...................
...................
KÜLTÜR VE KÜLTÜREL SÜREÇLER -2

Doç. Dr. Yalçın İzbul
Hacattepe Üniversitesi

                         
...................
...................
Bir noktaya özellikle dikkatinizi çekmek isterim: Son 20-30 yıl içerisinde Amerikalı hispanik kökenli (ve sempatizanı, özellikle de Kübalı antropolog Fernando Ortiz'i kastediyorum) kuramcıların tezleri ile, "acculturation, assimilation, trans-culturation" gibi terimler büyük bir karışıklığa sürüklenmiştir. Bu karışıklığa Türkçe'de kendimce bir düzen getirmeğe çalıştım; sonuçta da Türkçe literatürde bugüne değin kullanılmış olan terimlerle aramızda bazı örtüşmezlik ve farklılıklar kaçınılmaz oldu.

Kültürel süreçler, kültür ve çevre ilişkisi, kültür oluşumu, kültürel değişme, bireylerin kültürlenmesi, kültürler arası etkileşmelerde itici güç veya aracı olan etki ve baskıları içerir.

Bütün bu süreçler, ana koşul olarak, kültürel geçişlilik (kültürel yoldan aktarılma) ilkesiyle bağlaşıktır. Bu ilke kültürel süreçlerin bütün toplumlarda genetik önkoşullarnma sözkonusu olmaksızın gerçekleştiğini belirler. Bireyler ya da topluluklar, öğrenme yoluyla kazandıklarını öteki birey ve topluluklara, ya da sonraki kuşaklara genetik yoldan değil, öğretme (kültürleme) yoluyla aktarırlar. Kültürleme, kültürlenme ve tüm öteki kültürel süreçler, toplumsal etkileşme ortamında ve toplumsal etkileşme yoluyla gerçekleşir.

Demek ki kültürel evrim, Darwin'ci değil, Lamarck'çı çizgidedir.(11) Kaza sonucu sakat kalan kişi bu özelliğini genetik yoldan çocuklarına aktaramaz; ama bir kimsenin yaşamı boyunca edindiği hertürlü düşünsel ya da duygusal özelliği ile çocuklarını da etkileyeceğine hiç kuşku yok...

Yalın beceriler, doğrudan öykünüm (=taklit) yoluyla da kazanılabilir. Ama bildiğimiz düzeydeki zengin ve yoğun kültürel oluşum-etkileşim, için konuşma dili ve öteki simgesel iletişim dizgeleri temel ortamdır. Bilişsel ve iletisel "dil" dizgelerinin kültür oluşumunda odak noktasında yer aldığı gerçeği yadsınamaz.

Bu anlamda, kültür geliştirme becerisi insan türü ile sınırlı değildir. Canlılar aleminde, ilkel beyinlerden karmaşık beyinler yönündeki evrim çizgileri, belli ölçüde "sonradan kazanılma davranışlar" özelliğini de birlikte getirmiştir. Kuşlarda, memeli türlerinde ve özellikle de primatlarda, "kültürel geçişlilik" ilkesine dayalı sayısız davranışlar gözlemlenebilir. Ancak, insan türüne özgü zenginlik ve karmaşıklık ancak "konuşma dili" gibi bir bilişsel/iletisel beceri boyutunda olanak kazanmıştır.

1) Kültürleme: Kültürleme, (enculturation), ya da bunun edilgen biçimi olan kültürlenme, en geniş çerçevede, bireyin kültür tarafından ve kültür içindeki toplam eğitimi anlamını taşır. Bireylerin, içinde yaşadıkları kültürün istek ve beklentileri doğrultusundaki toplam eğitimi, 'beşikten mezara" kesintisiz sürer. Kişilik oluşumu -- yaşamın her döneminde -- genetik yapı, kültürlenme ve kültürel değişme arasındaki devingen etkileşmenin ürünüdür.

2) Kültürleşme: Kültürleşme (acculturation), iki ya da daha çok kültürün, karşılıklı etkileşme sonucu, benzeşme yönünde değişmeye uğramaları olarak tanımlanır. Ama böylesi dengeli bir durum genelde kurgusal bir beklentidir. Etkiler, çoğu zaman, çift-yönlü olmaktan çok, tek-yönlüdür. Bu anlamda kültürleşme, aşağıda ele alacağımız "kültürel özümsenme" sürecinin belli bir evresi, ya da "zorla kültürleme" sürecinin yanlış gösterilen/algılanan bir biçimi olarak düşünülebilir. Örneğin, Türk kültürünün bir zamanlar Arap-Fars kültürleriyle, şimdilerde ise Batı kültürleriyle "etkileşmesi", kültürleşmeden çok, gönüllü-gönülsüz, bilinçli-bilinçsiz özümsenme örnekleri olarak değerlendirilmek gerekir.

