Bu
noktaya değin, Kafkas toplumunun tipik/kendine özgü özellikleri ve
bu özellikler çerçevesinde, toplumsal ilişkilerde zayıflığa yol
açan öğeler üzerinde durmuştuk. Bu arada, sakıncalı ve zayıflığa
yol açan özelliklerin, geleneksel yoldan/geleneğin yardımıyla
giderilmekte olduğuna da değinmiştik. Şimdi gelenek ve görenekler
üzerine bazı bilgiler sunmak istiyorum.
Kafkas adetleri/gelenekleri:
Kafkas adetleri/gelenekleri, bilindik/sıradan adetler olarak
algılanmamalıdır. Bu adetler, idari, politik, sosyal ve ahlaki
değerleri/yükümlülükleri kapsamına alan, ancak yazılmamış olan
yasalar bütünü olarak anlaşılmalıdır. Bu nedenle de
“Toplumsal Yasalar” deyimini bilerek kullanıyoruz.
Bilindiği gibi, bir yasanın ideal/en gelişmiş biçimi, ulusal
iradenin/istencin aracı olanıdır. Ulusal karakteri temsil eden,
ulusal istenci yansıtan, vicdanları tatmin edecek ve dile
getirecek olan biricik kurum, o toplumun gelenekleridir. Çünkü
gelenek toplumun ulusal benliği/kişiliği ve varlığı içinden
doğarlar. Bu nedenle gelenekleri, fertlerin ve toplumların içgüdü
biçiminde yerine getirdikleri ve uydukları zorunlu ve doğal
yasalar olarak değerlendirmek gerekir.
Bu durumda gelenekler, uygulamaya konmuş ulusal karakterler ve
özellikler olarak değerlendirilmelidirler. Kafkas geleneklerinden
sözetmekle de
Kafkaslıların
-Çerkeslerin-
toplumsal özelliğini ve karakterini dile getirmiş oluruz.
Kafkas toplumsal yasaları, yani gelenekler, hiçbir zaman katı
(rigid) bir tutuculuk biçiminde ısrarcı/diretici olmamışlardır.
Toplumsal özü ve yapıyı korumak koşuluyla, gelenekler sürekli
olarak esnekliği ve o nitelikteki anlayışları benimsenmiş ve
uygulamaya koymuşlardır. Böylece Kafkas gelenekleri zaman zaman
değiştirilmiş, genişletilmiş ve güçlendirilmiş olup, günün
koşullarına uygun olarak yeniden düzenlenerek yaşatılmışlardır.
Örneğin Batı Kafkasya’da
-Kabardey
bölgesinde- yetişmiş olan Jebağı adlı dahi bir yasa
koyucu/müteşerri ve toplumbilimci
tarafından bazı ulusal yasalar ve gelenekler uygulamaya konmuştur.
Bazı konularda Jebağı’nın Grek yasa koyucu
Solon ve Eski Sparta
yasa koyucusu Lykurgos’a (Likurg) oranla, daha güçlü
ve daha etkili yasalar koyan biri olduğunu söyleyebiliriz.
Jebağı’yı incelemiş olan bazı yabancı biliminsanları, onu
Kafkasya’nın Solon’u olarak tanıtmak istemişlerdir.
Jebağı’nın koyduğu toplumsal ve etik kurallardan/ilkelerden
bazıları şöyledir:
-
Toplumun içinde soylu bir katman/bir üst öğe vardır ve olmalıdır.
- Mert/yiğit
olan her bir birey, soylu sayılır.
- Soylu
olan biri için mal ve mülk/servet ve ziynet/süs eşyası, ayıptır.
- Gurur ve
kibirlilik/azamet bir soyluluk belirtisi olamaz.
-
Soyluluk/asalet, iyi ahlaklılık, yani faziletli olmak demektir.
-
Soyluluk, cömertlik, utanmak, tokgözlülük/kötülükten kaçınmak ve
alçak gönüllülük demektir.
