|
|
................... |
|
................... |
KÜLTÜREL
YOZLAŞMA VE MEDYA |
Prof. Dr. Nazife Güngör
Gazi Üniversitesi İletişim
Fakültesi Öğretim Üyesi |
|
|
................... |
|
................... |
Basit bir ilişkilendirmeyle
söylemek gerekirse insanların, yaşamlarını sürdürmek için
yapıp ettikleri her şey onların kültürünü oluştururken, her
düzeydeki ve biçimdeki paylaşımları veya etkileşimleri de
iletişimi oluşturur. Bu basit tanımlamalara göre bakıldığında,
iletişim ve kültür birbirlerinin bir yandan oluşturucu
öğeleri, diğer yandan da yönlendirici, biçimlendirici,
geliştirici ve dönüştürücü araçları olarak işlev görürler.
Şöyle ki insanların ürettikleri değerlerin kültürel bir
nitelik kazanabilmesi için yaygınlık kazanması ve insan
toplulukları arasında ortak bir paylaşım alanı bulması
gerekmektedir. Bu ise ancak iletişim yoluyla gerçekleşir. Buna
göre insanlar arasında çeşitli biçimlerde ve çoğu zaman da
birtakım araçlar yoluyla gerçekleştirilen iletişim sayesinde
üretilen değerler geniş topluluklar arasında paylaşım ve
kullanım olanağı bulur. Kültürel değerlerin paylaşım ve
kullanım alanlarının genişlemesi ise elverişli iletişim
ortamlarının varlığı ile ilişkilidir. Bu noktada akla kitle
iletişim araçları gelmektedir.
Bu anlamda tarih içerisinde şöyle bir geriye doğru
baktığımızda gördüğümüz şey sanayileşme, dolayısıyla da
iletişim teknolojilerindeki gelişmelerle kültürel süreçlerin
işleyişi arasında ne denli yakın ilişki olduğudur. Şöyle ki,
feodal ilişkilerin geçerli olduğu kapalı toplum yapılarının
çözülme sürecine girmesi, dolayısıyla da modernleşme sürecinin
hız kazanmasında kitle iletişim araçlarının ne denli etkili
olduğu bilinmektedir. Baskı teknolojisindeki gelişmelerle
birlikte çok daha kolay ve hızlı basılan gazete, dergi ve
kitapların toplumun giderek daha geniş kesimlerine
dağıtılması, buna bağlı olarak birtakım özgürlükçü fikirlerin
yayılması, kapalı toplumdan açık toplum yapısına geçiş
sürecinde önemli etkenlerden biri olarak değerlendirilebilir.
Öte yandan geleneksel toplum yapısından modern toplum yapısına
geçilmesi, sanayileşme ve kentleşme sürecinde önemli bir
noktaya gelinmesi, burjuva liberal düşüncesinin yaygın olarak
benimsenmesi ve buna bağlı olarak da kapitalizmin gelişmesi
kitle iletişim araçlarının biçimlenmesine de ortam hazırlamış.
Böylece kitle iletişim araçları kapitalist sistem içerisinde
yeniden biçimlenerek kapitalizmin kurallarına uygun bir yapıya
bürünmüşlerdir.
Kapitalist sektör içerisinde yapılanan kitle iletişim araçları
doğal olarak içerisinde var oldukları ilişkiler içinde
üretilen kültürel değerleri yaymak, yerleştirmek ve
pekiştirmek işlevini üstlenmişlerdir. İçerisinde yer aldıkları
sistem kitle iletişim araçlarını, dolayısıyla da kitle
iletişim kurumlarını ne denli beslerse, onlar da içinde varlık
kazandıkları ve yaşamlarını sürdürdükleri sistemi aynı oranda
beslerler. Bu karşılıklı beslenme ise daha çok kültürel
ortamda gerçekleşir.
Kitle iletişim araçları tarafından kuşatılmış günümüz
dünyasında ise işleyiş bunun çok daha ötesine geçmiş
bulunmaktadır. Yaşamımızın her kesitini kuşatmış olan kitle
iletişim araçları, bugün kültürü yalnızca yaymak ve
yerleştirmekle kalmaz, onun üretimini de gerçekleştirme
noktasına gelmiştir. Dolayısıyla günümüzde kültür ve iletişim
arasındaki bu karşılıklı oluşturma ve besleme işleminin yerini
kitle iletişim araçlarınca, ticari piyasa ortamında üretilen
ve tüketime sunulan kültür ortamı almış bulunmaktadır.
