|
|
................... |
|
................... |
EVRENSEL KÜLTÜR
NEDİR? |
Metin Sözen |
|
|
................... |
|
................... |
Günümüzde en çok kullanılan kültürel kavramlardan biri de evrensel
kültürdür. Buna bazen küresel kültür denmektedir.
Küreselleşme toplumların yönetimi ve yönetim politikaları,
ideolojisi ve kültürleri üzerinde uluslararası sermayenin ekonomik
politikası, kültürü ve ideolojisinin egemenliğini kurması ve
geliştirmesini anlatır.
Küreselleşme yeni-sömürgeciliğe geçişi büyük ölçüde tamamlamayan
emperyalizmin kendi için koyduğu yeni isimdir. Küreselleşmede
esnek üretim, yerellik, bürokrasinin küçültülmesi, yapısal
uyarlamalar, özelleştirme, deregülasyon, gümrüklerin kaldırılması,
uluslararası şirketlere garantiler, teşvikler ve teşviki
kolaylaştıran yasalar gibi küresel sermayenin ve ortaklarının
işini kolaylaştıran, karını artıran ve ona güvenli pazar ortamı
yaratan kurumsallaşma ve ilişkinin doğasını biçimlendirme vardır.
Bilinç yönetimiyle ilgili meşrulaştırıcı gerekçe ise bu
şirketlerin gittikleri yerlerde iş alanı açtığı, istihdamı
artırdığı, standartları yükselttiği, demokratikleşmeyi getirdiği
gibi iddialardır. Dolayısıyla, ekonomik küreselleşmenin başarısı
bilinçsel, bilişsel, davranışsal ve kültürel küreselleşmenin
yaygınlık kazanmasına bağlıdır. Bu ikinci türle küreselleşme
desteklenerek tamamlanır.
Emperyalizm küreselleşme olarak satılmaya başlandığından beri
küresel pazarın kültürü, yani kültürel emperyalizm de evrensel
kültür olarak dönüşüme uğratıldı. Küresel kültür çıktığı yerin çok
ötesinde işler. Menşeiyle hiç bir gerçek bağ tutmaz; bağlamsızdır,
başka yerlerden (ve hiç bir yerden) gelen ayrı elemanlara
sahiptir. Ortak bir geçmişle bir bağ kurmaz ve tutmaz; ulusal
kültürden farklı olarak “hafızasızdır” veya çok kısa bir hafızaya
sahiptir. Aslında küresel kültür teknolojiyle üretilmiş, bilinç
yönetimi yapıları içinde hesaplanmış bir kültürdür. Görünüşte bir
yere, dine, inanca, dünya görüşüne bağlı değildir, kopmuştur ve
yansızdır. Varlığı önce teknolojik kitle üretimine ve uluslararası
dağıtıma bağlıdır; sonra da tüketen kitlelere. Sürekliliği
uluslararası pazar yapısı ve iletişim sistemlerine bağlıdır.
İnsanın toplumsal yaşamında hiç bir şey her insanı kapsayan
evrenselliğe sahip olamaz. Doğum, ölüm, üretim, yemek, içmek,
barınmak ve iletişim gibi evrensel gerçekler vardır, fakat
evrensel gerçekler somut insanın somut yaşam koşullarında
evrenselliğini yitirir. Kadınların doğurduğu evrensel bir
gerçektir, çünkü dünyanın her yerinde kadınlar doğurur. Fakat
dünyanın her yerinde kadınlar aynı şekilde doğurmaz, aynı şekilde
çocuk yetiştirmez. Dolayısıyla evrensel gerçek ile kültürü
karıştırmamak gerekir. Evrensel gerçek somut sosyal üretimin
kültürel pratiğinde evrensel karakterini yitirir.
Niceliksel çoklukla evrenselliği de karıştırmamak gerekir.
Evrensel olanı belirleyen nicel çokluk değil, nitel karakterdir.
İnsanların susadığı ve su içtiği evrensel bir gerçektir. Suyun ne
tür olduğu, nasıl içildiği ve suyun içilmesinden ne tür doyumlar
elde edildiği kültüreldir. Herkesin Coca Cola içmesi, Coca Cola
kültürünün evrenselliğini anlatmaz; bir tüketim kültürünün diğer
kültürler üzerindeki egemenliğini anlatır. Herkesin Coca Cola
içmesi evrensellik için yeterli bir koşul değildir, o kültürel
pratiğin her yerde yeniden üretilmesi ve anlamlandırılmasında
ortaklık olmalıdır: Her yerde herkes Coca Cola'yı aynı nedenlerle,
aynı doyumlarla ve aynı atıflarla içmezler. Mal tüketiminin nicel
yaygınlığının nedenleri, sağladığı psikolojik doyumlar ve
giderdiği gereksinimler aynı değildir. Dolayısıyla, tüketim her
yerde olsa bile, evrensel kültürden bahsedilemez. Dönerin her
yerde yenmesi döner kültürünü evrensel bir kültür yapmaz. Marlboro
içen biri Amerikanın bir parçasına sahip olamaz. Aynı paralelde,
örneğin Smith (1990) evrensel kültürün imkansız olduğunu
belirtmektedir.
