...................
...................
İNSAN, AKLIYLA YAŞIYOR 

YEDIC Batıray
Adige Mak, Eylül 2012
Çeviri: AÇUMIJ Hilmi

                         
...................
 
...................
Ben Türkiye'de, Yeleme rayonunda, Tavrus dağı yakınlarında doğdum.

Doğduğum köye bugün Başpınar diyorlar. Burada yaşayan herkes gibi, benim annem-babam da çiftçiydiler. Çocukluğum mutluluk içerisinde geçti. Misafirlerimiz gelir, onları sevinçle ağırlardık....

Çok geçmeden konuştuğumuz dilin diğer dillere benzemediğini anladım. Dilimizin ne gibi olduğu ve nereden geldiğimizi ninem Goşhuray'a sorduğumda bana 'Moskoftanız' demişti, fakat bunun anlamını da, nerede olduğunu da anlamamıştım.

Yaşım dolmadan okula başlamıştım. Aramızda Türkçe bilen hiç kimse olmamasına rağmen, öğretmen bu dilden başkasıyla konuşmuyordu. Bize kötü notlar veriyordu, Türkçe konuşamayanları cezalandırıyor, ayva ağacından sopayla avuçlarımıza vuruyordu. Korkup elini çektiğinde, iki defa vuruyordu. Biz Adige çocukları birbirimize akıl verip köy yöneticisine yakınmıştık. O, kızgın bir şekilde gelip öğretmenimizi azarlamıştı.


İlk 'Adıgabze'

50'li yıllarda babam bize radyo getirmişti. Ondan Adige sesleri duyduğumda, sevinçten 'Adıgabz, Adıgabz' diyerek bağırıyordum. Daha sonraları radyoda Adıgabze bir programa denk gelemedim, çok aramama rağmen bulamadım.

Bütün amcalarım Antalya'ya gitmişlerdi. Bende 5 yıl köyde okuduktan sonra, babam bizi kente götürmüştü, erkek ve kızkardeşlerimi de okutmak istiyordu.

Girdiğimiz okulda çocuklara öğretilen farklı dillerden bir tanesini seçmek zorundaydın. Zenginlerin çocuklarına İngilizce fakirlerin çocuklarına Fransızca öğretiyorlardı. Bir hafta sonra halamın eşi Yerebakan Murat'a rica ettik, okulun müdürünü aradı, bizi de başka sınıfa gönderdiler. Burada İngilizce öğretiliyor olunca, müdürün yanına kendimiz gidip, Almanca öğrenmek istediğimizi söyledik. 'Alman' sınıfına gittiğimizde, öğretmen beni yanına çağırıp yanağıma vurdu. Kendisi matematik öğretmeniydi, gittiğimiz sınıfta başkanlık yapıyordu. Kendi kendime 'dilleri değiştirmenin sana getirdiği bu' demiştim.


İlk Bilgiler

Her gün okula giderken, anne-babamız; 'balkon altlarından gitmeyin, üzerinize su dökerler, Çerkesce (Adıgabze) konuşmayın, sizi okuldan kovarlar' diyorlardı. Dilimizle konuşmaya özgür olmayışımız bizi kızdırıyordu, milli bilinci uyandırıyordu. Kafkasya ile alakalı İmam Şamil için yazılmış romandan başka okuyacağımız literatürümüz yoktu. 12-13 yaşlarındaydık. Yaşıtlar bir araya toplanıp, nereden olduğumuz, dilimiz, vatanımız hakkında konuşmaya başladığımızda, komünistlere karşı duranlar arasındaydık. Ankara ve İstanbul kentlerinde okuyan arkadaşlarımız-köylülerimiz İzzet Aydemir'in çıkarttığı 'Kafkas' isimli dergiyi bizlere ulaştırmaya başladıklarında, düşüncelerim daha serttiler.


'Bu Adige Alfabesi'

Ankara lisesini bitirdikten sonra üniversiteye girdim, Almanca'yı yeterince öğrenmek istiyordum. O zamanlar İzzet Aydemir'e yardım ettiğim de oluyordu, derginin çıkartılmasında çalışıyordum. Beni tanıştırdığı, yüksek öğretmen okulunda okuyan öğrenci bir gün Adıgabze okuyup yazmam olup olmadığını sordu. Bunu arzuladığımı söylediğimde, önüme kalın bir kitap koyup ' bu eski vatanımızdan getirdikleri Adige alfabesi' demişti. Beni çok sevindirmişti, kısmetliydim.

Harflerin nasıl okunacağını bana söyleyip alfabeyi vermişti. İki günde Adıgabze okuyordum. Ardından, Adige Otonom Bölgesi'nde yazılmış 'Roman ve Söylenceler' isimli kitabı 'Kafkas' dergisinde yayınlanmak üzere çevirmeye başladım. Ardından Alhas İbrahim'le isteyenlere Adıgabze okuma yazma öğreten kurslar açtık.