O halde günümüz dünyasında kültür açısından düşünüldüğünde
kitle iletişim araçlarının temel aktör haline geldikleri
anlaşılmaktadır. Doğası gereği insanların, kendilerine ait
çeşitli yaşam düzlemleri içerisinde ürettikleri kültürel
değerler, bugün onlar için, başkaları tarafından başka
ortamlarda üretilmekte ve onlara sunulmaktadır. Dolayısıyla da
onların yaşamının dışında üretilen ve tüketime sunulan bu
kültür dıştan dayatmalı, sentetik bir özelliğe sahip
bulunmaktadır. Ticari kapitalizmin piyasa ortamında üretilen
ve çoğunlukla da kitle iletişim araçları kanalıyla insanlara
sunulan bu kültürün, onun alıcısı konumunda bulunan insanların
ruh, duygu ve düşün dünyasını yansıtmak yerine başkalarının,
onun üretim süreçlerine egemen olanların dünyasını yansıttığı
bir gerçektir. Burada sorulması gereken asıl soru, söz konusu
kültürel üretimi kimlerin, neden, hangi amaçla yaptıklarıdır.
Bu soru ışığında günümüz dünyasındaki işleyişe baktığımızda
karşımıza iki önemli sektör çıkmakta. Biri kitle iletişim
araçlarının işleyiş gösterdikleri iletişim sektörü, diğeri ise
kültürel üretimin gerçekleştiği kültür endüstrisi yada kültür
sektörü. Her ikisi de ticari kapitalizmin iki dev sektörü ve
günümüz kapitalist dünyasının büyük oranda da açıkça
görünmeyen, soyut kesitini ayakta tutmaktadır. Soyut kesiti
diyoruz, çünkü gerek iletişim gerekse kültür belli ölçüde
maddi değer olarak yansımakla birlikte, daha çok da ruh, duygu
ve düşün dünyası içerisinde soyut değerler olarak üretilmekte
ve tüketime sunulmaktadır. Asıl önemli ve tehlikeli olan da bu
boyuttur. Çünkü üretim ve tüketim ortamında soyut biçimde
varlık göstermeyen bu kesitin sınırlarının belirlenmesi,
dolayısıyla da demetlenmesi oldukça zordur.
Kapitalizmin egemenlik alanının alabildiğine genişlediği
günümüz dünyasında gerek kültür, gerekse iletişim sektörü
sınırlarını uluslararası düzlemde genişletmiş ve küreselleşme
sürecinin iki önemli kulvarı haline gelmiş bulunuyor. Nitekim
küreselleşmenin düşünsel boyutunun yerleşiklik kazanması,
küreselleşme içerisinde biçimlenen kültürel göstergelerin
yaygınlık kazanması, küreselleşme bilincinin zihinlere
yerleşmesinin temel zeminini kültür, yani piyasa ortamında
oluşturulan adının başına bazen kitle, bazen de popüler
nitelemesini koyduğumuz egemen kültür oluşturmaktadır. Söz
konusu kültür ortamında oluşturulan göstergeler, değerler,
bilinç biçimleri, tavır, tutum ve davranışlar ise kitle
iletişim araçları yoluyla tüm dünyaya yayılmakta ve insanların
tüketimine sunulmaktadır. Bu da kitle iletişim araçlarının
rolünün ne denli önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
Burada sorulması gereken bir diğer önemli soru ise söz konusu
kültürel ortamdaki üretim ve tüketim faaliyetlerinin kimlerin
öncülüğünde yada güdümünde gerçekleştiğidir. Bu sorunun yanıtı
basit. Günümüz kapitalist dünyasına yön veren sermaye
sahipleri bu yöndeki işleyişin de başını çekmektedirler.
Nitekim günümüz egemen kültürü ne denli yaygınlık kazanır ve
ne denli geniş kesimler tarafından kullanılırsa, kapitalizmin
baş aktörleri de o denli kendi çıkar dünyalarını pekiştirir,
kendi egemenliklerini yerleştirirler. Çünkü sistem onların
sistemi, onların hizmetinde olan, onların çıkarlarına uygun
bir işleyişe sahiptir ve zaten bütün kuralları ve kurumları
onlar tarafından belirlenmiş bir niteliğe sahiptir. Aynı
şekilde kitle iletişim araçları da yine aynı sermaye
sahiplerinin elinde ve güdümünde bir işleyiş göstermektedir.
