1
Efteni Gölü’ne dökülen Küçük Melen çayı sol
kıyısında, Düzce’ye 4 km. mesafede köyümüz Sarayyeri
(Къоук1ьэхьабл) bulunur. Melen,
sadece bizim ya da çay boyundaki köylülerin değil, yazın Düzce'den
gelen çocukların da serinledikleri bir yerdi ve onun her iki
kıyısında, ırmak boyunca yerden kaynayan soğuk ve berrak pınarlar
sıralanırdı. Köyün hemen bitişiğinde, çayın genişlediği ve
derinleştiği bir yer vardı, buraya Kuvenej (Куонэжъ;Derin
Su Gözü) denirdi. Burası yüzme bilen herkesin yüzdüğü ve kumlara
uzanıp güneşlendiği bir yerdi. Daha sonraları buraya, nereden
çıktıysa bilinmiyor, ansızın Büyük Göl denmeye başlanmıştı.
Bu da Tağmaç Paşa'mızın, elektrik ve televizyonun, hep
birlikte 1971-1972'deki faşist bastırmaları sonucu oluşan dil
asimilasyonun ürünlerinden biri olmalı. 1972 yılına değin hemen
her Adige eksiksiz güzelim Adigece’yi konuşurdu. O Adigece ki,
Kanadalı Colaruso’nun keşfettiği gibi, İngilizceden de daha güçlü
olarak konuyu hızlı ve kestirmeden anlatma, kavratma ve düşünme
gücüne sahip bir dil. Kardeş Abhazca ve Wubıhça da Adigece gibi
güçlü birer dil ama Abhazca bağımsız Abhazya’nın dili olarak
yaşayabilir. Wubıhça yok oldu, diasporada Adigece yok oluyor, Rus
bastırmaları sonucu Kafkasya’da da tehlikede…
Köyümüz, ayrıca Düzce halkının yazın, özellikle Pazar günleri
rağbet ettiği bir piknik yeri idi. Çocuklar yürüyerek ya da
bisikletle, kadınlı erkekli aileler de, genellikle tek araba ya da
faytonlarla Düzce'den köyümüze, çay boyundaki çınarlarla kaplı
alana gelirlerdi. Daha sonra gelenlerin içki içip şişeleri
kırmaları, bunları yiyen hayvanların ölmeye başlamaları üzerine,
köy piknikçilere yasaklanmıştı.
Şimdi bütün bunların yerinde yeller esiyor. Yığılca yolunda, dağda
kurulan Hasanlar Barajı, Kuvenej’i ve pınarları
kuruttu, 30 cm gibi sığ bir derinlikte rastlanan ıslak ve nemli
toprak ortadan kalktı, yer altı suyu da derinlere kaçtı. Köyün her
yerde aranan lezzetli kavun karpuzu da yetişmez oldu. Geçmişi
anımsatırcasına, Arapçiftliği köyüne Türkleştirme amacıyla
konulmuş olan Bostanyeri adı kaldı sadece bir anı olarak.
Melen'in yukarısındaki tavukhane ve kesimhaneler, kum çıkarma
tesisleri, kent çöplüğü ve çeşitli atıklar Melen’i yüzülmez bir
yer haline getirdi; şimdi insan yerine ölü tavuklar ve hayvan
bağırsakları yüzüyorlar Melen’de.
Köyümüz de köy olmaktan çıktı, tek yanlı bir Belediye kararıyla
Düzce'nin bir mahallesi yapıldı. Köyümüz, komşu Arapçiftliği
(Bostanyeri/Къазыкъкойц1ык1у) ve Akınlar (Beslanbey/Быргьэхьабл)
köyleri ölçüsünde büyük bir yerleşime uğramadı. Para denilerek her
gelen köye alınmadı. Köyümüz ve komşu üç köy (Arapçiftliği,
Körpeşler ve Akınlar), Düzce merkeze ve Düzce taban ovasına
göre, birkaç metre daha yüksekte kalan bir tümsek üzerinde. Bu
nedenle Kasım 1999 Düzce Depremi’nden az etkilendi. Bu nedenle bu
dört köye yerleşen sayısı çok oldu, köylünün elinden satış
yoluyla hayli toprak (özellikle tarla toprağı) çıktı. Ancak
köyümüzün içine, diğer köylerin yaptığının aksine, Adige ya da
bağlantılı olmayanlar yerleştirilmedi, öylelerine yer satılmadı ya
da sattırılmadı. Böylece köyümüz, komşu köylere oranla etnik
özelliğini ve geleneklerini daha fazla korumuş oldu (Tabii
şimdilik).
