uzun boynu, açık ve geniş göğsü, geniş toynak araları, iri
cüssesi, orantılı uzun beli, eğimli kalçası, düz ve ince ayakları,
uzun bilekleri, tüysüz topukları, derin ayak çukurları, kısa ve
ince kuyruğudur.
Bütün bunlara ek olarak her at cinsinin kendine özgü karakterleri
vardır: Güçlülük, sürat, uzun süre yürüme yeteneği, zeka ve söz
dinleme özellikleri bunlardan bazılarıdır.
En iyi atlara ‘’Şağdiy‘’ denir. Bunlar hiç zorlanmadan her gün 120
km‘ye yakın yol alabilir. Bir-iki gün hiçbir şey yemeseler ve su
içmeseler de dayanabilir, toynakları sağlam olduğundan taşlık
arazide rahatça yürüyebilirler.
Adige atlarının sayısı en fazla olanı ve en ünlüsü dor attır
(kırmızı). Ancak siyah ve brul olanlardan da güçlü atlar
çıkmaktadır. En değerli atlara Adigeler, ‘’xuare’’, ‘’xuare
gibi’’, Adigeler ‘’fare’‘ Ruslar ise ‘’far‘‘ derler. (4)
Alnı ve bileği ak olan (tek veya çift bileği) atlarla kösteklenen
üçayağı (iki ön pençe ve sol arka) beyaz olan atlar uğurlu
sayılır. Eğer atın dört ayağı da ak ise bu uğursuz sayılır.
Atın iyi olmasında doğrudan doğruya onu doğuran anne ve babanın
soy ağacının çok büyük etkisi vardır. Bu nedenle soylu atların
ırkından gelen taylar arasından en elverişli, düzgün suratlı ve
güçlü ayakları olanlar daha özenle beslenip, eğitilir. Üç dört
yaşını doldurmamış ve eğitimini yeni bitiren ata eğer vurulmaz.
Uzun yola çıkılmaz. Yük taşıyıcılar uzun yola yavaş yavaş,
alıştırılarak hazırlanır. Özenle besleme, banyo, taşlık alanda
süratli gezindirme, ahırın temizliği, kuruluğu, ısının yeterli
düzeyde olması, atın uzuvlarının güçlenmesi ve sağlamlaşması için
gereken önemli ayrıntılardır.
Atı çok olanlar onları gruplar halinde beslerlerdi. Bir grup 12
ile 20 kısraktan (dişi at) oluşur, her grupta bir aygır (erkek at)
bulunurdu. Aygırlar liderlik, sevk ve idareden sorumludur.
Kısrakların gruptan ayrılmasına müsaade etmez, gruba katılan
kısrakları ise kabul ederler. Diğer bir aygırın gruba katılmasını
istemez, gerekirse onunla kavgayı göze alır. Zor ve tehlikeli
anlarda aygır kısrakları toplayarak güvenli bir korunağa götürür,
bu şekilde onları korumuş olur.
Yetiştiriciler aile damgasını atın sağ veya sol baldırına
vururlardı. Atı kaybolan bu damga sayesinde atını tanırdı.
Birçok halk Adigeleri ve Adige atlarını iyi tanır. Emidio
Doritrlli De’ Askoli’nin yazısına göre Adige Atları yeterince
hızlı ve güzeldir. Ona binen Adige atlısı da cesim ve ince belli,
diğer bir deyişle ata yakışmaktadır. (49, s.63-34)
James Bell Adige gençlerinin ustalıkla at bindiklerini, atın da
onun isteklerini nasıl yerine getirdiğini gördüğünde hayretler
içinde kalmıştı. At son süratle koşarken, ona binen genç tüfeğini
kınından kapıp havaya fırlatılan kalpağı vurabilir, attan
atlayarak ayakları yere değer değmez tüfeğini doldurur, aynı anda
arkasından tekrar ata biner, kılıcını kınından çıkarıp saldırı
için hazır vaziyeti alabilirdi. (13, s.475)
Ünlü Alman bilim adamı Karl Kokh Adigelerin atçılığının öneminin
onların atlara gösterdikleri sevgiden ve bütün Kafkasya’da Adige
atlarının diğer at cinslerinden 5-6 kat daha pahalı olmasından
anlaşılabileceğini belirtmektedir. (22, s.618-619)
Giovanni Lukka’nın anlattıklarına bakılırsa Adige atları Tatar
atlarından daha süratli idi (1, s.72). Bu nedenle Tatarlar sürekli
Adige atı, eğeri ve koşun takımı satın alırlardı. (10, s.154)
Belçikalı ünlü bilim adamı Jann Charl De Bess (5) şöyle yazar:
‘’Klaprot’un söylediğinden farklı olarak bunların (Adigeler -Ç.A.)
atları yükseklik açısından süvariliğe elverişli ve hızlıdır.