Burada Marx’ı anımsayarak söylemek gerekirse üretim araçlarına
kim sahipse üretim ilişkilerini o belirler, dolayısıyla
üretilen değerleri yine o kontrol eder. Günümüz kapitalist
sisteminde de ilişkiler bu biçimde sürdürülmektedir. Gerek
kültür endüstrisi gerekse kitle iletişim endüstrisi ortamında
gerçekleştirilen her tür üretim patronların denetiminde,
ortaya konulan her tür değer de onların hizmetindedir.
O halde kitle iletişim araçlarının kültürel işlevlerine
baktığımızda, özellikle günümüz dünyasındaki mevcut işleyiş
açısından durum son derece açık. Kültür endüstrisi ortamında
üretilen, insanların, kendi gerçek yaşamları içerisinde yeri
olmayan birtakım kültürel ürünler, büyük sermaye sahiplerinin
mülkiyetindeki kitle iletişim araçlarının aktarım ve sunum
alanında insanlarla buluşmakta ve onların yaşamına
aktarılmaktadır.
Batı kapitalizminin güdümünde sürdürülen günümüz küreselleşme
ortamında ise söz konusu kültürel üretim ve aktarım süreci
insanların, içerisinde yaşadıkları kendi gerçek dünyalarının
ve kendilerine özgü yaşamların tümüyle uzağında, olabildiğince
dışında kalmaktadır.
Kapitalist ülkelerin güdümünde bulunan ikinci ve üçüncü dünya
ülkelerini bu açıdan ele aldığımızda durum son derece açık
biçimde karşımıza çıkmaktadır. Gerek ekonomik gerekse
teknolojik olarak gelişimlerini henüz tamamlayamamış,
dolayısıyla da dışa bağımlı bu ülkeler bir yandan kültürel
açıdan batılı ülkelerin bombardımanına maruz kalkmakta, diğer
yandan da kitle iletişim kurumları açısından dış etkilere
tümüyle açık bulunmaktadırlar. Kitle iletişim araçlarının
işleyişi için gerekli içeriği kendileri oluşturmak yerine
dışarıdan, yani batılı ülkelerden her tür program alımını
yapan ikinci ve üçüncü dünya ülkeleri, dolayısıyla kültürel
ürün ve değerleri de dışarıdan satın almaktadırlar. Ticari
kapitalizmin endüstri ortamında üretilen kültürel ürün ve
değerleri alarak, genelde de kitle iletişim araçlarının
aktarım ve sunum ortamında kendi toplumlarına empoze eden
ikinci ve üçüncü dünya toplumlarında, batının ticari ve de
sentetik kültürel öğelerinin istilasına uğrayan geleneksel
kültürel ortamlar zaman içerisinde özgünlüklerini yitirmekte
ve yapısal dönüşüme uğrayarak başka bir şey olmaktadırlar.
1978 yılında UNESCO bünyesinde hazırlanan bir raporda da bu
konulara dikkat çekilmekteydi. Mcbride Raporu olarak iletişim
literatürüne geçen bu raporda dünyanın tek yanlı bir iletişim
ortamıyla karşı karşıya olduğu, bunun da çoksesli bir dünyanın
oluşması yönünde önemli bir engel oluşturduğuna dikkat
çekiliyordu. Teksesli bir dünyaya doğru giden bu gidişin
engellenmesi için de birtakım öneriler yapılmaktaydı. Buna
göre teknolojik açıdan geri durumda olan ve kendi kitle
iletişim endüstrilerini oluşturmakta zorlanan ikinci ve üçüncü
dünya ülkelerine batılı ülkelerce teknik destek verilmesi,
ancak kitle iletişim araçlarının içeriğinin oluşturulmasında
yerel öğelerin ve değerlerin ağırlıklı kullanılması
önerilmekteydi.
Diğer yandan ikinci ve üçüncü dünya ülkelerinin toplumlarına,
kendi yerel kültürel öğelerini ve değerlerini batılı ülkelere
aktarmaları için gerekli alanların yaratılması, olanakların
verilmesi de öneri olarak sunulmaktaydı. Aksi takdirde
teknolojinin yanında içeriksel aktarımın da aynı biçimde
sürdürülmesi durumunda gelecekte çoksesli bir dünyadan söz
edilemeyeceği yönündeki tehlikenin pek de uzak olmadığı
vurgulanmıştır.
