|
|
................... |
|
................... |
ZEEK’UE – SEFER |
MAFEDZ Serebiy
Derleme:
BABUG Ergun Yıldız |
|
|
................... |
|
................... |
Eski Çerkes geleneğinde zeek’ue (зэкIуэ) denilen bir olay
vardır.
Türkçe'deki, sefer, gezi, seyahat sözcüklerinin hiç birisi bunu
tam olarak karşılamıyor aslında.
Bu günkü Çerkesce’de zek’uel’ (зэкIуэлI) sözcüğü seyyah,
seyahat eden manasının karşılığı olarak kullanılıyor olsa da biz
aşağıdaki yazıda sefer kelimesini kullanacağız.
Zek’ue konusu kendi içerisinde farklı başlıklara da ayrılıyor
Çerkeslerde. Çünkü ava gitmek, bir baskına gitmek, mal değişimi
için bir sefere çıkmak (eski zamanlarda tuz, kumaş getirmek gibi
nedenlerle zek’ue düzenlenirmiş ki bununla ilgili örnekler de var
söylencelerimizde), bir başka halkı ziyarete gitmek, savaşa
gitmek, dostluk anlaşması yapılmamış halklara baskın yapıp
ganimetlerle dönmek…
Bunların hepsi zek’ue olarak adlandırılırdı eski Çerkeslerde.
Zek’ue 10 kişi ile olabileceği gibi iki üç bin kişi ile de olurdu.
Bu yazıda genel olarak savaş ve baskınla ilgili seferleri
anlatmaya bu ikisi ile ilgili bilgiler vermeye çalışacağız, fakat
öncelikle bu konuda mevcut çeşitli geleneklerden kurallardan ve
inanışlardan kısaca bahsetmek gerekiyor.
Zek’uel’ denilen yani bu tür seferlere çıkan kişilerin hepsi aynı
zamanda istisnasız iyi birer avcıydı. Hatta bu kişilerin
şak’uebze (avcı lisanı) dedikleri özel anlamlar yüklenmiş
çeşitli sözcükler kullanarak aralarında anlaştıkları ve dışarıdan
dinleyenin söyleneni anlamasının istenmediği anlatılır.
Çiftçilerin bu seferlerden bahsederken “şak’ue - yani
avcılık” tanımından başka bir ifade kullanmaları kabul edilmezdi.
Sanırım bunun nedeni de diğer tanımın baskın ve savaş anlamlarını
taşıyor olması ve bunun çok da açık ifade edilmek istenmemesiydi.
Eski Çerkeslerde ilkbahar ve sonbaharda atlı kampları “şuw
pşııe” kurulurdu, bu kamplar yeni nesil gençlerin yetişmesi
gelişmesi için bir eğitim yeriydi aynı zamanda. Sıkıntıya
zorluklara katlanmaya gençler alıştırılır, gezilerle bölgeyi
tanımaları sağlanır, eskilerin kahramanlıklarının yiğitliklerinin
anlatıldığı yemekli toplantılarda yeni nesile geçmişe dair
bilgiler söylenceler aktarılırdı.
Fakat bu kampların önemli bir nedeni de, bu tür bir sefere çıkacak
olan grubun geride kalan insanlarının, çiftçilerin mallarının
atlarının başkaları tarafından yağmalanmasını önlemek, bir
baskınla karşılaşmamak için de önlem almaktı aynı zamanda.
Yani burada sürekli bir atlı grubu hazır olurdu köyü ve yerleşim
alanlarını korurlardı herhangi bir saldırıya karşı.
Sefere gidenler bu kamptan ayrılır giderlerdi. Fakat bu tür bir
sefere çıkıldığından kamptan bir grubun ayrıldığından bahsetmek
yasaktı geride kalanlar için.
Bu seferlere çıkılırken belli günler seçilirdi. Mesela cuma ve
pazar günleri seçilirdi bu tür bir sefer için ve bu günler uğurlu
gün sayılırdı. Salı ve Çarşamba ise kötü gün kısmetsiz zaman kabul
edilirdi.
Sefere çıkan grup suyun karşı kıyısına varmadıkça evden çöp
atılmaz , gidenlerin isimleri zikredilmez, gidenlerin arkasından
bakılmazdı.
Daha sonra sefere gidenin eşi veya annesi gücüne göre bir şey
keser ve sadece yakın akrabaları davet eder bir yemek verirdi.
Yabancılara yine bildirilmezdi gidenin niçin gittiği.
Büyük gruplar halinde çıkılan seferlerde, sefere çıkanlar için ve
atlar için ayrı ayrı h'ueh'u yaparlardı thamadeler.