- Savaşta
kılıcı, kürsüde de yerinde konuşması/dili ile önde olan kişi
başımız’dır.
- Soyluluk,
salt kandan gelmez, yani kalıtsal/genetik değildir. Çalışkanlık,
iyi ahlaklılık, zeka ve yetenek bir kişiyi ya da bir aileyi soylu
yapabilir.
- Gelenek
uygun/akılcı olandır.
Jebağı
ölürken şu vasiyette bulunmuştu:
“Başkalarının onur ve namusu konusunda saygılı ve duyarlı olunuz,
iki yüzlü ve çifte standartlı olmaktan kaçının”.
Bütün
bunları toplum yapısında ahlak ve faziletin gelişmesini ve
dokunulmazlığını gerçekleştirecek etkenler olarak değerlendirmek
gerekir.
Kafkas
gelenekleri incelendiğinde, bu gelenekler yoluyla güçlü ahlak
kuralları konmaya çalışıldığı, bu kuralların korunmaları ve
zedelenmemeleri için büyük çaba ve özverilerde bulunulduğu
görülecektir.
Sevgi,
yüce gönüllülük, yiğitlik ve iyilik/yardımseverlik gibi konularda
titiz ve cömert olmak, yardım ve yardımlaşma/paylaşım,
yurtseverlik, dünya malına kapılmamak/egoist duygulardan kaçınmak,
onuru ve namusu yaşamın temeli olarak algılamak, özgürlük ve
disiplin, kibarlık ve temizlik gibi özelliklere sahip olmak ve
bunları yaşama geçirmek, her bir Kafkaslı
-Çerkes- için ana amaç olmalıdır. Ancak bu özellikler bir
tasarım/tasavvur ve övünme konusu olarak da algılanmamalıdır.
Bunlar yaşanmış ve yaşam içinde uygulamaya konmuş/deneyimden
geçirilmiş olan özelliklerdir. Bugün bile anayurdundan, çevre ve
geleneğinden uzak düşmüş, dahası başka toplumdan kişilerle
karışmış, dilini ve aslını/milliyetini yitirmiş olan birçok Kafkas
kökenli, içgüdüsel ve bilinçsiz olarak, bu özelliklerin birçoğunu
taşımayı sürdürüyor, gerektiğinde bu özelliklere uygun olarak
davranıyor. Buna birçok yerde tanık olabiliyoruz.
Ahlak/etik,
aslında soyut bir kavramdır. Ancak bireyde ve toplumda bir nitelik
kazanarak ve karaktere dönüşerek bir uygulama alanı bulmuş
oluyor.
Aşağıdaki
anlatı ve olaylar Kafkaslıların ahlak anlayışını ve karakterlerini
açıkça ortaya koyuyorlar.
Yabancı
bir gözlemci Kafkaslıların dostluğa verdikleri önem ve değeri
şöyle anlatıyor:
“Burada
(yani Kafkasya’da) dostluktan başka hiçbir şeye önem
verilmez. Bir çevreye girmenin bir başlangıcı olarak
algılayabileceğimiz dostluk uğruna her şey feda edilir”.
“Bu dostluğun önemli
sonuçlarından/ürünlerinden biri de, bizde (Avrupa’da)
olduğu gibi, bir talihsizlik ya da ileriyi
düşünememe/ihtiyatsızlık sonucu malını yitirmiş/iflas etmiş
birinin, ömür boyu saygınlığını ve onurunu yitirmesi,
değersiz/zelil ve yoksul/sefil biri durumuna düşmesi gibi
durumları önleyebilmesidir. İnsanların –Avrupa’da-yokluk durumunda
süründükleri, uygar ülkelerde sık sık görülen şeylerdendir ve bu
durum, aslında bir toplumsal leke olarak da algılanmalıdır.
Burada (Kafkasya’da) savaş yüzünden tüm varlığını yitirmiş
birçok kişi ile, özellikle Anapalılar ile karşılaştım.