2
Anlatıldığına göre, köyümüz önceleri, güneybatımızdaki
Arapçiftliği (Bostanyeri) köyü ile pek geçinemezmiş. Bir Shapsugh,
Wubıh ve Abzegh karması olan köyümüz, Kafkasya’da Afıpsıp
(Adigey) ve Kalej (Shapsughya) köyleri ile aynı şivede
Shapsughca konuşur. Eskiden Akınlar köyü ile ilişkiler daha fazla
imiş. Ancak Arapçiftlik köyü üzerinden daha düzgün bir yol
geçirilince, durum değişmiş. Köyümüz, ayrıca bizim gerimizde,
Melen'in sağında yer alan küçük bir Türk köyü olan
Kadıoğlu ve daha geride olup eskiden sırf bir Adige köyü iken,
şimdi Türk-Çerkes karması köye dönüşen Çalılık (Шъэумызхьабл)
ve daha geride, dağ yamacına yaslanmış Ordulu köyleri de, köyümüz,
Arapçiftliği ve Türk köyü Körpeşler üzerinden geçerk, yürüyerek,
atla ya da arabayla gitmeye başladılar. Türk köylülerinden sadece
bey ailesi mensuplarının atı olurdu, diğerleri yaya yürürdü, at
besleyemeyecek denli yoksuldular, Çerkesler gibi onların yaygın
bir at binme geleneği yoktu, sanırım eskiden binmelerine de izin
yoktu. (Bu yoksul köylülerin imdadına 1960 sonrasında Almanya
yetişti. Bir sel felaketi üzerine çok sayıda Düzce köylüsü
öncelikli olarak Almanya’ya alındı.)
Melen üzerinde sadece bir tek yaya köprüsü bulunurdu. Bu nedenle,
kışın ve baharları suyu bollaşan Melen'i arabayla geçmek, çoğu kez
olanaksız olurdu. O zaman o köyler Çerkes Taşköprü
(Шыхэл1эхьабл) yoluyla, biraz dolanarak Düzce’ye giderlerdi.
Melen, özellikle ilkbahar mevsiminde, karların erimesiyle taşar,
sular neredeyse köy yamacı üstlerine değin yükselir, köprüyü de
alıp götürürdü. Bu arada kadın erkek herkes Melen kıyısına koşar,
suyun getirdiği odunları yakalamaya çalışırdı. Sular çekildiğinde
çocuklar ve gençler, sarmaşık ve ince dallarla yaptıkları
germelerle (лъэшъу) ya da ağlarla (хъы) bulanıklaşmış olan suda
balık avlarlardı. Daha önceleri zıpkınla avlanırlarmış.
Sözgelişi acıkan çocuğuna annesi ya da ninesi, “Git de katık
getir (К1уи дэщхын къахь)” dermiş. Zıpkını kapan çocuk Melen’e
koşar, birkaç dakika içinde birkaç balık avlayıp oracıkta
temizleyip eve dönermiş. Balık o denli bolmuş. O arada annesi de
kaçamağı (п1астэ) belağ (бэлагъ;ucu geniş büyük odun kaşık) ile
karıştırıp pişirmiş olur, balıkları da tavada kızartıp çocuğa
yedirirmiş. Dinamitli balık avı yayılınca, zıpkınla avlanmak sona
ermiş, balık bolluğu da kalmamış. Ben zıpkınlı günlere erişemedim
ama tek katlı Çerkes evlerinin tavanlarına atılıp kalmış paslı
zıpkınları çok gördüm.
