|
|
................... |
|
................... |
META
FETİŞİZMİNİN SARI GELİN'LE DANSI |
Canani Kaygusuz
Birikim Dergisi,
Ocak 2009 |
|
|
................... |
|
................... |
Meta fetişizminin doruklarında
dolaşıyor ömrümüz; ihtiyaçlarımızı bu doruktan doyurmaya
çalışıp, her doyurduğumuzu sandığımız ihtiyacın yeniden ve
daha derinden ürettiği arzuyla kıvranıp duruyoruz ve yeni bir
pik noktasını arıyoruz o arzuyu doyurmak için. Çıktığımız her
doruk, ulaştığımız her pik noktası aslında düştüğümüz bir
çukur oluyor. Biz yükseklerde doyum aradığımızı sanırken
arzularımıza, en temel ihtiyaçlarımız bir çukurda kendi
kendini boğuyor, kendini öldürüyor, öldürdüğü cesediyle
besleniyor. Ve biz, kopuyoruz kendimizden, ihtiyacımız
olandan, arzularımızdan…
Bu kopuşun hem nedeni hem (yeniden üretimi bağlamında) sonucu
olan günlük ilişkilerimiz, bu kopuş üzerinden
anlamlandırılmaya çalışılıyor. Bu çerçeveden, her şey
piyasalaşıyor. İnsana ait olan her şey; değer, ahlak, din,
ideoloji, ilişkiler… piyasada alınır satılır hale geliyor.
Neye elimizi atsak; ihtiyacımıza uygunluğu üzerinden değil,
bize yararlılığı üzerinden elimizi attıklarımız kıymete
biniyor, değer görüyor. Kıymet verdiklerimiz görünürde değişse
bile özde aynı: “Her şey işime yaradığı kadarıyla kıymetli”.
Her şey bu kadarla sınırlı olsa, gene gam değil. Her işimize
yaradığını sandığımız şey kısacık bir süre sonra işe
yaramazlığını sokuyor gözümüze. Ve evlerimiz, işyerlerimiz,
hayatımız… işimize yaramayan şeylerle dolup taşıveriyor.
“Demode oldu” diyor ve kıyabilirsek atıyoruz, kıyamazsak
biriktiriyor, bir köşede saklıyoruz. Kaç saklımız vardır her
birimizin bir yerlerinde kim bilir? Kim bilir, kaç işe yaramaz
alet-edevat, kaç işe yaramaz kap-kacak, kaç işe yaramaz
telefon numarası… gün gelip tozlanmış dünyalarından
kurtarılmayı ve işe yarar olmayı bekleyerek atıldıkları bi
köşede öyle kıvranıp duruyor.
Sarı Gelin’de atıldığı bi köşede öyle bekledi durdu. Beklediği
yerden gün yüzüne çıkmak, gün gelip işe yarar olmak için ne
kadar kıvrandı bilinmez. Derler ki, bir Ermeni gelinine
söylenilen ağıttı O, beklediği yerde beklerken ve henüz gün
yüzüne çıkmamışken. Ama son yüzyılda o kadar fazla ağıt
yüklendi ki Ermenilerin diline, “Sari Gelin”in acısı bir türlü
tozlanmış dünyasından inmedi. O türküdeki acı, Ermenilerin
tozlu belleklerde saklanıp durdu, diğer acıları aşarak bir
türlü gün yüzüne çıkamadı; gün yüzü görmedi, göremedi, “Sari
Gelin”, Derler ki, Sarı Gelin değil, “Sari Gyalin”di türkünün
adı. Yani, Ermenicedeki dağ kavramından-Sar’dan- geliyordu
türkünün Sarılığı. Ve “Dağlı Gelin” demekti aslında. Türkü’nün
aslı gerçekten “Sari Gyalin” miydi? Bilmiyorum.
Benim kulaklarıma türkü, Yavuz Bingöl’ün hoş sesiyle ulaşmıştı
Türkçede. Yılını hatırlamıyorum, aylardan nisandı. O kadar
duygusallaşmıştım ki, o yüzden hatırlıyorum aylardan nisan
olduğunu, göz bebeklerimde nisan yağmurları gibi yaşlar vardı;
boşaldı boşalacaktı. Salkım Hanım’ın Taneleri filminin
fragmanlarından önce de dinlemiştim türküyü Bingöl’ün içli
sesinden. Ama filmde, tam yerli yerine oturmuş olmalıydı ki
türkü, daha bi içliydi ve daha bi kendi olmuştu.