Global köyün insanları, özellikle Batılıların dışındakiler,
1980'den beri elektronik medyanın haber, hayal ve imaj dünyasının
içine kitleler halinde atılmışlardır, fakat küreselcilerin
iddiasının aksine, globalleşme ve dönüşüm siyasal, ekonomik,
sosyal ve kültürel farklılıklar ötesine geçerek insanları egemen
bir dünya cemiyetinin üyesi yapmamıştır. Üyelik ile kölelik ve
sömürü karıştırılmamalıdır. Zincire vurulanın zincirine üyeliği,
zincirine vurgunluğunu (sahte bilinci) anlatır ve bu üyelik
zincire vurulmanın (örneğin ücret köleliğinin) ortadan kalktığını
(veya emperyalizmin olmadığını) anlatmaz (Erdoğan, 2000: 279).
Özlüce, evrensellik ve küresellik baskınlığı, boyun sunmayı, boyun
sundurmayı ve mücadeleyi içinde taşıyan bir öznelliği anlatır.
Günümüzde en çok kullanılan kültürel kavramlardan biri de evrensel
kültürdür. Buna bazen küresel kültür denmektedir.
Küreselleşme toplumların yönetimi ve yönetim politikaları,
ideolojisi ve kültürleri üzerinde uluslararası sermayenin ekonomik
politikası, kültürü ve ideolojisinin egemenliğini kurması ve
geliştirmesini anlatır. Küreselleşme yeni-sömürgeciliğe geçişi
büyük ölçüde tamamlamayan emperyalizmin kendi için koyduğu yeni
isimdir. Küreselleşmede esnek üretim, yerellik, bürokrasinin
küçültülmesi, yapısal uyarlamalar, özelleştirme, deregülasyon,
gümrüklerin kaldırılması, uluslararası şirketlere garantiler,
teşvikler ve teşviki kolaylaştıran yasalar gibi küresel sermayenin
ve ortaklarının işini kolaylaştıran, karını artıran ve ona güvenli
pazar ortamı yaratan kurumsallaşma ve ilişkinin doğasını
biçimlendirme vardır. Bilinç yönetimiyle ilgili meşrulaştırıcı
gerekçe ise bu şirketlerin gittikleri yerlerde iş alanı açtığı,
istihdamı artırdığı, standartları yükselttiği, demokratikleşmeyi
getirdiği gibi iddialardır. Dolayısıyla, ekonomik küreselleşmenin
başarısı bilinçsel, bilişsel, davranışsal ve kültürel
küreselleşmenin yaygınlık kazanmasına bağlıdır. Bu ikinci türle
küreselleşme desteklenerek tamamlanır.
Emperyalizm küreselleşme olarak satılmaya başlandığından beri
küresel pazarın kültürü, yani kültürel emperyalizm de evrensel
kültür olarak dönüşüme uğratıldı. Küresel kültür çıktığı yerin çok
ötesinde işler. Menşeiyle hiç bir gerçek bağ tutmaz; bağlamsızdır,
başka yerlerden (ve hiç bir yerden) gelen ayrı elemanlara
sahiptir. Ortak bir geçmişle bir bağ kurmaz ve tutmaz; ulusal
kültürden farklı olarak “hafızasızdır” veya çok kısa bir hafızaya
sahiptir. Aslında küresel kültür teknolojiyle üretilmiş, bilinç
yönetimi yapıları içinde hesaplanmış bir kültürdür. Görünüşte bir
yere, dine, inanca, dünya görüşüne bağlı değildir, kopmuştur ve
yansızdır. Varlığı önce teknolojik kitle üretimine ve uluslararası
dağıtıma bağlıdır; sonra da tüketen kitlelere. Sürekliliği
uluslararası pazar yapısı ve iletişim sistemlerine bağlıdır.
İnsanın toplumsal yaşamında hiç bir şey her insanı kapsayan
evrenselliğe sahip olamaz. Doğum, ölüm, üretim, yemek, içmek,
barınmak ve iletişim gibi evrensel gerçekler vardır, fakat
evrensel gerçekler somut insanın somut yaşam koşullarında
evrenselliğini yitirir. Kadınların doğurduğu evrensel bir
gerçektir, çünkü dünyanın her yerinde kadınlar doğurur. Fakat
dünyanın her yerinde kadınlar aynı şekilde doğurmaz, aynı şekilde
çocuk yetiştirmez. Dolayısıyla evrensel gerçek ile kültürü
karıştırmamak gerekir. Evrensel gerçek somut sosyal üretimin
kültürel pratiğinde evrensel karakterini yitirir.
Niceliksel çoklukla evrenselliği de karıştırmamak gerekir.
Evrensel olanı belirleyen nicel çokluk değil, nitel karakterdir.
İnsanların susadığı ve su içtiği evrensel bir gerçektir. Suyun ne
tür olduğu, nasıl içildiği ve suyun içilmesinden ne tür doyumlar
elde edildiği kültüreldir. Herkesin Coca Cola içmesi, Coca Cola
kültürünün evrenselliğini anlatmaz; bir tüketim kültürünün diğer
kültürler üzerindeki egemenliğini anlatır. Herkesin Coca Cola
içmesi evrensellik için yeterli bir koşul değildir, o kültürel
pratiğin her yerde yeniden üretilmesi ve anlamlandırılmasında
ortaklık olmalıdır: Her yerde herkes Coca Colayı aynı nedenlerle,
aynı doyumlarla ve aynı atıflarla içmezler. Mal tüketiminin nicel
yaygınlığının nedenleri, sağladığı psikolojik doyumlar ve
giderdiği gereksinimler aynı değildir. Dolayısıyla, tüketim her
yerde olsa bile, evrensel kültürden bahsedilemez. Dönerin her
yerde yenmesi döner kültürünü evrensel bir kültür yapmaz. Marlboro
içen biri Amerikanın bir parçasına sahip olamaz. Aynı paralelde,
örneğin Smith (1990) evrensel kültürün imkansız olduğunu
belirtmektedir.
