|
|
................... |
|
................... |
KÜLTÜR VE
KÜLTÜREL SÜREÇLER -1 |
Doç. Dr. Yalçın İzbul
Hacattepe
Üniversitesi |
|
|
................... |
|
................... |
I - G İ R İ Ş
Sosyal/kültürel antropolojinin ilk elli yılı sonunda, A.L. Kroeber
ve C. Cluckhohn adlı iki ünlü Amerikalı insanbilimci
yayınladıkları bir kitapta kültür kavramının yüz atmış dört farklı
tanımını derlemişlerdi. (Culture: A Critical Review of Concepts
and Definitions; Kültür: Kavram ve Tanımlara Eleştirisel Toplu
Bakış, 1952.) Bozkurt Güvenç, bir sözcük ya da
kavrama bu denli çok ve çeşitli anlam yüklenince, onun
tanınmaz ya da tanımlanamaz duruma gelmiş olmasını doğal
karşılamak gerekir, diyor (Bknz. İnsan ve Kültür, ilgili
bölümler).
Sözcük, Latince colere "ekin ekmek, yetiştirmek" fiilinin
cultus "ekilen, ekilmiş" türevinden geliyor. Ne var ki, çağlar
boyunca, değişik ülkelerde, farklı akım ve yaklaşımlarla
yüklenen nüanslar bu denli bir anlam zenginliği -ya da
karmaşasına- yol açmıştır.
Yüz atmış beşinci öneride bulunmak gibi bir amaç gütmüyorsam
da, vereceğim tanım ve açıklamalarda, numaralanmış anahtar
sözcükler kullanarak, antropoloji literatüründeki "kültür"
kavramı ve "kültürel süreçler" ile ilgili görüşler üstüne bir
yorum sunmak istiyorum.
"KÜLTÜR" TANIMI
Kültür;
Belli bir topluluğun, kişiden kişiye veya toplumsal iletişim,
etkileşim yoluyla sürdürdüğü ve bireylere kazandırdığı maddi
ve/veya zihinsel yaşam tarzı ve dünya görüşü bileşiği,
bütünleşmesi olup, varlık nedeni ve sonucu ise çevreye
uyarlanma, giderek çevreyi kendi kuramsal amaçları
doğrultusunda değiştirme olgusu ve sürecidir.
1. Kültür İnsanın Evrensel Özelliğidir:
Kültür, insanın evrensel özelliğidir; ama onu tanımak,
tanımlamak için alan çalışmasına çıktığımızda kültür
ile değil, çeşitli boyut ve düzeylerde birbirinden farklı
kültürler ile karşılaşırız. Kültürler hem birbirlerine
benziyor, hem de birbirlerinden farklı... Kültür toplulukları
kimliklerini -- tanım gereği ve gerçekte -- öteki kültür
topluluklarından farklı olmakla kazanıyorlar. Yeryüzünde çok
sayıda kültür, alt-kültür, kültür yöresi, kültür çevresi, vb
yanyana, içice, belki de dişdişe etkileşme durumunda. ya da
birbirinden türlü nedenlerle ve türlü derecelerde yalıtılmış
olarak varlığını sürdürüyor. Yalıtılmışlık, kitle iletişimi ve
yoğun coğrafyasal hareketlilik çağında giderek azalan bir
eğilim.
Kültür temaslarından ileri gelen sarmaşma eğilimlerini, öte
yandan tarih, çevre (ekoloji), ve yaratıdan kaynaklanan
değişme ve ayrımlaşma dinamiği dengeliyor. Sonuçta, yarının
dünya kültür haritasının bugünkü haritadan farklı olacağına
kesin gözüyle bakabiliriz. Ama sarmaşma ve ayrımlaşma dengesi
süreklidir ve dünya kültür haritası benekli görünümünü
herzaman için koruyacaktır.