Üstelik yokuş çıkmada ve ağırlık taşımada ben bu atlar kadar
dirayetli olanını görmedim…’’
İsveç kralı XII. Karl’ın emriyle 1911 yılında Kuzey Kafkasya’ya
gelmiş olan Fransız Şövalyelerinden Abri De La Morta’nın
yazdıklarına göre; o Adige kadınlarının omuzlarında okluk,
ellerinde yay ve kollarında avcı şahin kuşu ile tıpkı erkekler
gibi avlanarak, üstünde dörtnala dağda bayırda at koşturduklarına
defalarca şahit olmuştur. (1, s.136-138)
Adige üniforması göz alıcılığının dışında, hafiflik ve estetik
açıdan da at binmeye uygun olduğundan birçok halk tarafından
benimsenmiştir.
Kitaplarda anlatıldığına göre, Adige atının ünü ve değeri
nedeniyle onun hediye olarak verilmesi hediye alana tarifi
imkansız mutluluklar bahşederdi. Bu nedenle bir Adige, birini
sevindirmek veya onurlandırmak istediği zaman ona genellikle kendi
atını layık görürdü. Sözgelimi, Romanov ailesinin krallığı ele
geçirmesi nedeniyle (Mikhail Romanov’un Rus çarı olduğu yıl 1613
yılıdır) 1616 yılında Adigeler iyi dileklerini bildiren konuşmalar
eşliğinde (exhuexhu) ona en iyisinden 12 at hediye etmişlerdi. (
5, s.15)
1632 Yılında Çerkesske Qudyenet'in (6) oğlu Kyelmamet Mırza Rus
Çarı'nın yanına gittiğinde ona iki at hediye etmişti. Onunla
birlikte giden Arestlen kardeşler de (Briuq ve Tonjenxhan) iki at
hediye etmişlerdi. 1634 Yılında Kyelmamet Mırza Tekrardan Rus
Çarı'na iki, arkadaşı Arestlen Tonjenxhan da iki at verdiler. 1636
Yılında Çerkesska Mutçsal Rus Çarı Mikhail Fedoroviç’e dört at
hediye eder. 1638 Yılında Yyldar Mırza üç, Tsçırkov Murza dört atı
birlikte verirler. Bölgemizden götürüp vermelerini beklemeden Çar
kendisi de Adige atı edinme imkanları aramıştır. Bu konuyla ilgili
olarak Mikhail Fedoroviç’in emrinde bulunan ve Terç’ de yaşayan
Syemen İvanoviç Csekhovskoy, Savve Potapoviç Narbekov, Grygory
Uglev gibilerine 1641 yılının Ekim ayında gönderilen şu belge
ilginçtir:
‘’Bana ulaşan haberlere göre Çerkesse Qudyenet’in oğlu Kyelmamet
Mırza’nın oldukça iyi bir atı var. Bu at eğerimize yakışacaktır,
kendisi de atı vermeye razı. Atı korumak için beraberinde bir Uerq
ekibi de eşlik edecektir. Bu fermanımı alır almaz o atı Kyelmamet
Mırza’dan alarak gemiyle Astrakhan’a getirin. Atı yürütürseniz
zarar göreceğinden endişeleniyorum. Astrakhana yetişince onun
büyüğü (Voyvoda) Nikita İvanoviç Odoyevsk’in ekibine tutanak
eşliğinde teslim edin. Atı dikkatlice gemiyle yanıma getirmelerini
emrettiğimi söyleyin’’. ( 20.t. 1 doküman No: 132, s.205-206)
Bu fermanın eline geçmesine iki ay kala Eylül'ün 12. gününde Nogay
Ordusu Adigelere saldırır. Kyelmamet Mırza saldırıda direnenler
arasında Balk yakınlarında savaşırken Çar'ın siparişi olan o
meşhur atın ölümüne engel olamaz. Bu nedenle bu at Çar'ın eline
geçmez.
