|
|
................... |
|
................... |
TARİHSEL
SORUNLAR EKSENİNDE KÜLTÜR SORUNU |
Kayseri İşçi Kültür
Evi
Kaynak: Mamak 3.
Kültür-Sanat Festivali Kültür SempozyumuTebliğleri |
|
|
................... |
|
................... |
“Tarihsel Sorunlar Ekseninde Kültür
Sorunu” başlıklı tebliğimizde, genel olarak devrimci-sosyalist
kültürün hangi kültürel miras temelinde yükseldiği, özel olarak da
Sovyetler Birliği deneyimi üzerinde duracağız.
1) Sınıf devrimcileri, devrimci- sosyalist kültürü
savunmak, dahası geliştirmek zorundadırlar. Bu, onların tarihsel
ve sınıfsal misyonları ile kopmaz bağ içinde olan
sorumluluklardır. Devrimci-sosyalist kültürün temel
kaynakları Marx, Engels ve Lenin’in teorisi; sınıf mücadelesi,
devrim ve sosyalizmin deneyimleridir. Devrimci-sosyalist
kültür enternasyonalisttir, içerikte ve biçimde devrimcidir
Devrimci-sosyalist kültür, insanlığın binlerce yılda yarattığı
kültürel birikim temelinde yükselir. Geçmiş kültür mirasında
yeni ve ileri olanı eleştirel bir biçimde sahiplenir,
geliştirir, kendi kültürünün parçası haline getirir. Yine o,
emekçi sınıfların kültür ve sanat ürünlerine eleştirel bir
biçimde dayanır.
2) Sovyetler Birliği’nin kültürel-sanat alanındaki
deneyiminin değerlendirilmesi kültürel miras bağlamında kilit
önemdedir.
Rusya’da Sosyalist Ekim Devrimi ile işçi sınıfı siyasi
iktidarı ele geçirdi. 20. yüzyılın tartışmasız en önemli olayı
olan bu devrim, yeni bir çağı, proleter devrimler çağını
başlattı. O, toplum yaşamının her alanında olduğu gibi,
kültür-sanat alanında da büyük bir atılımın yolunu açtı.
Proleter iktidarın önünde duran en temel görevlerden biri,
kültür ve sanatın küçük bir azınlığın işi olmaktan çıkarılıp,
kitlelerin olağan toplumsal etkinliği haline gelebilmesine
yönelik önlemler alınmasıydı. Bunun için olağanüstü boyutlarda
bir eğitim seferberliği başlatıldı. Eğitim dar bir elitin
ayrıcalığı olmaktan çıkarıldı, tüm işçilerin, kent ve kır
emekçilerinin hizmetine sunuldu. Çarlık döneminde büyük ölçüde
eğitimin dışında tutulan kadınlar, kitleler halinde eğitim
içine çekildiler. Eğitimin temelini, politeknik eğitim
oluşturdu, böylece eğitimde teori-pratik ilişkisi kuruldu.
Sovyetler Birliği, kitap ve gazete tirajında muazzam bir
ilerleme kaydederek çok kısa zamanda emperyalist ülkelere
yetişti ve onları geçti. Çarlık döneminde baskı altında
tutulan dillerin gelişmesi desteklendi.
Sovyetler Birliği’nde dikkat çeken yönlerden biri; sanatın
dar, içine kapanık, uzman sanatçı çevrelerin etkinliği
olmaktan çıkarılıp kitleselleştirilmesi çabasıdır. Kitlelere
salt kültür ve sanat ürünlerinin tüketicileri gözü ile
bakılmamış, onlar bizzat üretici olarak kültürel etkinliğin
içine çekilmeye çalışılmıştır.
Ekim Devrimini izleyen yıllarda Sovyetler Birliği’nde eğitim
ve kültür alanlarında kısa zamanda elde edilen başarılar,
proleter iktidarın ve kamulaştırılmış planlı ekonominin
muazzam başarılarıydı. Bütün bunlar Batı’daki birçok işçi ve
aydını güçlü bir şekilde cezbetti.
Sovyetler Birliği’nde eğitim ve kültür alanındaki baş
döndürücü ilerleme yalnızca uluslararası işçi hareketi
açısından değil, Batı’daki aydınlar ve bilim insanları
açısından da bir referans noktası olarak hizmet gördü. Bu
gelişmeler, bürokratik deformasyona rağmen, ulusallaştırılmış
planlı ekonominin potansiyelini ortaya koydu.