Global köyün insanları, özellikle Batılıların dışındakiler,
1980'den beri elektronik medyanın haber, hayal ve imaj dünyasının
içine kitleler halinde atılmışlardır, fakat küreselcilerin
iddiasının aksine, globalleşme ve dönüşüm siyasal, ekonomik,
sosyal ve kültürel farklılıklar ötesine geçerek insanları egemen
bir dünya cemiyetinin üyesi yapmamıştır. Üyelik ile kölelik ve
sömürü karıştırılmamalıdır. Zincire vurulanın zincirine üyeliği,
zincirine vurgunluğunu (sahte bilinci) anlatır ve bu üyelik
zincire vurulmanın (örneğin ücret köleliğinin) ortadan kalktığını
(veya emperyalizmin olmadığını) anlatmaz (Erdoğan, 2000: 279).
Özlüce, evrensellik ve küresellik baskınlığı, boyun sunmayı, boyun
sundurmayı ve mücadeleyi içinde taşıyan bir öznelliği anlatır.
Kültür kavramını en başta sözlük anlamıyla tanımlayabiliriz: Bir
toplumun duyuş düşünüş birliğini oluşturan gelenek durumundaki her
türlü yaşayış düşünce dil ve sanat varlıklarının topu belli bir
konuda edinilmiş geniş ve sistemli bilgi. Bir başka tanımlaması
ise şöyledir: Tarihsel ve toplumsal gelişme süreci içinde
yaratılan her türlü değerlerle bunları kullanmada sonraki
kuşaklara iletmede kullanılan insanın doğal ve toplumsal çevresine
egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların tümü. Üçüncü sözlük
tanımı şu şekildedir: Akıl yürütme eleştirme ve beğeni
yeteneklerinin öğrenim deney ve yaşantılar yoluyla geliştirilmiş
olan biçimi.
Kültür Latince kökenli bir kelime olup dilimize Amerikanca ve
Fransızca'dan girmiştir. Latince cultura toprağa bir şeyler ekip
ürün almak üretmek anlamında kullanılıyordu. Voltaire Fransız
Devrimi öncesinde Culture’ü insan zekasının oluşumunu ve
gelişmesini belirleyen bir terim olarak kullanınca sözcük değişik
bir anlam kazanmıştır. Fransızca’dan Almanca’ya cultur biçiminde
geçen sözcük daha sonra tüm Avrupa dillerine yayılmıştır.
Fransızca’da kültürün karşılığı irfandır. İrfan kelimesinin sözlük
anlamı ise; anlama bilme gerçeğe ulaştırıcı güçlü seziştir. Daha
çok tinsel ve manevi değerleri içermiştir. Amerikanca’da kültürün
karşılığı medeniyettir. Medeniyet ise uygarlık yani insanların
doğaya egemen olma toplum olarak daha iyi bir yaşama ulaşma
çabalarından çıkan sonuçların bilim teknik sanat ve kültürün
tümünü kapsar. Sonuç olarak bilim ve tekniğin sanat ve kültürün
gelişmesi ilerlemesiyle yaratılan yaşama koşullarının yaşama
biçiminin incelmesi yetkinleşmesi durumudur. Dolayısıyla
Amerikanca kültürün karşılığına maddi kültür daha denk düşer.
Medeniyet insanlığın çalışarak ortaya koyduğu teknik eserlerin
bütününden ibarettir. Kültür ise bir toplumu kendi tarihi içinde
meydana getirdiği değer hükümlerinin bütünüdür. Bunlar ilim sanat
ahlak ve dine ait değerlerdir. Medeniyet kültür yaratan düzendir.
Bu durumda kültür ve medeniyet kavramlarını birbirinden ayırdıktan
sonra kültürün oluşumuna etken olan değerler durumlar ve vs. önem
kazanır. Her toplumun kendi kültürü vardır ve kültürün yükselmesi
ilerlemesi ve gelişmesi medeniyetin doğuşunu sağlar. Sosyolojik
çerçevede en geniş sınırlarına ulaşan kültür kavramı ‘bir yaşama
biçimidir.’ Bu yaklaşımda bir toplumda bulunan ve bulunmayan bütün
ifade ve etkileşim biçimleri önem kazanır. Bu anlamda kültür insan
olarak belli bir toplumda öğrendiklerimizle davranış düşünce
sistemimizin toplamı sayılabilir. Bir bakıma ne yediğimiz ne
içtiğimiz ne okuduğumuz nelere sempati ile yaklaşırken nelere
tepki duyduğumuz ait olunan grup küme ya da toplumu karakterize
eder. Günümüzde iletişimin son derece hızlı yapılabilmesi kültürel
ve bilimsel gelişmelerin anında yayılmasına olanak sağlamıştır. Bu
durum kültürlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin ve
etkileşimlerinin üzerine düşünülmesi gereğini çıkarmıştır.
Aslında sosyal bilimciler 166 farklı tanımı olan kültür kavramı
için ‘bir kavramın bu kadar çok tanımı varsa onun
tanımlanamayacağını kabul etmek gerekir’ diyebiliyorlar. Kültür
tarihçileri insanoğlunun gelişme ve ilerleme göstererek hayatta
kalma ve varlığını sürdürme savaşındaki başarısını kültürel bir
varlık oluşuna yani öğrendiklerini birikiminde saklayıp yeni
nesillere aktarma yeteneği ile becerisine bağlar.