Belgelerden anladığımız kadarıyla 1645 Yılında Arestlan Tonjenkhan
çara dört at götürür. 1648 Yılının 22 Nisan günü Rus Çarı Alexey
Mikhailoviç Çerkesske Mutsal ve oğlu Qasbulat’ı davet eder. Mutsal
tarafından bu ziyarette çara üç at ve bir tay (bu atların ikisi
aygır, ikisi de rahvan idi), (7), iki tüfek, iki yay, oğlu
Qasbulat da bir aygır, bir rahvan, bir de yavrulu kısrak hediye
eder.
Tam da o yıl Çerkesska Yelmırza’nın oğlu Batırby (Hıristiyanlığı
kabul ettikten sonra Petr adını almıştır) Çar'a iki, Çerkesska
Bydaçey’in oğlu Hatokhşıqo ise dokuz at hediye eder.
Bu şekilde hediye edilen her atın karşılığında çar da onlara
değerli hediyelerle karşılık verir. Örneğin: Baba oğul Mutsal ve
Qasbulat’ın 1648 yılında verdikleri 343 Som değerindeki hediyelere
karşılık, 400 Som değerinde değerli elbise ve kaban yapımında
kullanılmak üzere birçok deri Çar'dan hediye olarak gelmiştir.
Bunun yanında refakatçilerine de birçok hediye ve para vermekle
birlikte, onları büyük bir ihtimamla ağırlamıştır. (20,t.I,
Doküman No:182, s.291-292 ). On yıl aradan sonra 1658 Yılında
Qasbulat yine çara yedi at daha hediye eder.
Bütün bunlarla birlikte Çar’ın para ile de Adige atı satın aldığı
olmuştur. 1647 Yılında Çar Mutsal’a 500 Som gönderir, o da bu
parayla altı at alıp Çar’a yollar. ( 20 t. I, doküman No: 177
s.283- 285)
Bizim bu belgeleri ortaya koymaktaki amacımız Adigelerin hediye
olarak gönderdiği atlarının sayısını toparlamak değildir. Pekiyi o
zaman amacımız nedir? Amacımız sadece halkımızın aç gözlülükten
uzak akraba ve arkadaşlarına iyilik yapabilmeyi bilen insanlar
olduğunu göstermektir. Diğer Adige boyları da akraba ve
arkadaşlarına at ve silah hediye ederlerdi.
Örneğin Persler, Kırım Tatarları ve Nogaylar ve Kalmuklara.
XIX. Yüzyıl başlarında Kabardey'de at yetiştiren ve kaliteli
damızlık at geliştirme konusunda çalışmalar yapan 58 hara vardı.
Jann Csarl De Bess’in yazılarından anladığımıza göre sadece Misost
3.000 kadar ata sahipti. Diğer büyük baş hayvanlarının sayısı da
bundan daha az değildi. (I, s.337)
1864 yılında Rus-Kafkas Savaşları'nın henüz bittiği zamanlarda
Kabardey'de 300 den fazla atı olan 169 aile vardı. 100 den 200‘e
kadar at sahibi olan aile sayısı 14 bin 200'den fazla atı olan ise
9 aile idi. Bu 192 ailenin toplam 728 aygırı (erkek at), 13 bin
174 kısrağı (dişi at) vardı. Sadece Cselber kardeşler 100 aygır ve
1.500 kısrak sahibiydiler. Hatokhcsoqo Teymıryqo ile
Hatokhcsoqo’nun ise 600 atı vardı. (5, s.23)
O zamanlar Qodzoqo Luqmen (Hıristiyanlığı kabul ettikten sonra
Dimitri Stepanoviç adını almıştı). Adige atının kalitesinin
artırılması ve üretilmesi konusunda birçok faydalı işe imza
atmıştır. Bu yüksek tahsilli insanın isteğiyle Balk’ın Kuzey'inde
haralar açılmıştı. Kuzey Kafkasya’daki Rus ve Kazak ordusunun en
çok beğenip seçtiği atlar Adige atlarıydı. Bu nedenle Çar'ın
emriyle Maykop’taki hara 1892 Kabardey’e nakledilmiş ve Acsebiy
Harası’yla birleştirilmiştir. (43, s.22). Bununla birlikte
Rusya’daki haralarda da 1917 Ekim Devrimi'nden önce Adige atları
yetiştirilirdi. (26, s.21)
1923 Yılında devlet eliyle Kabardey’de tekrar haralar açıldı. Yeni
birleşen kolhozlarda 1931 yılında SSCB’nin Sovyet Halk
Komitesi’nde at yetiştiriciliği ve üretimiyle ilgili yapılan
oturumlarda, ülkede açılması planlanan enstitülerde zooteknik
çalıştırılması konusunda kararlar alındı. Bu enstitülerin biri
Moskova’da açıldı. Aynı yılın eylül ayında da eğitime başlandı.
