|
|
................... |
|
................... |
AYDIN SORUNU
ÜZERİNE |
Kayseri İşçi Kültür
Evi
Kaynak: Mamak 3.
Kültür-Sanat Festivali Kültür SempozyumuTebliğleri |
|
|
................... |
|
................... |
Aydın, her türlü kafa işi ile uğraşan
toplumsal bir katmandır. Tarihsel deneyimlerin gösterdiği gibi,
emekle sermaye arasındaki mücadele tarihinde aydınların sosyalist
harekete en yoğun katılımı, genellikle proleter partinin
kuruluşunun ilk dönemlerinde olur. Bu ilk dalga, aydın tabakasının
en seçkin teorisyen ve politikacılarını parti saflarına getirir.
Parti büyüdükçe, etrafındaki işçi
kitleleri aydınlandıkça, aydınların yeni unsurlarının
katılımları göreli olarak zayıflar.
Sosyalizm, içeriğini net bir biçimde açığa vurdukça, herkes
için onun tarihteki misyonu anlaşılır hale geldikçe, aydınlar
ondan o kadar irkilip uzaklaşma eğilimine girerler. Aydınların
bu eğilimlerini bir niyet sorununa indirgemek yüzeysel bir
değerlendirme olur. Aydın tabakasının sosyalist harekete
katılımını sınırlayan belirli toplumsal nedenler vardır.
Bunlar kısaca şöyle sıralanabilir:
1) Kapitalizmin gelişmesi, bu tabakanın en üst kesimini
kendine tabi kılar. Burjuvazi pek çok yetenekli aydını
kendisine bağlar.
2) İşçi sınıfının bir parçası olarak kendi sınıfını
yadsımadan sosyalizme gelir. Böylece o, kendini daha güvenli,
daha güçlü kılan kitleyle manevi birliktelik duygusundan
hoşnuttur. Ama aydın, sosyalizme kendi sınıfını yadsıyarak,
tek başına bir birey olarak gelir. Doğallıkla bir birey olarak
etkide bulunmaya çabalar. Ancak proleter parti, kolektivizmin
ta kendisidir. O, aydının kişisel mevki kazanmasının önünde
bir engeldir. Tam da bu noktada aydın engellerle
karşılaştığını düşünür. Sınıf partisi ona bir cendere gibi
görünür.
3) Proleter parti, aydına, disiplinli olmayı ve onun
bireyci eğilimlerine sınırlama getirmeyi gerektiren koşulları
oluşturur. Bu, aynı zamanda onun toplumsallaşmasının da zemini
demektir. Ancak bu durum, aydınlar arasında belirli bir
hoşnutsuzluk uyandırır.
4) Aydınların alt sınıflara yakın olan kesimini bir
yana bırakırsak, onların üst kesimi, sınaî kârdan, toprak
rantından ya da devlet bütçesinden beslenir. Tam da bu
nedenle, dolaylı ya da dolaysız olarak burjuvazinin
hizmetindedir ve ona bağlıdır.
5) Aydınların yaptıkları işin manevi niteliği, onlarla
egemen sınıflar arasında manevi bir bağ kurar. Örneğin, aydın
katmanının içinde belirli bir yer tutan fabrika yöneticileri
ve idari sorumlulukları olan mühendisler kendilerini
kaçınılmaz olarak işçilerle karşıt bir konum içinde bulurlar.
Yerine getirmek zorunda oldukları iş ve yaşam biçimleri
onların düşünce biçimlerini belirler.
6) Yazarlar ve sanatçılar için de aynı şey söz
konusudur. Bu kesim de ürünlerini piyasaya sunar. Bu ürünler,
piyasanın onayına tabidir. Bu, aydınların sermayeye ve paraya
bağımlılığını ifade eder. Dolayısıyla, onlar, yaratıcı
başarılarını burjuva ayak takımına bağlarlar.
7) Kol işçiliği, her ne kadar kasları köleleştirip
vücudu tüketse de işçinin zihnini burjuvaziye bağlamada
yetersizdir. Kafa işçisi ise, fiziksel açıdan kıyas kabul
etmez derecede daha özgürdür. Yazar, fabrika düdüğü çaldığında
kalkmak zorunda değildir. Doktorun arkasında ustabaşı durmaz,
mahkemeden çıkan avukatın üstü aranmaz. Fakat buna karşılık
onlar, salt emekgücünü, kas kuvvetini değil, tüm beynini ve
kişiliğini satmaya zorlanır. Sonuçta onların mesleki giysileri
kaliteli bir tutsak üniformasından başka bir şey değildir. Ne
var ki, onlar çoğu zaman bu gerçeği görmek istemezler.
Aydın tabakasını gelecekteki temsilcileri olarak üniversite
gençliği
Üniversiteler ilk kuruldukları yıllarda mülk sahibi ve egemen
sınıfların çocuklarının devletçe örgütlenmiş eğitimin son
aşamasını oluşturmuşlardı. Bu kurumlar günümüzde de böyle bir
işlevi sürdürmekle birlikte bu özelliği daha da genişlemiştir.
Burjuva ideolojisini işçi ve emekçi çocuklarına dayatmak,
kalifiye işçi yetiştirmek, gençliğin işsizler ordusuna
katılımını geciktirmek şeklindeki amaçları buna örnek olarak
verilebilir.