Kuşkusuz bu başarılar bugünkü tabloyla taban tabana zıttır.
Sovyetler Birliği’nin dağılışı ve çıplak kapitalist bir ülke
haline gelişi, üretici güçlerin ve kültürün korkunç çöküşü
sonucunu doğurdu. Buradan hareketle, Marksizm'e, sosyalizme ve
genel olarak planlı ekonomi düşüncesine karşı uluslararası
ölçekte muazzam bir ideolojik ve kültürel saldırıya girişildi.
Sosyalizmin düşmanları, Marksizm'i karalama çabalarında,
sosyalizmin özüne karşıt olan uygulamalarından sonuna dek
yararlandılar.
Sovyetler Birliği’ndeki bürokratik deformasyon süreci ve onun
ürünü bürokratik kastın egemenliği birdenbire değil, bir dizi
iç ve dış gelişmelerin sonucu olarak ortaya çıktı.
Yeni bir çağı, proleter devrimler çağını başlatan Sosyalist
Ekim Devrimi, Avrupa devrimlerine itilim kazandırmasına
rağmen, bu Avrupa’da proleter devrimlerin zafere ulaşmasına
yetmedi. Avrupa’da devrimci dalga çok geçmeden kırılıp
çekilince, Sovyetler Birliği büyük bir yalnızlıkla yüzyüze
kaldı.
Ekim Devrimi’nin açmazı, sadece tek bir ülkede yalnızlaşması
değil, yanı sıra asgari bir ekonomik ve kültürel gelişme
düzeyini kapitalist kuşatma altında kendi sınırlı iç
olanaklarıyla yaratma sorunuyla karşı karşıya kalmasıydı. Bu
iki etken bir arada, içte ve dışta girilen zorlamaların, bu
zorlamaların beslediği yanlışların tarihsel zemini oldu.
Bunların içteki bedeli, bürokratik deformasyondu. Öncü parti
ve iktidar, işçi sınıfı ve emekçi kitlelerden giderek koptu,
uzaklaştı ve yabancılaştı, kitleler edilgenleşti. Dıştaki
bedeli ise, proleter enternasyonalizminden uzaklaşılması oldu.
Sovyet devrimiyle dünya devrimi arasındaki ilişkiler
koparıldı. Sovyet devletinin çıkarlarını ve gereksinimlerini
temel alan bir çizgi giderek yerleşti.
Bürokratik deformasyon süreci, her alanda olduğu gibi, kültür
ve sanat alanında da etkisini göstermeye başladı. 1934’te
çeşitli sanat akımların arasında süren tartışmalar
sonuçlandırıldı ve Sovyetler Birliği’nin resmi sanat anlayışı
olarak “sosyalist gerçekçilik” formüle edildi. Bu resmi sanat
anlayışına, 19. yüzyılın üçüncü çeyreğindeki taşra klişeleri
damgasını vuruyordu. Bu anlayışın “gerçekçiliği”, yer yer
tahrif edilmiş fotoğraf ve resimlerle, olmayan olayları olmuş
gibi göstermesiyle gölgeleniyordu. Bu dönemde, resmi çizgiye
uygun olmayan eserlere yaşam hakkı tanımayarak “gerçek”
darlaştırılmıştır. Yasakçı yöntemler ağır basmış, “olumsuz”a
karşı mücadele içinde olumlunun kavratılması yöntemi fazla
kullanılmamıştır. Lenin ve Stalin’e sanat eserlerinde
gereğinden fazla yer verilmiş, kişi kültünün önü açılmıştır.
Yine, geleneksel, klasikleşmiş stillerin dışında kalanlar,
çoğu kez “kitlelerin bunları anlamadığı” gerekçesi ile zararlı
ilan edilerek “sosyalist gerçekçilik” biçimsel kalıplar içine
hapsedilmiştir.