Bir başka tanımlama da şöyle olabilir: Bireyler, gruplar, alt-kültürler arasında, yaratı, yenilik veya en önemlisi de göç sonucu oluşan etkileşme şeklindeki kültürel iç-devinim...

3) Kültürel Özümseme: Kültürel özümseme (assimilation) ya da bunun gönüllü/gönülsüz, bilinçli/bilinçsiz edilgen biçimi olan kültürel özümsenme, bir kültürün bir başka kültürü kendi etki çemberi içine alması, giderek kendine benzetmesi, kendi içinde eritmesi olarak tanımlanabilir.

Bunun yolu yordamı imrendirmek, daha yüksek derecede gerçek ya da kurgusal doyum sağlamak olacaktır. Edilgen anlamda bu, bir kültür dizgesinin bir başka kültür dizgesi karsısında "benliğini yitirmesi" anlamını taşıyacaktır.

Ama "benlik" kavramı, kaygan ve değişken bir düşünce tabanıdır. Geçmiş yaşamdan kaynaklanan alışkanlıklar ve "düzen" kavramının, geleceğe dönük değişme özlemleri ile çatıştığı, ama şu ya da bu ölçüde de uzlaştığı görülür. Bu çatışma ve uzlaşmayı, değişik kişiler, kurumlar ve alt-kültür grupları farklı yoğunlukta yaşar. Dolayısıyla, toplumda sürekli bir gerilim ve değişim sancısı kaçınılmazlık taşır.

Özellikle hızlanmış kültürel değişim dönemlerinde "benliğine sahip çıkmak" ve "benliğinden ne pahasına olursa olsun sıyrılmak" özlem ve beklentileri arasında gerilim ve çatışma düzeyi yüksektir.

Aslında "özümsenme" süreci, gayet haklı bir savunmayla, çağın gidişine ayak uydurmak olarak da düşünülebilir. Kültürün sürekliliği için, değişmek zorunda olduğunu saptamıştık. Değişme ve özümsenme arasındaki çizginin çok ince, aradaki sınırın göreli olduğunu da gözardı edemeyiz. Ancak şunu yordayabiliriz sanıyorum: "Benliğini yitirmeksizin çağın akışına ayak uydurmak" başarısı, "değişme" ve "özümsenme" arasındaki farkı kavrayabilecek bilinçte bir toplum olmaktan geçiyor.

4) Kültürel Yayılım (Diffusion): Maddi veya zihinsel ağırlıklı kültür öğelerinin toplumlar arasında dalga dalga yayılması, içten dışa ve dıştan içe sürekli geçişmesi sürecini tanımlar. Tütün kullanımının tarihsel yayılımı iyi bir örnektir (bknz. Ralph Linton, The Study of Man, 1936). Başlangıçta tütün içimi bugünkü Peru, Bolivya, belki de Arjantin yörelerinde yaygındı. Onaltıncı Yüzyıl ortalarında Portekiz ve İspanya'ya getirilerek, önceleri Lizbon ve Madrit saray çevrelerinde kullanıldı. Alışkanlık çok geçmeden genel nüfusa yayıldı. Giderek bütün Avrupa, Orta Doğu ve Uzak Doğu yoluyla Asya'nın Pasifik kıyılarına ulaştı. Dördüncü Murat gibi sert bir hükümdarın getirdiği yasaklamaların bile bu karşı durulmaz yayılımı engelleyemediği besbelli... Tütün alışkanlığı kaynağından çıkışından üçyüz yıl sonra Alaska yoluyla yeniden Amerikan anakarasına, bu kez kuzeyden dolaşarak ulaştığında dünya turunu tamamlamış oluyordu.

Tanımda verilen "sürekli yayılma" ilkesi çeşitli gerekçelerle eleştirilebilir de... Bir kez, coğrafyasal ya da toplumsal etkenler, yayılmayı belli akışım yönlerinde hızlandırabilir, ya da engelleyebilir. Yayılıp gelen bir yeniliğin uygulanabilirliği açısından iklim ve çevre etkisi görmezden gelinemez. Bikinilerin kutuplarda, kar başlıklarının tropiklerde yaygınlaşmasını beklemek boşunadır.

