|
|
................... |
|
................... |
KÜRESELLEŞME VE
KÜLTÜREL KİMLİK SORUNU |
Yrd. Doç. Dr.
Abamüslim Akdemir
Kaynak: Anında
Tepki Forumu |
|
|
................... |
|
................... |
Bilimsel, teknolojik ve ekonomik
gelişmeye bağlı olarak, iletişim, enformasyon ve bilişim alanında
gerçekleşen hızlı değişim uluslar arasındaki sınırların önemini
ortadan kaldırdı. Bu süreç dünyayı giderek küçültürken
“küreselleşme” kavramını da tartışmaların odak noktasına
yerleştirdi. Bugün küreselleşme olgusu hem
taraftarları hem de karşıtlarının kendilerini destekleyen
önermeleri ile tartışılmaya devam etmektedir.
Küreselleşmenin politik boyutunu insan hakları ve liberal
demokrasi oluştururken, ekonomik boyutu çok uluslu sermaye ve
serbest piyasa ekonomisinin egemenliğindedir. Kültürel
boyutunda ise farklı kültürel kimliklerin bir arada yaşamasını
öngörür.
20. yüzyıl biterken bilimsel, teknolojik ve ekonomik gelişmeye
bağlı olarak iletişim, enformasyon ve bilişim alanında
gerçekleşen hızlı değişim uluslar arasındaki sınırların
önemini ortadan kaldırdı. Bu süreç dünyayı giderek
küçültürken; “küreselleşme” (globalisation) kavramını da
tartışmaların odak noktasına yerleştirdi. Ulus-devlet ve
ideolojilerin egemenliğinde kutuplaşan dünya, Sovyetlerin
çöküşü ve soğuk savaşın sona ermesiyle yerini yeni dünya
düzeni olarak tartışılan küreselleşmeye bıraktı. İnsan
hakları, liberal demokrasi ve serbest piyasa ekonomisi
anlayışıyla yerküreyi tamamen etkisi altına alan bu süreç
siyasal boyutu ile A.B.D’nin liderliğini, ekonomik boyutuyla
da çokuluslu sermayenin etkisini hissettirdi. Kültürel
ayağında ise, evrensellik ve yerellik aynı anda sunulurken,
tek düze tüketim kültürünün markalar egemenliği öne çıktı.
Bugün küreselleşme olgusu hem taraftarları, hem de
karşıtlarının kendilerini destekleyen önermeleri ile
tartışılmaya devam etmektedir. Onu olumlu gelişme olarak
değerlendirenler sekülerleşme, liberal demokrasi, serbest
piyasa ekonomisi ve hukuk devleti gibi konularda insanlık için
kurtuluş olarak görürler ve bunun kaçınılmaz bir son olduğunu
da iddia ederler. (1) Hatta, Francis Fukuyama liberal
demokrasiyi ideal toplum modeli haline getirirken tarihin sonu
olarak gösterir. Karşıtları ise; küreselleşmeyi uluslararası
sermaye ve güç odaklarının yeryüzünü daha geniş ve yaygın bir
şekilde işgal etme çabasının süslü bir kamuflajı olarak
sunarken, onu yeni bir sömürgecilik olarak adlandırırlar. Bu
olumsuz bakışta küreselleşme dünyayı küçültürken, dünyada olup
biten tüm gerginlik ve çatışmaları da iletişim ağıyla yatak
odalarına kadar taşır. Ayrıca soğuk savaş döneminin ideolojik
çatışmalarının yerini etnik, dini ve ulusal gruplar arasındaki
çatışmalar almıştır. Bu durumu Walzer; “kabilelerin” geri
dönüşüne şahit olduk (2) şeklinde ifade eder. Demek ki; hem
olumlu hem de olumsuz bakış açılarının küreselleşme olgusunu
henüz netleştiremediklerini görüyoruz. Bu ise; bize
küreselleşme kavramı etrafındaki belirsizliğin devam etmekte
olduğunu ve bu konudaki tartışmaların sürüp gideceğini
gösterir. Biz bu tartışmalara kısaca işaret edip bunları bir
tarafa bırakarak, küreselleşme sürecinde önemli gördüğümüz
kültürel kimlik sorununu irdelemeye çalışacağız.