Kültür gelişim sürecinde önce sözlü kültür doğmuş daha sonra
yazılı kültür oluşmuştur. Bugün yazılı kültür ile beraber sözlü
kültür de devinim ve gelişimine devam etmektedir. Sözlü kültür de
yazar yoktur anonimdir doğaldır metinsizdir ezbere dayalıdır
çeşitlenebilir sürekli akış dolaşım ve dolayısı ile değişim
içindedir. Bu kültür de çözümleme ve inceleme yoktur. Yazılı
kültür yazılıdır metne bağlıdır okuru değişebilse bile metin
değişmez üreten yalnızdır anlatıya istenilen sıklıkta dönülebilir
çözümleme ve inceleme yapılabilir.
Aydın ve Aydınlanma
Aydın kişi genellikle öğrenim görmüş çok okumuş kültürlü bilgili
görgülü ileri ve açık düşünceli kendisi aydınlanmış olduğu için
çevresini de aydınlatabilecek nitelikte münevver entelektüel
kişidir. Sosyal posizyonları itibariyle sosyal tabakalarda
herhangi bir sınıfa net özellikler göstermeyip ancak toplumsal
ortalamanın çok üzerinde ileri bir eğitime akla ve yeteneğe sahip
bir zümreye entelektüeller denilebilir. Entelektüeller aklın
zekanın yeteneğin ve bilginin toplamıyla yeni düşüncelere
görüşlere ve sonuçlara giderler. Dilimizde entelektüel sözcüğü
‘Aydın Münevver’ kelimeleriyle karşılanmaktadır. ‘Aydınlatılmış
ışıklı’ anlamına gelen münevver kelimesi ilahi kökenli bir ışık
olan ‘nur’ kökünden türetilmiştir. Aydınlığın yani bilgi
donanmanın sadece akılla değil duygu sezgi kalp gibi diğer
faktörlerin de katılarak sağlanabilmesi anlamını vurgulamaktadır.
Aydın insan içinde yaşadığı toplumun ve dünyanın dünü bugünü ve
yarını üzerinde düşünen sorgulayan ve insanoğlunun iyiliğine ve
kötülüğüne olan halleri bağımsız olarak irdeleyen bir yapıda
olmalıdır. Gerektiğinde muhalif olmaktan çekinmeyen körü körüne
inanmayı bağlanmayı reddeten kutsallaştırılanı sorgulayan
ezberleri bozan düşüncededir. Yapısı gereği düşünen kuşku duyan
gerektiğinde tüm bunları dile getiren tabulara karşı eleştirel
görüşler geliştirebilen bağlantıları geçişleri ve farklılıkları
gören kişidir.
Aydın kişi içine doğduğu kültürün özelliklerini değerlerini
eğitimini olduğu ve sunulduğu üzere kabul etmek yerine irdeler
eleştirir ve katkıda bulunur. Gelenekleri ve alışkanlıkları başka
türlü düşünerek sürekli bir üst gerçeği sorgular bilinenle tatmin
olmaz. Kişisel sorumluluklarının içine toplumsal sorumluluğu dahil
eder ve böylece etrafındakilere ışık saçmaya başlamış olur. Aydın
kişi toplumsal konularda uyaran ortaya koyan ve çözüm yolları
öneren kişi olmalıdır. Tüm bunları yapabilmesi için aydın kişi
gerçekten özgür olmalı ve inandığı doğruları ifade ederken
herhangi bir grubun kurumun toplumun veya herhangi bir birimin
menfaatlerini gözetmemelidir. İnandığı doğrular da dahil tek bir
fikre veya akıma bağlı olmak yerine her fikre ve düşünceye açık
olmalı fakat sorgulamayı asla bırakmamalıdır.
Herkes aydın olabilir mi sorusuna bazıları iki farklı yaklaşım ve
görüş geliştirmiştir:
Birinci görüş; aydınlanma dönüşümünün aslında tüm insanlarda
doğuştan var olan bir yetenek olduğunu ama bazılarının bu yeteneği
kullanmaması veya kullanabilecek şartlarda olmaması yüzünden
aydınlanma sürecine girilemediğini savunanlardır.
Diğer yaklaşım ise aydınlanmanın ancak insan evriminin belirli bir
döneminden sonra oluşabileceği yönündedir.
Birince görüşe göre aydınlanma sürecinin başlaması için zaten siz
de var olanı fark etmeniz keşfetmeniz yeterlidir. İkinci
yaklaşımda ise herkes aydınlanmaya aday değildir. Aydınlanmaya
aday olabilecek bireyler bu yetiyi bir şekilde (şans) kazanmış
kişilerdir. Bir bakıma seçilmişlerdir. Bu kişiler gelecekte
‘kozmik bilince’ ulaşmış insan türünün öncüleridir. Bu yetiye
sahip kişiler için gerekli olan ön koşullar zaten var olmuştur.