Taşma sonucu Melen’in götürdüğü köprü, Efteni Gölü
kıyılarından arabalarla geri getirilirdi. Yaşlıların öncülüğünde,
ırmağın uygun bir yerinde köprü ayakları yeniden çakılır, bunların
üzerine uzun yaya köprüsü yerleştirilir, iki yanlı parmaklıkları
da çakılırdı. 80 yaşın üzerindeki rahmetli Ğırbı Nuh’un (Гъырбы
Нухь) bile soğuk Nisan ya da Mayıs ayında paçalarını sıvayıp,
dizlerine değin su içinde koca odun varyozla köprü ayağı çaktığını
görmüşlüğüm çoktur.
3
Diğer komşumuz Akınlar köyü, güneydoğumuzda idi. Onu geçince,
çukur alan, Düzce düzlüğü başlardı, burada Fabrika (Хьамтыжъхьабл)
köyü, onu da geçince Düzce'den önceki son köy olan Uzunmustafa
(Тыгъужъхьабл) bulunurdu. Bulunurdu diyoruz, çünkü bu köylerin
tamamı ve daha başka başkaları, yeni Belediyeler Yasası’nın
sağladığı yetkiye dayanılarak, 2007 yılında, tek yanlı bir kararla
Düzce kent belediyesi sınırları içine alındılar, birer kent
mahallesi ve yaygın yerleşim yerleri yapıldılar. Daha önceki iki
referandumda Türk Körpeşler olumlu oy vermişken, Çerkes köyleri
Düzce’ye katılmayı reddetmişlerdi.
Köyümüzden Akınlar'a giden yol, 1970’lere değin pek kullanılmazdı
ya da köhne bir tarla yoluydu, yer yer dere yatağı ve bataklık
halindeydi, her iki yanı ağaçlı ve karanlık görünümlüydü. Biz
çocuklar "Deli Hilmi orada atla geziyor, bizi çiğneyecek"
der, oraya gitmekten korkardık. Nitekim Arapçiftliği köyünden
Deli Hilmi (Хьахъурат), Çerkes eyerli atı üzerinde ve kırbacı
elinde, hemen her gün bir ileri bir geri bataklıklı yol boyunca,
neşeli naraları eşliğinde atını koşturur dururdu, birkaç kez
görmüştüm onu. Buraya Halye Sokak derdik. Halye Sokak’da
bir Gavur Mezarlığı bulunduğu ve ara sıra bir hortlakla
(хьадэджад) karşılaşıldığı, hortlağın geceleri beyaz kefen giysisi
içinde insanların karşısına çıktığı anlatılırdı, çocukken çok
korkardık. Bu yüzden insanlar geceleri bir başına o yoldan pek
geçmez, tarlaların içinden başka bir yaya yolunu izleyerek
Akınlar’a giderlerdi.
Şimdi buraları yeni Ordulu ve Karadenizli yerleşmeleri (semtler)
haline geldiler. Cin, şeytan, hortlak gibi yaratıklar da bu yeni
gelenlerin bastırması sonucu kaçmış olmalılar… Bırgehable meş’e
(Akınlar’daki tarlaya) giden yolda bunun gibi hortlaklı başka bir
yerimiz daha vardı, orada şimdi bir Ordulu aile oturuyor. Tümseğin
eteğinde, eskiden su basan yerde de bir Kürt ailesi… Ayrıca peri
kızlarının çalınan taraklarını arayarak, ”Si maje, si maje!”
diyerek dolaştıkları ırmak boylarımız da vardı. Örneğin
Arapçiftliği köyü ile köyümüz arasındaki Naşüho ç’ıgu (Нашъухъо
ч1ыгу; Naşüho’nun Arazisi) denilen ve eskiden at yarışları yapılan
çukur düzlüğün kuzeyinde, Melen çayı boyunda, ellerinde meşaleleri
ile cinler dolaşır gezerlermiş…
Başka bir ilginç yerimiz de bizim Bırgehable meş (Быргьэхьаблэ
мэщ; Bırgehable tarlası) dediğimiz tarlamızın ötedeki bitişiğinde,
Akınlar köyü sınırında, güney kenarından bir ark (хьаркъ) suyu
geçen Dekuç’e (Дэкъуч1э) adlı çukur bahçemiz idi.