İster felsefi, ister kültürel temelli olsun insanın kendisini
tanımlaması onun en önemli sorunlarından biridir. Ben kimim?
ve neyim? sorusu kimlik arayışının özünü oluşturur. Benlik ve
kişilik insanın içinde yaşadığı toplumdan bağımsız olarak
şekillenemez. Ancak evrensel değerlerden de tamamen kopuk da
değildir. Özellikle demokrasiyi benimseyen toplumlarda
evrensellik zorunlu bir bütünlülüğe ve içeriğe sahiptir.
Tarih, zaman, toplum, çevre, gelenek, kurallar ve paylaşılan
mekanlar kimlik aynasının gelişmiş parçalarıdır. Kimliği
belirleyen önemli unsurlar arasında etnik, dinsel
farklılıklar, ekonomik-sınıfsal ayrımlar, aile geleneği,dil,
cinsiyet v.b gösterebiliriz. “Ben” ve “ötekinin” algılanması
kimliği bir “aidiyet” sorunu olarak ortaya çıkarır. (3)Bu ise;
bütün kimliklerin ilişkisel olduklarını ve farklılığın
olumlanması demektir. “Ötekini” göz ardı ederek kimliğimizi
oluşturmamız mümkün değildir. Zevklerimizi, arzularımızı,
bakış açılarımızı, fikirlerimizi ve inançlarımızı kendi
başımıza yoktan yaratamayız, belirli bir kültür ortamında
gerçekleştiririz. Bu kültürel kimliğin tanımlanması ve ifade
edilmesinin ön-koşuludur. Kültürel kimlik var olmadan hiçbir
kişi var olamaz.
Küreselleşmenin kültürel boyutunda kimlik sorunu öne çıkan bir
değerdir. Çünkü; bugün “dünyanın her köşesinde insanlar etnik,
dini ve ulusal kimliklerinin bilincine, giderek daha fazla
varıyorlar, kimliklerinde daha ısrarcı oluyorlar ve kültürel
kimlikleri adına çeşitli taleplerde bulunuyorlar. Kültür ve
dillerinin korunmasını, çocuklarını kendi anadillerinde
eğitime hakkını, kendi özel gün ve sembollerinin ulusal gün ve
semboller olarak tanınmasını, içerisinde yaşadıkları
toplumlara kültürel ve tarihi katkılarının tanınmasını,
grupların siyasal temsilini, siyasal özerklik ve hatta bazı
durumlarda bağımsızlıklarını talep ediyorlar. Bu talepler uzun
süre ihmal edilmiş olan kültürlere ilişkin konuları siyasetin
kalbine yerleştirerek, siyasal yaşamı onlarca yıldır yönetmiş
olan anlayışların, ilkelerin ve varsayımların sorgulanmasına
neden oluyor." (4) Bu ise, küreselleşmenin kültürel
görüntülerinden biri olan çok kültürlü bir dünya anlayışının
sonucudur. O halde kültür ve kültürel kimliğin daha iyi ve tam
olarak anlaşılmasının gereği açıktır.
Küreselleşme olgusu içerisinde kültürel unsurlar kimlik sorunu
haline dönüşürken, birbiriyle çelişir gibi görünen iki
yaklaşım ortaya çıkar. Bunlardan birisi; Evrensellik ilkesini
öne çıkaran kültürel homojenlik (türdeşlik) yada popüler
kültür, kitle kültürü, diğeri ise farklılıkları korumayı gaye
edinen çokkültürlülük, yani uyuşmayan ama makul kapsayıcı
kültürlerin bir çoğulculuğudur. Küreselleşen kültürün bir
sonucu olan her iki yaklaşıma karşı genel küreselleşme
kavramına bakışta olduğu gibi, taraftar ve muhalif olanlar
vardır. Küreselleşmenin öncüsü olan toplumlar küresel kültüre
kendilerinin kabul göreceği bir ortamı hazırladığı için olumlu
yaklaşırlar. Asıl sorun bunların dışında kalan toplumların
kendini kabul ettirmek gayesiyle yeniden kimlik arayışı
içerisine girmeleriyle ortaya çıkar.