Kendilerinde bir yokluk ve yoksulluk belirtisi görmedim.
Kendilerine karşı yapılan karşılama ve davranışlarda da bir
eksiklik/bir kusur bulunduğuna tanık da olmadım. İşte Çerkeslerin
yüce gönüllülüğüne ilişkin güzel bir örnek!”.
Aynı
yabancı yapıtının/kitabının başka bir yerinde şunları da
yazıyor:
“Bu ülkeyi gezecek tarafsız
ve insaflı olan herkes görecek ve itiraf
edecektir ki, Çerkesya’nın ormanlarında ve vadilerinde barınan
Çerkesler arasındaki birliktelik, uygar toplumları ve kentleri
birbirine bağlayan bağlardan çok daha içten özellikte olup, genele
ve yüce gönüllülüğe dayalıdır, bundan eminim. Bu ülkede geçerli
olan basit/ sade yaşam süreci içinde karşılaştığımız kardeşlik
duyguları sınırsız/engin boyutlara ulaşıyor. Bütün bir yörenin
katılmadığı tek bir düğün ya da tek bir cenaze olsun düşünülemez”.
“Yüce gönüllülük sadece kendi
aralarında değil, dost düşman bütün insanlar için geçerli olan
bir şeydir. Çerkeslerin konukseverlik ve sığınmacıları koruma
geleneği, her bir kişinin gönlünde o denli yer etmiştir ki, bu
değerler, her türlü düşüncenin, dahası yurtseverlik düşüncesinin
bile üzerinde tutulan değerlerdir”.
1918
yılında Kuban yöresinde (-bugünkü Adigey’de-) bu yabancı
gözlemcinin görüşlerini doğrulayan bir olay yaşanmıştı.
Bolşevik
devrimi sırasında bir Grandük (Çar/İmparator ailesinden biri)
Kuban’daki bir Adige köyüne sığınır. Grandük’ü izleyen ağır
silahlı bir Bolşevik birliği köyü kuşatır ve Grandük’ün teslim
edilmesini ister, edilmemesi halinde de, köyün ve köy halkının
yok edileceği tehdidinde bulunur. Ancak köy, Grandük’ü teslim
etmeme ve direnme kararı alır. Durumu öğrenen Grandük, köyün
kendisi yüzünden bir felaketle baş başa kalmaması için,
Bolşeviklere teslim edilmesini ister ama köylüden de şu yanıtı
alır:
“Sizi Bolşeviklere teslim
edip onursuzca yaşayacak olursak, gelecekteki çocuklarımıza
silinmez bir kara leke bırakmış oluruz. Bütün bir Kafkasya bize
lanet okur, yüzümüze tükürmeye hak kazanmış olurlar. Sonuç olarak
sizi teslim edemeyiz ve bu uğurda her şeye katlanmayı kesinlikle
göze alıyoruz”.
Köy
Bolşevik ültimatomunu geri çevirdi ve direnişe geçti. Bunu gören
Bolşevikler de, “Bir Adige on Rus’a bedeldir” düşüncesiyle
olmalı, köye saldırmayı göze alamadılar ve geri çekildiler.
Kafkasya’nın başka yörelerinde de buna benzer olaylar yaşanmıştır.
Aşağıdaki
olaylar Kafkas yiğitliğinin ne türden bir şey olduğunu, iyiliğe
karşı gösterilen duyarlığı gösterir:
Terek
Irmağı yöresinde yapılan bir savaşta Koşruko Martin adlı
biri yaralanmış ve bir ağacında dibinde, günlerce yaralı olarak
yatmıştı. Sonunda bir Kazak yaralıyı bulur ve evine götürür,
yaralıyı iyileştirip evine yollar. Kazak’ın bu yüce gönüllülüğüne
karşı ülkede o denli büyük bir minnettarlık duygusu ve heyecan
yaratmış olmalı ki, minnettarlıklarını göstermek üzere Kazak’a,
armağan olarak, sürülerle hayvan ve arabalar dolusu eşya/mal
götürülür. Bu büyük olay Rusya içlerine değin yayılır, haber
sonunda Çar’a da ulaşır. Çar, hediyeleri görmek ister, götürüp
gösterirler. Gördüğü bu hediyeler karşısında şaşıran v duygulanan
Çar, karşılık bir jest olarak Kafkas ulusal giysileri ile
kuşanmış bir maiyet/muhafız kıtası oluşturur.