12 Kasım 1942'deçıkarılan varlık vergisi yasasını
mağdurlarından Levon, Aşkale’ye sürgüne gönderilmişti filmde
–sanırım bende sürgündeydim- filmin izleyicisi olsam da, elim
cebimdeki mendilimde… Ablasının ödeyemediği vergi borcu
yüzünden Levon Aşkale’de demir yolları yapımında işçilik
yapmaya mahkûm edilmişti.
Aşkale, karlar buzlar içerisindeydi. Şartlar korkunç
zorlayıcıydı, Almanya’da Austwich kamplarının izinde, benim
gözlerimse Levon’un gözlerinde… Ve Aşkale’de, vatani görevinde
bir erdi Bingöl, olanları izliyordu kendi halinde. Bingöl,
olanların izleyicisiydi, ama içliydi. Bingöl içli zamanlarının
birinde, sürgündekilerin koğuşunun dibinde, vakit karanlığa
dönerken yakmıştı cıgarasını ve atmıştı elini kulağına:
“Erzurum çarşı pazar, leylim aman…”
Türkü saklandığı belleklerden ilk böylemi çıkıp gelmişti
bilemem, ama benim belleğimde ilk böyle iz bırakmıştı.
Sonra, Kardeş Türkülerden dinlemiştim türküyü. Ayrı bi tadı
vardı. Ses çoğullaşmış, türkü daha bi ete kemiğe bürünmüştü.
Ve derken melodisini bildiğim ama sözlerini anlayamadığım biri
girmişti devreye; aynı türküyü, “bilmediğim bir dilden”
söylemişti, “bilinmeyen dil ve lehçelerde televizyon yayınına
izin” veren yasa koyuculara inat, başka bi dilden söylenmeye
başlamıştı Nilüfer Akbal: “Ambela para para, neynim aman,
neynim aman, sari gyalin…yes im siradzin çara ah, merıt merni,
sari gyalin sari gyalin, sari gyalin dardod yarim…” Ses ne
kadar yalın, türkü ne kadar canlıydı –siz bilmezsiniz-…Ve son
zamanlara kadar da böyleydi benim belleğimin tozlu
raflarındaki “Sarı Gelin Öyküsü”
Sarı Gelin, yıllar öncesinde bir Ermeni dağlı geline söylenen
“Sari Gyalin” ağıdımıdır yoksa Erzurum’da çarşı pazarda
dolaşan güzel bir “sarı gelin”e yakılan platonik bir sevda
türküsü müdür? Ya da rivayet edildiği üzre, Çoruh ırmağı
boyunda yaşayan Hıristiyan Kıpçak beyinin kızına aşık olan
Erzurumlu bir delikanlının “kavuşmasız aşkına” istinaden
yüreğinden gelenlerin yıllar sonra sembolleşmiş hali midir?
Bilinmez. Herkes baktığı yerden bi şeyler söyler durur Sarı
Gelinle ya da “Sari Gyalin”le ilgili. Ama belli ki Pazar payı
büyük Sarı Gelinin. Ve gene belli ki, bu büyük pazarın büyük
oyuncuları bir kez daha o büyük sembolden yararlanmak için
devreye girmişler. Ne de olsa büyük sembollerin yaratıcıları
başkadır, pazarlayıcıları başka; bu lanetli metafetişist
zamanlarda.
Sarı Gelin, geçen günlerde, bu kez kulaklarımdan değil
gözlerimden geçerek bir kez daha belleğime nüfuz etti. Tam
olarak nerede okuduğumu hatırlamadığım bir yazı üzerinden.
‘Sarı Gelin-Ermeni Sorununun İç Yüzü’ diye bir belgeselin
okullarda öğrencilere izlettirildiğini okudum bir yerlerden ve
okuduklarımı okuduğum anda unuttum; ne de olsa metafetişist
zamanlarından geçiyorduk hayatın ve ben akademik bir yazı
yazmanın derdindeydim; bu haberin benim yazacaklarıma faydası
yoktu yani.