Küreselleşme, kültürlerin hareket alanını genişletiyor ve
ortak noktaların güçlenmesini olanaklı hale getiriyor.
Yeryüzünün önemli bir kısmında kültürleri birbirine
yaklaştırıyor. Kültürel homojenliği sağlamak için kültür
planlaması yaparak değişimi bir çizgi haline dönüştürmek
isteyenler kendilerinin kabullenilebilmesi için homojen kültür
oluşturma ihtiyacındadır. Bu çerçevede kültürel bir olgu
olarak küreselleşmeyi olumlu görenler giyimden beslenme
tarzına, televizyon dizilerinden bilgisayar programlarına,
kadın haklarından eşcinsel özgürlüklerine kadar dünya
ölçeğinde tek tip bir kültürü, batı toplumlarının ortak değeri
olarak sunmaktadır. Coca Cola, Mc Donald, Blue jean, Nike,
Adidas gibi markalar küreselleşirken bu örnekleri tüketimcilik
olarak adlandırabiliriz. Bu ekonomik bir olaydan ziyade sosyo-kültürel
bir tutum ve yaklaşımı ifade eder. Kültürel kimlikler ise
tüketim kalıplarına ilişkin sembollere bakılarak belirlenir.
Kültürel saflaştırma diyebileceğimiz bu girişimde küresel
kültür İngilizceleştirilme çabasındadır da. Batı dışı
toplumlarda bu tutumu onaylayanlar, küresel kodları kendi
kültürlerinin bir parçası olarak kabullenirken o şeylere
yönelmede bir aykırılık, gayr-i meşruluk görmezler. (5)
Küresel kimlik, küreselleşmenin bu çerçevesinde batı tipi
serbest piyasa ekonomisi ve demokrasi tarzının şekillendirdiği
kültürün tüm dünyada egemen olan görüntüsü biçimindedir.
Dolayısıyla küreselleşme ile üretilen projeler, insanı
yetiştiği ortamdan uzaklaştırırken, uyumu gerçekleştiremedi ve
onu umutsuzluk içinde kıvranan bir gezgine dönüştürmeye
çalıştı. Küreselleşen kültürel kimlik yerel motiflerde
evrensel, bilimsel ve teknolojik söylemlerle desteklenerek,
ticaretleşen bir ürüne dönüşmüş oldu.Bu ise küresel kültürü
standartlaştırarak ticari simge olarak ulusallığı çözüp,
etnik, folk motiflerle bir seri genelleştirilmiş insan
değerleri haline getirmiştir. (6)
Kitle iletişim araçları uzak mesafeleri yakınlaştırırken
kültürel etkileşimi de kolaylaştırmıştır. Toplumsal yapıları
dönüşüme uğratmış, buna bağlı olarak da kitle kültürünü ortaya
çıkarmıştır. Bu kültür her şeyi birbirine karıştırarak homojen
bir kültür yaratmıştır.
Böylece kimlik olgusunun sahip olduğu referans dayanaklarının
yitirilmesi küreselleşme sürecinde kim olduğumuzu tanımlamayı
güçleştirdi. Moda ve yaşam tarzındaki değişmeler insanların
değerlerini korumada zorluk yarattı. Kitle kültürü hiçbir şey
arasında hiçbir şeye karşı bir ayrımcılık yapmaz; kültür
yapıtları “meta”ya dönüştürür.İşlevi eğlendirmek, saptırmak ve
bilinci top yekun edilgenlik noktasına indirgemektedir. (7)
Küreselleşen dünyada egemen kültürler, Nietzsche’nin “ (...)
eğer insan köle istiyorsa, bu insanları efendi olacak şekilde
yetiştirmek aptallık olur.” (8) ifadesinden hareket edercesine
geleneksel kültürleri uygarlaştırmak yerine,onları modern
teknolojinin pratik değerlerinin kölesi durumuna
dönüştürmektir.Kitlesel standartlaşma, duyguları
zayıflatırken; reklam, şiddet içerikli filimler ve bilişim
teknolojisiyle oluşan sanal dünya da insanın ruhunu
yoksullaştırmıştır.