Demek ki, oluşturmağa çalıştığımız kültür kavramı, bir
soyutlama olmağa başından mahkumdur. Onu ancak alanda
karşılaşacağımız farklı kültür örüntülerini karşılaştırarak
yorumlamak durumundayız. Alan çalışmaları, dolayısıyla,
evrensel/göreli yorum çelişkisinin aslında kültürün gerçek
yüzü olduğunu gösteriyor. Kültürler arası benzerlik ve
farklılıklar, evrenselci ve göreci yorumları birlikte
doğruluyor.(1)
2. Kültür Toplumsaldır:
Kültür, toplumsaldır. Bireyin değil, topluluğun düşünce, inanç
ve davranış örüntülerini, deneyim ve birikimini içerdiği
varsayılır. Bireyleri gözleyerek, dinleyerek elde ettiğimiz
verilerin, toplumun bütününde yaygınlık taşıdığını kabul
etmemiz istenmektedir. (Dolayısıyla, ne kadar çok "denek"le
çalışırsak, o derece daha sağlıklı sonuçlar elde ederiz.)
Demek ki, "kültür" kavramı bir soyutlamadır. Topluluğun,
yüceltilmiş, idealize edilmiş, ya da (bir karşı-kültür
öfkesiyle) eleştirilen, değiştirilmesi önerilen genel değerler
ve davranışlar dizgesini dile getiriyor.
Ne var ki, "toplum" ya da "topluluk" tanımı, türlü açılardan
ve türlü düzeylerde yapılabilir. Kısaca "toplumsal nitelik"
tanımı ile yetinecek olursak, yakın aile çevresinden "tüm
insanlık" çerçevesi (ya da ülküsüne) değin içice kültür
çemberleri, ortak ve bütünleştirici bir yaklaşımla
tanımlandığı için, somut gerçeklerden çok, soyut bir
ortalamayı, bir genellemeyi anlatır.
Bireylerde ya da irili ufaklı öbeklerde, belli bir kültür için
varsayılan ölçütler dışına taşan ya da bunlara aykırı düşen
bilişsel/davranışsal örneklere herzaman için
rastlanabilecektir. Bunlar, insan yaşamındaki sonsuz
çeşitliliğin olağan örneklemi olarak görülebilir.
Farklı bağlılıklar, farklı çıkar ve özlemler güden gruplar,
kültürel yelpazede farklı konumlarda yerlerini alacaktır.
Kültürün önerdiği değer ve davranışlara gör "sapkın" ya da
rastlantısal sayılacak farklılıklar, yaygınlık kazanma ve
süreklilik eğilimleri ölçüsünde birer değişme göstergesi
olarak da düşünülebilir.
KÜLTÜR TANIMI - II
İnsanın genetiği... Kültür bir gelenektir... Kültürleme ve
Kültürlenme... Maddi Kültür - Zihinsel Kültür...
3. İnsanın Genetiği:
İnsan genetiği, a) kültürlenme yeteneği ve b) kültürlenme
yönünde güçlü bir eğilimi kendi içinde taşıyor.(2) Ancak bu
yetenek "belli" bir kültür dizgesiyle bağlaşık değildir.
Çocuğun kültürünü ve "milliyetini", biyolojik ana-babasından
aldığı genler değil, kültürel ana-babası ve çevresinden aldığı
eğitim belirler. Kültür, biyolojik kalıtım yoluyla değil,
kültürleme ve kültürlenme yoluyla aktarılır. Başka bir
deyişle, kültürel geçişlilik ilkesine dayalıdır. Çocuk, hangi
kültür topluluğunda doğmuşsa, o ortamda kültürlenir.
4. Kültür Bir Gelenektir:
Kültür bir gelenektir. Kuşaktan kuşağa -- birşeyler katılarak,
eksiltilerek, değiştirilerek -- süreklilik gösterir. Ama
kuşakları, bir dolabın çekmeceleri gibi üstüste ya da yanyana
sıralı düşünmek yanlıştır. Her an, her yaştan ve her kuşaktan
kişiler, sürüp giden bir etkileşme içindedir.
Öte yandan, görünüşte birbirinin karşıtı olan geleneksellik ve
değişme olgu ve eğilimi, aslında kültürün zaman boyutundaki
gerçeğinin birbirini bütünleyen iki temel gerekirliği,
kültürün iki değişik yüzüdür. Süreklilik, kültürel değişmeyi
geçersiz kılmaz. Tam tersine, değişmeden dolayı olanak
kazanır. Kültür, değişebildiği için, varlığını sürdürür.
