|
|
................... |
|
................... |
KÜLTÜR VE
KÜLTÜREL SÜREÇLER -2 |
Doç. Dr. Yalçın İzbul
Hacattepe
Üniversitesi |
|
|
................... |
|
................... |
Bir noktaya özellikle dikkatinizi
çekmek isterim: Son 20-30 yıl içerisinde Amerikalı hispanik
kökenli (ve sempatizanı, özellikle de Kübalı antropolog Fernando
Ortiz'i kastediyorum) kuramcıların tezleri ile, "acculturation,
assimilation, trans-culturation" gibi terimler büyük bir
karışıklığa sürüklenmiştir. Bu karışıklığa Türkçe'de kendimce
bir düzen getirmeğe çalıştım; sonuçta da Türkçe literatürde
bugüne değin kullanılmış olan terimlerle aramızda bazı
örtüşmezlik ve farklılıklar kaçınılmaz oldu.
Kültürel süreçler, kültür ve çevre ilişkisi, kültür oluşumu,
kültürel değişme, bireylerin kültürlenmesi, kültürler arası
etkileşmelerde itici güç veya aracı olan etki ve baskıları
içerir.
Bütün bu süreçler, ana koşul olarak, kültürel geçişlilik
(kültürel yoldan aktarılma) ilkesiyle bağlaşıktır. Bu ilke
kültürel süreçlerin bütün toplumlarda genetik önkoşullarnma
sözkonusu olmaksızın gerçekleştiğini belirler. Bireyler ya da
topluluklar, öğrenme yoluyla kazandıklarını öteki birey ve
topluluklara, ya da sonraki kuşaklara genetik yoldan değil,
öğretme (kültürleme) yoluyla aktarırlar. Kültürleme,
kültürlenme ve tüm öteki kültürel süreçler, toplumsal
etkileşme ortamında ve toplumsal etkileşme yoluyla
gerçekleşir.
Demek ki kültürel evrim, Darwin'ci değil, Lamarck'çı
çizgidedir.(11) Kaza sonucu sakat kalan kişi bu özelliğini
genetik yoldan çocuklarına aktaramaz; ama bir kimsenin yaşamı
boyunca edindiği hertürlü düşünsel ya da duygusal özelliği ile
çocuklarını da etkileyeceğine hiç kuşku yok...
Yalın beceriler, doğrudan öykünüm (=taklit) yoluyla da
kazanılabilir. Ama bildiğimiz düzeydeki zengin ve yoğun
kültürel oluşum-etkileşim, için konuşma dili ve öteki simgesel
iletişim dizgeleri temel ortamdır. Bilişsel ve iletisel "dil"
dizgelerinin kültür oluşumunda odak noktasında yer aldığı
gerçeği yadsınamaz.
Bu anlamda, kültür geliştirme becerisi insan türü ile sınırlı
değildir. Canlılar aleminde, ilkel beyinlerden karmaşık
beyinler yönündeki evrim çizgileri, belli ölçüde "sonradan
kazanılma davranışlar" özelliğini de birlikte getirmiştir.
Kuşlarda, memeli türlerinde ve özellikle de primatlarda,
"kültürel geçişlilik" ilkesine dayalı sayısız davranışlar
gözlemlenebilir. Ancak, insan türüne özgü zenginlik ve
karmaşıklık ancak "konuşma dili" gibi bir bilişsel/iletisel
beceri boyutunda olanak kazanmıştır.
1) Kültürleme: Kültürleme, (enculturation), ya da bunun
edilgen biçimi olan kültürlenme, en geniş çerçevede, bireyin
kültür tarafından ve kültür içindeki toplam eğitimi anlamını
taşır. Bireylerin, içinde yaşadıkları kültürün istek ve
beklentileri doğrultusundaki toplam eğitimi, 'beşikten mezara"
kesintisiz sürer. Kişilik oluşumu -- yaşamın her döneminde --
genetik yapı, kültürlenme ve kültürel değişme arasındaki
devingen etkileşmenin ürünüdür.