Kültürel bir kimlik olarak bireyin kendini kurma ve özenle
olma öznesi bireyci kültürün başarısı iken, küreselleşen
kültürün homojenleştirici etkisi ile rasyonelleşerek
bürokratikleşerek ve tüketici bir topluma dönüşerek gözden
kaybolur. Çünkü; küreselleşmede kültürel kimlik kitleleşme
eğilimindedir. Bu eğilimde ideal duyguların yerini fiili
olgular, amaçların yerini araçlar alır. Bireyler toplumsal
değerlerden siyasi ve kültürel katılımdan yabancılaşma
olgusuna geçer. Bireyler çeşitli güç odakları tarafından
hazırlanan yönlendirmelerle; hazlara, tüketime ve eğlenceye
yönelir. Kitap kültürünün yerini imge,simge moda,marka ve
sanal görüntüler öneren kitle iletişim araçları alır. Böylece
kitleleşen insan karışık kültür pazarında kendini bulur.
Küreselleşme ekonomik, siyasal ve kültürel bütünleşme çabasını
karşılıklı bağımlılıkla izah etmeye çalışırken, farklılıkların
azaltılıp, ortak yönlerin artmasını kültürel homojenlikle
gerçekleştirmeye çalışır. Ancak bu çabada ulusal, etnik ve
dini kimliklerin önemi kaybolur. Onların yerini almaya çalışan
küresel kimlik ise temelsiz ve belirsizdir. Örneğin; dinlerin
birliği ve kardeşliği küresel değer olarak öne çıkarken, yeni
bir tarikat yada din olarak algılanmaktan öteye geçememiştir.
Bununla birlikte küreselleşme kültürel bütünleşmeyle ulusal,
etnik ve dini kimliklerin önemini ve bu kimlikleri
taşıyanların onlara bağlılığını azaltmamıştır. Kültürler
değişmekte, kültürel kimlikler yeniden
yorumlanmaktadır.Kültürel kimlikler kitlesel hareketlerin ve
çatışmaların kaynağı olmayı sürdürmektedir. Ayrıca iletişim
teknolojisinde meydana gelen ilerlemeler homojenleştirici etki
yapmak yerine, insanların etnik, dini ve ulusal kimliklerinin
bilincine varmaları ve bu kimliklerle özdeşleşmeleri sürecine
hız kazandırmıştır. (9)
Küreselleşmenin ön plana çıkardığı bir diğer yaklaşım ise
homojenleştirmenin tam karşıtı bir bakıştır. Burada kültürel
farklılığa yönelme vardır. Özellikle Batı dışı toplumların
kültürel yaratıcılığını öne çıkarma arzusu vardır. Çünkü
“globalleşme yerel kültür öğelerini öncü toplumların kültür
kodlarıyla etkileşime sokarak son tahlilde yeni kültürel
pratiklerin ve anlayışların da oluşmasına katkıda
bulunmaktır." (10) Burada radikal olarak değil,yalnızca
marjinal olarak birbirinden farklı olan toplumsal grupların
barışçı bir şekilde bir arada yaşayabilecekleri çokkültürlü
ortamlardan söz edilir. Küreselleşmenin farklılıkları bir
arada tutma iddiası her zaman desteklenmiş değildir. Örneğin;
“Medeniyetler Çatışması” teziyle Amerikalı siyasal bilimci
Samuel Huntington küreselleşmenin kültürler arası farklılığı,
parçalanmayı,kutuplaşmayı ve hatta çatışmaları doğurduğunu
ileri sürmektedir.