Gelenekler, bireysel yaratıcılık, grup farklılaşması ya da
değişen koşullara uyarlanma zorunluğundan ileri gelen değişme
dinamiği ile çatışır. Ama aynı zamanda uzlaşır... Çünkü
gelenekler değişmeyi -- gecikmeli de olsa -- giderek özümler.
Bugünün değişimleri, yarının gelenekleri olur.
Aslına bakılacak olursa, gelenekçilik ve değişme özlemleri,
arabayı ters yönlerde çeken iki karşıt güç değil, aralarında
sanıldığından çok daha küçük bir açı bırakarak aynı yönde
çeken iki dost vektör gibidir.
5. Kültürleme ve Kültürlenme:
Kültürleme ve kültürlenme, beşikten mezara kesintisiz egemen
süreçlerdir. Her kültür, üyelerinin inanç ve davranışlarını
kültürel gerekler ve beklentiler doğrultusunda koşullamaktadır.
Bu doğrultuda işleyen güçlü bir ödül ve yaptırım dizgesi
vardır. Birey, kültürel değerlerle özdeşleştiği ölçüde gerçek
ya da kurgusal doyum sağlar, ödüllendirilir. Kültürel
beklentileri karşılamayan görüş ve davranışları için ise
cezalandırılır. ya da belki daha acımasız bir yaptırım
yöntemiyle, ödüllerden yoksun bırakılır.
Kişinin gözlemlenebilir davranışları olduğu kadar, bilişsel
dünyası da kültürün yönetimi ve denetimi altındadır. Çünkü
aslında, bilişselliğin içeriği ve örüntüleri de, başından
beri, genel iletişim ortamlarından yansıtılarak oluşturulmuş,
dolayısıyla kültür tarafından koşullanmıştır. Kültürün
üyelerine sağladığı doyum "gerçek" ya da "kurgusal" olabilir;
çünkü sözkonusu doyumun niteliği ya da yeterliğine ilişkin bir
görüş birliği sağlanamayacaktır.
Bu durum özellikle, çoğulcu, devingen, ilerlemeci çağdaş
kültür toplulukları için geçerlidir. Kiminin gerçeği, kiminin
kurgusu... Renkler ve zevkler çeşitlendikçe, daha da
tartışılabilir nitelik kazanıyor. Bilim adamının, düşün
adamının, putkırıcı sanatçının, namuslu siyasetçinin
doyumsuzluğu ve yabancılaşması da bundan kaynaklanıyor.
Ne var ki, "öncü" ve "önder" kimliğindeki böyle kimselerin de,
çok geçmeden, "yeterince değişmiş" olduğuna inandıkları
kültürün (yine, ödüllü-yaptırımlı kültürleme yoluyla
sürdürülmek üzere! ) artık kurumlaştırılması gerektiğini
savunan tutucu bir çizgiyi benimsediklerine tanık oluruz.
6 / 7. Maddi Kültür / Zihinsel Kültür:
Daha yaygın terimleri ile "maddi / manevi kültür" şeklinde
düşünülen bu ayrım yapaydır.(3) Kültür değişmelerine karşı
tutucu ve duygusal bir direnmeden kaynaklanan ve yanıltılı bir
"benlik" kavramı içeren bir algılama ikiliği olduğu
düşünülebilir.(4) Oysa, dünkü benliğimizle bugünün dünyasına
çeşitli ölçülerde direnebiliriz, ama uyarlanamayız.
Sağlıklı bir kültür ortamının, yaşam tarzı ve dünya görüşü
arasında sürekli ve devingen bir bütünleşme anlamına geleceği
açıktır. Öte yandan, maddi kültür başlığı altında, insanın a)
teknolojisi yanında, b) biyolojisini de düşünmek gerekir.
İnsan davranışları, insanın biyolojik ve teknolojik evrimi +
şu ya da bu ölçüde yanıltılı tarih bilincinin oluşturduğu
çelişkili, gerilimli yumağın ürünüdür. "Ben" liğini
yitirmeksizin sanayileşme... gibi yanıltılı özlemler bu tür
çelişkilere örnektir. Aslında, maddi/zihinsel yaşam yumağında
bütünleşme sağlanamadığı ölçüde benlik yitimine, ya da benlik
yıkımına uğranılacaktır.