İkincisi 1932 yılının yazında Psihkuabe’de (Pyatigorsk) at
yarışlarının yapıldığı Kabardey Haras’ında açıldı. Bu okul
Yesentvigu’e taşınarak iyi binek atlarının üretimi, kaliteli
atların yetiştirilmesi konusunda çalışmalarını yoğunlaştırdı.
Burası daha sonra yabancı ülkelerden getirilen kaliteli damızlık
aygırların üretimi için kullanılan bir merkez haline geldi.
Adige atlılarının karakışta kar altında Kafkas Dağlarını çepeçevre
dolaşmalarına bütün dünya şahit olmuştu. Fırtına ve ayazda,
taşlı-kayalı dağları aşmış olan Adige atlıları Klukhor geçidinden
geçerek görenleri hayrete düşürürcesine Sonem’e girdiler. Bırakın
kış mevsimini, yazın bile buradan geçebilen atlı sayısı çok
sınırlıydı. (5,s. 41-42 ) Üç bin kilometrelik yolu aşıp
Kafkasya’yı çepeçevre dolaşan bu grup, daha üç ay bile geçmeden
tekrar yola çıkarak 600 kilometrelik uzun Nalçik-Rostov yolunu 4
günde kat ettiler. İlginç olan şu ki; iki yolun da tamamını atlar
ve atlılar eksiksiz olarak tamamladılar. Bu atlılar Adige atının
kahramanlığını, gücünü ve dirayetini işte bu şekilde ispatladılar.
1937 Yılı Aralık ayında Vaskhnil’de yapılan toplantılarda dünyanın
en ünlü 5-6 binek atı cinsi arasında Adige atlarının da adı
geçmiştir. (26, s.16 ) O yıl yarışan bütün atları geride bırakan
Adige atı Aslenbeç (Aslen-Gali-Acsped) şampiyon olmuştu. (8)
1940 Yılında Dünya Şampiyonasında birinciliği kazanan 1934 doğumlu
Adige atı Babak (babası Borey, annesi Jantyl ) S.M Budanya’nın
adını taşıyan haradan getirilmişti.
1941-1945 yıllarındaki ikinci dünya savaşında ve önceki yıllarda
pek çok seçme at orduya kazandırılmıştı. Orduya binek atı olarak
seçilenler 147 cm. den kısa olmayanlardı. Ancak Adige atları 142
cm boyunda oldukları halde talep görüyordu. Bu atlar o çetin savaş
yıllarında birçok zor işin üstesinden kolaylıkla geldiler.
Sovyetler Birliğinin seçkin kahramanlarından Ukraynalı partizan
lider S. A. Kovpak şöyle demişti: ‘’İster orman altında, yamaçta,
yokuşta olsun ister bataklıklarda, atın gösterdiği beceriyi
gösterebilecek bir tek makine dahi yoktur. Binek atı olarak
ordumuza verilen atlarla birlikte cumhuriyetimizin atlı süvari
birlikleri Rostov yakınlarında düşman karşısında kahramanca
savaştı.’’ (47)
Savaşın devam ettiği 1945 yılının Nisan ayında SSCB’nin Sovyet
Halk Komitesi ile VPK(B) Merkez Komitesi, kolhoz ve solhozlarda
birçok haranın kurulmasını ve bu haralardan daha fazla
faydalanılmasını karalaştırmışlardır. Bu çalışmalar
kolhozlarımızda hayata geçirilerek savaşta büyük bir fakirliğin
içine düşmüş olan Ukrayna’nın Velikaya Aleksandrovka rayonuna
büyük katkıda bulunulmuş, bu çerçevede buraya birçok büyük ve
küçükbaş hayvan hibe edilmiştir. Aynı yıllarda Adigeler ve Kuzey
Kafkasya’nın diğer halklarının buraya gönderdikleri atlarla
Velikaya Aleksandrovka köyünde kaliteli atların bulunduğu bir hara
kurulmuştur.
(19, s. 235) (9)
1946 yılında ülkemizde yetiştirilen iyi cins atların uzun mesafe
yürüme yarışmasında Quba Köyünden Ali Qadım’ın Adige cinsi atı 250
kilometrelik yolu 25 saatte yürüdü. Bu ünlü at seyircilerin hayret
dolu bakışları arasında yarışın son iki kilometresini de dörtnala
koşarak varış yeri olan Moskova hipodromuna birinci sırada girdi.
