...................
...................
HAYAT NASIL GEÇİYOR?

ÇETAO Nadir
Maykop, 12 Haziran 2008

                         
...................
...................

Gökyüzü kararıp aniden boşanan yağmurlardan sonra nihayet bugün yazın ucu göründü. Güneş Adigey’i alabildiğine doldurdu. Mezdah’ın yamaçlarına gün vururken geniş ve düz sokaklar boyunca vişneleriyle, dağların yamaçlarından aşağı insanın yüzüne yumruk gibi inen çiçek kokularıyla Maykop, insanı keyiflendiren, dinlendiren hoş bir kokuyla kokmaya başladı. Dünya göz kamaştırıyor. İnsana yaşamın güzel olduğunu hatırlatan bir koku bu.

Yaşadığımız yerin Maykop olduğu ve nihayetinde yaşıyor bulunduğumuz için mutlu, huzurlu ve coşkulu olmamızı sağlayan bedava aromaterapiyi içimize çekerek tam ikindi parkta dolaşıyoruz.

Ayaklarımız bizi müziğin geldiği yere götürüyor.

İşte aldıkları her nefesin hakkını veren Maykop’un yaşlıları eğer hala varsa tüm sorumluluklarını unutup havaların da güzelleşmesiyle ayaklarını yerden kesip bakışlarını hayallerine çevirmişler yine.

“Yaş yetmiş, iş bitmiş'', ''Ağaç yaşken eğilir'', ''Kurt kocayınca, köpeğin maskarası olur'', ''Ununu elemiş, eleğini asmış'', ''Elin ermez, gücün yetmez'', ''Artık köşende otur!'', ''Yaşından başından ak saçlarından utan” vb sözlere o kadar yabancılar ki!

Enerji harcarlarken bir o kadar da enerji toplamalarına yarayan bir aktivite dans. Belki de nefes almak gibi bazen. Hücrelerinin yenilendiğini hissediyorlar belki de dans edince.

Gençliklerinin müzikleri eşliğinde şehir parkında her Cumartesi - Pazar eski salon dansları vals, çarliston, cha cha, rumba, swing, twıst yapıyorlar. Bazen de lezginka. Chopın’ın, Straus’un, Şostakoviç’in, Çaykowski’nin müzikleri eşliğinde vals yaparlarken ilerlemiş yaşlarına rağmen hareketleri, bakışları o kadar narin ki, "Ne kadar centilmenim", "Tanrım, ne kadar güzelim, ne kadar hassasım, bu bey belimi hafifçe sallasa kırılacağım" der gibi. Beden eskirken beynin taze kalmasına örnek olabilecek, yaşama sevinci ile dolup taşan nadide bünyeler hepsi...

Onları izlemek hoşumuza gidiyor. Rumbayla tutuşurken biri, cha cha ile tutuşturuyor ötekini. Birinin yorulduğu yerden öteki başlıyor.

Komşumuz Nina bizi görünce iliklerine kadar mutluluğa kesmiş gibi içten gülümseyiveriyor. Tepeden tırnağa süslenmiş kumaşlar, boncuklar danteller içinde. Bilinmeyen bir dilde yakarır gibi.

Duyuyorum dansa başladı, ayak parmakları uçuşuyor, tıpkı eteğindeki tüller gibi... Mutlu mu bilmem? Ancak gözler hiç yalan söyler mi? Elleri tıpkı bir balerin gibi zarif ve ince.

Onu seyrediyorum farkında bile değil. Ne düşünüyor acaba dans ederken? "Neden buradayım? Nasıl geldim? Dans ettiğim bu adam da kim?"

Nasıl geldiğini o da bilmiyor işte, belli ki hayalinin peşinden buralara kadar geldi...

Şimdi başka bir şarkı çalıyor süzülüyor pistte kavalyesiyle... Mutluluktan gözleri parlıyor. O da farkında, dans etme güdüsü iletişim araçlarının ilki ve insanın yeryüzündeki yaşamı kadar eski...

Saçlarını öyle savuruyor ki ruhundaki hüzün ve coşku birbirine girdi sanki. Müzik içlerine aktı. Öylesine sessiz, öylesine yalın, öylesine büyülü dans ediyorlar. Birbirlerine sarılarak dans ede ede dönüyorlar dünyalarının etrafında. Dönüyorlar ve bir mavi gökyüzünün altında buluyorlar kendilerini. Bir sonsuz gökyüzünün. Hiç şaşırmıyorlar. Maviyi seyrediyorlar birlikte. Hiç konuşmadan dans ediyorlar sonsuz mavinin altında. Rüyalardan rüyalara geçiyorlar mekanlardan mekanlara. Dönüyorlar bir okulun bahçesinde pioner oluyorlar, dönüyorlar ikinci dünya savaşının açlık günlerindeler, dönüyorlar bir parti kongresinde, bir meydanda, bir sahilde oluyorlar.

Bir garip boşluk. Bir deli sessizlik. Dansın büyüsü her adımda biraz daha geriye götürüyor onları. Her adımla yüzlerindeki çizgiler kayboluyor sanki. Yerini yitirilmiş coşkular aldı, yitirilmiş hayaller, yitirilmiş gençlik.

Onları gözlerinizi kırpmadan izlerken dalıp gidiyorsunuz usulca. Unutup unutuluyorsunuz. Uzunca dinliyorsunuz adımlarının gidiş gelişini. Işıldayan yüzleri esir alıyor sizi gözlerinizde. Uzun bir hayalden sonra derin bir nefes çekiyorsunuz. Veriyorsunuz tüm dikkati tahta iskemlelerde beş dakika dinlenip sonra tekrar dans eden bu ışığa.

Ve bir daha…

Uzun uzun seyrediyorsunuz bitmiş bir hayatın başlangıcını. Zamanla büyüdüğünü anlıyorsunuz tüm renklerin. Yukarıya, gökyüzüne bakıp tarihin ve zamanın elinizden aldıklarını hissediyor, düşünüyorsunuz.

Böyle bir dünya burası. İçinde onca fırtına varken yaprağın renginin en iyi göründüğü yer de işte tam burası.