Aslında neden niçin ne zaman seçen ve seçilenler kim gibi aydın
kişinin sormaktan vazgeçmeyeceği sorular ikinci durumda boşlukta
kalmaktadır. Aydınlanma varoluşun anlamını arayan ben kimim
neredeyim neden soruları ile birlikte toplumsal konuları da aynı
şekilde sorgular. Aydınlanma yolu bu sorulara cevap aramaktan
bıkmadan yorulmadan çıkılan bir yolculuktur. Avrupa’da
Rönesans’tan sonra gelen usun ve bilimin gelişip egemen olduğu
aydınlanma çağından itibaren birinci görüşteki aydınlanma akla
daha yakın görünmektedir. Aydınlanma özünde kolaycılığa teslim
olmayan klişelere sloganlara sığınmayan akıl yoludur. Aydınları
sonuç olarak toplumu değiştirmek için gerekli özel şart ve
yeteneklerle donanmış bir kesim olarak ele almak gerekir. Ancak
unutulmamalı ki aydınları bir sınıf olarak değerlendirmek
tartışmalı sonuçlar getirir çünkü en azından sosyolojideki klasik
ölçülere göre net bir sınıf teşkil etmedikleri yönünde görüş
birliği vardır. Zaten duruma ülkeye ve zamana göre değişse bile
günümüzde aydınlar önce özgür bir birey olarak hep beraber hareket
edecek şekilde bir sınıf şuuru taşımazlar ve başta da belirtildiği
üzere çok özel şartlar için gerekli olmadığı sürece kişselliğini
ve bireyselliğni korumalıdırlar.
Sözcük olarak kültür “bir toplumda geçerli olan ve gelenek halinde
devam eden her türlü duygu düşüce dil sanat yaşayış unsurlarının
tümü belli bir konuda edinilmiş geniş ve sistemli bilgi” şeklinde
tarif edilmektedir. (Meydan Larousse)
Antropoloji bilimlerinin kültür sorunlarıyla uğraşan dalına bugün
“etnoloji” veya “sosyal-kültürel antropoloji” adı verilmekte olup
bu alandaki kültür sözcüğü günlük dilimizdeki “kültür” sözcüğünden
çok daha geniş kapsamlı bir kavram olarak hars ya da uygarlık
anlamında kullanılmaktadır.
Kültür en geniş sınırlarına sosyolojik çerçevede ulaşmakta olup
buradaki anlamıyla “bir yaşama biçimi”dir. Bir topluma özgü bütün
ifade ve etkileşim biçimleri bu tanımda yer almaktadır. Bu anlamda
kültür insan olarak belli bir toplumda öğrendiklerimizle yapıp
ettiklerimizin bir toplamı sayılabilir. Bu bakımdan ne yediğimiz
ne içtiğimiz ne okuduğumuz neye/nelere öfke duyduğumuz neye ve
nelere sevgi ve sempati ile baktığımız ait olunan grup küme ya da
toplumu karakterize etmektedir.
Kültür tarihçileri insanoğlunun hayatta kalma ve varlığını
sürdürme savaşındaki başarısını kültürel bir varlık oluşuna yani
yaşayarak öğrendiklerini kültüründe saklayıp yeni kuşaklara
aktarma yeteneği ile becerisine bağlı görürler.
Toplu yaşayan her canlı türünün kültürü yoktur. Sözgelişi arı ve
karınca gibi böcek türleri toplu yaşarlar fakat kültür
yaratamazlar. Örneğin arının düzgün altıgen biçimindeki kovan
hücresinin boyutları son yirmi beş milyon yılda bir mikron bile
değişmemiştir. Bazı maymunlar yavrularına bazı becerileri öğretir;
ama bir dil ve kültürden yoksun oldukları için bu becerileri çok
sınırlıdır. Evcil bazı hayvanlarla (atlar köpekler gibi) kuyruksuz
maymunlar oldukça karmaşık bazı becerileri öğrenebilir; ama
bunları kendi yavrularına aktaramazlar.
Kavrama Tarihsel Bakış
Sosyal bilimciler 166 farklı tanımı olan kültür kavramı hakkında;
“bir kavramın bu kadar çok tanımı varsa onun tanımlanamayacağını
kabul etmek gerekir” diyebiliyorlar. Bu bağlamda da kültür
sözcüğünün oldukça zengin uzun ve ilginç bir tarihçesi vardır.
Günlük konuşmalarımızda ya da sanat ve bilim çalışmalarında
kullandığımız kültür sözcüğü Latince kökenli olup Türkçe’ye
Fransızca’dan geçmiştir. Latince cultura toprağa bir şeyler ekip
ürün almak üretmek anlamlarında kullanılıyordu. Voltaire Fransız
Devrimi öncesinde culture'ü insan zekâsının oluşumunu ve
gelişmesini belirleyen bir terim olarak kullanınca sözcük değişik
bir anlam kazanmıştır. Fransızca’dan Almanca’ ya önceleri cultur
daha sonraları kültür biçiminde geçen sözcük zamanla bütün Avrupa
dillerine yayılmış İngiliz antropologu Tylor 1871'de ona bilimsel
bir içerik kazandırınca da önemi gittikçe artan bir kavrama ve
aynı zamanda bir uğraş alanına dönüşmüştür.
Voltaire Culture sözcüğünü insan zekasının oluşumu anlamında
Almanlar uygarlık ve kültürel evrim karşılığında
kullanılmışlardır. Ancak XIX. Yüzyılın ikinci yarısı ile XX.
Yüzyılın ilk çeyreğinde Fransızlar ve İngilizler uygarlık
sözcüğünü kültüre tercih etmişlerdi. Marx kültür kavramının
değilse bile kültürel içeriğin son derece kapsamlı bir tanımını
vermiştir:
“Kültür ya da uygarlık insanın bir toplumun üyesi olarak edindiği
bilgi inanç sanat ahlak gelenek ve göreneklerle her türlü beceri
ve alışkanlıklarını içeren karmaşık bir bütündür.”
Kültür tarihinde tarihsel devinimi en iyi yansıttığı kabul edilen
şu tanım da yaygındır:
“Kültür bir toplumda geçerli olan ve gelenek halinde devam eden
her türlü dil duygu inançsanat ve yaşayış öğelerinin tümüdür”.