Ne yazık ki bu güçlü at aynı yıl hayatını kaybetti. Quba Köyü
sakinlerinin anlattığına göre, yarıştan dönen Ali Qadım
kısraklarını yılkıya gönderir. Pırıl pırıl güneşli bir günde atlar
yılkıda dağılmış yayılırlarken, birden kara bulutlarla kapanan
gökyüzünden soğuk bir fırtına kopar. Sağanak yağmurdan sonra
başlayan tolu atların korkuyla bir uçuruma doğru koşmalarına neden
olur. Atları uçuruma doğru göndermemek ve tehlikeli araziden
korumak isteyen bu aygır, at sürüsünün önünü kesip onlarla
mücadele eder. Onları ağzıyla yelelerinden tutup yerlere atar.
Böylece önden gidenleri durdurur. Tekrar aynı yöne koşmalarını
engellemek amacıyla atlarla onların gitmek istediği uçurumlu bölge
arasında koşarak tur atmaya başlar. Bu şekilde tur attığı bölgede
bir çukura birikmiş olan tolunun üzerinden atlamak ister. Yağmur
suyuyla karışmış olan tolunun ıslattığı yamaçtan aşağıya doğru
kaymasıyla, birlikte at da uçurumdan aşağı yuvarlanır. Bu ata
ismini veren, onu küçüklüğünden beri besleyip eğiten aygır çobanı
Dıcsekv Aly telaşla atlara doğru koşarken olan biteni görür.
Çabucak bindiği attan inerek bulunduğu tepenin üzerinde doğrulup
karşı yamacın yankısıyla birlikte aşağıya doğru: ’’A-a-a-l-y-y-y
Q-a-a-a-a-d-ı-ı-ı-m !!! ‘’ diye uzun bir çığlık atar. Aşağıya
baktığında bu kanlı-canlı aygır buz, taş, su ve topraktan oluşan
büyük bir kütlenin içinde kafasından başka bir yer görünmeden
yatmaktadır. Dicsekv Aly aşağıda yatan atın iki gözünden gelen
yaşların yanağından aşağı aktığına büyük bir hayretle şahit olur.
Bu durum karşısında dayanamaz, olduğu yere çökerek uzunca bir süre
hıçkırıklarla ağlar. Bu at ve adam o derece birbirlerini sevelerdi
ki; atın ölümünden yıllar sonra bile Dıcsek Aly ömrü boyunca
besleyip sevdiği aygırının her anılışında gözyaşlarına hakim
olamaz. Bu olayı yıllar sonra Quba Köyü’nden Hesen’in oğlu
Melbakhue Boris’ten dinledim.
1952 yılında Adige atları tekrar 500 kilometrelik uzun bir yürüyüş
için yola çıkarlar. Yolun yarısı iniş ve yokuşlardan oluşmakta,
bataklık, sel ve taşlık arazinin içinden geçmekteydi. Bununla
birlikte yürüyüşe elverişli alanlar da mevcuttu. 28 Mayıs'ta
Nalçik Hipodromu’ndan başlayan yürüyüşte Csegem-Baxhsen-Zeyque-Gundelen-Heymacse
Yaylası-Qermeheble (Kamennomostskoye)-Dzeliquequaje-Quba-Soldatskaya-Qalekvih-
(Proxladny)-Maysky-Abey Kasbası (Wrojayhoye)-Pos adlı yerleşim
yerleri gidiş güzergahı, Tersky-Andzorey (Stary Lesken)-Jemthele-Sovetsky-
Djerpedjej-Dolinsk-Nalcsik adlı yerleşim yerleri de dönüş
güzergahını oluşturmaktaydı. Atlılar atlardan hiç inmeden her gün
10-12 saat yol yürümekteydiler. Bu grup aralık ayının 5’inde
Nalçik’e ulaştıktan sadece 2 saat sonra atlarla 2 kilometrelik bir
sürat yarışı daha yapmışlardı. (43, s. 26-27)
Adige atının tarihinde bu gibi birçok istatistiklere ulaşmak her
zaman mümkündür. Ülkemizde ve başka ülkelerde bu gün hala yaşayan
ve anılan Adige binek atı iki cinstir.