2) Kültürleşme: Kültürleşme (acculturation), iki ya da
daha çok kültürün, karşılıklı etkileşme sonucu, benzeşme
yönünde değişmeye uğramaları olarak tanımlanır. Ama böylesi
dengeli bir durum genelde kurgusal bir beklentidir. Etkiler,
çoğu zaman, çift-yönlü olmaktan çok, tek-yönlüdür. Bu anlamda
kültürleşme, aşağıda ele alacağımız "kültürel özümsenme"
sürecinin belli bir evresi, ya da "zorla kültürleme" sürecinin
yanlış gösterilen/algılanan bir biçimi olarak düşünülebilir.
Örneğin, Türk kültürünün bir zamanlar Arap-Fars kültürleriyle,
şimdilerde ise Batı kültürleriyle "etkileşmesi",
kültürleşmeden çok, gönüllü-gönülsüz, bilinçli-bilinçsiz
özümsenme örnekleri olarak değerlendirilmek gerekir.
Bir başka tanımlama da şöyle olabilir: Bireyler, gruplar,
alt-kültürler arasında, yaratı, yenilik veya en önemlisi de
göç sonucu oluşan etkileşme şeklindeki kültürel iç-devinim...
3) Kültürel Özümseme: Kültürel özümseme (assimilation)
ya da bunun gönüllü/gönülsüz, bilinçli/bilinçsiz edilgen
biçimi olan kültürel özümsenme, bir kültürün bir başka kültürü
kendi etki çemberi içine alması, giderek kendine benzetmesi,
kendi içinde eritmesi olarak tanımlanabilir.
Bunun yolu yordamı imrendirmek, daha yüksek derecede gerçek ya
da kurgusal doyum sağlamak olacaktır. Edilgen anlamda bu, bir
kültür dizgesinin bir başka kültür dizgesi karsısında
"benliğini yitirmesi" anlamını taşıyacaktır.
Ama "benlik" kavramı, kaygan ve değişken bir düşünce
tabanıdır. Geçmiş yaşamdan kaynaklanan alışkanlıklar ve
"düzen" kavramının, geleceğe dönük değişme özlemleri ile
çatıştığı, ama şu ya da bu ölçüde de uzlaştığı görülür. Bu
çatışma ve uzlaşmayı, değişik kişiler, kurumlar ve alt-kültür
grupları farklı yoğunlukta yaşar. Dolayısıyla, toplumda
sürekli bir gerilim ve değişim sancısı kaçınılmazlık taşır.
Özellikle hızlanmış kültürel değişim dönemlerinde "benliğine
sahip çıkmak" ve "benliğinden ne pahasına olursa olsun
sıyrılmak" özlem ve beklentileri arasında gerilim ve çatışma
düzeyi yüksektir.
Aslında "özümsenme" süreci, gayet haklı bir savunmayla, çağın
gidişine ayak uydurmak olarak da düşünülebilir. Kültürün
sürekliliği için, değişmek zorunda olduğunu saptamıştık.
Değişme ve özümsenme arasındaki çizginin çok ince, aradaki
sınırın göreli olduğunu da gözardı edemeyiz. Ancak şunu
yordayabiliriz sanıyorum: "Benliğini yitirmeksizin çağın
akışına ayak uydurmak" başarısı, "değişme" ve "özümsenme"
arasındaki farkı kavrayabilecek bilinçte bir toplum olmaktan
geçiyor.
4) Kültürel Yayılım (Diffusion): Maddi veya zihinsel
ağırlıklı kültür öğelerinin toplumlar arasında dalga dalga
yayılması, içten dışa ve dıştan içe sürekli geçişmesi sürecini
tanımlar. Tütün kullanımının tarihsel yayılımı iyi bir
örnektir (bknz. Ralph Linton, The Study of Man, 1936).