Burasının adı, sonraları, asimilasyon sonucu ansızın Karanlık
Bahçe’ye dönüşüvermişti. Köy tümseğine dayanan çukur bahçenin
güneş alan kuzey yamacı yılanlıktı. Bu yılanlar, özellikle öğle
üzeri, çevreden de gelip ark suyundan su içerlermiş, iki metre ve
daha uzun yılanlar da vardı. Askerden döndüğünde (1940’lı savaş
yılları), burayı sürerken büyük amcamın bir günde tam 30 yılan
öldürdüğü ve bunları yan yana dizdiği, yılanları görmek için
Akınlar köyünden bir sürü insanın grup grup buraya geldiği
anlatılır. Şimdi Hasanlar Barajı nedeniyle ark ve sulu çukur bahçe
kurudu, yılanlar da kalmadı.
Benden çok önceleri Dekuç’e dediğimiz çukur bahçenin, Akınlar
köyünden birine ait olan uç bir yerinde, yine Akınlar köyünden
Hat’aş (Хьат1аш) denilen biri, sayvan tipli (кылы)
kulübesinde, yılanların içinde, yaz kış bir başına, münzevi bir
yaşam sürdürmüş… “Kerez mıhuşh’ev Hatsitsev” (Кэрэз
мыхъушхэу Хьацицэу/Ham kiraz yiyen Hasise) adlı yöresel bir çocuk
şarkısını söyler, çocuk gibi de zıplaya oynaya gülüp dururmuş.
Yazık ki, yaşlılardan bu durumun öyküsünü tam olarak öğrenme
fırsatını kaçırmışım. Yine de konuyu bilen yaşlılar olmalı…
4
Adige gençlerinin davranışları konusunda, köyüne göre
farklılıklar bulunurdu. Örneğin köyümüzün bizden önceki kuşağı,
yerine göre çok sert ve kavgacı idi, kavga çıktığında avlulardan
kalın söğüt dalları (sandallar) söker, uzun kalın sopalarla
saldırırlar, sopaları kavga ettikleri kişilerin sırtlarına
vururlardı. Bu nedenle çevre köylüler bize sataşmaktan
çekinirlerdi. Çerkes Taşköprü köyü gençlerinden de çekinilirdi,
ama bizimkilerin onlar gibi içki içme geleneği yoktu. Çerkes
Taşköprü gençleri, düğün akşamları gözden ırak yerlere, tarlalara
dağılır, ikişerli, üçerli gruplar halinde içer ve içkili olarak
düğünlere katılırlardı. Bu da onların, 1864 yılından, yani Adige
Ülkesi boşaldıktan sonra, bir süre daha orada kalıp, Rus yönetimi
altında yaşamış olduklarını ve bu alışkanlığı bu yolla almış
olduklarını hatıra getirmektedir. Aynı biçimde Rus idaresi
altında yaşamış ve 1880’lerde Düzce’ye yerleşmiş olan
Köprübaşı Ömer Efendi (Хьак1эмзый) köyü gençleri de,
düğünlerde içki kullanırlardı, ama onlar içi görünmeyen kapalı
sürahi ve bardaklardan, boza ya da su süsü vererek, çoğu kez de
kızların yardımıyla, yani çaktırmadan içerlerdi. Eskiden Çerkes
kızları içki kullanan gençlerden kaçarlardı.
Köprübaşı ve Taşköprü, bu iki köy Düzce’nin de en büyük iki Çerkes
köyü idi.
Bu arada Arapçiftliği köyü gençlerinin huyunu da çok iyi bilir ve
ona göre davranırdık. Örneğin, köyde bir misafir kız olduğunu
haber aldık, diyelim. Hemen o akşam üç beş genç yola çıkardık, ama
köy girişinde birimiz ayrılır ve gizlenirdi. Geleceğimiz
düşünülerek, yol üstündeki caminin önündeki oturma yerinde bizleri
beklemekle iki genç görevlendirilirdi. Bu kurnazlar, biz
aptalları atlatmak ve kızlarla kendilerince baş başa kalmak için
beklerlerdi, ama biz bu oyuna gelmezdik. Yine de usulen,
"Köyünüzde misafir kız varmış, kimin evinde acaba?" diye sorardık.