Küreselleşmeyle birlikte asimilasyona tepki olarak
çokkültürcülük söylemleri uygulanmaya kondu.Farklı uluslardan
kurulmuş olan Amerika ve Kanada gibi ülkelerde yankılar bulan
bu söylem daha sonra yoğun göç alan Batı Avrupa ülkelerinde de
yaygınlaşmıştır. Farklı kültürleri bünyesinde barındıran
toplumların uyumlu bir şekilde varlıklarını devam ettirmesi
için önkoşul olarak çokkültürlü politikalara yöneldiği
söylenebilir.Farklı kültürel kimliklerin tanınması, hoşgörüyle
karşılanması ve saygı gösterilmesi gereği bu bakışta ortaya
çıkmıştır. (11) Kimlik ve farklılık çokkültürlülüğü
tanımlamak için iki önemli kavramdır. Kültürel kimliklerin
tanınmasında ve hangi kültüre ait olduğunun tespit edilmesinde
“ben kimim?” sorusuna verilen cevap çok önemlidir.Bu nedenle;
farklı kültürel değerlerin kimlik ve “nelik”i çokkültürlülüğün
kabul gördüğü bir ortamda hissedilebilir.Farklılık burada çok
kültürlülüğü oluşturan bir araçtır. Demokrasinin az geliştiği
çoğu toplumda demokrasiyi hızlandırıcı bir etki yaptığı da göz
ardı edilmemelidir. Farklı dil, din, ırk, cinsiyet vb.
kimliklere sahip toplumların bireyleri çokkültürlülüğü yaşam
biçimine dönüştürdükleri zaman birbirlerine daha
toleranslıdırlar. Kültürler arsındaki karşılıklı ilişkilerin
farklı kültürel kimliklerle zenginleştirilmesi çeşitli
halkların birbirlerini daha iyi anlamalarına da yardımcı olur.
Küreselleşme ile birlikte çok kültürlülüğün, insanlık
tarihinin taşıyarak getirdiği ötekine egemen olma arzusunun
oluşturduğu karşıtlığı ve çatışmayı önleyeceği iddialarına
karşın, muhalif olanlar küreselleşmeyi dünyadaki bütün
toplumların çıkarına olan ve onların sorunlarını çözen
barışçıl, insancıl, eşitlikçi, birleştirici ve bütünleştirici
bir süreç olarak görmezler.Umberto Eco’nun dediği “dünya gayet
büyük bir krizle çalkalanıyor” (12) sözleri onları destekler
niteliktedir. Olumsuz yaklaşımı destekleyecek farklı ve kendi
içerisinde tutarlı örneklerde vardır. Bir kere küresel
dünyanın egemen güçleri ötekine üstünlük kurup,onları kontrol
altına aldıktan sonra farklılıklarını sürdürmelerine izin
vermiştir. Bu ise; farklı gruplar arasında ahenk ve uyumdan
ziyade çatışmaları doğurmuştur. Doğu-Batı çatışması buna örnek
gösterilebilir. Çünkü, kültürel kimliklerin tanımlanması
açısından bakıldığı zaman egemen kültür olan Batı, Doğu’yu
efsanenin,dinin, geri kalmışlığın simgesi olarak gösterir.
Batı ise; bilimin, ilerlemenin ve çağdaşlığın simgesidir.
Küreselleşme ve kültürel kimlik sorununu, ortaya konulan bu
genel izahtan hareketle değerlendirmeye çalıştığımızda şu
sonuçlara varmamız mümkündür: Öncelikle küreselleşme (globalisation)
kavramı ve bu kavrama bağlı olarak tartışılan konular,
kavramın tanımlanmasındaki belirsizlikler ve hareket alanının
genişliği nedeniyle netliğe kavuşmamıştır.Farklı düşünce ve
yaklaşımları bünyesinde taşıdığı için tartışma devam
etmektedir. Bu durumu olumsuzluk olarak nitelemek doğru olmaz.