Başlangıçta tütün içimi bugünkü Peru, Bolivya, belki de
Arjantin yörelerinde yaygındı. Onaltıncı Yüzyıl ortalarında
Portekiz ve İspanya'ya getirilerek, önceleri Lizbon ve Madrit
saray çevrelerinde kullanıldı. Alışkanlık çok geçmeden genel
nüfusa yayıldı. Giderek bütün Avrupa, Orta Doğu ve Uzak Doğu
yoluyla Asya'nın Pasifik kıyılarına ulaştı. Dördüncü Murat
gibi sert bir hükümdarın getirdiği yasaklamaların bile bu
karşı durulmaz yayılımı engelleyemediği besbelli... Tütün
alışkanlığı kaynağından çıkışından üçyüz yıl sonra Alaska
yoluyla yeniden Amerikan anakarasına, bu kez kuzeyden
dolaşarak ulaştığında dünya turunu tamamlamış oluyordu.
Tanımda verilen "sürekli yayılma" ilkesi çeşitli gerekçelerle
eleştirilebilir de... Bir kez, coğrafyasal ya da toplumsal
etkenler, yayılmayı belli akışım yönlerinde hızlandırabilir,
ya da engelleyebilir. Yayılıp gelen bir yeniliğin
uygulanabilirliği açısından iklim ve çevre etkisi görmezden
gelinemez. Bikinilerin kutuplarda, kar başlıklarının
tropiklerde yaygınlaşmasını beklemek boşunadır.
Öte yandan, zeytinyağı gibi sağlıklı besinlerin
üretilebildiği, "dünya da kendi kendini besleyebilen YEDİ
ülkeden" birisinde, margarinlerin yaygınlık kazanmasını
açıklamak için farklı bir kültürel sürece başvurmak gerektiği
besbellidir!!
Gözlemlenebilir bir gerçek şudur: yeni bir alet ya da barınak
tipi, ya da "frijider", "frütöz", "klima", "VCD" ve "DVD" ile
daha nice incik-boncuk, yeni bir akrabalık dizgesinden çok
daha büyük hız ve kolaylıkla yayılacaktır.
Kısacası, kültürlerin, yayılma ilkesine karşı kendi
yapılarından kaynaklanan bir seçicilik gösterdikleri kesindir.
Belki de "maddi" ağırlıklı kültür öğelerini kolaylıkla
benimseyen yerleşik kültür, bunların birlikte getirdiği ve
zorladığı toplumsal değişimlere karşı ayağını sürüyor,
direnmeğe çalışıyor. Kadınları toplumsal yaşamdan dışlarken
yılda yüzbin tank imal edebilecek bir sanayi toplumu
kurabileceğini iddia eden bir zihniyet, veya şehir suyunun
tazyiki Alamanya'dan getirdiği bulaşık makinesini çalıştırmağa
yetmeyince Şehr-eminine küfretmek gibi çelişkiler sanırım
bundan doğuyor...
Teknoloji ile öteki kültür kurumları arasında ortaya çıkan,
yeniliklerin benimsenmesine ilişkin hız ve ivme farklılığına,
aşağıda "kültürel gecikme" konusunda yeniden değineceğiz.
Kültürel yayılım ilkesini önplanda gören yorumcuların,
kültürel evrimi neredeyse tümüyle bu ilkeye ağırlık vererek
açıklamak eğilimlerine karşın, sözkonusu sürecin kültürel
etkileşmede genel ve bağımsız bir süreci belirlemediği, öteki
süreçlerle çok karmaşık biçimde etkileştiği söylenebilir.
Kültürel etkileşme, yayılım, kültürleşme, özümsenme gibi
kavramların göreli oldukları, bilerek/bilmeyerek birer farklı
yorum örneği olabilecekleri tezi gözardı edilemez.