Kavramın değişik alanlardaki kullanımı
Nereden ve neresinden bakılırsa bakılsın kültür kavramının tümü
için ortak olan kimi tanımlamalar vardır ki bunlardan ilki
kültürün organik olduğu bir başka deyişle değişimin ve buna bağlı
olarak etkileşim içinde olduğudur. Her canlı varlık gibi yaşlanır
etkinliğini ve hareket becerisini kaybeder ve sonuçta işlevini
tamamlayarak yok olur. Buradan hareketle hiç bir kültür öğesinin
hareketsiz ve durağan olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü kültür
kavramının varlığı için temel etmen bir insan topluluğu ve onu
oluşturan aile ve bireylerin varlığıdır. Kaynaklara baktığımızda
öncelikle şunu fark ederiz: Bütün kültür öğeleri kültürel var
olanlar (en soyuttan en somuta dek) insan tarafından var
edilmiştir. Yani kültürün temel kaynağı insandır. Kültür
örüntüsünü oluşturan her düşünce her kurum her nesne insan
tarafından yaratılmıştır.
Eğitimcilere göre kültür eğitim yoluyla kazanılan içeriktir.
Eğitim ise bu muhtevayı kazandıran süreçtir. “Eğitimsiz kültür
kültürsüz eğitim” düşünülemez. Sayın Bozkurt Güvenç ise “Eğitim
yol ise Kültür yolcunun hayatı boyunca yaşayarak öğrendiklerinin
tümüdür.” demektedir.
Bir kişi diğerinden daha fazla kitap okumuş ve daha fazla şey
biliyor olabilir. Ama daha az okuyan diğerinden daha kültürlü
olabilir. Çünkü kültürlü olan bilgiyi yaşamında uygulama başarısı
göstermiş olandır.Her bilgi anında kültür olmaz kültüre dönüşmez.
Bilgili olmak başka kültür başka şeydir.
Günlük dilde kültür eğitim-öğretim süreci bu sürecin kazandırdığı
genel ve mesleki kültür İslam Kültürü spor kültürü vb. Anlamında
kullanılır.
Bilim ve felsefede kültür insanların ve toplumların yapıp
öğrenerek kazandığı her şey (tutum davranış ve değerler) kısaca
uygarlık (medeniyet) anlamında kullanılmaktadır.
Kültür genel bir biçimde ve uygarlıkla eşanlamlı olarak ”insan
türünün hayatını yaşam tarzını tüm diğer yaşam tarzlarından ayıran
unsurlar bütünü” diye ve daha özel olarak da ”bir uygarlığı
meydana getiren değerler toplamı” şeklinde tanımlanabilir.
Bir diğer ifade ile kültür bir toplumun; gelenek görenek sanat
düşünce yapısı tarihsel birikim ve sosyal kurumlar gibi
varlıklarının tümünü kapsayan ve bireyleri arasında duyuş ve
düşünüş birliğini sağlayan şekillenmiş kolektif maddi ve manevi
değerleridir.
Her kültür ilkin öz gücüyle özünde barındırdığı gizli güçle
gelişir ve süreklileşir. Bununla birlikte tek bir kültür özünü
tümüyle öbür kültürden soyutlayarak gelişemez. Bu nedenle her
kültür gelişmesini sürdürebilmek için öbür kültürlerin
kazanımlarından yararlanmak ister.
Kültürle ilgili olarak karşımıza çıkan bazı kavramlar olan;
kültürleme kültürlenme ve kültürleşme süreçleri ile kültür
aktarımı kültür yitimi kültür şoku ve hakim kültür kavramlarından
kısaca bahsetmek istiyorum:
Kültürleme: toplumların kendisini oluşturan bireylere belli bir
kültürü aktarma kazandırma toplumun istediği insanı eğitip yaratma
ve onu denetim altında tutarak kültürel birlik ve beraberliği
sağlama bu yolla da toplumsal barış ve huzuru sağlama sürecidir.
Kültürleme süreci bireye hayatı boyunca kolay kolay
değiştiremeyeceği bir kişilik yapısı kazandırır. Kültürleme
toplumsallaştırma (sosyalizasyon) ve eğitim süreci olarak da
tanımlanabilir.
Kültürlenme: okul öncesinde ailede başlayıp okul dönemi sonunda da
da etkinleşen kültürlenme değişik aile eğitim okul meslek bölge
(alt kültür) çevrelerinden kalkıp belli yer ve zamanlarda bir
araya gelen birbirini etkileyen akran grupları arasındaki kültür
etkileşimidir “Kültürleme”; varolanı iletirken “kültürlenme”;
yepyeni kültür kalıpları oluşturur kültürel değişim sürecinin ana
kaynağıdır.
Kültürleşme sürecinde iki ya da daha çok kültür karşılıklı
etkileşim sonucu değişime uğrar yeni sentezler dinamik bileşkeler
yaratırlar. Çağımızda sözü edilen “globalleşme” (küreselleşme)
budur. Birey ve gruplar olarak kültürleşmeyi tamamen önlemek
mümkün değildir.
Aynı bağlamda ve yaklaşık olarak aynı anlam içinde bir toplumsal
gruba ait olan bilginin yerleşik söylemlerle semboller düzeninin
diğer kuşaklara iletilmesi süreci ise kültür aktarımı diye
tanımlanır.
Yine özellikle kültürlenme söz konusu olduğunda bir kültürel
grubun üyelerinin başka bir kültürle temas içine girdikleri zaman
kendi kültürlerini ya da geleneksel kültür değerlerini tümden ya
da bir bölümüyle yitirmelerine kültürsüz!eşme veya kültür yitimi
denir.
