Çerkeslerin sorunlarının irdelenirken sosyolojik kavramların
kullanıldığına pek rastlamayız. Sorunlar arasında taşra solculuğu,
taşra İslamcılığı, taşra Çerkesliği gibi sosyolojik kavramların
önemli yer tutması mümkündür.
Taşra zihinlerde çeşitli yansımalar yapar. Konumuz olan Çerkeslik
bağlamında Taşra Çerkesliği; dar ufuklu xabze tapıcılığı, yeknesak
güncel ritüeller, basit kapsamlı, eksik, günceli ifadede zorlanan
19 yüzyıl içerikli bir dil ve bunları katmerle kuşatan bir taassup
karşımıza çıkar.
Taşra Çerkesliği ‘‘Mahrem Kutsalı’’ koruma iddiasında masum ve
mağrur ama olabildiğince muhalif, modernliğe karşı sözde korku ve
kaygı merkezli bir karşı duruşu devam ettirme gayretinde bir
anlayış olarak karşımıza çıkar.
Bütün buna rağmen taşra Çerkesliği kasvetini, boğucu
içeriksizliğini, geriliğini, bağnazlığını iticiliğini; samimiyet,
saflık, otantiklik gibi geleneksel özellikleri ile bile
gizleyemez.
Taşra söz konusu olursa bilimsel anlamda da bir merkezden söz
etmemiz gerekir. İşin doğası gereği de bu merkez anavatandır.
Diasporayla kıyaslanmayacak kurumlara, kurumsal teamüllere sahip
anavatan Çerkes taşracılığının ipliğini hiçbir gayret göstermeden
pazara çıkarmıştır.
Ancak taşra; müzmin muhaliftir, saftır. Hemen savunmaya geçer ve
bahane üretir.
Tam burada diasporanın kahredici, bayıltıcı anlayışı ortaya çıkar
ve önce anavatanı yermeye orası ile ilgili aslı astarı olmayan
çıkarımlar yapmaya başlar.
Bu safsatalar; aydın, halk ayrımı yapmaz. Türkiye’nin sağlıklı
olmayan şehirleşmesi sonucu taşra şehirlere taşındığından
hibrit bir taşra türü devreye girer ve geleneksele sarılı,
tarih içerikli karşı duruşlar direnişler başgösterir.
Sonuçta taşra Çerkesliği; düşünsel, yaşamsal, kültürel varlık
kodları açısından amaçsız bir süreçte savrulur durur.
Zira yönleri vatana dönük değildir. Korkarlar. Anavatanda kendi
bayrağıyla kendi anadiliyle miting yapan birkaç bin Çerkes
varlığına asla inanmak istemez. Böyle bir şey Türkiye’de
rüyalarına girecek diye korkarlar. Yaşadıkları ülkede
istemedikleri demokrasiyi, anavatanları için çığırtkanca istemekte
beis görmezler.
Kendi yarattıkları yalıtılmıştan kaynaklanan dışlanmışlık
psikolojisinin yarattığı derin ruhsal çöküntüyü sayın Kuban’a,
sayın Hatam’a, sayın Ergun Yıldız’a karşı durmakla anavatan
kurumlarına ve bitip tükenmek bilmeyen sözde Rusya karşıtlığına
reddiye yazmakla gidermeye çalışırlar.
Haklarını yemeyelim. Marjinalleşmiş olmalarına rağmen, kendi
yarattıkları dışlanmışlık ezikliğini kaldırıp, kendini saydırma
gayretlerini de fazla suya sabuna dokunmadan ortaya koymaya
çalışırlar.
Kültür, dil, edebiyat, sosyal kurum vb. hiç bir konuda varlık
gösteremeyen önümüzdeki uzun gelecekte de böyle bir ihtimal
potansiyeli olmayan diaspora taşra Çerkesliğine bahar gelecek mi?
Siz ne dersiniz?
Ben bir bahar gelecek ama bu son bahar olacak, derim. |