Sonra bir haber daha okudum konuyla ilgili. Doktor Serdar
Kaya, okulda gösterilen Sarı Gelin belgeselinin, çocuğunun
psikolojisini bozduğu gerekçesiyle, Üsküdar Cumhuriyet
Savcılığı’na suç duyurusunda bulunmuştu (Hürriyet Gazetesi, 20
Şubat 2009). Hem şaşırdım hem sevindim. Şaşırdım, çünkü bu
ülkede biri –sadece bir kişide olsa- çocuğunun psikolojisinin
resmi kurumlar tarafından bozulmasına itiraz etmeye
başlamıştı, bu iyiydi… Ve bu ülkede tek bir kişinin bile bunu
yapmasına sevindim. Çünkü tek bir çiçek bile yazın gelişini
müjdeleyebilirdi.
Derken tepkiler kurumsal olarak ta geldi. Tarih
Vakfı,17.02.2009 tarihinde, “Tarih Vakfı olarak, aşağıda
belirtilen tebligatın Türkiye genelinde ilköğretim okullarına
gönderildiğini üzüntüyle öğrenmiş bulunuyoruz” diye başlamıştı
yazısına. Ve devam etmişti; “Genel Kurmay Başkanlığı
tarafından hazırlanan ve 1915 olaylarına ilişkin Ermeni
iddialarını konu alan "Sarı Gelin - Ermeni Sorununun İç Yüzü
Belgeseli" DVD'leri okullarınıza dağıtılmış, söz konusu
gönderilen DVD'lerin okulunuz öğrencilerine uygun görülen
saatlerde izlettirilmesini, sonuç raporlarının 27 Şubat 2009
Cuma mesai bitimine kadar Müdürlüğümüz Kültür Bölümüne
gönderilmesi rica edil”miştir. (2) diliyle kin ve nefret
tohumları saçmaktadır. Bu açıdan belgesel her şeyden önce
temel insan hakları ilkelerini ihlal etmektedir” gerekçesiyle
karşı olduğunu da açıklamıştı. Tarih Vakfı, filmin künyesine
ilişkin açıklama yaptıktan sonra, filmin okullarda
gösterilmesine, “İlköğretim öğrencilerinin izlemesinin şart
koşulduğu Sarı Gelin belgeseli tüm bilimsellik iddialarına
rağmen bilimsel değildir. Aksine, bir propaganda filmi olarak
değerlendirilmesi gereken bu belgesel toplumda zaten var alan
Ermeni düşmanlığını ve ayrımcılığı körükleyen
Ve başka kurumsal tepkilerde yükseldi filmin ilköğretim
okullarında gösterimine ilişkin. Örneğin, Barış Girişimi,
Ermeni Vakıf Okulları temsilcileri, Helsinki Yurttaşlar
Derneği (HYD), Sosyal Demokrasi Vakfı (SODEV), Tarih Vakfı,
Uluslararası Hrant Dink Vakfı ve Milletvekili Ufuk Uras ortak
bir açıklamayla “Güzelim türküye tecavüz eden Sarı Gelin
filmi, bir belgesel değildir. Alenen ırkçıdır. Düpedüz,
Türkleri Ermenilere düşman etmek için imal edilmiştir”" (3)
dediler ve yetinmediler. Bu kurum ve kişiler "Sarı Gelin:
Ermeni Sorununun İçyüzü" filminin ilköğretim okullarında
çocuklara zorla gösterilmesini isteyen Milli Eğitim
yetkililerin açığa çıkarılmasını ve cezalandırılmasını da
istediler.
Açıklamaya Türkiye Barış Meclisi ve Dur De girişimi de destek
verdi. Derken Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası
(Eğitim-Sen) tepkisini, Genel Başkanı Zübeyde Kılıç’ın
sesinden verdi. Milli Eğitim Bakanlığınca ilköğretim
okullarında izletilmesi için dağıtılan, 1915 olaylarını
anlatan "Sarı Gelin" adlı belgeselin öğrenciler üzerinde
olumsuz etki yarattığını iddia eden Kılıç, "Sarı Gelin”
belgeselinin kan, gözyaşı ve ceset görüntüleri içerdiğini,
izleyen çocuklar üzerinde olumsuz etki yarattığını savundu.