5) Zorla Kültürleme: Yukarda tanımladığımız "özümseme"
sürecinin, doğuracağı tepkiler dikkate alınmaksızın, tehdit ve
eylem gücüyle oluşturulması anlamına gelir. Bunun herzaman
için "akılsızca" bir girişim olmadığını ve olmayacağını, ne
yazık ki, geçmişin askeri tarihi, günümüzün ise kitle iletişim
tarihi doğrulamaktadır. Bu konuda, kültürel evrimin Lamarck'çı
niteliği, bireyler ya da toplumlar tarafından hangi yolla
kazanılırsa kazanılsın, kültürel davranışların sonraki
kuşaklara "kültürel geçişlilik" yoluyla aktarılabileceğini
gösteriyor. Babalarının yaşadığı toplumsal/kültürel değişme
sancıları, çocuklar için bir anlam taşımayacaktır.
Dolayısıyla, baskıcı ve yayılımcı yönetimlerin, kendi
iç-çelişkilerinden ve dogmatizmin yenilikler karşısındaki
uyarlanma güçlüklerinden kaynaklanan zayıflığı saklı tutulmak
koşuluyla, kendilerini olanaklı ve kalıcı görmeleri tutarlı
bir mantık taşıyor. Siyasetçinin iktidar tutkusuyla, devlet
adamının hizmet anlayışı arasındaki fark da buradan
kaynaklanıyor olsa gerek.
6) Toplumsal/Kültürel Değişme: Toplumsal/kültürel
değişmesürecinden bu noktaya değin öteki bütün başlıklar
altında da sözetmek zorunda kaldığımız dikkatten
kaçmayacaktır. Çözgüleme amacıyla geliştirdiğimiz bir bakış
açısı olan tekzamanlı boyutta yakaladığımız resim, kültürel
"yapı" gerçeğidir. "Yapı" kavramı, kendi içinde uyumlu,
ahenkli, mantıklı ve bütünleşmiş bir dizge idealini öngörür..
Ama, kültürün çokzamanlı (tarihsel) boyuttaki gerçeği ise bu
yapının sürekli değişiyor olmasıdır...
Bütün kültürler, hızlı ya da yavaş, daha doğrusu kimi
dönemlerde hızlanmış kimi dönemlerde ise yavaşlamış, ama
kesintisiz bir değişme içindedir. Kültür-içi kurumların da,
aşağıda sözedeceğimiz gibi, belli zaman dilimlerinde
birbirlerinden farklı ivmelerde değişmeye uğradıkları
gösterilebilir. Hatta, göreli anlamda, "devingen" ve "durağan"
kültürler ayrımından da sözedilebilir. Ama her durumda,
dizgenin bütünüyle bir değişme sürecini yaşamakta oluşu,
kültürlerin zaman boyutundaki kaçınılmaz gerçeğidir. Değişme
kaçınılmazdır, çünkü değişebilme özelliği kültürün zaman
boyutundaki sürekliliği için temel önkoşul niteliğini taşır.
Kültürel değişme, çevreye uyarlanma ya da kültürler arası
etkileşme gibi "dışardan" gelen etkenlerden olduğu kadar,
kültürün kendi iç deviniminden de kaynaklanır. Bireylerden ya
da küçük gruplardan kaynaklanan yaratı ve yeniliklere dayalı
kültür değişmesi iç dinamiğin kaçınılmaz bir parçasıdır.
"Dış" ve "iç" etken tanımlarını çoğu zaman birbirinden
soyutlamak olanaksızdır. Kimilerince "kültürler-arası"
etkileşme olarak bir değişme, başkalarınca alt-kültürler,
kültür çevreleri, kültür yöreleri, vb arasında sürüp giden bir
didişme gerekçesi olarak görülebilir. Yani, toplumdaki bütün
birimlerin tanım ve sempatileri arasında az ya da çok
farklılıklar, çakışmazlıklar bulunacaktır. Benlik çerçevenizi
nasıl algıladığınız, sınırları nereden geçirdiğinize bağlı...