Aynı şekilde bir İnsanın kendi kültürüne yabancı bir kültür tümden
farklı bir değerler ve normlar sistemi içine girdiği zaman
yaşadığı yolunu kaybetmişlik şaşkınlık veya yönsüzlük duygusuna
kültür şoku adı verilmektir.
Öte yandan modern toplumlarda farklı hatta çoğunluk rekabet
halindeki kültürler ve alt kültürlerin varlığı dikkate alındığında
kendi kültür değerlerini davranış veya yaşam tarzını ve dilini
sahip olduğu siyasi ve iktisadi güç sayesinde diğer kültürlere
empoze edebilen kültür hakim kültür olarak tanımlanır.
Bir kültür ne denli gelişkin ve ne denli yaygın olursa olsun bir
başka kültürden üstün sayılmaz. Hangi amaçla olursa olsun
kültürler arasında gelişmişlik- gelişmemişlik ya da
ilerilik-gerilik değerlendirilmesi yapılmaz; kültürler üstlük
altlık ilişkisine sokulamaz. Kültür hakkındaki bilimsel tartışmada
üzerinde görüş birliğine varılan konulardan biri de kültürel
gelişmişlik ya da gelişmemişlik savının görece oluşudur. Her bütün
kültür içerisinde bulunan parça ya da alt kültürlerden oluşur;
bunlar arasında gerçekleşen sürekli etkileşimle ve güncel
koşullara göre biçimlenir.
Kültür kavramında bir sentez çabası içine girdiğimizde;
antropolog’lar kültürü 4 temel kavram üzerinde yoğunlaştırarak
açıklamaktadırlar. Bunlar:
1. Kültür bir toplumun yada bütün toplumların uygarlık
birikimidir
2. Kültür belli bir toplumun kendisidir
3. Kültür bir dizi sosyal süreçlerin bileşkesidir
4. Kültür bir insan ve toplum kuramıdır.
Sonuç olarak da kültür kavramı toplumun yüzlerce binlerce yıldan
beri oluşturduğu ortak amaçların beklentilerin değerlerin
inançların duygu ve düşüncelerin özetle ortak davranış
kalıplarının depolandığı saklandığı soyut bir kavram olup
toplumsal bellek olarak da kabul edilebilir.
Kültürün Genel / Temel nitelikleri
Kültürün oluşmasındaki temel nitelikleri aşağıdaki faktörler
ışığında değerlendirdiğimizde:
1) Toplumsallık: Kültürün toplumların bulunduğu yer ya da
dönemlerde oluşması yaşamasıdır. Toplumun dışında ondan bağımsız
bir kültürden söz edilemez.
2) Tarihsellik: Kültür denen karmaşık bütün ve onu
oluşturan öğeler (dil yazı din bilim giyim-kuşam sanat yerleşme
vb.) hangi toplum olursa olsun bir anda kısa bir zaman dilimi
içinde meydana çıkmış değildir.
3) Kalıtsallık: Kültürün ya da onun kapsamına giren
öğelerin etkinliklerin doğum yoluyla geçen birer kalıt değil de
öğrenilmesi gereken birer kalıt olduğunun en büyük kanıtı doğumdan
hemen sonra ailesinden ve onların yaşadığı toplumdan alınıp başka
bir kültürün yaşadığı yere götürülen ve orada büyütülen bir
çocuğun içinde yaşadığı toplumda geçerli olan dili dini sanatı ve
yaşam biçimini kolayca öğrenip benimsemesidir. Bununla birlikte
nesillerden nesillere aktarılan farklı kültürleri kolaylıkla
özümseme yeteneğinin söz konusu olduğu da göz ardı edilmemelidir.
4) İşlevsellik: Kültürün bir başka özelliği de toplum
yaşamında bir yerinin görevinin bulunması yani işlevselliğidir.
Kültürü yaratan etkenin tek başına insan olduğu sanılıyordu. İnsan
"neden" kültür ise "sonuç " sayılıyordu. Kültür araştırmalarının
gelişmesi bu görüşün yanlış olduğunu göstermektedir. Artık
günümüzde insanın davranışlarını geniş ölçüde toplumdaki kültürel
birikimin belirlediği kabul edilmektedir.
5) Birlik içinde çokluk: Ulusal kültürü oluşturan basamak
ve dilimlere (kırsal ve kentsel çevre toplumsal sınıflar dinlere
mesleklere parasal olanaklara düşün ve sanat akımlarına göre
süreklilik gösteren bir takım özel kültürler ) bakış açılarına
göre kimi kez alt kültürler sınıf kültürleri ya da bölgesel
yöresel kültürler denilmektedir. Bu alt ya da yerel kültürler
öteki yöresel kültürlerle uyum içinde olurlarsa ulusal kültür
denen bütün sağlanmış olur. Önemli olan bu ayrılıkların bütün ile
temelde bir aykırılık çelişki göstermemesidir.
6) Devingenlik ve değişkenlik: Birey kendisine bir kalıt
olarak aktarılan kültürü yeniden öğrenir yaşar ve yaşatırken
farkında olmadan onda küçük de olsa bazı değişiklikler yapmakta ve
kendisinden sonraki kuşaklara bu değişik biçimiyle aktarmaktadır.
Kültürün devingenliği bireyin yaşamı süresince etkisini
duyabileceği bir olgu olduğu halde değişkenlik genelde çok yavaş
oluştuğu için dikkatlerden kaçmakta bu nedenle de yok
sayılmaktadır. Tarihsel süreç incelendiğinde de dil din ve
gelenekler gibi ana kültür öğelerinin de değiştiği görülmektedir.