Çünkü bu bir süreçtir ve sağlıklı olanda küreselleşme kavramı
etrafındaki tartışmaların devam etmesidir. Bu
tartışmalara,aklın ve mantığın ilkeleriyle yaklaştığımız zaman
şunu söyleyebiliriz; küreselleşme dünyanın tek bir mekan gibi
küçülmesi ve toplumlar arası ilişkilerin sıklaşması ve
sıkıştırılması anlamında tek bir mekana uygun homojen kültür
oluşturma şeklinde algılanmamalı.
Şüphesiz küreselleşme bizzat kendisinin kabul göreceği bir
homojen kültür oluşturma ihtiyacındadır. (13)
Küreselleşme kültürel kimlikleri Batılı öncü toplumların
kültürel kodları ile verilen homojenleşme ve farklılaşmayla
tanımlar. Batı dışı toplumların kendilerini bu kodlardan
bağımsız tanımlama imkanı yoktur. Küreselleşmenin evrensellik
ilkesiyle öne çıkardığı kültürel homojenlik yerellikle çelişir
gibi görünse de farklılıkları içinde barındıran kültürel
çoğulculukla, birlik içinde çokluğu olanaklı kılmaya
çalışmıştır. Bu da gerçekten insaniyetçi bir dünya
tasavvurdur. Fakat bu durum sanıldığı gibi bütün toplumları
kapsayacak genişliğe ve derinliğe ulaşmamıştır. Beklenenin
aksine daha çok toplumlardaki marjinal grupların,etnik
hareketlerin, feminizm, çevrecilik ve homoseksüeller gibi
küçük grupların işine yaramıştır. Bu ise çoğu zaman toplumsal
barışı tehdit eden boyutlara ulaşmıştır.
Küreselleşmenin tezleri akla ve yönteme vurulduğunda
tutarlılık açısından çelişkileri içinde taşıdığı görülür.
Örneğin ; bir yandan kültürlerin homojenleşerek
evrenselliğinden, markalaşmış kültürel kodlarda olduğu gibi,
söz ederken, diğer yandan alt kültürleri, yerelleşmeyi,
geleneği, farklılıkları öne çıkarır. Ancak farklılıkların
derinleşmesi evrenselliği gerçekleştirmeğe bilir. Çünkü bizim
A.B.D de açılan bir Çin lokantası, bir Hint filmi ve bir Türk
musikisi konseriyle, Amerikan kültürünün küreselleşen
markaları olan Mc Donald, Coca Cola, Nike ve yüzlerce sineme
ve televizyon ürününü aynı çerçeve içerisinde ele almamız
gerekir. Burada dünya kültürleri küreselleşmiyor, uluslararası
sermayenin güçlü markaları küreselleşiyor. Bunun sonunda da
kültürel çoğulculuk değil, kültürel hegemonya yahut bir tür
kültür emperyalizmi ortaya çıkarıyor. (14)
Küreselleşme sürecinde değişmenin, farklılaşmanın kültürel
kimlikleri yeniden yapılandıracağı ve renklendireceği iddiası
varken, liberal demokrasinin kaçınılmaz son olarak sunulması
ve medeniyetler çatışmasından söz edilmesi kendi içindeki
çelişkilerin bir başka yönüdür.Küreselleşme insanlığın tümünü
kucaklayarak evrensel değerlere yönelmiş gibi görünse de,
dünyadaki sermayenin merkezleşmesi Amerika ve Batı blokunun
tekelinde toplanmasından dolayı bu da küreselleşme olarak
değil Amerikanlaşma olarak kavranabilir.