Söz konusu raporun üzerinden otuz yıl geçmesine karşın bugün
gelinen noktaya bakıldığında durumun gerçekten vahim olduğu
görülmektedir. Bırakalım diğer ülkeleri, yalnızca Türkiye’deki
duruma bakıldığında bile, bugün söz konusu tehlikenin tam da
içerisinde yer aldığımız açık bir gerçek. Yüzlerce televizyon
kanalı ve bir o kadar da gazete ve derginin kitle iletişim
sektöründe aktif olduğu günümüz Türkiye’sinde özgünlükten söz
etmek olanaksızdır. Maliyeti düşürsün diye düşük fiyatlarla
dışarıdan alınan kalitesiz programlar ya da taklitleriyle
doldurulan kitle iletişim araçlarının toplum için nasıl bir
kültürel hizmet yaptığını sormak bile anlamsız hale gelmiştir.
Diğer yandan görünüşte çok sayıda olmakla birlikte birkaç
patronun mülkiyet alanında faaliyet gösteren kitle iletişim
araçlarının yayın politikalarına bakıldığında sahibinin
sesinden başka bir şey yansıtmadığı görülmektedir. Hatta bunun
da ötesinde medya patronlarının ilişki ağları, bağlantılı
oldukları siyasi çevreler ve onlarla kurdukları çıkar
ilişkileri günümüz Türkiye’sinde medyanın içeriğini belirleyen
başat etkenler olarak dikkati çekmektedir. Bu da medyayı ya da
kitle iletişim araçlarını, asıl misyonları olan halkı
aydınlatma, bilgilendirme işlevinden uzaklaştırmakta, patronun
sesi, patronun çıkarları, patronun ilişkileri içerisine
sürüklemektedir.
Belli iş ve siyaset çevreleriyle ilişkilenen medyanın haber ve
bilgi kaynakları da bu ilişkiler içerisinde biçimlenmekte.
Dolayısıyla bazı medya şirketleri için bazı haber ve bilgi
kaynaklarına ulaşmak çok daha kolay olurken, diğer bazıları
için bu yöndeki ulaşım olanaksız hale gelebilmektedir. Bütün
bu ilişkiler de kitle iletişim araçlarının asıl misyonlarını
yapmak yerine, işleyişlerini, kendilerine belirlenen özel
misyon alanları içerisinde sürdürmeleri durumunu gündeme
getirmektedir. Buradan hareketle söylemek gerekirse bu
sınırlılıklar, medyanın misyonunun yeni koşullar içerisinde
yeniden belirlenmesi vb. durumlar medyanın kültürel
işlevlerini de etkilemektedir.
Buna göre günümüzde kitle iletişim araçları insanların, kendi
kültürel gelişimlerini kendi özgün koşullarında sürdürmeleri
için onlara katkı sağlamak yerine, onları kendi özgün kültürel
ortamlarından uzaklaştırarak yapay kültürel ortamlara çekmek,
dıştan dayatma birtakım kültürel değer ve öğelerle donatmak,
dolayısıyla da yabancılaştırmak gibi bir işlev üstlenmiş
bulunmaktadırlar.
Bu olumsuz gidişi engellemek için öncelikle yapılması gereken
şey kitle iletişim araçlarının içeriğini oluştururken özgün
kültürel kodları dikkate almak, yerel ve geleneksel kültürel
öğelerden yararlanmaktır. Diğer yandan kitle iletişim
araçlarının içeriği oluşturulurken medya patronlarının
istekleri değil, toplumun, halkın gereksinimleri dikkate
alınmalıdır. Bu arada elbette dışa kapalı bir sürece girilmesi
önerilemez. Ancak dışarıdan alınacak malzemenin yerel
malzemeyle yoğrulması ve özgün bir senteze dönüştürülerek
halka verilmesi önerilebilir.
Bu toplumda işlerlik gösteren medyanın, öncelikle bu toplumun
sorunlarına, koşullarına, ruh, duygu ve düşün dünyasına
duyarlı olması gereği unutulmamalı ve buna göre bir yayın
politikası oluşturulmalıdır. İnsanlar kitle iletişim araçları
dünyasında öncelikle kendilerini, kendilerine ait bir şeyler
görebilmelidirler. Kitle iletişim sektörü var olabilmek,
yaşamını sürdürebilmek için elbetteki kazanç elde etmelidir,
ancak onu kapitalizmin diğer sektörlerinden farklılaştıran
temel noktanın kamusal sorumluluk olduğu asla göz ardı
edilmemelidir. |
|
|
|
|
|
|
|