Gökyüzü
kararıp aniden boşanan yağmurlardan sonra nihayet bugün yazın
ucu göründü. Güneş Adigey’i alabildiğine doldurdu. Mezdah’ın yamaçlarına gün
vururken geniş ve düz sokaklar boyunca vişneleriyle, dağların
yamaçlarından aşağı insanın yüzüne yumruk gibi inen çiçek
kokularıyla Maykop, insanı keyiflendiren, dinlendiren hoş bir
kokuyla kokmaya başladı. Dünya göz kamaştırıyor. İnsana yaşamın
güzel olduğunu hatırlatan bir koku bu.
Yaşadığımız yerin Maykop olduğu ve nihayetinde yaşıyor
bulunduğumuz için mutlu, huzurlu ve coşkulu olmamızı sağlayan
bedava aromaterapiyi içimize çekerek tam ikindi parkta
dolaşıyoruz.
Ayaklarımız bizi müziğin geldiği yere götürüyor.
İşte aldıkları her nefesin hakkını veren Maykop’un yaşlıları eğer
hala varsa tüm sorumluluklarını unutup havaların da
güzelleşmesiyle ayaklarını yerden kesip bakışlarını hayallerine
çevirmişler yine.
“Yaş yetmiş, iş bitmiş'', ''Ağaç
yaşken eğilir'', ''Kurt kocayınca, köpeğin maskarası olur'',
''Ununu elemiş, eleğini asmış'', ''Elin ermez, gücün yetmez'',
''Artık köşende otur!'', ''Yaşından başından ak saçlarından utan”
vb sözlere o kadar yabancılar ki!
Enerji harcarlarken bir o kadar da enerji toplamalarına yarayan
bir aktivite dans. Belki de nefes almak gibi bazen. Hücrelerinin
yenilendiğini hissediyorlar belki de dans edince.
Gençliklerinin müzikleri eşliğinde şehir parkında her Cumartesi -
Pazar eski salon dansları vals, çarliston, cha cha, rumba, swing,
twıst yapıyorlar. Bazen de lezginka. Chopın’ın, Straus’un,
Şostakoviç’in, Çaykowski’nin müzikleri eşliğinde vals yaparlarken
ilerlemiş yaşlarına rağmen hareketleri, bakışları o kadar narin
ki, "Ne kadar centilmenim", "Tanrım, ne kadar güzelim, ne kadar
hassasım, bu bey belimi hafifçe sallasa kırılacağım" der gibi.
Beden eskirken beynin taze kalmasına örnek olabilecek, yaşama
sevinci ile dolup taşan nadide bünyeler hepsi...
Onları izlemek hoşumuza gidiyor. Rumbayla tutuşurken biri, cha cha
ile tutuşturuyor ötekini. Birinin yorulduğu yerden öteki başlıyor.
Komşumuz Nina bizi görünce iliklerine kadar mutluluğa kesmiş gibi
içten gülümseyiveriyor. Tepeden tırnağa süslenmiş kumaşlar,
boncuklar danteller içinde. Bilinmeyen bir dilde yakarır gibi.
Duyuyorum dansa başladı, ayak parmakları uçuşuyor, tıpkı
eteğindeki tüller gibi... Mutlu mu bilmem? Ancak gözler hiç yalan
söyler mi? Elleri tıpkı bir balerin gibi zarif ve ince.
Onu seyrediyorum farkında bile değil. Ne düşünüyor acaba dans
ederken? "Neden buradayım? Nasıl geldim? Dans ettiğim bu adam da
kim?"
Nasıl geldiğini o da bilmiyor işte, belli ki hayalinin peşinden
buralara kadar geldi...
Şimdi başka bir şarkı çalıyor süzülüyor pistte kavalyesiyle...
Mutluluktan gözleri parlıyor. O da farkında, dans etme güdüsü
iletişim araçlarının ilki ve insanın yeryüzündeki yaşamı kadar
eski...
Saçlarını öyle savuruyor ki ruhundaki hüzün ve coşku birbirine
girdi sanki. Müzik içlerine aktı. Öylesine sessiz, öylesine yalın,
öylesine büyülü dans ediyorlar. Birbirlerine sarılarak dans ede
ede dönüyorlar dünyalarının etrafında. Dönüyorlar ve bir mavi
gökyüzünün altında buluyorlar kendilerini. Bir sonsuz gökyüzünün.
Hiç şaşırmıyorlar. Maviyi seyrediyorlar birlikte. Hiç konuşmadan
dans ediyorlar sonsuz mavinin altında. Rüyalardan rüyalara
geçiyorlar mekanlardan mekanlara. Dönüyorlar bir okulun bahçesinde
pioner oluyorlar, dönüyorlar ikinci dünya savaşının açlık
günlerindeler, dönüyorlar bir parti kongresinde, bir meydanda, bir
sahilde oluyorlar.
Bir garip boşluk. Bir deli sessizlik. Dansın büyüsü her adımda
biraz daha geriye götürüyor onları. Her adımla yüzlerindeki
çizgiler kayboluyor sanki. Yerini yitirilmiş coşkular aldı,
yitirilmiş hayaller, yitirilmiş gençlik.
Onları gözlerinizi kırpmadan izlerken dalıp gidiyorsunuz usulca.
Unutup unutuluyorsunuz. Uzunca dinliyorsunuz adımlarının gidiş
gelişini. Işıldayan yüzleri esir alıyor sizi gözlerinizde. Uzun
bir hayalden sonra derin bir nefes çekiyorsunuz. Veriyorsunuz tüm
dikkati tahta iskemlelerde beş dakika dinlenip sonra tekrar dans
eden bu ışığa.
Ve bir daha…
Uzun uzun seyrediyorsunuz bitmiş bir hayatın başlangıcını. Zamanla
büyüdüğünü anlıyorsunuz tüm renklerin. Yukarıya, gökyüzüne bakıp
tarihin ve zamanın elinizden aldıklarını hissediyor,
düşünüyorsunuz.
Böyle bir dünya burası. İçinde onca fırtına varken yaprağın
renginin en iyi göründüğü yer de işte tam burası. |