"Misafir kız mı dediniz? Ben duymadım, sen duydun mu?" diye
birbirlerine ciddi ciddi bakarlar, ardından "Duymadık, bilmiyoruz"
derlerdi.
Bu köyde büyük bir folklor zenginliği (masal, öykü, bilmece,
gülmece, şarkı, vb) vardı, ancak eğlenmesini bizden iyi
bilirlerdi. Onlar bizleri katı (пхъэцы), bizimkiler de onları
kaypak (псышъухъо) bulurlardı.
Misafir kız ya da muhabbet yok, denmesi üzerine, biz de, "Demek ki
yanlış duymuşuz" der, köyümüze dönüyormuş gibi yapardık. O iki
genç bizi “gizlice” izler, döndüğümüz kanısına vardıklarında da
izlemekten vazgeçerlerdi. Biz de geri döner, Arapçiftliği köyü
camisinin önüne gider, habercimizin dönmesini beklerdik.
İzleyicimiz de, o iki genci izler, evi öğrenirdi.
Hep birlikte kızın bulunduğu odaya girdiğimizde, "Duymadık,
bilmiyoruz" diyen o iki genci orada bulurduk. Ancak biz,
bilmezlikten gelir, işi bozuntuya vermezdik, ama onları aşağıya
iter, başa geçerdik.
Şimdi bunların hepsi artık birer anı…
5
Gerimizdeki Kadıoğlu köyü iri yapılı rahmetli Irza Bey'in
köyüydü. Köylülerin çoğu ise, Irza Bey'in akrabaları, eski
ırgatları, şimdiki yarıcıları, vb idiler. Bu bakımdan köyün
yoksulları eziktiler ama kızları arasında gerçekten çok güzel
olanlar vardı. Bu kızlar köyümüze tarlalarda çalışmaya, tütün
kazımaya, kırmaya ve dizmeye gelir, para kazanırlardı. Irza Bey
köyünde ve bizim köyümüzde pek sevilmezdi, köyümüzde ona Rıza
Beyıjer (Рыза Бэижъэр; Tedavülden düşmüş Rıza Bey) derlerdi.
Kadıoğlular ile köylülerimizin ilişkileri dostçaydı, özellikle
annemi çok severlerdi, yanına uğramadan geçmezlerdi, annem de
onları severdi, Müslimet diye telaffuz edemediklerinden
olmalı, kadınları anneme İsmet Aba derlerdi. Cenazesine
bütün köy boşalıp gelmişti.
Eski beylik döneminin üç akraba Türk köyü vardı, Ramazan ve
Kurban Bayramları gün olarak bu üç köy arasında sırayla
kutlanırdı. Bir gün bir köye, ikinci gün öbürüne, üçüncü gün son
köye topluca gidilirdi. Üç köy içinde ilk gün Kadıoğlu köyünün
günüydü. Bu bakımdan Bayram yemeği için hemen her bayram, ilk gün,
davetsiz misafirler olarak Kadıoğlu köyüne damlar, evlerden
getirilerek cami bahçesinde, yere daire biçiminde dizilen
sofralara oturup yer, ardından o köyden ya da başka köylerden
gelmiş çocuklarla güreşirdik. Güreşleri genellikle biz kazanırdık,
zaten kazanamayacak olanları ortaya sürmezdik. Oraya gidiş
gerekçemiz de hazırdı. Güreşmeye geldik, derdik. Özellikle bolca
kaz etli pilavlarını ve bizi çok seven rahmetli Düriye Teyze'nin
yemeklerini kaçırmak istemezdik, mekanı Cennet olsun.