Kültürel değişmenin doğurduğu toplumsal/psikolojik
gerilimlerin değişmenin yönünden çok, hızı ile ilgili olduğu
kolaylıkla gösterilebilir. Gerilim, "Kimi şeyler değişemez,
değişmemeli", veya "Değişir ama, bu kadarı da fazla"
tepkilerinden kaynaklanır.
Bu ikincisi, biyo-kültürel kökenli algılama düzeneğimiz ile
değişmenin hızı arasında ortaya çıkabilecek uyumsuzluğu
belirler. EVRİM ya da DEVRİM niteliği taşıyan -- yani, o
şekilde algılanan -- değişmelere gösterilen farklı tepkiler
önemli ölçüde bu algılama ve özümleme ("hazmetme") güçlüğü ile
ilgilidir.
7) Kültür Şoku: Kendisini yabancı bir kültürün
alışılmamış bilişsel/iletisel ortamında bulan kişinin yaşadığı
"ego parçalanması" olarak tanımlansa, yeridir. İletişim
kopmuş, toplumsal gerçekliğin okunabilmesi için gerekli
ipuçları bütünüyle ve apansız değişmiştir. Örneğin, "Evet'in
hayır anlamına gelebildiği, etiketlerde yazılı fiyatların
aslında pazarlığa bağımlı olduğu, randevu saatinde dışarda
bekletilmenin olağan karşılandığı, kahkahaların öfke anlamını
taşıyabileceği" bir ortama hazırlıksız giren Batılı konukların
bir çaresizlik ve kaybolmuşluk duygusuna kapılmaları
kaçınılmazdır (Alvin Toffler, Future Shock, 1972: 12)...
8) Kültürel Yayılım: Kültürleşme ya da özümsenme
süreçlerinde uyarlanma için yeterli süre ve -- en azından
kuramsal düzeyde -- seçicilik, seçme özgürlüğü vardır. Oysa
kültür şokunu yaşayan kişi ya da kitleler için, ne yeterli
zaman nede seçme olanağı sözkonusudur.
Kişi böyle bir konumda yitmişlik, yalıtlanrna, soyutlanma,
yalnızlık ve tedirginlik duygularını tadar. Uyarıları
tanımadığı, yordamlayamadığı, yordamlayamayacağı, tepkilerinin
doğruluğuna güvenemeyeceği bir konumdadır. Sanki, gerçek-ötesi
bir dünya da gibidir. Kendi içine kapanma eğilimi gösterir.
Psikolog Sven Lunstedt şöyle diyor: "Kültür şokunu, gerilime (stress)
karşı duygusal ve zihinsel içine kapanma olarak
tanımlayabiliriz ("Personality Determinants and Assessment",
Journal of Social Issues, Temmuz 1963).
Benzer şekilde, kitle iletişimi çağında farklı bir kültürün
değer yargı ve davranışlarıyla yoğun/hızlanmış biçimde yüzyüze
gelen kitlelerin de bir tür kültür şoku geçirmelerini olağan
karşılamak gerekir. Işıkları azaltılmış bir odada, kendi
toplumsal gerçekliğinin çok dışında bir toplumun yabancı
uyarıcı bolluğu ile ekranda günbegün saatlerce yüzyüze gelen
kişilerin bilişsel dünyasında oluşacak gerilimlere şaşmamak
gerekir. Günlük yaşamın gerçeklerine ters düşen medyanın
oluşturduğu genel şizofrenik ortamda, kitlelerin içine
kapanması ya da saldırgan davranışların yaygınlaşması
kaçınılmaz olur.
9) Kültürel Gecikme: William F. Ogburn, 1950'lerde
geliştirdiği ünlü "kültürel gecikme" (cultural lag) kuramında,
kültürel değişmenin yol açtığı toplumsal gerilimlerin
kurumlararası değişme ivmesi farklarından ileri geldiğini
savunmuştur (On Culture and Social Change: Selected Papers,
1964: "cultural lag" için örneğin Prof. Kongar "kültür
boşluğu" terimini kullanmıştır).