Oysa Ekim Devrimi’nin canlı etkisini henüz sürdürdüğü bir
evrede, Rusya Komünist Partisi’nin 1 Temmuz 1925’te kabul
ettiği karar şöyledir:
“Komünist eleştiri, kibirli, iddialı, yarı bilgili ve kendi
kendini tatmin eden komünist üstünlük duygusundan kesinlikle
kurtulmalıdır… Parti, edebi akımlar ve eğilimlerin özgürce
yarışmasından yanadır… Sorunlara başka şekilde çözüm aramak
formel ve bürokratik olmaktır… Parti herhangi bir gruba edebi
yayıncılıkta tekelci hak tanımaktan kaçınır. Parti, hiçbir
gruba, fikirleri ile en proleter olanlara bile tekelci konum
veremez: Bu, öncelikle, proleter edebiyatın kendine zarar
veren bir tutum olur. Parti, edebiyatla ilgili konularda
kendini üstün gören her türlü yetkisiz, idari müdahale
girişiminin, kökünden kurutulması gerektiğini düşünmektedir.”
Besbelli ki, sınıf devrimcilerinin bugün de sahipleneceği
kültür-sanat alanındaki devrimci-sosyalist seçenek budur.
Kuşkusuz, buradaki sanatçının tam bağımsızlığı ve özgürlüğü
istemi, salt Sovyetler Birliği’ndeki bürokrasiye değil;
sanatçıları gerek devlet baskısı altına alan, gerekse paranın
egemenliğine mahkûm kılan burjuvaziye ve onun devletine karşı
da yöneltilmektedir.
Diğer yandan, özgürlük ve nesnellik, Marksistler açısından
“tarafsızlık” şeklinde anlaşılamaz. Nitekim bu bağlamda onlar,
pek çok edebi esere eleştirel yaklaşmışlardır. Doğal olarak,
başka bir tutum samimiyetsizlik ve tutarsızlık olurdu.
Başkaları için düşünce ve eleştiri özgürlüğünü savunan kişinin
aynı zamanda kendisine farklı davranması mümkün değildir.
Özellikle de Marksist bir eleştirmenin edebiyat eserlerinin
değerlendirilmesinde Marksist ölçütlerden vazgeçmesi
beklenemez.
Sonuç
İşçi sınıfı siyasal iktidarı ele geçirip devrimi sürekli
kılmadan, kültür ve sanat dar bir elitin işi olmaktan
çıkarılamaz, kitlelerin olağan toplumsal etkinliği haline
gelemez. Sovyetler Birliği’nde kısa dönemde kültür-sanat
alanındaki kazanımlar, sonraki bürokratik deformasyon sürecini
bir yana bırakırsak, işçi sınıfı iktidarı koşullarında nelerin
mümkün olduğunu göstermesi bakımından eşsiz bir deneyimdir.
İşçi sınıfı iktidarı, kültür ve sanat eserleriyle ilgili
olarak yasakları değil, ideolojik ve kültürel mücadeleyi temel
almalıdır. İşçi sınıfı ve emekçilerin sosyalist-enternasyonalist
bilinci ve inisiyatifi, işçi sınıfı iktidarına açık veya
örtülü saldıran sanat eserlerine karşı en temel güvence ve
panzehirdir.
Devrimci-sosyalist kültür, kişi kültünü ve fetişizmini
körükleyici biçimde kullanılamaz.
Devrimci-sosyalist kültür-sanat sürekli daha iyiyi, daha
güzeli arar. O statik değil dinamiktir, devrimcidir. Kendini,
kesintisiz gelişen ve değişen toplumla birlikte geliştirip
değiştirir. O, komünizmi kuracak yeni kuşakların eğitilmesinde
ve yetiştirilmesinin temel bir aracıdır.
Devrimci-sosyalist kültür; insanlığın ilerici, demokratik ve
sosyalist kültürün mirasını sahiplenir. O, emekçi sınıfların
kültür ve sanat üretimlerinden eleştirel bir biçimde beslenir.
Devrimci-sosyalist kültür-sanata biçimde sınır koymaz, ona
eksiksiz bir özgürlük tanır. Unutmamalı ki, doğru bir içeriği
estetiksel bir biçimde ifade etmenin yüzlerce, binlerce yolu
vardır. Bunların her biri emekçi kitlelerin beğenisini
kazanabilmek için yarışabilmelidir. Kuşkusuz ki, bu yarıştan
sınıfsız toplum yönünde ilerleyen işçi sınıfı iktidarı
kazançlı çıkacaktır. |
|
|
|
|
|
|
|