Eğer zeek’ue savaş amaçlı düzenleniyorsa bu karar tüm cemiyet
tarafından alınır, ve savaşa giden grubun başına bir komutan
seçilirdi.
Bu kişinin savaşçılığı yiğitliği ve cesareti ile kendisini
kanıtlamış bir kimse olması yanı sıra, aynı zamanda başına geçtiği
grubu salimen gidilecek yere götürüp getirebilecek maharette
olması mutlaka aranan önemli bir özellikti.
Eski zamanda Kuban ve don nehirleri arasının Çerkes toprakları
olduğu dönemlerde, don nehri kıyısına yerleşen tatarlar ve diğer
halklara baskın yapan Adigelerin, onların at sürülerini sürüp
getirdiklerini , gece yapılan bu baskınlarda her defasında Çerkes
atlılarının hiç şaşırmadan izlerini kaybettirerek dönüp
geldiklerini anlatır Hanceri bir kitabında.
Hatta bu maharetleri nedeniyle ''onlara cinler tarafından yol
gösterildiği“ gibi efsanelerin bile yabancı halklar arasında
anlatılageldiğini söyler tarihçi.
Oysa o dönemde Çerkesler gökyüzündeki yıldızları, ağaç
yapraklarını karınca yuvalarını kullanarak yön bulmakta oldukça
ustalaşmış bir halktı.
Bu kişilerden en ünlüsü olan GUŞŞIQU Ajceriy’in gece yol giderken
koynundan çıkarttığı şişi toprağa sapladığı ve dönerken bunu
alırız diyerek gittiği, dönüşte de söylediği şekilde aynı noktadan
geçerek toprağa sapladığı şişi geri aldığı anlatılır.
İşte bu tür yetenekleri olan kişiler arasından seçilirdi atlı
grubun başına geçecek kişi.
Bu tür savaş veya baskın amacıyla yapılan seferlerde, atlılar
çıkartılarak katılacaklara yer ve zaman konusunda haber verilir,
fakat amaç son ana kadar söylenmezdi.
Zaten böyle bir davet alan kişi de sormazdı nereye niçin
gidileceğini, bu ayıp karşılanırdı.
Bu tür seferlere katılan insan sayısının üç bine ulaştığı da
olurdu fakat ideal olarak kabul edilen bin kişi civarında olması
idi. Bu seferlerde wuerqler kendi savaşçılarından bir grup kurarak
ve kendi damgalarından oluşan sancaklarını kullanarak katılırlar,
böylece o anda cephede kimin olduğu dışarıdan hemen görülüp
anlaşılabilirdi. Ayrıca da bu gruplar Çerkeslerin hangi kolundan
olduklarını gösteren ikinci birer sancak kullanırlardı.
Tarihçi YEXHUTENIC Hasan’a göre bu sancaktarlık babadan oğula
geçermiş, fakat bu gün için sadece Bjedughların sancaktarlarından
iki aile ismen bilinmekte olup diğerleri net olarak tespit
edilememiştir.
NEĞUME Şore, bu tür seferlerde savaşa giden grubun yanında
ceguak’ue götürdüğünü anlatır.
Ceguak’ueler bildiğiniz gibi nüktedan, insanları eğlendiren sözlü
edebiyatı kuvvetli kişilerdir.
Türkçe karşılığı tam olarak yoktur bu sözcüğün, belki de halk
ozanı tanımı buna en yakın olanıdır.
Bu ceguak’ueler saldırı emri verilmeden hemen önce grubun önüne
çıkar, onlara kendi yazdıkları şiirler wueredlerle eskilerin
kahramanlıklarını anlatarak cesaret veren konuşmalar yapar, moral
olarak hazırlarlarmış saldırıya gidecek grubu.
Bu cegauak’ueler gri elbise kullanırlar ve sadece bir kama dışında
hiç bir silah taşımazlarmış, çünkü onlara el kaldırmak saldırmak
çok büyük bir ayıp olarak görülürmüş.
Ayrıca İslam dini Adigelerde yerleştikten sonra, başka halklarda
olmayan bir gelenek olarak din adamları da savaşmaya başlamışlar.
İngiliz James Bell o dönemde kıyı boyu Adigeleri arasında tanıdığı
mollalardan bahseder, onların savaşçılığını ve yiğitliğini
anlatarak ''şimdi sıkıntı çekerseniz de daha sonra rahata
erersiniz diyen Türk mollalarına hiç benzemiyordu bu adamlar“ der.