Toplumbilimciler genelde daha çok teknolojideki yenilikler ve
bunların getirdiği değişme hızına kimi toplumsal kurumların
ayak uyduramaması sonucu ortaya çıkan uyumsuzluk ve
dengesizlikler üstünde durmuşlardır. Kimi toplumbilimciler
ise, tarih boyunca toplumsal/kültürel değişmenin itici gücü
olarak teknoloji ve yerleşik toplumsal yapı çelişkisi'ni
soyutlamışlardır.
ÇELİŞKİLER... ÇELİŞKİLER...
Oysa, kültürel gecikme kavramının genelleştirilerek, a)
Herhangi bir kültür kurumunda önplana çıkan yenilik etkisinin
tüm kültür kurumları arasında yol açtığı; b) Bir bütün olarak
değişmekte olan çevre ile insanın sınırlı algılama/uyarlanma
olanakları arasında ortaya çıkan uyumsuzluk ve dengesizlik
olarak yorumlanması daha doyurucu olur.
Öte yandan kültürel gecikme kuramı, teknoloji gibi bir "maddi"
kültür kurumunun değişebilirliğine karşın, "manevi" kültür
kurumlarının "değişmezliği" gibi yanıltılı bir teze tanık
gösterilemez. Buradaki yanılgı, "maddi kültür" kavramıyla elle
tutulur gözle görülür nesnelerin, aletlerin, malzemenin,
silahların anlatılmak istendiği sanılmasındadır. Oysa "maddi
kültür"ü, bu nesnelerin kendisi değil, bunların "üretimi" ile
ilgili yaşam tarzı, davranışlar ve toplumsal örgütlenme olarak
düşünmek gerekir.
Kültürün bütünleşmiş dünya görüşü ve yaşam tarzı içinde,
"maddi" ve "zihinsel" şeklinde yapılan bir ayrımın sınır
belirsizliği de bu gerekçeden kaynaklanıyor. Ülkeye "yeni
teknoloji" girmesi demek başkalarının yaptığı malların girmesi
anlamına gelmese gerek. Bunların yapımına olanak veren "bilgi,
değerler dizgesi, davranışlar karmaşığı ve toplam dünya
görüşünün" girmesi olarak anlamak gerekir. Bu da, kültürel
dizgenin bütününü ilgilendiren bir değişme, uyarlanma ve
yeniden yapılanma boyutudur. Dolayısıyla, diyelim ki
"sanayileşirken", bir yandan da kimi kültür kurumlarının eski
günlerdeki gibi kalabileceğini düşünmek ham hayalciliktir.
Örneğin sanayide ileri gitmiş ülkeler, geri kalmışlara, "Bu
paha biçilmez el-işlerinizi, pitoresk köylerinizi, pentatonik
musikinizi ve tüm geleneksel kültürel değerlerinizi
koruyunuz... Bizlerin yitirmiş olduğumuz böyle şeylere sahip
olduğunuz için ne mutlu sizlere" önerisini getiriyorlarsa,
aman ne güzel!... Sanayi ürünleri onlardan, resimsellik
bizden...(12)
Tüfek icat olmuşsa, "mertlik" bozulmuştur. İsteseniz de
istemeseniz de, çağdaş teknolojiye sırt çevirmek ülkeyi
biteviye açık pazar durumuna düşürmek olur. Teknoloji ürünleri
yabancı kültürlerin elinde salt bir yaptırım gücü değil, aynı
zamanda en kandırıcı imrendirme aracıdır. Kapıyı kapatsanız,
bacadan gireceklerdir.
Demek ki "benliğini koruma" ve "çağın gidişine ayak uydurma"
çifte başarısı, daha önce de değindiğimiz gibi, özümsenme ve
değişme arasındaki farkı kavrayabilen toplumların olacaktır.
Kültürel gecikme kuramının, topluma "değişmek gerektiği ölçüde
değişmek" yolunda bir ipucu ve ölçüt önerdiği söylenebilir.