Kültürün öğeleri
Kültür belirli bir kökten gelmiş bir toplumun "ana mayası"
anlamındadır. Bir toplumun ana mayasını yani kültürünü; o toplumun
dil yazı tarih din töre edebiyat ve sanat birliğinin toplamı
belirler. Bir toplumun benliğini oluşturan bu ortak değerler o
toplumun diğer toplumların kimliklerinden nasıl ve nerede
ayrıldığını belgeler. Bir toplumun üyesi olan her kişinin
yapısında ve benliğinde o toplumun mayasından bir parça bulunur.
Fransız ve Alman kültürleri arasındaki ayrılıklar bira mayası ile
şarap mayası arasındaki ayrılıklardan daha da derindir. Bunun gibi
Türklerin "ana mayası" da diğer toplumların mayalarından ayrıdır.
Bununla birlikte yoğurt ve peynir mayalarının bir kökenden gelmiş
olduğu da unutulmamalıdır. Ancak bir maya yalnız başına
bırakıldığında "kendi kendini yer." Bu bir dil sürçmesi değildir.
Maya içine katıldığı diğer maddeleri etkiler: yoğurt mayası sütü
yoğurda çevirir. Şarap mayası üzüm suyunu şarap yapar. Eğer maya
içinde gelişeceği çoğalacağı ana maddeyi bulamaz ise kendi kendini
yemeye başlar. Sonucunda da ölür. Üzüm suyuna yoğurt mayası
katılırsa sonuç ne şaraptır ne de yoğurt. Ne içilebilir ne de
yenilebilir. Mayanın canlı tutulabilmesi için sürekli olarak
kullanılması gerekir. Yeni mayalanmış yoğurdun bir parçası ayrılıp
maya olarak saklanır. Böylelikle maya da kendini yenilemiş olur.
Bir toplumun kültürü de bundan farksızdır. Kullanılmayan kültür
ölür.
Kültürü taşıyıcısına göre egemenlik alanına göre çıkış yaratılış
kaynaklarına göre görünüşüne biçimine bir başka anlatımla kültürü
kanıtlayan araca göre iş görüşüne göre değişik kullanım alanlarına
göre tanımlanabilir. Bu görelilikleri daha çoğaltmak dahası
değişkenleri kendi içinde bile sınıflamak olasıdır.
Bu değişkenlerden taşıyıcısına ve egemenlik alanına dayanarak dört
çeşit kültür kavramı oluşturulabilir:
1) Bireysel kültür esasında bireysel kültür bir yakıştırma
sıfattır. Yani bir bireye içinde bulunduğu toplumun üyelerince
karşılaştırma yöntemiyle yakıştıran bir kimliktir o bireyin içinde
bulunduğu yaşamını sürdürdüğü toplumun niteliğiyle birlikte bir
anlam taşır.
2) Yöresel (bölgesel) kültür ulusal kültürün tabanını
oluşturur.
3) Ulusal kültür bir toplumda yemek giyinmek barınmak
eğlenmek gibi gereksinmelerin elde edilmesinde kullanılan bilgi
inanç teknik davranış duyuş ve ifade biçimlerini içeren ve
toplumun yapısını oluşturan kültüre ulusal kültür denilmektedir.
4) Evrensel kültür bilim teknik felsefe ve din gibi kültür
öğelerini içeren ve bir topluma özgü olmayan genel geçerlikli
kültüre evrensel kültür denir.
"Evrensel kültür" bir çağa ve bir tarihsel döneme dünya ölçüsünde
hâkim olan diğer kültürlere baskın çıkan herhangi bir "çoğul
kültür"dür. Örneğin bugün için bu anlamda "evrensel" olan kültür
Batı kültürüdür. Fakat bu Batı kültürünün hâlen yaşayan diğer
kültürlerden "üstün" ve "iyi" olduğu anlamına gelmez; sadece
varolan diğer kültürlere baskın çıktığı ve dünya ölçüsünde
yaygınlaştığı anlamına gelir. Her kültürün mâhiyeti gereği
tarihsel olması o kültürün belli bir zaman kesiti içinde varlığını
sürdürdüğü yani yerini her an bir başka kültüre (o başka kültüre
kendinden pek çok şeyleri taşımış olsa da) terk edebileceği
anlamına gelir. "Evrensel kültür" teriminin kendisi Aydınlanmacı
Batı kültürünün bir kültürel mirası olarak terminolojiye
girmiştir. Bu yüzden bu kültüre özgü ideal ve ölçütlerle sınırlı
bir anlam içeriğine sahip olmak gibi bir tek yanlılığı ve
manüpilatif bir işlevi vardır Yine bu yüzden "evrensel kültür"ü
tarihsel perspektif altında bakıldığında herhangi bir "baskın ve
hâkim kültür" olarak anlamak uygun olur.
Her hangi bir halk topluluğunu millet yapan kültür değerleridir.
Kültür; tarihi süreç içerisinde oluşur milletler yaşadıkça o da
yaşar. Dededen atadan gelen kültürel değerler yaşayan insanların
duygu düşünce ve yaşantılarıyla şekillenir zaman içerisinde
gelişerek bazen de değişerek devam eder. Kültür değerleri hiçbir
zaman statik kalmazlar devamlı değişim halindedirler. Bu değişim
çok hızlı olmaz yıllar bazen de yüzyıllar süreci içinde olur. |
|
|
|
|
|
|
|