Öte yandan, zeytinyağı gibi sağlıklı besinlerin üretilebildiği, "dünya da kendi kendini besleyebilen YEDİ ülkeden" birisinde, margarinlerin yaygınlık kazanmasını açıklamak için farklı bir kültürel sürece başvurmak gerektiği besbellidir!!

Gözlemlenebilir bir gerçek şudur: yeni bir alet ya da barınak tipi, ya da "frijider", "frütöz", "klima", "VCD" ve "DVD" ile daha nice incik-boncuk, yeni bir akrabalık dizgesinden çok daha büyük hız ve kolaylıkla yayılacaktır.

Kısacası, kültürlerin, yayılma ilkesine karşı kendi yapılarından kaynaklanan bir seçicilik gösterdikleri kesindir. Belki de "maddi" ağırlıklı kültür öğelerini kolaylıkla benimseyen yerleşik kültür, bunların birlikte getirdiği ve zorladığı toplumsal değişimlere karşı ayağını sürüyor, direnmeğe çalışıyor. Kadınları toplumsal yaşamdan dışlarken yılda yüzbin tank imal edebilecek bir sanayi toplumu kurabileceğini iddia eden bir zihniyet, veya şehir suyunun tazyiki Alamanya'dan getirdiği bulaşık makinesini çalıştırmağa yetmeyince Şehr-eminine küfretmek gibi çelişkiler sanırım bundan doğuyor...

Teknoloji ile öteki kültür kurumları arasında ortaya çıkan, yeniliklerin benimsenmesine ilişkin hız ve ivme farklılığına, aşağıda "kültürel gecikme" konusunda yeniden değineceğiz.

Kültürel yayılım ilkesini önplanda gören yorumcuların, kültürel evrimi neredeyse tümüyle bu ilkeye ağırlık vererek açıklamak eğilimlerine karşın, sözkonusu sürecin kültürel etkileşmede genel ve bağımsız bir süreci belirlemediği, öteki süreçlerle çok karmaşık biçimde etkileştiği söylenebilir. Kültürel etkileşme, yayılım, kültürleşme, özümsenme gibi kavramların göreli oldukları, bilerek/bilmeyerek birer farklı yorum örneği olabilecekleri tezi gözardı edilemez.

5) Zorla Kültürleme: Yukarda tanımladığımız "özümseme" sürecinin, doğuracağı tepkiler dikkate alınmaksızın, tehdit ve eylem gücüyle oluşturulması anlamına gelir. Bunun herzaman için "akılsızca" bir girişim olmadığını ve olmayacağını, ne yazık ki, geçmişin askeri tarihi, günümüzün ise kitle iletişim tarihi doğrulamaktadır. Bu konuda, kültürel evrimin Lamarck'çı niteliği, bireyler ya da toplumlar tarafından hangi yolla kazanılırsa kazanılsın, kültürel davranışların sonraki kuşaklara "kültürel geçişlilik" yoluyla aktarılabileceğini gösteriyor. Babalarının yaşadığı toplumsal/kültürel değişme sancıları, çocuklar için bir anlam taşımayacaktır. Dolayısıyla, baskıcı ve yayılımcı yönetimlerin, kendi iç-çelişkilerinden ve dogmatizmin yenilikler karşısındaki uyarlanma güçlüklerinden kaynaklanan zayıflığı saklı tutulmak koşuluyla, kendilerini olanaklı ve kalıcı görmeleri tutarlı bir mantık taşıyor. Siyasetçinin iktidar tutkusuyla, devlet adamının hizmet anlayışı arasındaki fark da buradan kaynaklanıyor olsa gerek.

6) Toplumsal/Kültürel Değişme: Toplumsal/kültürel değişmesürecinden bu noktaya değin öteki bütün başlıklar altında da sözetmek zorunda kaldığımız dikkatten kaçmayacaktır. Çözgüleme amacıyla geliştirdiğimiz bir bakış açısı olan tekzamanlı boyutta yakaladığımız resim, kültürel "yapı" gerçeğidir. "Yapı" kavramı, kendi içinde uyumlu, ahenkli, mantıklı ve bütünleşmiş bir dizge idealini öngörür.. Ama, kültürün çokzamanlı (tarihsel) boyuttaki gerçeği ise bu yapının sürekli değişiyor olmasıdır...