(4) Belgeselin künyesi belliydi artık: Film Genel Kurmay
Başkanlığı tarafından hazırlanmış ve okullarda gösterilmesi
bir anlamda Milli Eğitim İşkoluna görev olarak tevdi
edilmişti. Niyeti ise ortadaydı. Ama ben niyet okuyucu olmayıp
filmin künyesini biraz daha açayım. (5)
Filmin yönetmeni, İsmail Umaç, uzun bir süre TRT’de çalışmış.
Sonra Net Prodüksiyonu kurarak Sarı Gelin filminin
yönetmenliğini üstlenmiş. Filmin yapımcısı Ahmet Çelenk ve
senaristi ya da kurgucusu Güray Değerli hakkında fazla bilgiye
internette rastlanmıyor. Filmin danışmanlarından biri Prof.
Dr. Mim Kemal Öke. Öke tarihçi, yazar. Diğer danışmanı Prof.
Nejat Göyünç. Prof. Göyünç’ün tevellüdü epey eski 1925
doğumlu. O da tarihçi.2001 yılında vefat etmiş. İki danışmanda
anlı şanlı profesör yani (6).
Film,Videotek Prodüksiyon tarafından çekilmiş. Bu şirketin
patronu, filmin yapımcısı da olan Ahmet Çelenk. Filmin
sitesinde (7), “Sarı Gelin için yurtiçi ve dışında 160 kişiyle
röportaj gerçekleştirilmiştir. Sarı Gelin filmi için, Ermeni
Meselesi'yle ilgili 13 ülkede dolaşılmıştır. Toplam 45 kişiden
oluşan bir ekibin ürünü olan Sarı Gelin için 10 bine yakın
yazılı arşiv taranmış ve görsellenmiştir. Belgeselin çekim ve
kurgu çalışmaları, Videotek Prodüksiyon'un teknik donanımı ile
gerçekleştirilmiştir. 1999 yılında başlayan ve 4 yıl süren bir
çalışmanın ürünü olan belgesel için üç yıl araştırma, 8 ay
çekim ve 4 ay kurgu çalışmaları sürmüştür” denilmektedir.
Sarı Gelin 40'ar dakikalık 6 bölümden oluşuyor. DVD1’in
1.Bölümünde: Yüzyılın Kan Davası; 2.Bölümünde, Suikastlarla
Kazanılan Kimlik; 3.Bölümünde, Sessiz Tanık: Arşivler, yer
alıyor… DVD 2 dördüncü bölümle başlıyor. 4.Bölüm: Katliama
Çıkarılan Vize’yi ele alıyor. 5.Bölüm; Kader Birliği; 6.Bölüm
ise Dostluğu Yeniden Hatırlatmak başlığını taşıyor.
Yetmiyor filme ilişkin yukarda sıralanan künye. Bu filmin bi
de çok dilli versiyonu var. Şöyle deniliyor filmin sitesinde
“Sarı Gelin Belgeseli’nin çok dilli versiyonu 1 DVD’de ve 70
dakikalık özet bölüm halinde hazırlandı. Bu çalışma Türkçe ile
birlikte Rusça, İngilizce, Almanca, Fransızca, İspanyolca,
Lehçe ve Arapça olmak üzere 8 ayrı dilde seslendirildi.
Araştırma çalışmaları yaklaşık 3 yılda tamamlanan projenin
çekim ve kurgu aşamaları ise 1 yıl sürdü”.
Çok güçlü bi çaba, zaman ve emek harcanmış “Sarı Gelin” filmi
için anlaşılan. Bu kadar güçlü çaba, zaman ve emekten sonra ne
kadar para harcandığından bahsetmek bile abes (!). O kadar
ülkeye, o kadar insana, o kadar zamana paramı dayanır. Bu
kadar şey karşısında parayı hesap etmenin anlamı ne? O yüzden
olsa gerek, zaten filmin sitesinde bir tek bütçeye ilişkin
kayıt yok. Kim bilir hangi gizli ödenekle karşılanmıştır. Ve
gizliyse zaten ödenenler, nasıl aşıkar kılınabilir ki?... Ama
gene de sormak gerekmez mi?: Bu kadar çaba, emek, zaman, (hadi
parayı sormayalım) ne için? Bu nefret neden ekilir körpecik
beyinlere? Öyle ya körpecik beyinlere ekilmeli ki maya tutsun.