Başka bir deyişle, böyle bir engellemeyi öneren tutucu
öğretiler, savunduklarını sandıkları kültürün uyarlanma
başarısını ve yaşama olanağını tüketecek, birlikte yok
olacaklardır. Öte yandan, "manevi kültür" başlığı altında
geçmişe yönelen özlemler, tarihin acımasız akışı karşısında
sürekli yenik düşmekten kurtulamayacaktır.
"Benliğini yitirmeksizin değişmek" başarısının, bildiğimiz en
iyi örneğini veren -- ben demiyorum, diyenler öyle diyor !! --
Japon'ların ünlü bir sözü var: "Öz" kavramı biraz da soğanın
"cücüğüne" benzer. Zarları soydukça cücüğe daha
yaklaşırsınız.. Ama sonunda elinizde avucunuzda kalan kocaman
bir "hiç" liktir.
8. Olağanlık Ölçütü Olarak Kültür:
Kültür dizgesinin dayandığı sayıltılar ve değerler, kültürün
üyeleri için "normallik" ve olağanlık ölçütleridir. Bu köklü
koşullanmanın aracısı, o kültürün kendine özgü
bilişsel/iletişsel simgeleri, dizgeleridir. Bu simgelerle
düşünür; bu dizgeler aracılığı ile birbirimizle anlaşırız.
Kişinin gözlemlenebilir davranışları olduğu kadar, bilişsel
dünyası da kültürden gelen etkilerin yönetimi ve denetimi
altındadır. Çünkü bilişselliğin içerik ve örüntüleri, başından
beri, genel iletişim ortamından yansıyarak oluşmuş ve
biçimlendirilmiş, dolayısıyla kültür tarafından
koşullanmıştır.
Herkese göre, kendi yaşam tarzı ve dünya görüşü iyi, güzel,
doğru ve mantıklıdır. Bu "ölçüt" lerden şu ya da bu ölçüde
sapma gösteren hertürlü davranış, duygu, düşünce ve inanç ise
garip, tuhaf, acaip, saçma, yanlış, çirkin, fena, kötü; akla,
izana, insafa, geleneklere, aktöreye, mantığa, doğaya,
aykırıdır... Doğduğumuz andan başlayarak gözlerimize
yerleştirilen bu kalın mercekleri, dünyaya bakmanın en doğal
yolu sayıyoruz. ya da, Ruth Benedict'in dediği gibi, "Gö-zümüzdeki
merceklerin bilincinde olmaksızın dünyaya bakıyoruz."
Kültürlerin, dış duvarları ya da nöbetçileri bulunmayan birer
hapishane olduklarını varsaymak zorundayız. "İçerdekiler", bu
anlamda, uyumlu topluluk üyeleridir. En uyumluları ise,
kesindir ki, "gardiyan" rolündedirler... "Başkaldırı"
olgusunun bile, çoğunluk için ve genelde, bir "baskı" grubuna
karşı, yine bir başka baskı grubunun dayanışma ve tutuculuğuna
sığınmaktan öte gitmediğini görmemek olanaklı mı? Ama
"içerdekiler" bunun bilincine varma olanaklarından yoksundur.
Bizmerkezcilik, ya da etnosantrizm, bütün kültürlerin temel
özelliklerindendir. Yumuşak bir "biz bu yaşam tarzını seviyor,
tercih ediyoruz" duygusundan, katı bir "sen de benim gibi
olmak zorundasın" tavrına değin türlü derecelerde karşımıza
çıkacaktır. Farklı kültür topluluklarına yöneldiğinde ise,
kültür emperyalizmi ya da zorla kültürleme süreçlerinin
ahlaksal gerekçesini oluşturur.
9. Uyumlu, Tutarlı...
Kültür, bir sistem, bir dizgedir... kendi içinde uyumlu, kendi
içinde tutarlı, kendine göre mantığı olan bir bütündür.
Kültürün bu görünümü, tekzamanlı boyutta (=belli bir zaman
kesitinde) varlığı belirlenen, çokzamanlı (tarihsel) boyutta
ise kültürel değişmenin dinamiği olan çelişki ve çatışkıları
da kapsar.