Öğrenci, toplumsal konumundan kaynaklı olarak hiçbir toplumsal
işlevi yerine getiremez. Kendisini sermayeye ya da devlete
doğrudan bağlı hissetmez, her hangi bir türden sorumlulukla
sınırlanmaz, doğru ve yanlışa ilişkin yargısında özgürdür. Bu
dönemde onun için her şey mayalanma halindedir. Sınıfsal
önyargıları henüz şekillenmemiştir. Bilince dayalı sorunlar
onun açısından çok büyük öneme sahiptir. Zihni ilk kez
bilimsel genellemelere açılmaktadır. Eğer devrim ve sosyalizm
onun aklına bir parça da olsa egemen olacaksa, işte en uygun
an bu andır.
Öğrencilerin burjuva toplumuna maddi bağımlılıkları, onların,
genellikle aileleri üzerindendir, bundan dolayı bu bağımlılık
göreli olarak zayıftır. Ama buna karşın, öğrencilerin çıkıp
geldiği sınıfların genel toplumsal çıkarları ve ihtiyaçları,
öğrencilerin duygu ve düşüncelerine yansır. Öğrenciler,
burjuva toplumunun hassas barometreleridir. Burjuva toplumuna
karşı devrimden başka hiçbir çıkış yolu olmadığından, onlar,
devrim ve sosyalizme yöneldikleri gibi, sınıfı ve kitle
hareketinin durgunlaştığı koşullardan etkilenerek geriye de
düşebilirler.
Burada bir sınıf ya da bir düşüncenin değil, bir yaş gurubunun
karakteristik özelliği olan ahlaki idealizmle karşı
karşıyayız. Diğer taraftan bu idealizmin politik içeriği
tümüyle öğrencilerin çıkıp geldikleri ve ona geri döndükleri
bu sınıfların tarihsel ruh hali tarafından belirlenir.
Emekle sermaye arasındaki uçurumun derinleşmesinin aydınlar
üzerindeki etkisi
Emekle sermaye arasındaki mücadelenin keskinleşmesi,
çoğunlukla aydınları proleter partinin safına geçmekten
alıkoyar. Mücadele keskinleştikçe, sınıflar arası köprüler
yıkılır ve karşıya geçmek her geçen gün daha da zorlaşır.
Böylece, aydınlar açısından komünizmin özünü teorik bakımdan
kavramayı nesnel olarak kolaylaştıran koşullara paralel
olarak, tersi yönde aydınların proleter partiye giden yoldaki
toplumsal engelleri de giderek büyür. Gelinen noktada,
sosyalist hareketle birleşmek, soyut ve spekülatif değil,
somut ve politik bir eylemdir. Bu engeli, tarihsel
deneyimlerin de gösterdiği gibi, sınırlı sayıda aydın
aşabilir. Örneğin, Lenin söz konusu engeli aşan ender
aydınlardan biriydi. O, çağının bütün felsefe, bilim ve
düşünce akımlarını yakından izleyen, edebiyatın ve sanatın
bütün dallarıyla ilgili yaratıcı bir düşünce ve eylem
insanıydı. O, tarihin akışını, teoriyle bir bütün olarak
kavrama düzeyine yükselmişti. Böylece, tam da bu noktada
geleceği elinde tutan sınıfın safına katılmıştır. O’nun bu
katılımı, kendini edilgen bir izleyici konumunda bırakmayıp,
yığınları örgütleyici ve harekete geçirici bir düzeye
yükselmiştir.
Yukarıda aydın tabakasının, devrim ve sosyalizm mücadelesine
katılmasının güçlüklerine parmak bastık. Ancak bu güçlükler,
aydınların mücadeleye katılımlarının sınırlarını işaret eder,
imkânsızlığını değil. Sosyalist hareketin gelişmesiyle artan
bir yabancılaşma olarak tanımlayabileceğimiz aydınların
sosyalizme ilişkin tutumu, toplumsal güçler dengesini köklü
bir biçimde değiştirecek olan bir nesnel politik değişimin
sonucu olarak değişebilir. Aydınlar, işçi kitlelerine ne kadar
yabancı olursa olsun, yine de belirli bir kesimi devrim ve
sosyalizm saflarına geçebilir. Onlar, toplumsal emeğin
kültürel dallarıyla olan mesleki bağları, teorik genelleştirme
yeteneği, düşüncenin esnekliği ve devingenliği yani
entelektüel kapasiteleri sayesinde yeni toplumun inşa
sürecinde yerlerini alabilirler.
Günümüz toplumunda aydının önemi
Kapitalizm, eşitsizlikler üzerinde yükselmesinden dolayı,
karşıtlarını yaratmakta ve karşıtlar arasında bir mücadeleyi
zorunlu kılmaktadır. Karşıtların varlığı, egemen sınıfın her
türlü baskı ve zor aygıtını kullanmasını koşullandırır. Bu
politikanın bir ayağını da ideolojik saldırı oluşturur. Tam da
bu noktada burjuvazi, aydınlar yoluyla kendi sistemini ve
egemenliğini meşrulaştırmaya çalışır. Aydın burada iki temel
konumda olacaktır; ya burjuvazinin hizmetinde ya da işçi
sınıfının yanında... Özcesi, aydının kurtuluşunun yolu,
işçileri aydınlatmaktan ve kendisini de bu süreçte
işçileşmekten geçmektedir. Onun, tutsaklığından kurtuluşunun
tek yolu budur.
Düzene muhalif aydın olmak, sadece çok okumuş olmak değildir.
O, yeni bir dünya görüşüyle edindiği deneyimleri toplumun
hizmetine sunandır. O, bilgi ve birikimini, sömürü ve baskıya
dayalı toplumsal düzenin değişmesine hasredendir. O, gerçeği,
bilimi ve gelişmeyi bedeli ne kadar ağır olursa olsun sonuna
dek savunandır, zorluklara göğüs gerebilen, tok ve dik duruşu
sergileyebilendir. |
|
|
|
|
|
|
|