Yeniden konuya dönersek; sefere çıkacak insanlar hepsi
toplandıktan sonra gruplar halinde ayrılarak dizilirler, grubun
başına geçen kişi hepsini tek tek denetler ve silahlarını atlarını
giysilerini hatta yanlarına aldıkları yiyecekleri kontrol ederdi,
bir şekilde uygunsuz olan varsa gruptan çıkartılırdı.
Bu şekilde gruptan çıkartılmak hem o kişi için hem kişinin mensup
olduğu kabile için büyük utanç nedeni kabul edilirdi.
Bu tür sefere çıkanlar, erzak olarak biraz kurutulmuş et ve
qeğul denilen bal ile yoğrulmuş bir çeşit kurutulmuş helva
alırlardı yanlarına. Bu gıda uzun süre bozulmayan ve hem de uzun
süre tok tutan güçlü bir besindi. At üstünde biraz su ile
yumuşatılarak yenen bu besinden oluşurdu eski zaman ğuemılesi.
Hanceriy şöyle yazar bir kitabında ''ğuemıle yani erzak dediğin
bir on yıl kadar bozulmadan kalabilmeli ve üstelik bunu tüketecek
kişi at sırtında olduğuna göre kolayca hazırlanıp
yenilebilmelidir.“
Bir başka şey ise bu tür sefere katılanlar her an ölümle burun
buruna olmanın bilincinde olarak yanlarına хьадэ джанэ
denilen beyaz bir giysi, daha açık söylersek kefen alırlardı.
Bu tür seferlerde, savaşçı grubun başındaki kişi tek tek atlıların
kontrollerini yapar sonra herkese yemin ettirirdi kendisine ihanet
edilmeyeceğine emirlerine itaat edileceğine dair.
Bu yemin şöyle olurmuş: Ellerinde göğüs hizasında birer değnek
tutan iki savaşçı karşılıklı durur ki buna “zepebaş”
deniliyor, diğerleri bu iki kişinin arasından sıra ile
geçerlermiş, böyle yapıldığında o kişinin yemin ettiği manasına
gelirmiş. Aynı zamanda tam bu esnada grupta kaç kişinin olduğu da
sayılırmış tek tek.
Bu sayımdan sonra savaşçılar iki gruba ayrılırmış hemen orada.
Birinci grupta sürekli savaşta olan ve bu nedenle at silah ve
tecrübe bakımından daha iyi durumda olan wuerqler yer alırlarmış
ve bu gruba şuudzepehute (atlı ordunun öncüleri) veya
kısaca öncü grup denirmiş.
İkinci grupta daha tecrübesiz, atı ve silahları bakımından daha az
donanmış olanlar yer alır ve bu ikinci grup arkada yer alırmış.
Bunlara da şuwuk’eqale denilirmiş.
Bu iki grup oluşturulurken komutan seçilen kişi at ve silah
değişimi yapmakta serbestmiş.
Yani atı iyi ama silahları zayıf birisinden atını alıp, daha iyi
savaşabilecek silahları iyi ama atı kötü bir başkasına vermek
hakkı varmış grubu yönetenin.
Bu tür seferlerde bir de komuta kademesi diyebileceğimiz bir başka
yapı varmış.
Sözü dinlenebilecek, itibar gören ve yaşça da ilerlemiş kişilerden
oluşan bir grup oluşturulur ve bunlar komutanın emirlerini tüm
atlı grubuna ulaştırarak emrin yerine getirilip getirilmediğini
denetlerlermiş. Bu gruba da şuwh’etiy denilirmiş.
Öncü ve arkadaki grup savaş alanına kadar yan yana giderlermiş,
fakat bu iki grup birbirine karışmazmış yol boyunca.
Grup yola çıktığında bu günkü manada istihbarat diyebileceğimiz
bilgi toplayacak kimseler ve yol tayini yapacak rehberler önceden
gönderilirmiş.
Eğer bir tehlike yoksa gündüz yol alınmakla birlikte genellikle
baskınlara gece gidilirmiş ve bu esnada grubun başındaki kişi
tüfeği hazır vaziyette sürekli atının kulaklarına bakarak yol
alırmış.
Atların çok daha hassas önsezileri olduğu için bir tehlike anında
hemen atın davranışından anlaşılırmış bir risk olduğu.
Bu yolculuk esnasında eğer bir yerde sudan geçilecekse, yani bir
ırmak veya nehir aşılacaksa bu iş genellikle gece yapılırmış.
İvan Blamberg Adigeler isimli kitabında şöyle söylüyor: “Çerkesler
sefere çıkmışsa onları hiçbir nehir durduramaz.”