Uyuşma da, çatışma da; gerilim de, uzlaşma da, aynı bütünün
parçalarıdır. Kültürün zaman boyutundaki yolculuğu, bunlar
arasındaki arasındaki etkileşmeyi, hesaplaşmayı anlatır. Başka
bir deyişle, kültürel yapıda tekzamanlı çelişkilerin
etkileşmesi, tarihsel boyuttaki devingenliği yapılandırır.
Ne var ki, çoğulcu nitelikte bir bilinçten yoksun kimseler,
bütünün çelişkileri de içerdiği gerçeğini göremeyeceklerdir.
Doğaldır ki, bu belirlemeyi yaparken, "kültür" ve "toplum"
kavramlarını farklı değerlendirmemiz gerekiyor, Toplumlar
bölünüp parçalanabilir, yeni bir "toplum" oluşturacak biçimde
biraraya gelebilir ya da getirilebilir. Bu anlamda toplum daha
çok yönetsel kurumlarla ilgilidir. Kültür toplumsaldır, ama
yapay toplumların varsayılan siyasal sınırlarıyla kısıtlı
değildir.(5)
10. "Nedenler" ve "Sonuçlar"...
Kültürel evrimi, ya da kültür değişmelerini anlayıp
yorumlayabilmek için, geleneksel düşünce kalıplarımızın
zorladığı "neden-sonuç" ikilisinden arındırılmış, yepyeni bir
bakış açısı geliştirmek zorundayız. "Etkileşme", "birlikte
oluşum", "sürekli bütünleşme" daha doğru, daha elverişli ve
kullanışlı kavramlardır.
Yakın dönemlerde Çevrebilim (Ekoloji) 'den kazandığımız sezgi
ve bilgiler, yukarda sıraladığımız kavramları doğrulamıştır,
diyebiliriz. Aynı şekilde, Genel Sistem teorileri ya da
devingen yeni bir mantık(6) gibi arayışlar yaklaşım kolaylığı
sağlayacaktır.
Neden-sonuç ilişkisine dayalı geleneksel mantık yapımızın
yanıltılı bir bakış açısı olduğu, insanı büyük tarihsel
çelişki ve açmazlara sürüklemiş olduğu görülüyor. "Nedenleri"
saptamaya yönelen bir çaba ile, gerçekliğin yalnız bir yüzü
ile görülebilir. Oysa "etkiler", doğurdukları "tepkiler"
yoluyla, kendilerini de oluşturmaktadırlar. "Özne, eylem ve
nesne" ("fail, fiil ve etkilenen") ayrımlarının dilimizin
zorladığı bir sınıflama olduğunu, bütüncül gerçeği
çarpıttığını söyleyebiliriz.
Kültür, değiştiği için çevreye uyarlanmakta, çevreye
uyarlandığı için değişmektedir. Konuya Çevrebilimcilerin
bütüncül anlayışıyla yaklaştığımızda, kültür ve çevre'nin de
aslında aynı gerçekliğin iki yüzü olduğunu görürüz. Değişen,
bütünün kendisidir.(7)
11. Biyolojik Evrimin Ötesinde...
Kültür, biyolojik evrimin ötesinde bir uyarlanma boyutudur.
Öteki canlı türlerindeki güçlü pençelerin, hızlı bacakların ya
da yoğun doğurganlığın yerini, insana giden çizgide kültürel
yaşam boyutu almıştır.(8)
Kültürler, gerçek (ya da belli esneklik sınırları içinde
sanal) anlamda gereksinimleri karşılayıcı, doyum sağlayıcı
olmak zorundadır. Kültürün evrimi, çevre koşullarıyla
uzlaşmaya ek olarak, ayrıca yenilik ve yaratıdan ileri gelen
ve yine yenilik ve yaratıya yol açan bir devingenliğin
tarihçesidir. İnsan, biyolojisi ile kültürü arasındaki
etkileşmenin zaman boyutundaki ürünüdür. Bu etkileşme,
çevre/zaman ikilisi tabanında oluşmakta, gerçekleşmektedir.