Bütün kültürler, hızlı ya da yavaş, daha doğrusu kimi dönemlerde hızlanmış kimi dönemlerde ise yavaşlamış, ama kesintisiz bir değişme içindedir. Kültür-içi kurumların da, aşağıda sözedeceğimiz gibi, belli zaman dilimlerinde birbirlerinden farklı ivmelerde değişmeye uğradıkları gösterilebilir. Hatta, göreli anlamda, "devingen" ve "durağan" kültürler ayrımından da sözedilebilir. Ama her durumda, dizgenin bütünüyle bir değişme sürecini yaşamakta oluşu, kültürlerin zaman boyutundaki kaçınılmaz gerçeğidir. Değişme kaçınılmazdır, çünkü değişebilme özelliği kültürün zaman boyutundaki sürekliliği için temel önkoşul niteliğini taşır.

Kültürel değişme, çevreye uyarlanma ya da kültürler arası etkileşme gibi "dışardan" gelen etkenlerden olduğu kadar, kültürün kendi iç deviniminden de kaynaklanır. Bireylerden ya da küçük gruplardan kaynaklanan yaratı ve yeniliklere dayalı kültür değişmesi iç dinamiğin kaçınılmaz bir parçasıdır.

"Dış" ve "iç" etken tanımlarını çoğu zaman birbirinden soyutlamak olanaksızdır. Kimilerince "kültürler-arası" etkileşme olarak bir değişme, başkalarınca alt-kültürler, kültür çevreleri, kültür yöreleri, vb arasında sürüp giden bir didişme gerekçesi olarak görülebilir. Yani, toplumdaki bütün birimlerin tanım ve sempatileri arasında az ya da çok farklılıklar, çakışmazlıklar bulunacaktır. Benlik çerçevenizi nasıl algıladığınız, sınırları nereden geçirdiğinize bağlı...

Kültürel değişmenin doğurduğu toplumsal/psikolojik gerilimlerin değişmenin yönünden çok, hızı ile ilgili olduğu kolaylıkla gösterilebilir. Gerilim, "Kimi şeyler değişemez, değişmemeli", veya "Değişir ama, bu kadarı da fazla" tepkilerinden kaynaklanır.

Bu ikincisi, biyo-kültürel kökenli algılama düzeneğimiz ile değişmenin hızı arasında ortaya çıkabilecek uyumsuzluğu belirler. EVRİM ya da DEVRİM niteliği taşıyan -- yani, o şekilde algılanan -- değişmelere gösterilen farklı tepkiler önemli ölçüde bu algılama ve özümleme ("hazmetme") güçlüğü ile ilgilidir.

7) Kültür Şoku: Kendisini yabancı bir kültürün alışılmamış bilişsel/iletisel ortamında bulan kişinin yaşadığı "ego parçalanması" olarak tanımlansa, yeridir. İletişim kopmuş, toplumsal gerçekliğin okunabilmesi için gerekli ipuçları bütünüyle ve apansız değişmiştir. Örneğin, "Evet'in hayır anlamına gelebildiği, etiketlerde yazılı fiyatların aslında pazarlığa bağımlı olduğu, randevu saatinde dışarda bekletilmenin olağan karşılandığı, kahkahaların öfke anlamını taşıyabileceği" bir ortama hazırlıksız giren Batılı konukların bir çaresizlik ve kaybolmuşluk duygusuna kapılmaları kaçınılmazdır (Alvin Toffler, Future Shock, 1972: 12)...

8) Kültürel Yayılım: Kültürleşme ya da özümsenme süreçlerinde uyarlanma için yeterli süre ve -- en azından kuramsal düzeyde -- seçicilik, seçme özgürlüğü vardır. Oysa kültür şokunu yaşayan kişi ya da kitleler için, ne yeterli zaman nede seçme olanağı sözkonusudur.

Kişi böyle bir konumda yitmişlik, yalıtlanrna, soyutlanma, yalnızlık ve tedirginlik duygularını tadar. Uyarıları tanımadığı, yordamlayamadığı, yordamlayamayacağı, tepkilerinin doğruluğuna güvenemeyeceği bir konumdadır. Sanki, gerçek-ötesi bir dünya da gibidir. Kendi içine kapanma eğilimi gösterir. Psikolog Sven Lunstedt şöyle diyor: "Kültür şokunu, gerilime (stress) karşı duygusal ve zihinsel içine kapanma olarak tanımlayabiliriz ("Personality Determinants and Assessment", Journal of Social Issues, Temmuz 1963).