Kafkaslılar ile Ruslar arasında yapılan bir savaşta karşılıklı
tutsaklar alınır. Rus tarafındaki tutsaklardan bir Çeçen,
kendisine üç gün izin verilmesini ister ve izni alır.
Üç gün
sonra, Ruslar birçok atlının kendilerine doğru gelmekte olduğunu
görürler, bunların Çeçen’e verilen üç gün izin karşılığı olarak
serbest bırakılmış Rus tutsakları olduğunu anlarlar. Ruslar da
karşılık olarak, izin almış olan o Çeçen’i serbest bırakırlar.
Çeçenler
bir Rus kalesini kuşatmışlardı. Ruslar bir süre sonra aç
kaldıklarını ve kadınlaşmış olduklarını bildirirler. Çeçenler aç
kalmış kişilerle çarpışmayı yiğitliğe sığdıramazlar, Ruslara
yeteri kadar yiyecek ve hayvan gönderirler. Düşmanın açlığını
gidermesinde sonra savaşa yeniden başlanır.
Bir
zamanlar Kuban yöresini yönetmekte olan Büyük Kazbek’in ve
onun adına Kafkaslıların insanlık ve yiğitlik anlayışlarının
yüceliğini şu örnek anlatımlardan da öğrenebiliriz:
Kafkas
keşif kolları iki Rus müfrezesi ile çarpışırlar. İki müfrezeden
biri direnmeden teslim olur, ikincisi sonuna değin direndikten
sonra esir alınır. Müfrezeler Kazbek’in karşısına çıkarılırlar,
Kazbek, direnen müfrezeye şöyle der:
“Siz görevinizi ve namus
borcunuzu yerine getirdiniz, takdire layıksınız ve serbestsiniz!”.
Büyük
Kazbek, bu tutsaklara birer at verdirir ve kıtalarına geri
gönderir;direnmeden teslim olan askerleri ise, görevlerini yerine
getirmemiş oldukları gerekçesiyle tutsak olarak alıkoyar.
Başka bir
kez, 25 Kafkas atlısı 7 kişilik bir Rus keşif kolunu yakalar.
Kafkas atlıları bu başarılarından ötürü övünürler. Bunu duyan
Kazbek şöyle der:
“25 atlının 7 atlıyı
yakalaması ve tutsak alması, biz Adigeler için övünmeyi
gerektirecek bir başarı sayılmaz, dahası bunu bir başarı imiş gibi
gösterip övünmeye kalkışmak da ayıptır! Biz, sayıca bizden çok ve
topları da olan düşman güçlerini yendiğimizde, işte asıl o zaman
bir başarıdan söz edebiliriz! Daha doğrusu, bizim için gerçek
zafer, namus ve özgürlüğümüzü korumak için düşmana saldırmak ve
elde silah er meydanında şehit düşmek olabilir!”.
Taymi
Bipolat,
Çeçen (Nohci) kahramanlarındandır. Bipolat’ın yiğitçe uğraşları ve
saldırıları karşısında yılmış olan Ruslar, Bipolat’ın başını
getirene büyük bir para ödülü koyarlar.
Bir gün
Rus karargahına bir Kafkaslı gelir, önemli bir haber getirdiğini
ve komutanı görmek istediğini söyler. Kafkaslı komutanın yanına
götürülür. Komutanın “Ne istiyorsun?” sorusuna, Kafkaslı şu yanıtı
verir:
“Taymi Bipolat’ın kafasını
getirdim.”