Kanaatimizce burada küreselleşme ve kültürel kimlik üzerine
oluşan olumlu ve olumsuz tutumları birlikte düşünmemiz
gerekir. Eğer insanlığın gelecekte huzurlu ve mutlu bir
dünyada yaşamasını istiyorsak,ortak aklımızı,
sağduyumuzu,vicdanımızı, yerli yerinde kullanarak adaletli
olma ve etik davranma sorumluluğunu da taşıyarak, yeni
yüzyılın kaçınılmaz ama içinde belirsizlikleri olan bu
küreselleşme olgusunu küresel felaketlere dönüştürmemek için
çalışmalıyız. Bu sadece Batılı yada Doğulu kimlikler için
değil insanlık için yapılmalıdır.
KAYNAKÇA:
Aydın, Mehmet S.; “Küreselleşmeye Genel Bir Bakış”,
Küreselleşme,Ufuk Kitapları, İstanbul 2002.
Walzer, Michael; “The New Tibalism”, The Nationalism
Reader, New Jersey, Humanities Press.
Takış, Taşkın; “Kimliklerle Buluşma”, Doğu ve Batı
,Yıl:6,sayı 23, Temmuz 2003.
Tok, Nafiz; Kültür ,Kimlik ve Siyaset, Ayrıntı Yayınları,
İstanbul 2003.
Sarıbay, A. Yaşar; “kültürel Bir Olgu Olarak
Globalleşme”, Küreselleşme, Ufuk Yay, İstanbul 2002.
Smith, A.D; Milli Kimlik,Çev.B.S.Şener, İletişim
Yayınları, İstanbul 1994.
Swingewood, Alan; Kitle Kültürü Efsanesi,Çev.A.Kansu,(:Bilim
ve Sanat Yayınları, Ankara 1996.
Nietszche, F.; “Twilight of The Gods”,W.Kaufmann(Der),The
Portable Nietzche,New York,1954.
Taylor, Charles; “Tanınma Politikası”,Çokkültürlülük,A.Gutmann,Yapı
Kredi Yay., İstanbul 1996.
Eco, Umberto; “Umberto Eco İle Kriz Üzerine”,Gogito,Söy.L.Yılmaz,Sayı
27,Yaz 2001.
DİPNOTLAR:
1) Mehmet S. Aydın; “Küreselleşmeye Genel Bir Bakış”,
Küreselleşme, İstanbul: Ufuk Kitapları, 2002 s. 7-13.
2) Michael Walzer ; “The New Tibalism”, The Nationalism
Reader, New Jersey:Humanities Press, s. 322-332.
3) Taşkın Takış, “Kimliklerle Buluşma”, Doğu ve Batı
,Yıl:6,sayı 23, Temmuz 2003 s. 7.
4) Nafiz Tok, Kültür ,Kimlik ve Siyaset, İstanbul:
Ayrıntı Yayınları, 2003, s. 22-23.
5) A. Yaşar Sarıbay, “Kültürel Bir Olgu Olarak
Globalleşme”, Küreselleşme, İstanbul: Ufuk Yay, 2002,s.48-50.
6) A.D Smith,Milli Kimlik,Çev.B.S.Şener,
İstanbul:İletişim Yayınları,1994, s.176-177.
7) Alan Swingewood, Kitle Kültürü Efsanesi, Çev.A.Kansu,
Ankara, Bilim ve Sanat Yayınları,1996, s.16-17.
8) F. Nietszche, “Twilight of The Gods”,W.Kaufmann(Der),
The Portable Nietzche, New York, 1954, s.545.
9) Nafiz Tok, a.g.e., s.309-310.
10) A. Yaşar Sarıbay, a.g.e., s.50.
11) Charles Taylor, “Tanınma Politikası”,
Çokkültürlülük, A. Gutmann, İst.,Yapı Kredi Yay., 1996,
s.42-84.
12) Umberto Eco, “Umberto Eco İle Kriz Üzerine”, Gogito,
Söy.L.Yılmaz, Sayı 27, Yaz 2001, s. 31.
13) A. Yaşar Sarıbay, a.g.e., s48.
14) Mehmet S. Aydın, a.g.e., s.21-22. |
|
|
|
|
|
|
|