Çevre, kültürün eşgüdüm sağlamak zorunda olduğu fiziksel,
biyolojik, toplumsal ve teknolojik çerçevedir. Ne var ki
insanoğlu, çevre ve tarih bilincinden(9) yana bugüne değin hep
kötü bir sınav vermiştir. Bu başarısızlığın bir ayağı, genetik
evrimin doğasından ileri gelen biyolojik gecikme; diğeri ise
insanın yanıltılı tarih bilincinden (gelenekçilik eğiliminden)
kaynaklanan kültürel gecikmedir(10). Bu iki faktör, "tam
uyarlanmayı" güçleştirmekte, belki de olanak dışı kılmaktadır.
Belki geleceğin dünyalarında, bu doğal ve yarı-doğal çelişkiye
de kültürel çözümler getirilebilecektir. Eldeki durumda ise
varoluşun önkoşulu, sözkonusu gecikmenin belli esneklik
sınırları dışına taşmaması, taşırılmamasıdır.
Öte yandan, insanın evriminde kültürel uyarlanmanın işlev ve
önem olarak biyolojik uyarlanmayı sollayıp birkaç fersah
geride bırakmış olduğu gözardı edilemez. Salt bu nedenle bile,
gelenekçiliğin -uyarlanmayı engelleyerek- bindiği dalı
kesmekle eş olduğu savunulabilir.
12. İnsanın Yaratıcılığı...
Bugün ulaştığı evrede insan türü, çevreye biyolojik
uyarlanmadan çok, kültürel atılımlarıyla çevreyi değişime
uğratma, kendi geliştirdiği varsayımlar doğrultusunda
oluşturma yoluna girmiştir. Öteki canlı türlerinin çevrenin
edilgen uyumcuları olduğu bir evrende, insan kendi
varsayımlarını deneyerek oluşturduğu bir dünyanın
devingenliğini -- ve sorumluluğunu -- yaşıyor.
Kültürün yönü ve rotası önce düşünsel, simgesel düzeyde
planlanıp kotarılıyor. Çocuklar önce kültürlenip eğitiliyor,
kültürel etkinliklere neden sonra katılmalarına izin
veriliyor. Bilim, aynı ritüeli "hataya düşmez" bir temele
oturtmak çabası içinde: Yani, öteki canlı türlerinin sürdürmek
zorunda olduğu deneme/yanılma boyutunun çekincelerini en aza
indirmeğe çalışıyor.
Bilimsel yöntem, varsayım oluşturma, veri toplama, deney
yapma, ve ortaya sınanabilir bir kuram koyma evrelerini
izliyor. Bütün bunlar, sonsuz üretkenliği olan ve zaman-uzam
içinde bilişsel/iletisel esneklik sağlayan simgesel dil
dizgeleri aracılığıyla gerçekleştiriliyor. Dolayısıyla,
yukarda 8. sırada sözünü ettiğimiz, kültürün dile olan
bağımlılığı giderek yoğunluk kazanıyor. Bu da, dili ve dilleri
irdelemeye yönelik çalışmalara, yani "üstdil" (meta-language)
çalışmalarına çok daha büyük bir sorumluluk yüklüyor.
13. Varoluşun Önkoşulu Değişmedir...
Kültür, değişir. Süreklilik, daha önce de değindiğimiz gibi,
değişebilme önkoşuluna bağımlıdır: "Varoluşun önkoşulu,
değişmedir." (M.L. Cadwallader, "The Cybernetic Analysis of
Change", 1964)
Tekzamanlı boyutta (çelişkilerine karşın) kendi içinde uyumlu,
doyum sağlayıcı, bütünleşmiş bir dizge görüntüsü veren kültür,
çokzamanlı boyutta ise kesintisiz bir değişme içinde...
Değişmenin nedeni, değişen çevreye uyarlanma zorunluğu (anonim
uyarlanma) yanında, bireysel yaratıdan köklerini alan kendi
iç-devingenliğidir. Kültürel değişme konusunu, kültürel
süreçler başlığı altında tekrar ve ayrıntılı biçimde
tartışacağız.
DİPNOTLAR:
1) Gerçekten de, kültür ve kültürel süreçleri anlayabilmek
için bir önkoşul var: "uyumlu yapı" ve "değişme" şeklinde,
çelişki gibi görünen bir "olgu ve oluşum" bütünlüğünü aynı
denklemde, tek potada çözebilecek bir bakış açısı..