Benzer şekilde, kitle iletişimi çağında farklı bir kültürün değer yargı ve davranışlarıyla yoğun/hızlanmış biçimde yüzyüze gelen kitlelerin de bir tür kültür şoku geçirmelerini olağan karşılamak gerekir. Işıkları azaltılmış bir odada, kendi toplumsal gerçekliğinin çok dışında bir toplumun yabancı uyarıcı bolluğu ile ekranda günbegün saatlerce yüzyüze gelen kişilerin bilişsel dünyasında oluşacak gerilimlere şaşmamak gerekir. Günlük yaşamın gerçeklerine ters düşen medyanın oluşturduğu genel şizofrenik ortamda, kitlelerin içine kapanması ya da saldırgan davranışların yaygınlaşması kaçınılmaz olur.

9) Kültürel Gecikme: William F. Ogburn, 1950'lerde geliştirdiği ünlü "kültürel gecikme" (cultural lag) kuramında, kültürel değişmenin yol açtığı toplumsal gerilimlerin kurumlararası değişme ivmesi farklarından ileri geldiğini savunmuştur (On Culture and Social Change: Selected Papers, 1964: "cultural lag" için örneğin Prof. Kongar "kültür boşluğu" terimini kullanmıştır).

Toplumbilimciler genelde daha çok teknolojideki yenilikler ve bunların getirdiği değişme hızına kimi toplumsal kurumların ayak uyduramaması sonucu ortaya çıkan uyumsuzluk ve dengesizlikler üstünde durmuşlardır. Kimi toplumbilimciler ise, tarih boyunca toplumsal/kültürel değişmenin itici gücü olarak teknoloji ve yerleşik toplumsal yapı çelişkisi'ni soyutlamışlardır.


ÇELİŞKİLER... ÇELİŞKİLER...

Oysa, kültürel gecikme kavramının genelleştirilerek, a) Herhangi bir kültür kurumunda önplana çıkan yenilik etkisinin tüm kültür kurumları arasında yol açtığı; b) Bir bütün olarak değişmekte olan çevre ile insanın sınırlı algılama/uyarlanma olanakları arasında ortaya çıkan uyumsuzluk ve dengesizlik olarak yorumlanması daha doyurucu olur.

Öte yandan kültürel gecikme kuramı, teknoloji gibi bir "maddi" kültür kurumunun değişebilirliğine karşın, "manevi" kültür kurumlarının "değişmezliği" gibi yanıltılı bir teze tanık gösterilemez. Buradaki yanılgı, "maddi kültür" kavramıyla elle tutulur gözle görülür nesnelerin, aletlerin, malzemenin, silahların anlatılmak istendiği sanılmasındadır. Oysa "maddi kültür"ü, bu nesnelerin kendisi değil, bunların "üretimi" ile ilgili yaşam tarzı, davranışlar ve toplumsal örgütlenme olarak düşünmek gerekir.

Kültürün bütünleşmiş dünya görüşü ve yaşam tarzı içinde, "maddi" ve "zihinsel" şeklinde yapılan bir ayrımın sınır belirsizliği de bu gerekçeden kaynaklanıyor. Ülkeye "yeni teknoloji" girmesi demek başkalarının yaptığı malların girmesi anlamına gelmese gerek. Bunların yapımına olanak veren "bilgi, değerler dizgesi, davranışlar karmaşığı ve toplam dünya görüşünün" girmesi olarak anlamak gerekir. Bu da, kültürel dizgenin bütününü ilgilendiren bir değişme, uyarlanma ve yeniden yapılanma boyutudur. Dolayısıyla, diyelim ki "sanayileşirken", bir yandan da kimi kültür kurumlarının eski günlerdeki gibi kalabileceğini düşünmek ham hayalciliktir.

Örneğin sanayide ileri gitmiş ülkeler, geri kalmışlara, "Bu paha biçilmez el-işlerinizi, pitoresk köylerinizi, pentatonik musikinizi ve tüm geleneksel kültürel değerlerinizi koruyunuz... Bizlerin yitirmiş olduğumuz böyle şeylere sahip olduğunuz için ne mutlu sizlere" önerisini getiriyorlarsa, aman ne güzel!... Sanayi ürünleri onlardan, resimsellik bizden...(12)

Tüfek icat olmuşsa, "mertlik" bozulmuştur. İsteseniz de istemeseniz de, çağdaş teknolojiye sırt çevirmek ülkeyi biteviye açık pazar durumuna düşürmek olur. Teknoloji ürünleri yabancı kültürlerin elinde salt bir yaptırım gücü değil, aynı zamanda en kandırıcı imrendirme aracıdır. Kapıyı kapatsanız, bacadan gireceklerdir.