Komutanın
“Nerede”
sorusuna Kafkaslı, kendi kafasını gösterir, Bipolat’ın kendisi
olduğunu söyler. Şaşkıran komutan, niye böyle davrandığını
sorar. Bipolat da şöyle bir yanıt verir:
“Siz, benim başım için büyük
bir ödül koydunuz. Ulusumuzun içinden bu paraya tamah edecek
karakterde birilerinin ortaya çıkabileceğini düşündüm. Ulusumuz
içinden bu tıynette/yaradılışta birilerinin çıkmaması için size
gelmeyi uygun buldum! Çünkü ahlaksızlık bir baş gösterdi mi,
ahlaksızlığın nerede duracağı bilinmez, zincirleme olarak yayılıp
genişleyebilir!”
Saydığım
bu olaylar, Kafkasya’daki ahlak anlayışının ne gibi temellere
dayanmakta olduğunu gösteriyor. Bu tür etik anlayışlar/telakkiler,
Kafkasya’da güçlü bir manevi direncin/varlığın doğmasına yol
açmıştır. Bu manevi varlığı biz, ”mal ve mülk kaygısına düşmeme,
buna karşılık onurlu ve namuslu bir yaşama aşırı bir bağlılık”
anlayışı biçiminde tanımlayabiliriz.
İşte bu
anlayış çerçevesinde Kafkasya’da güçlü bir yardımlaşma/paylaşım
anlayışı gelişmiş, bu anlayış sonunda bir yükümlülüğe de
dönüşmüştür.
Sonuç
olarak, Kafkasya’da sivrilmiş tek bir zengin ya da düşkün aile
bulmak, dilencilere rastlamak olası değildir. Bir nedenle yoksul
düşmüş olan bir aile ya da birey, toplumdan yardım ister ve toplum
da bu yardımı yapma zorunluluğunu duyar. Yardım isteği, sadaka
olarak değerlendirilemez, yardım alan kişi bir minnet duygusu/bir
iç yükümlülük altına gireceği ve onurundan bir şeyler yitirmiş
olacağı gibisine şeyleri asla düşünmez!Çünkü Kafkasya’da
makam/statü ve servet ile onur ve ululuk/izzet arasında asla bir
ilgi bulunmaz. Kişi
açısından en değerli miras, mal mülk değil, onur anlayışıdır.
Onur, aile bağlamında, torunlara genetik olarak geçer, aile bu
onuru korumak ve yüceltmekle yükümlüdür. Bir yabancı şöyle bir
olayı anlatıyor:
“Ahmet Yıko Ali
-Ahmet Oğlu Ali-
adlı biri savaşa ve ulusal görevlere katılma gibi
konularda gevşek davranıyor, Ali’nin bu davranışı ailesinin
onurunu zedeleyici nitelikte sayılıyor. Durumu sezen ailenin 12
yaşındaki oğlu silahlanıp atına biniyor ve savaşa gidenlere
katılıyor”.
Bir
Kafkaslı için en büyük ödül, onur ve onurlu olmaktır. Bu durum
“Adıgağe (Çerkeslik) çağırdığında kendisini korkusuzca tehlikenin
içine atan bir kahramanın mükafatı/ödülü, övgü ve onurdur”
şiirinde dillenmiştir.
Kafkasya’yı gezmiş, Çerkeslerle sıkı ilişkilerde bulunmuş ve
Kafkasya konusunda bir kitap yazmış olan de Hell,
Kafkasyalıların onur ve ululuk konusundaki titizliklerini şu
olayla açıklar:
“Çalışmak üzere Rostov’a
gitmiş olan birkaç Çerkes, serinlemek için suya girmiş,
giysilerini gümrük binasının yakınına bırakmışlardı. Rus gümrük
memuru bu duruma kızıp elbiseleri suya atmaya kalkışmıştı. Bunun
üzerine Çerkesler galeyana gelirler, korkan gümrük memuru da
galeyanı yatıştırmak için Çerkeslere para verme önerisinde
bulunur”.