2) Ne var ki, ironi ve çelişki şurada yatıyor: Var olan
ve değişen çevre koşullarına uyarlanma savaşında, kültürel
uyarlanmanın biyolojik evrimin önüne geçmesi, başlangıçta yine
Doğa'nın bir armağanıydı. Doğal seçilim süreçleri bu değerli
armağanı, Homo sapiens olma yönünde ilerleyen bir kuyruksuz
iri primat koluna bağışlamıştı. Ne yazık ki bu armağan, belki
ki Doğa'nın en büyük bir yanlışıydı: Çünkü ulaştığı evrede, bu
hırçın ve bencil biyolojik tür, bugün Doğal dengeleri altüst
etmeğe, Doğa'yı belki de tümüyle yoketmeğe yönelmiş
görünüyor...
3) Bu şekilde, "ruhani" yorumlara açık, ancak
"ruhsal/psikolojik" yorumlara kapalı nüanslar taşıyan "manevi"
sözcüğü yerine "zihinsel" sözcüğünü önermiş oluyorum.
4) Sonuçta, Alamanya'dan anavatana "kesin dönüş"
yaparken getirdiğiniz EN SON MODEL videoda salt mevlit
kasetleri izlettirmeğe kalkışabilirsiniz, ama çocuklarınızın
size yabancılaşmasına, başkaldırmasına, ya da büyük bir
olasılıkla duygusal yönden sakat kalmalarına yol açarsınız. Bu
derece yalın bir gerçek...
5) Bununla birlikte, siyasal sınırlar, kültürel
serüvenin bundan böyle izleyeceği yön ve doğrultusu üstünde
güçlü bir etkendir.
6) Yanlış ağızlarda çiğnene çiğnene anlamını yitirmiş
olan "diyalektik mantık" deyimini kullanmaktan kaçınıyorum...
7) Düşününüz ki gözlemci, kendisinin de parçası olduğu
bu bütünü anlayıp çözmeğe çalışmaktadır. Papuç bağlarından
tutarak kendi kendisini havaya kaldırmağa çalışmak gibi birşey...
Yanılma payının büyük olacağını düşünebiliriz. Bunların,
bugüne değin "kültür" üstüne nice inciler dizmiş pekçok kimse
tarafından "esoteric" (gizemci) bir yaklaşım olarak
değerlendirileceğini biliyorum. Yine de, bütüncü anlayıştan
yana eksikliğimizin, "toplum mühendisliği" 'nde bugüne değin
girdiğimiz pekçok açmazın başsorumlusu olduğu yolundaki
inancımı da eklemek isterim.
8) Yine de burada, "dört karı, 47 çocuk" sahibi olmakla
öğünen yurttaşlarımızı, uluslararası arenadaki güçsüzlüğümüzün
çözümünü "100 milyonlık dev Türkiye" de arayan
siyasetçilerimizi taşlamaktan kendimi alamıyorum...
9) Nereden geldiğimiz, nereye gidebileceğimiz sorusunun
bilimsel irdelenmesi...
10) Cultural lag: Bir yorumu ile, değişen dünyaya ayak
uyduramamak, geri kalmak. Daha yaygın tanımı ile, kurumlar
arasına değişme hızı farklarından meydana gelen uyumsuzluk.
İlerleyen Bölümlerde tartışacağız.... "Biyolojik gecikme"
kavramını ise, bildiğim kadarıyla, ilk kez ben kullanıyorum.
Bununla kastim şudur: Değişen çevre koşullarının biyolojik
türün mevcut üyeleri üzerinde gösterdiği seçilim baskısı,
uyarlanabilen üyelerin gen oranlarını yeni kuşaklarda
arttırarak, o biyolojik türün "gecikmeli" de olsa bir yanıt
vermesini sağlar. Tabiatıyla bu, "yararlı" (=avantaj sağlayan)
mutasyonların çevre koşullarının "önünde gitmesinden" çok
farklı bir uyarlanma boyutudur... Başarı sağlayan mutasyonlar
değişmeyi (restlantı sonucu) öngördüğünü, seçilimin ise
değişmeye yanıt olarak oluştuğunu söyleyebiliriz. |
|
|
|
|
|
|
|