a) Adige Atı (Qeberdinskaya Poroda)
Bu at görünüş itibariyle fazla yüksek değildir. Aygırların
yüksekliği: 150 cm. Göğüs çevresi 180 cm. Ayak bileği çevresi 20
cm. Kısrakların Ölçüleri ise 147-177-19 cm. Üç yaşlı Adige
atlarının en hızlıları 2.4 kilometrelik yolu 2. 44 dakikada
koşmuştur. Hızlı koşmalarının yanında Adige atları, çok yük taşıma
ve kuvvetli olma özellikleriyle de bilinirler. Proyekt adlı erkek
yarış atı 50 kilometreyi 1 saat 41 dakika 25 salisede koşma
başarısını gösterdi. Bu cins atların ülkemizdeki toplam sayısı 10
bin'den azdır. (6, s.49)
b) İngiliz-Adige At Cinsi (Anglo-Qabardinskaya Poroda)
Bu at cinsinin en süratlisi, 2. 4 kilometrelik yolu 2. 36 saate
koşabilmiştir. Bu cins atlar ülkemizde Malke Harası ile Stavropol
Bölgesinde Malokaraçeyevske Harasında ağırlıklı olarak
yetiştirilmektedir. (6, s.42)
İleriki yıllarda Adige atlarının ünü ve kalitesinin artıp
artmaması öncelikle cumhuriyetimizde bu işle ilgilenen haraların,
köylerdeki çiftliklerin tek başına veya grup olarak, at
yetiştirmeye başlayan herkesin atlarla ilgili bilimsel gelişmeleri
ve buluşları takip edip etmemelerine bağlıdır. Bol ürünümüz olursa
mutlaka iyi atlarımız da olur. ‘’İyi at sahibinin aynasıdır’’
sözünü bu yüzden söylemiştir Adigeler.
At binip yola çıkmadan önce bu konuyla ilgili Adige Xhabzelerinin
(örf) öğrenilmesi gerekmektedir. Ata binerken uygulanan usuller,
at üstünde giderken uygulanan usuller, kadınla karşılaşıldığında
uygulanacak usuller, bir büyüğe veya atlı bir gruba rastlandığında
uygulanacak usuller, haçvecslerdeki (misafirhanelerdeki) usuller.
EVDE ÖĞREN, TOPLUMDA UYGULA
Uy uinem zicsiqhasy xasem yaxiha
Adige atasözü.
1) Ata binenin yanında onun ata binmesine yardımcı olacak
kimse yok ise; binici atın sol tarafında iken, mahmuzlar elinde
olduğu halde, eğerin ön panelinden sol eliyle tutup sol ayağını
üzengiye geçirir. Sağ eliyle eğerin arka panelini tutarak kendini
kaldırır. Sağ ayağını atın üstünden diğer tarafa atarak eğerin
içine yumuşak bir şekilde biner. Hemen sağ ayağını üzengiye
geçirir, kendini biraz yukarı kaldırarak eğerin tam ortasını
bulacak şekilde pozisyon alır. Sağ eliyle kamçıyı, sol eliyle de
mahmuzları tutar.
2) Binmesine yardımcı olacak biri varsa bu kişi yönünü ata
dönerek sağ tarafına durur. Sağ eliyle mahmuzu atın çenesinin
altından kavrar. Eğere çarpmamak ve atı yerinden kımıldatmamak
için sol eliyle üzenginin hemen üstünden üzengi derisini tutarak
tüm gücüyle aşağıya doğru çeker. Böylelikle adam rahat bir şekilde
ata biner. Bir kişiyi ata bindirmek ona verilen değerin
göstergesidir.
3) Ata binme esnasında üzengiye ayak tabanını değil de
ayakucunu koymak gerekir. Ayaklar hafif bükümlü, vücut dik, göğüs
dışarıda, gerilmeden ve bükülmeden, sağına-soluna bakmadan, sol
elinde mahmuz hafif gevşek, sağ elinde bulunan kamçı ikiye
katlanmış ve kamçı sapı ve yaprağı parmak ucuyla kavramış, baş dik
bir şekilde yol takip edilir. Atın üstünde özgürce oturulur.
4) Yaşlı veya kadın yanında kamçıyla ata vurulmaz. Uygun
değildir.
5) Köy sokaklarında kadına rastlandığında ona yetişmeden
attan inilir. Sol elle mahmuz tutulur ve kadın sağ tarafta kalacak
şekilde geçilir. Bir müddet yaya olarak yol aldıktan sonra atın
kafası kadının bulunduğu yöne doğru yöneltilerek tekrar ata
binilir, dönüp yola devam edilir.