“Çerkesler para önerisini
şöyle karşılarlar: “Para, para!Para, satılık bir vicdan ve
aşağılık bir ruh taşıyan siz Ruslar için değerlidir. Para, kadın
ve çocukları, para için bir hayvan gibi satan sizin gibiler
içindir. Bizim yurdumuzda insanın namusu satılamayan ve
dokunulmayan değerli bir varlıktır. Siz şimdi ayaklarımıza
kapanarak bağışlanmayı istiyorsunuz, değil mi?Bizim sizden
bekleyeceğimiz tek şey, işte böyle bir özür dilemenizdir”.
Mr. Bell
de bu konuda şöyle bir olayı anlatır:
“Ruslar, Karadeniz’e uzanan
Desva vadisine bir baskın yapmış ve vadi halkından Krumbatıyıko
Mirza adında birinin tek mal varlığı olan 900 koyunu gaspedip
götürmüşlerdi. Ardından yöredeki Rus generali, bir anlaşma zemini
bulmak amacıyla koyunları geri vermek istediğini bildirir. Ancak
tek bir tavuğu bile kalmamış olan Krumbatıyıko, generale şu yanıtı
verir: “General koyunları kabul buyurmuşlardı. Benim kendime
yetecek kadar koyunum var, kendisinden başka bir lütuf
beklemiyorum”.
Bu öykü ve
olaylar Kafkaslıların yukarıda saydığımız özelliklerini yansıtmak
için yeterlidir
ama
şair Abdülhak Hamit Beyin de dediği gibi,
“Vatanıyla ve vatandaşıyla aslında bir şiir”
olan
Kafkaslının, kendisiyle karşılaşan insanlar üzerinde nasıl bir
izlenim ve çekiclik bıraktığını göstermek için birkaç daha başka
yabancının sözlerini de iletmek istiyorum. Sözlerini ileteceğim bu
yazarlar, Kafkaslıların organik/fiziksel güzelliklerini
anlatmışlar, fazilet, kahramanlık ve yurtseverliklerinin
yüceliğini ve inceliklerinin ölçüsünü ortaya koymaya
çalışmışlardır. Bu yabancılar, gerçeği dile getirme ötesi bir
görüşü dile getirmiş değildirler. Çünkü onlar Kafkasya’ya özel
amaçlarla gitmemiş olsalar bile, kuşkusuz Rusların olası olumsuz
telkinleriyle de karşılaşmışlardır.
Mösyö Hell,
yazısını şöyle sürdürüyor:
“Çerkesler görünüm ve boy
poslarının/endamlarının mükemmelliğini, karakter/tabiat ve
duruşlarının güzelliğini, dağlılara özgü çeviklik ve savaşçılık
gücüyle birleştirmişlerdir. Çocukluktan başlatılarak sürdürülen
sıkı bir bedensel eğitimden geçirilmiş olan, kendi dağlarındaki
kartallar gibi özgür yaşamaya, varolma haklarına ve
bağımsızlıklarına ilişen/dokunan her şeyi geri püskürmeye ve
öylesine şeyleri aşağılık olarak algılamaya alıştırılmış olan
Çerkesler, İlkçağ toplumları içinden parıldayarak çıkmış olan,
geçmişin cengaverlik ve kahramanlık anlayışının son izlerini ve
belirtilerini halen sürdürmekte olan insanlar. Kafkas ırkının
güzellik yönünden diğerlerini ne denli geçmekte/üstün olduğunu
anlamak için, onları, görülmeye/temaşaya değer parıltılar saçan
halleriyle, alınlarındaki kararlılık, parlaklık ve olgun
hareketleri ile at üzerinde iken izlemek yeterlidir”.
“Çerkeslerin Kafkasya’da
oynamış oldukları rol çok değerli ve çok şanlı olmuştur.