İlkenin doğru yorumu, kimi kültür kurumlarını değişmekten
alıkoymağa çalışmak değil, bütün kurumların değişmeleri
gerektiği yönde ve ölçüde değişmelerine destek vermek; uyumlu,
dengeli, çağdaş bir toplumun oluşmasına katkıda bulunmaktır.
Örnekse, "Sanayileşme ile dilde değişme arasında herhangi hir
bağlantı var mıdır?" sorusunun yanıtı, "Toplumumuz sanayi
kültürünü benimseyecekse, dilimizin de buna koşut bir evrimden
geçmesi kaçınılmazdır. Bu yönde bilinçli, bilgili ve bilgece
bir yönlendirme ise yerinde bir katkıdır..." olmak
zorundadır.(13)
Bu büyük kültür dönüşümünü yaşarken, dilimizin de gerek sözcük
haznesi gerekse anlatım kalıpları olarak yeni bilgi
alanlarının, farklı bir zaman anlayışının, farklı bir çalışma
düzeninin, farklı bir toplumsal örgütlenme biçiminin damgasını
taşıyan değişmelere uğraması engellenemez. Konu ne dilimizin
horlanması nede yozlaşmasıdır. Konu, dilimizin yeni kültür
dünyamızın oluşumuna koşut bir değişim geçirmekte oluşudur.
Kaldı ki, o ülke insanlarının dili de eski haliyle kalıplaşıp
kalmış değil ki... O diller de, kültür değişimine koşut bir
değişim geçirdiler ve geçiriyorlar.
Değişme'nin bir adı da evrim'dir. Bu tür kavramları bilimsel
bağlamda "iyiye gidiş" ya da "yozlaşma" gibi değer
yargılarından arındırmak, yalın anlamda "değişme" niteliğiyle
düşünmek gerekiyor. Çünkü, değişmenin yönü ve istenilirliğine
ilişkin bir tartışma, tartışmacıların farklı bakış açıları,
farklı çıkarları, ve değişmeden farklı şekillerde
etkilenmeleri yüzünden, nesnel bir çözüme ulaştırılamaz.
Evrimci ve bütüncül yaklaşımla süreklilik/değişme mantık
çelişkisi giderildiğinde ise, yaşayan kültür toplulukları için
şu dersi çıkarmak olanaklıdır: Hızla değişen bir dünya da,
kimliğini koruma öğretisini değil, değişme öğretisini
benimseyenler varlığını koruyabilmektedir.
Evrimci düşünce açısından bakıldığında bu belirlemede çelişki
sözkonusu değildir. Teknoloji, ekonomi, toplumsal ve siyasal
dizge yumağında çağdaş değişim çizgisini izlemekte güçlük
çeken kültür toplulukları için gelecek güvencesinden
sözedilemez. Ulusal kültüre hizmet, her kuşak için,
atalarımızın dünyası ile çocuklarımızın dünyası arasında
uzlaşmayı sağlamak şeklinde anlaşılmalıdır... Köprü görevinin
kaçınılmaz özverisini severek üstlenmek gerekiyor.
DİPNOTLAR:
11) Sonradan kazanılan özelliklerin aktarılabilmesi
ilkesi.
12) Değerli okuyucum, acaba siz de, "değişmeyen" bir
Japonya'da sanayileşme mucizesine inananlardan mısınız? Eğer
böyleyse, büyük bir olasılıkla, aynı zamanda "millî"
kültürümüzü de yabancı kültür emperyalizmi karşısında savunma
savaşımı verenlerdensiniz. Çelişkiler... Çelişkiler...
13) Kültüre "ihanet" suçlaması, "değişmek gerektiğinden
fazla değişmek ya da değiştirmek" anlamında geçerli olduğu
kadar, "gerekli değişmeyi engellemeğe çalışmak" anlamında da
geçerli olmak gerekir. |
|
|
|
|
|
|
|