Henüz gideceği yeri yönü belli olmayan, çoğu kez günlük
hayatlarının küçük korkularıyla bile destek almadan baş
edemeyecek kadar masum ve bir o kadar şaşkın ve biçare olan
henüz 8-10 yaşındaki çocuklara izlettireceksin ki filmi, bu
coğrafya da kimlerden korkmaları gerektiğini ve kime itaat
etmeleri gerektiğini erken bellesinler. Erken bellesinler ki,
bir daha unutmasınlar ve “düşmanla çevrili vatanlarını”
içerden soyup soğana çevirenleri sorgulamasınlar. Hatta onlara
yüz yıl öncesinden gelen bir minnettarlıkla hep biat
edebilsinler. Bu filmi 12-15 yaşındaki erginlere
seyrettireceksin ki, onların içinde bulundukları dönem gereği
isyan yüklü duygularının ve toplumsal adaletsizliklere
başkaldırma hayallerinin yerini ve yönünü belirleyebilesin. O
erginlere seyrettireceksin ki, isyancı erginlerin isyan
duygularını kontrol altında tutabilecek “kum torbaları” ya da
“günah keçileri” sonsuza kadar onların belleklerinde “günah
keçisi” olarak kalabilsin. Sonrası kolay nasıl olsa, bir gün
içlerinden seçip ve taltif ettiğine inandırdığın birinin eline
tutuşturursun silahı ve “Haddini bildir vatan hainine” der
işaretlersin birini. “Bu vatan senin hizmetine muhtaç” dersin
ve büyük ve vazgeçilemez adam duygusu yaratarak, küçük adamı
dilediğin gibi kullanabilirsin.
Sonrası nefret toplumu ve kendi nefretinden beslenen ucube
yaratıklar topluluğu… Yol ettiklerinin mezarlarında biten ota
bile düşman olacak kadar kör nefretin dibine çekilmiş
kumkumalar ülkesi.
Milli Eğitim Bakanı Çelik açıklama yapıyor (8) ve bu filmle
ilgili tartışmalar başlamadan önce filmin gösterimi okullarda
kaldırıldı diyor. Doğru ya da yanlış bu açıklama, ama neyi
değiştirir ki. Diyelim ki, Sayın Bakan, tam da bu filmin
çocuklara gösterilmesinin çocuklar üzerinde ki olumsuz
psikolojik sonuçlarını, filmi eleştirenlerden erken fark etti.
Ya da onlardan daha erken konuya vakıf oldu. Ve diyelim ki
durumun vahametine, bu vahameti eleştirenlerden erken aydı. Bu
neyi değiştirir sahi? Anoloji kuralım bir anlığına: Birilerine
tecavüz girişimde bulunan birilerini başka birileri henüz
görmedi diyelim. Bu tecavüzün bir tek ‘tecavüzü engellemekten
sorumlu’ olan birilerinin bilgisine sunulduğunu düşünelim.
‘Tecavüzü engellemekten sorumlu’ birilerinin tecavüze uğrayanı
önce seyretmesi, hatta tecavüzcünün emellerine çanak tutması
ve ardından birilerinin tecavüze uğradığını daha kimse
dillendirmeden fark ederek bu işten vazgeçmesi masumiyetin
kanıtı olabilir mi? Velev ki, Bakanın açıkladığı üzere, filme
yönelik tepkiler başlamadan sekiz ay önce bu filmin okullarda
gösterilmesi durdurulmuş olsa dahi, masumiyet kirlenmemiş
midir? Ama metafetişist çağda kirlenmeyen ne kaldı ki, biz
masumiyet kirlenmesinden bahsedebilelim…
Birilerimiz “bebekten katiller böyle yaratılıyor bu ülkede”
(9) diyebiliriz. Diğerlerimiz bu söze alkış tutabiliriz, bir
doğruyu saptaması üzerinden. Başkalarımız, tüm bu olanlara ve
olacak olanlara sessiz kalabilir; sırça köşklerinde ya da
başını sokacağı bir dam bulamadığı koca evrende sessiz sedasız
yaşayıp gidebilir. Ya da, kimilerimiz, bu metafetişist çağda
tüm olup bitenlerden ve olacak bitecek olanlardan hiçbir şey
anlamadığı ve artık anlayamayacağı için önüne çıkan her tür
değeri; iyiden ve güzelden yana olan her şeyi talan edebilir.