Çerkesler bir ulusun tarihinde varolan ululuk ve soyluluk gibi
değerlerin hepsini karşımızda canlandırıyorlar. Kafkasya’nın
yüksek tepelerini, o tepelerin bulutlara gömülüp kaybolmuş olan
zirvelerini ve gür ormanlarla kaplı o görkemi dağları gördükçe, o
dağların her bir karış toprağını özgürlük ve yurtseverlik uğruna
siper edinmiş Çerkeslere karşı, kalplerimiz sevgi ve hayranlık
duygularıyla doluyordu”.
“Çerkesleri bu bakış açısıyla
gördükçe, onları, kötü bir anıyla değil, ama yurtlarını
yabancılara çiğnetmektense ölmeyi yeğleyen yiğitlik ve cesaret
timsali/örneği şehitler olarak saygınlamamız gerekiyor”.
Madam ve
Mösyö de Hell’in kitabı bu bağlamda birçok duyguyu dile
getiriyor, Kafkasya üzerine düzenledikleri coşkulu bir
şiirlerinin birkaç dizesi de şu söylemleri içeriyor:
“Rus ordusu, yurdun bağrını
süsleyen ormanları yakar, sarp ve şirin vadilerini/geçitlerini
zorlarken, Kafkaslı ne düşünüyor ve istiyordu bilir misin
Fransız?”.
“Bütünüyle senin düşündüğün,
senin istediğin şeyi: Özgürlüğü ve bağımsızlığı! Ancak ne yazık
ki, Fransa uzakta idi.”
Alman
şairi Her Müler de bir şiirinde
“Çerkes, gerek
yaya ve gerekse atlı olsun, her zaman için yenilmez ve eğilmez
bir kişiliktir”
diyor.
Kafkas
-Çerkes- ulusuna bu üstün özellikleri kazandıran değerler,
kuşkusuz seçkin bir soydan gelmiş olmaları ile uzak geçmişin
derinliklerinden süzülüp gelen güzel gelenekleridir. Bu değerlerle
birlikte Kafkas yurdunun doğal güzelliğinin de olumlu bir etken
olduğunu belirtmemiz de gerekir.
Bireylerin
kendi yurtlarına bağlılık ölçüleri, o yurdun değerleri ve
nitelikleriyle doğru orantılıdır. Kafkasya’da yurt ile yurttaş
arasında tam bir uyum ve kaynaşma bulunur. Buna bağlı olarak, bir
yandan Kafkasyalılarda güçlü bir yurtseverlik duygusu, öte yandan
da bir incelik ve organik/fiziksel güzellik oluşmuştur.
Mr.
Longworth
şöyle yazıyor:
“(…) Kafkaslıların bütün
dünyada insan türünün en güzel bir örneği/ırkı olduğu gerçeğine ek
olarak, doğa bu ırka en güzel nitelik ve ayrıcalıkları da
sunmuştur”.
Mr.
Spencer
de bir
Karadeniz limanı olan Pşat’da gördüğü Pşıkan adlı bir
Çerkes ile giysisi üzerine şunları söylüyor:
“O, ölümsüz Fidyas için güzel
bir örnek/model olurdu…”
“Çerkes giysisini gördükten
sonra bizim Avrupa giysilerinden soğudum”.
Mr. Bell
de şöyle yazıyor:
“Bütün bu gördüklerimin bende
uyandırdığı kanı şudur:Bir bütün halinde Çerkes ulusu, şimdiye
değin gördüğüm/tanıdığım, duyduğum ve okuduğum ulusların hepsinden
daha kibar ve daha naziktir”.
Kont
Marigny
de,
Çerkeslere ilişkin şunları söylüyor:
“Çerkeslerdeki konukseverlik
ve faziletin inceliğini anlatmaya dil yetmez. Sadece şunu
söyleyebilirim, aile bağı ile bağlı olmamış olsaydım, bundan
sonraki yaşamımı Çerkesler arasında sürdürmeyi isterdim”.