6) Atlı ile yaya karşılaşırlar ya da atlı bir yayanın
arkasından ona yetişirse kişinin yaşına bakmadan önce selam
vermesi gereken kişi atlı olandır.
7) Yolculuk sırasında önde giden bir atlıya yetişilirse,
onun sol tarafından yaklaşılarak ‘’iyi yolculuklar’’ (Qhogujapcsi)
diyerek selam verilir. Ancak karşılaşılan kişi yaşlı birisi ise ‘’sağolasın‘’
(upseuapcsi), ‘’yolun açık olsun’’ (uiyape tham fvi qirykvue) der,
karşılaştığı kişi ‘’selam aleyküm’’ derse ‘’aleykümselam’’ diyerek
selamını alır.
8) Öndeki kişiye biri yetişerek sol tarafına durup ‘’iyi
yolculuklar‘’ (qhuegujapcsi) dedikten sonra, onun daha yaşlı
olduğunu anlarsa, genç olan ‘’beraber gidelim'’ (dizedyjeapcsi)
demeden ‘’yaşın şanslı ola‘’ (Jicshamaxue uixhu)‘’ derse daha
uygun olur. ‘’Selam aleyküm’’ün cevabı ‘’aleykümselam’’dır.
Selamlaşma faslı sona erdikten sonra genç olan çabucak sol tarafta
yerini almalıdır.
9) Bir kişi yolda giderken geldiği yöne doğru giden
tanımadığı bir grup atlıyla karşılaşır bir köyü ya da bir yolu
sorarlarsa ‘’ora şu tarafta’’ (ar mobikvecs) demeden ‘’buyurun ben
götüreyim‘’ (finakvue se finezqhesinqe) der ve gidecekleri yere
(ev sahibine ya da misafirhanesine) yetişene kadar onlara eşlik
eder. Bu kişiler eğer rastladıkları kişinin kendilerine eşlik
etmesini istemiyorlarsa kendilerini tanıtırlar.
10) Bir kişi gittiği yöne doru giden yalnız bir yaşlıya
rastlarsa, selam verdikten sonra onu geçip gitmez. Yaşlı yolcu
‘’yeterli sen yoluna gidebilirsin‘’ diyene kadar ona eşlik eder.
Atlı kendine doğru gelen bir yaşlıya rastlarsa selam verir, soldan
geçer, atını geriye döndürerek sol tarafına gelip durur ‘’beni
ayıplama biraz seninle birlikte ilerlemek istedim de…’’ deyip
gideceği yere kadar veya yaşlının kafi bulduğu yere kadar ona
eşlik eder.
11) Bir yaşlı ile birlikte yolculuk yaparken o (yaşlı)
dinlenmek istediğini söylerse, genç çabucak atından iner, yaşlı
yolcunun atının mahmuzunu tutar ve onu attan indirir. Tekrar yola
çıkacakları zaman yine atın mahmuzundan tutarak onu ata bindirir.
Kendisi de atına binerek yaşlının sol tarafından yolculuğuna devam
eder.
12) Cenaze habercisi olarak yola çıkan atlı mahmuzu sağ
elle, kamçıyı da sol elle tutar. O atın üstünde oturuş tarzıyla
tanınır. At binmeden önce olsun, indikten sonra olsun, o her zaman
atın sağında durur, üzengiye de sağ ayağıyla basarak ata biner.
Attan inerken önce sol ayağını yere koyar ve daha sonra üzenginin
içindeki ayağını indirerek yere basar. Bu durumda ‘’soldan indi‘’
dendiğinde bununla anlatılmak istenen atın sol tarafı değildir.
Sol ayağıyla attan indiğidir. Yoksa iniş yönü her zaman sağ taraf
olmalıdır. (10)
13) Cenaze habercisi atını hiçbir zaman serbest bırakmaz,
yaşlı aramaz, evden her kim çıktıysa (eğer çocuk yaşta değilse)
terbiyelice, tokalaşmadan selam verir, lafı dolaştırmadan, sohbete
dalmadan, kolay anlaşılır bir şekilde ‘’falanca kişi ruhunu teslim
etti’’ (mıbxueder uizjintacs ) (11) diyerek defnedileceği günü
bildirir ve oradan ayrılır.