Kadıoğlu köyünün zengin evleri devasa, üç, bazıları da dört katlı
idiler, en alt ya da bodrum katında hayvanlar bağlanır, ahır
görevi görürdü, alt katın içinden yürünür ve merdivenlerle
insanların oturduğu üst katlara çıkılırdı. Her katta, dışa çıkıntı
halde, kenarı tahtayla çevrili, ama tahta aralarından ışık alan,
bir metre üstündeki kısmı da açık olan birer tuvalet bulunurdu,
şimdiki gibi tuvalet boruları ve giderleri olmadığından, delikler
de üst üste geldiğinden, alt kattakilerin çok dikkatli olmaları ya
da aynı anda tuvalete çıkmamaları gerekirdi. Aksi takdirde
üsttekinin dışkısının alttaki kişinin başına takke gibi oturması
işten bile değildi. Ne yaparlardı, bilemiyorum…
Kadıoğlu, Körpeşler ve daha başka bir köy, söylendiğine göre,
eskiden bir bey sülalesine ait imiş. Köylüler de beyin ırgatları
(пщыл1ы/bir tür serfleri) imişler. Sonradan bey sülalesi, kendi
içinden üç aileye bölünmüş ve her birine bir köy düşmüş. Bu üç
köyden Körpeşler’deki bey ailesine Kocabıyıklar deniyordu.
Son Kocabıyığı tanımıştım.
6
Köyümüz kente 4, Arapçiftliği 3, Körpeşler de 1. 5 km mesafedeydi.
Eskiden şehre genellikle yürüyerek, atlı araba, bisikletle ya da
atla giderdik. Motorlu taşıtların köy servisleri yoktu. Günümüzde
ise her yarım saatte bir, karşılıklı iki adet Belediye otobüsü,
biri Akınlar, diğeri Arapçiflik üzerinden geliyor, yolcu alıp
indiriyor, gün boyu tur yapıyor.
Kadıoğlu köyü ise, şimdi, kendi gibi Melen’in sağ tarafında
bulunan Çerkes Taşköprü (Шыхэл1эхьабл) köyü üzerinden Düzce'ye
gidiyor. Çünkü Melen suyuna köprü dayanmıyor, baraja rağmen ırmak
kışları taşıyor. Irmak, köyümüzün devlet tarafından yaptırılan
beton köprülerini bile art arda yıkmış durumda.
Şimdi asıl olaya geleyim:
1960 yılı yazı, bir başıma yürüyerek Düzce'ye gidiyorum.
Arapçiftliği köyünü geçtim, Türk köyü Körpeşler'e vardım.
Köy, esas olarak yolun solunda, içeride, dere boyunda. Ancak yol
boyunca da bazı köy evleri sıralanmış. 10-15 metre önümden
Kadıoğlu köylü iki kişi de gidiyordu.
Bir bahçede 14-15 yaşlarında birkaç kız oturmuş, aralarında
gülüşüp eğleniyorlardı. Yoldan, önlerinden geçerken, yüzlerini
bana dönerek, ayağa kalktılar*. Memnun oldum, elimle oturunuz
işareti verdim. Ardından:
"Bu çok nazik davranışınız için hepinize çok teşekkür ederim. Bunu
ömrümce unutmayacağım, ama kusuruma bakmayın, bir şeyi sormadan
edemeyeceğim. Şu önden gidenler benden daha yaşlılar. Benim için
ayağa kalktınız, ama onlar için kalkmadınız, niye?" diye sordum.
Kızlardan biri:
- A, aaa… Onlar Çerkes değil ki, onlar Türk, dedi.
(*) Şimdi Düzce’nin
köylü Türk gençleri arasında da Çerkes adetleri oldukça yayılmış
durumda. Sözgelişi birçok köyde, düğün ve bayramlarda kızlar ve
delikanlılar, tıpkı Adigelerde olduğu gibi karşılıklı, ayakta
diziliyorlar ve eguav (el vurma, 1эгуау) oynuyorlar ve
birbirleriyle kaşen (къэщэн;tanış) oluyorlar, konuşuyorlar, beyler
döneminde sadece bey için ayağa kalkılması gibi durumlar kalmadı,
şimdi birbirleri ve büyükleri için de ayağa kalkıyor! |