Ama çağ bu, metafetişistik çağ. Böyle kurgulandı son üç
yüzyıldır: Egemenler böyle ektiler tohumları ve marabalar
böyle sürmeye devam ediyorlar. Kimin haklılığının bi önemi
yok. Önemli olan, kimin kaybettiğini anlamakta.
Şimdilik yeniden raflarda Sarı Gelin.
Saklayanlar ne zaman yeniden gösterime sokar ve ne için
sürdürürler bu lanetli senaryoları, bilinmez. Ama bilinen o
ki, Sarı Gelin ya da “Sari Gyalin” sahipsiz öyle ortada
kalıvermiş biçimde dolaşıp duruyor ülkemde. Zaman zaman
tozlanmış yerinden çekilip alınarak ve parlatılıp cilalanarak,
hem sevginin hem nefretin nesnesi haline getirilebiliyor hala…
Kiminin dilinde ağıt, kiminin elinde kılıç oluyor Sarı
Gelin/Sari Gyalin… Benim kulaklarımda ise kültür düşmanlığına
inat her dilde farklı duygular yaşatan bir mit olarak kalmaya
devam ediyor…
Bir yanım ses veriyor; elinde kılıç kesecek kelle arayanlara,
elinde silah sıkacak kafa kollayanlara… Sokakta öfkeyle
dolaşan birilerine ölüme inat bağırıp duruyor bir yanım…
Bağırıyor, bilmediğim bir dilden; Ermenilerin gömütmüş gibi
derinden gelen seslerinden çıkıp gelerek-tarih öncesinden
koparıp kendini bu çağa dünmüş derin bir acının içinden
bağırıyor: “Ambela para para, neynim aman, neynim aman, sari
gyalin…yes im siradzin çara ah, merıt merni, sari gyalin sari
gyalin, sari gyalin dardod yarim…” Öte yanım bildiğim bir
dilden yayılmaya çalışılan tüm nefret tohumlarına inat
bağırıyor ve bildiğim dilden yanık bir ezgiyle en derin
duygularla yüreğimden çığırıyor :“Erzurum çarşı Pazar, leylim
aman aman leylim aman aman sarı gelin… içinde bir kız gezer,
nenen ölsün sarı gelin aman, sarı gelin aman suna yarim”…
KAYNAKÇA:
1) Dr. Canani Kaygusuz . 19 Mayıs Üniversitesi Öğretim
Üyesi.
2) Tarih vakfının açıklamasının tamamı için bkz:
http://www.savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=9&ArsivAnaID=50448&ArsivSayfaNo=1
3) Ayrıntılı bilgi için bkz.
http://www.bianet.org/bianet/kategori/egitim/112722/sari-gelin-ayibini-
yaratan-yetkililerin-bulunup-cezalandirilsin
4) Ayrıntılı açıklama için bkz:
http://egitim.milliyet.com.tr/Egitim/HaberDetay.aspx?aType=HaberDetay&Kategori=ilkogretim&
KategoriID=118&Article
5) Burada belgeselin künyesiyle ilgili aktarılan tüm
bilgilerin ayrıntıları için bkz: http://www.sarigelinbelgeseli.com/
6) Bu tarihçilerin künyelerine ilişkin bilgilere
http://www.sarigelinbelgeseli.com/ yada isimleri girilerek
farklı sitelerden ulaşılabilir.
7) Bkz: http://www.sarigelinbelgeseli.com/
8) Sayın Bakan, Çelik’in konuya ilişkin açıklamalarının
ayrıntısı için bkz. http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=817109&title=bakan-celikten-sari-gelin-belgeseli-aciklamasi
ve http://haber.mynet.com/detay/bilim-egitim/MEB-Sari-Gelin-in-dagitimi-8-ay-once-durduruldu/19Subat2009/N207100
9) Hrant Dink’in katlinden sonra eşi Rakel Dink’in
cenazede duygu yüklü konuşmasına atfen |
|
|
|
|
|
|
|