14) Köye bir atlı veya yaya grubu gelirken veya giderken
veya dönen bir cenaze habercisi ile karşılaşılırsa veya köyün
etrafında at ve öküzlerini çözüp gece ziyaretine gelir veya
ziyareti bitirip de giderlerken cenaze habercisini görürlerse grup
kalkar, en yaşlıları habercinin yanına gelerek ‘’Ruhunu teslim
edenin mekanı Cennet olsun. Köy cenazesi mi yoksa aile cenazesi
mi? ’’ (duneym yexijam jenetir tham qıryt. Quaje hede hemere une
hede?) diye sorar. Eğer haberci ‘’köy cenazesi’’ derse merhumun
yetişkin, ‘’aile cenazesi’’ der ise çocuk olduğu anlaşılır.
15) Atlı yolculuk esnasında köyden geçerken akşam olursa
uygun bulduğu bir evin misafirhanesine (haçvecsine) uğrar.
Yaklaştığında eğer kapıda biri varsa selam verir. Eğer kimse yoksa
mahmuzu, mahmuz asma yerine asarak misafirhaneye girer. Kamçıyı
kapıya yakın bir çiviye asar. Acele bir işi varsa kamçı yaprağının
yönünü kapıya, yoksa ters yöne çevirir. At görülür görülmez ev
sahiplerinden biri içeri girerek selam verir. Kamçının asılma
yönüne göre gerekiyorsa yemek getirir. Aynı şey at için de
geçerlidir. Yol yürüyen kızgın ata vücut ısısı düşüp teri
kurumadan yem de su da verilmez. Atın eğeri çıkarılmasa bile karın
bağı biraz gevşetilerek yavaşça kuruması ve dinlenmesi sağlanır.
Atlı eğer kalıcı misafir ise atın eğeri indirilir. Bu arada
misafire yemek hazırlanarak sıcak bir şekilde servis edilir. Bazen
misafir belli bir zaman geçtikten sonra kamçısının yönünü
değiştirebilir. Bunu ev sahibinin hemen fark etmesi gerekir. Eğer
kamçının yönü sonradan kapıya doğru döndürüldüyse misafire azık (qhuemile)
hazırlanır, aynı zamanda yedirilir ve atına da eğer vurulur.
Misafire nereden geldiği, nereye gittiği, nereli olduğu, ne zaman
yola
çıkacağı gibi konuların sorulması çok büyük ayıp sayılır.
Misafirin dinlenmesi için misafirhanede küçük bir sandalye,
duvarda ise
csikvepcsine (atkuyruğu ile yapılan bir cins Çerkes çalgısı)
bulundurulur.
Namaz kılacaksa, abdest alması için leğen, su dolu ibrik ve
namazlık
hazırlanır.
Bir Adige atasözü ‘’Köye atı kamçılayarak gir, mahmuzlayarak çık’’
der.
Bunun nedeni; misafir evin önünden ayrılırken kamçıyla ata
vurmasının ayıp kabul edilmesidir. Misafir ev sahibinden memnun
kalmamış veya bir konuya canı sıkılmış olabilir. O zaman atın yönü
eve doğru yönelmiş vaziyette ata biner terbiyeli bir şekilde atı
hafifçe mahmuzlayarak yavaşça kapıdan ayrılır.
Kendini yolcu eden ev sahibine iyi dileklerini sunan bir konuşma (xhuexhu)
yapar.
Haçvecse (misafirhaneye) bir katil de gelebilir. Ancak bu durumu
ev
sahibine hemen bildirmesi gerekir.
Şu tür olayların da yaşandığı olmuştur: Bir ailenin misafir
hanesine
gelen misafir, lafı hiç dolaştırmadan birini öldürdüğünü söyler ve
kendisinin
korunması ister. Fazla zaman geçmeden bu aileye bir cenaze
habercisi gelir ve evin reisine oğlunun bir cinayete kurban
gittiğini söyler ve öldüren kişinin adını bildirerek oradan
ayrılır.
Öldürülen gencin babası misafirin yanına girerek: ‘’Öldürdüğün
genç benim
oğlum olur. Bana sığındığın için seni öldürmem doğru olamaz ama
oğlumun cenazesini getirip arkadaşları döndüğünde seni korumam
imkansız olur. O nedenle şimdi atına bin ve nereye gidersen git.
Bir daha da karşıma çıkma’’ der.
Haçvecse nikahlı kız veya evli bir kadını kaçıranlarla anne veya
babasına
kıyanların alınması yasaktır.
Gelen misafir haçvecste öldürülürse; bu suçu işleyen öncelikle
haçvecs sahibine ceza olarak 7 köle verir. Daha sonra maktulün
ailesiyle ilgili sorunu da tamamen kendisi halleder. (I, s.393 )
|