Böyle bir durumda atlılar eşyalarını ve erzaklarını bir çeşit
tulum içerisine yerleştirir, onu iyice şişirip ağzını da sıkıca
bağladıktan sonra atın karnına bağlarlarmış.
Silahları sağ ellerinde ve havada, mermileri kalpaklarının kenar
çıkıntısında olmak üzere, sudan geçmek üzere eğitilmiş Çerkes
atları ile sıra halinde geçerlermiş nehri.
Eğer saldırı baskın şeklinde gerçekleşecekse karanlık çökerken
düşmana iyice yaklaşılır ve akşamın ilk karanlığında saldırıya
geçilirmiş ki, gece geri çekilmek mümkün olsun.
Öncü grup saldırıp savaşırken arkadaki grup kaçan esirleri, at -
hayvan sürülerini toplar ve savaşan grubun arka emniyetini
sağlarmış.
Çerkeslerin saldırı biçimleri konusunda da bir çok bilgi var eski
kayıtlarda.
Mesela öncü grup saldırı pozisyonu alınacağı zaman tekrar iki sıra
halinde ayrılır, düşmana bu şekilde saldırırlarmış. Veya düşmanı
çevreleyecek şekilde kare halinde dizilerek düşmanı içe alırlarmış
ki buna bu gün bizim kullandığımız ifade ile X’aps ( hapis)
deniliyormuş.
Bazen da geri çekilir gibi veya kaçar gibi yapıp saldırılan grubun
arkalarından gelmesini sağlayarak onları arazide iyice dağıttıktan
sonra tekrar geri dönüp saldırıya geçerlermiş ki buna şuw
k’ıapse deniliyormuş.
Yine bir Rus yazarın anlattığına göre, geri çekilir gibi yapıp
toparlanarak aynı zamanda düşmanın dağılmasını sağlayıp 5-6 saat
süreyle saldırıldığı olurmuş karşı tarafa.
Bazen de hedef şaşırtmak amacıyla başkaca bir tarafa düşmanı
çekerek daha sonra seri bir şekilde asıl hedefe yönelirmiş öncü
grup.
Genelde saldırılar gece ve bu şekilde yapılırmış.
Baskına sonrası geri çekilme sırasında öncü grup arkada kalır,
arkadaki grup önde yer alırmış. Bu şekilde çekilirken bir takip
veya saldırı olursa öncü grup geri dönerek düşmanla savaşmaya
devam edermiş. Bu geri çekilme esnasında grup ormanın en emniyetli
yerine gelinceye kadar durmaz, böyle bir yerde mola verildiğinde
ise esir alınanlar erkekler ve kadınlar olmak üzere iki gruba
ayrılarak başlarına nöbetçi dikilirmiş.
Kadınların başına genellikle yaşlı ve emniyetli birisi konulur
düşman bile olsa kadının iffeti korunurmuş her halükarda.
Saldırıda ölenler kendi yamçılarına sarılı vaziyette bir ağaç
altına dizilir, silahları ağacın dalına asılırmış.
Grubun komutanı silahlarını çıkartarak cenazelerin başına tek tek
gelir saygı duruşunda bulunur sonrasında ise diğerleri onu takip
ederlermiş.
Eğer böyle bir seferden ölü veya ölülerle dönülüyorsa bağırıp
çağırarak silahlar atarak kampa girilmez. Ancak gece sessizce
girilerek cenaze sahiplerine sh’ak’ue yani haberci
gönderilir ölüler sahiplerine dağıtıldıktan sonra da başsağlığına
gidilirmiş tek tek.
Bu kon da yukarıda anlatılanlar kadar daha anlatılmayan detay var.
Araştırmacı MAFGEDZ Serebiy’in verdiği yukarıda derlenmiş özet
bilgilerden anlaşılacağı üzere Çerkesler sadece birer atlı
savaşçıdan, toplanıp sağa sola saldıran eli silahlı gruptan ibaret
değillerdi.
Çerkesler kendi içerisinde bir hiyerarşik düzeni olan, kendi
içerisinde bir mantığı olan askeri bir yapı idi aynı zamanda.
Bu gün için sadece bireysel maharetleri veya savaşçılıkları öne
çıkartılarak anlatılıyor olsa da bir cemiyet yapısı ve yapılanması
vardı harpte bile.
İşte bunu kavradığımız zaman, 300 sene direnmenin tesadüfen ve bir
savunma içgüdüsünden ibaret olmadığını, tam tersine o dönemlerde
Çerkeslerin kendi çağına göre oldukça ileri bir askeri yapılanmaya
sahip olduğunu da fark ederiz. |
|
|
|
|
|
|
|