Demek ki "benliğini koruma" ve "çağın gidişine ayak uydurma" çifte başarısı, daha önce de değindiğimiz gibi, özümsenme ve değişme arasındaki farkı kavrayabilen toplumların olacaktır.

Kültürel gecikme kuramının, topluma "değişmek gerektiği ölçüde değişmek" yolunda bir ipucu ve ölçüt önerdiği söylenebilir. İlkenin doğru yorumu, kimi kültür kurumlarını değişmekten alıkoymağa çalışmak değil, bütün kurumların değişmeleri gerektiği yönde ve ölçüde değişmelerine destek vermek; uyumlu, dengeli, çağdaş bir toplumun oluşmasına katkıda bulunmaktır.

Örnekse, "Sanayileşme ile dilde değişme arasında herhangi hir bağlantı var mıdır?" sorusunun yanıtı, "Toplumumuz sanayi kültürünü benimseyecekse, dilimizin de buna koşut bir evrimden geçmesi kaçınılmazdır. Bu yönde bilinçli, bilgili ve bilgece bir yönlendirme ise yerinde bir katkıdır..." olmak zorundadır.(13)

Bu büyük kültür dönüşümünü yaşarken, dilimizin de gerek sözcük haznesi gerekse anlatım kalıpları olarak yeni bilgi alanlarının, farklı bir zaman anlayışının, farklı bir çalışma düzeninin, farklı bir toplumsal örgütlenme biçiminin damgasını taşıyan değişmelere uğraması engellenemez. Konu ne dilimizin horlanması nede yozlaşmasıdır. Konu, dilimizin yeni kültür dünyamızın oluşumuna koşut bir değişim geçirmekte oluşudur. Kaldı ki, o ülke insanlarının dili de eski haliyle kalıplaşıp kalmış değil ki... O diller de, kültür değişimine koşut bir değişim geçirdiler ve geçiriyorlar.

Değişme'nin bir adı da evrim'dir. Bu tür kavramları bilimsel bağlamda "iyiye gidiş" ya da "yozlaşma" gibi değer yargılarından arındırmak, yalın anlamda "değişme" niteliğiyle düşünmek gerekiyor. Çünkü, değişmenin yönü ve istenilirliğine ilişkin bir tartışma, tartışmacıların farklı bakış açıları, farklı çıkarları, ve değişmeden farklı şekillerde etkilenmeleri yüzünden, nesnel bir çözüme ulaştırılamaz.

Evrimci ve bütüncül yaklaşımla süreklilik/değişme mantık çelişkisi giderildiğinde ise, yaşayan kültür toplulukları için şu dersi çıkarmak olanaklıdır: Hızla değişen bir dünya da, kimliğini koruma öğretisini değil, değişme öğretisini benimseyenler varlığını koruyabilmektedir.

Evrimci düşünce açısından bakıldığında bu belirlemede çelişki sözkonusu değildir. Teknoloji, ekonomi, toplumsal ve siyasal dizge yumağında çağdaş değişim çizgisini izlemekte güçlük çeken kültür toplulukları için gelecek güvencesinden sözedilemez. Ulusal kültüre hizmet, her kuşak için, atalarımızın dünyası ile çocuklarımızın dünyası arasında uzlaşmayı sağlamak şeklinde anlaşılmalıdır... Köprü görevinin kaçınılmaz özverisini severek üstlenmek gerekiyor.


DİPNOTLAR:
11)
Sonradan kazanılan özelliklerin aktarılabilmesi ilkesi.
12) Değerli okuyucum, acaba siz de, "değişmeyen" bir Japonya'da sanayileşme mucizesine inananlardan mısınız? Eğer böyleyse, büyük bir olasılıkla, aynı zamanda "millî" kültürümüzü de yabancı kültür emperyalizmi karşısında savunma savaşımı verenlerdensiniz. Çelişkiler... Çelişkiler...
13) Kültüre "ihanet" suçlaması, "değişmek gerektiğinden fazla değişmek ya da değiştirmek" anlamında geçerli olduğu kadar, "gerekli değişmeyi engellemeğe çalışmak" anlamında da geçerli olmak gerekir.