Hollanda’nın Odessa Konsolosu olan bu Kont’un o sözleri,
Kafkasya’daki çekiciliğin/cazibenin niteliğini ve gücünü
vurgulaması açısından önemlidir.
Yurtseverlik duygusuna gelince:
Yurt
sevgisi, Kafkasya’da adeta dinsel bir inanç biçimine bürünmüş,
bütün bireylerin yüreklerinde yer etmiştir. Bu inanç/akide
Kafkasya’da
“Mabudum/tapındığım şey, özgürlük, tapınağım da
yurdumdur”
biçiminde
dile gelmiştir.
Yurtseverlik duygusunun bundan daha güçlü bir anlatımı
düşünülemez. Kafkas toplumu, işte böylesine bir inanç çevresinde
toplanıp bütünleşmiştir. Bu bütünleşme/birleşme sonunda bir duygu,
tarih, yazgı, gelenek ve kıyafet birliği oluşmuştur.
Özgürlük
ve disiplin:
Birbirine
karşıt olan bu iki kavramın, -yani özgürlük ve disiplinin-
bağdaştırılması/uzlaştırılması zor görünür. Kafkaslılar özgürlüğü
Tanrı /mabut düzeyine/mertebesine çıkarmışlardır. Mr. Longworth
şöyle diyor:
“Başka ülkelerde konut
dokunulmazlığı ve bunun kaygısı vardır, bu nedenle özgürlüğün
feda edilmesi yoluna gidilir;Kafkasya’da ise konuta/meskene değil,
kişisel özgürlüğe öncelik/önem verilir”.
Bugünkü
anlayışa göre böyle bir şey, ancak anarşi ve göçebelik gibi
kavramlarla açıklanabilir. Kafkasya’da ise, durum farklıdır.
Kafkasya’da güçlü bir disiplin anlayışı ile bu durumun kötüye
kullanılması olasılığı önlenmiştir.
Gelenekler/örf ve adetler, özgürlük ile disiplini o denli uyumlu
ve o denli dengeli bir biçimde düzenlemiş, toplumun
yapısına/benliğine ve kişilerin ruhuna o denli yansımıştır ki,
Kafkasyalı geleneğin gereklerini yerine getirirken, kendisinin
bazı şeylerle kısıtlanmış/sınırlandırılmış olduğunu, yani
özgürlüğünden bir şeyler yitirmiş olduğunu asla aklına getirmez,
böyle şeylerin farkına bile varmaz, özgürlük denilen şeyin ancak
geleneksel kurallar çerçevesinde düzenlenmiş yöntem, yasa ve
eylemlerden oluşan bir değerler bütünü olduğuna, başkaca bir
özgürlüğün olamayacağına ve bunun da yasal/meşru sayılamayacağına
inanır. Kafkasyalı gelenek dışına çıktığında dengesini yitirir ve
mutsuz olur. Kafkasyalı özgürlük ve mutluluğu, geleneğin
gereklerini yerine getirdiğinde ve geleneklerin egemen olduğu bir
yerde bulunduğunda yaşar.
Kafkasyalı
bu dirençli/güçlü bireysel özellikler ve toplumsal koşullar
sayesinde, her türlü dış saldırıya/akıma karşı koyma gücüne
ulaşmıştır.
Bu konuda
Batılı bir profesör şöyle yazıyor:
“Kafkaslılar tarihleri
boyunca karşılaştıkları bütün istila ve inkılap/dönüştürme
dalgalarına karşı koymuş ve şimdiye değin varlıklarını korumayı
başarmışlardır. Bugün komünist devriminin/dönüştürmesinin
etkileri ve darbeleri karşısındadırlar, acaba bunu da
atlatabilecekler mi?”
DİPNOT:
Tire içindekiler HCY’ye aittir, ayrıca kelimesi kelimesine
bir sadeleştirmeyi değil, anlamı yansıtmayı ve anlaşılırlığı esas
aldığımızı belirtiriz. -HCY |