Bunun yanısıra Çerkes çocuklarla gizli olarak toplanıyorduk. Bunu bildiklerinde bizi dağıtmışlardı. Köyden çıkmış çocuğa Afyon'da olan havadis olarak dolanıyordu. Çocuğun anne babasına yazdığını postadan alacağım diyerek, aynı evde yaşadığı çocuk alıp, okudu, ardından da polise götürüp verdi. Mektupta 'Kıymetli anne-babacığım, erkek ve kızkardeşlerime Adıgabze'yi öğretin' diye mektupta yazıyordu.

Ankara'da okurken dünyaya başka bir gözle bakmaya başladım.Yurtta da, bodrum katında da gün doğana kadar Adıgabze konuşuyorduk. Dünyadaki o yaş dönemindeki bütün eski Adige gençleri burayı biliyor; Gençlik Kat 59/1. Evin kapısı gece gündüz açıktı, burada isteyen istediğinde para vermeden geceyi geçirebiliyordu, istediğin zaman terk ediyordun. Ankara'da okumak isteyen Ürdün, Suriye'den gelenler hep burada kalıyorlardı. Bıkmadan geleceğimiz, ulusun geleceği üzerine konuşuyorduk. Fakat bizi dağıtmalarının ardından buluştuğumuz ev boşalmıştı.

Şimdi yeterli olarak anladığımız, ulusumuzun dilini kullanmak, kültürümüzü gönlümüzce uygulayabileceğimiz yerin dedelerimizin doğdukları topraklar olduğu, burasının da Kafkasya olduğuydu. Kendisi de Adige olan devlet çalışanları gençlerin böyle düşündükleri ve davrandıkları için memnun değillerdi. Buna rağmen Çerkeslerden bazıları Ankara'dan Nalçik'e gitmeye başladılar, 'Rodina' isimli organizasyon onları davet ediyordu. Geri geldiklerinde anlattıkları yüreklerimizi kabartıyor, adeta bizleri kanatlandırıyordu. Vatanımıza gelmeyi çok istiyorduk, ama bunun için yeterli olacak paraya sahip değildik.


'Milletini de dilini de unutma'

Üniversitenin ardından Almanya'ya gidip eğitimimi sürdürmeye karar vermiştim. Her şeyden fazla istediğim milletimin tarihi ve kültürünü derinden öğrenmekti.

Ben askerlik görevini yapmadığım için Ankara'dan çıkamıyordum. HATKO Yaşar bu konuda bana yardımcı oldu. Bakanlıkta gönderdiği kişi bana Adıgabze olarak hangi konuda kaygılandığımı sordu. Anlattığımda bir çalışanını çağırıp pasaportum ve diğer evrakları verdi, yapması gerekenler konusunda talimat verdi. Çabucak yurtdışına çıkma izni ile yeni pasaportu hazırlayıp bana getirdiler.

Adama memnuniyetimi söylerken, o beni kapıya kadar uğurladı ' milletinle, anadilini unutma. İyi oku' dedi.


Almanya, bana sevinmedi...

Almanya'ya giderken beni okutan profesör Vinfrid Buh'la birlikteydik. Arabasıyla yola çıkmıştık. İki gün bir gecede Haydelberg kentine ulaşmıştık. Pazar günüydü saat 5 olmuştu. Birbirimizden ayrılırken bana şöyle söylemişti; 'Senin gibi ben de bu kentte yabancıyım. Sana sadece bir şey söyleyeceğim; geldiğin yer başka bir ülke, Almanya. Birileri seni davet edip bir şeyler yaptırmak için bulaştıklarında cevap vermek için iyi düşün. Zorlukta göreceksin, enteresan şeylerde başına gelecek'.

Dediği gibi de oldu. Karanlık oluyordu. Geceyi geçireceğim bir otel bulmalıydım, ama yollarda insan yoktu. Valiz elimde dolaşırken oteli gördüm. İçeri girip geceyi geçirip geçiremeyeceğimi sorduğumda, ücret olarak söylediklerini duyunca, artık hiç bir şey istemez hale geldim.

Elimdeki para on günden fazla yetmeyecekti. Yugendkerberg oteline gidersem, burada öğrencilerden çok para almadıklarını söyleyip beni çıkarttılar. Oteli buldum, fakat öğrenci kimliğim olmadığını söylediğimde yurda gitmemin daha iyi olduğunu söylediler.

Soğuktu, ellerim donuyordu. Kendi kendime 'Almanya'ya gelmek isteyen sendin, şimdi yaşa' diyordum.

Durdurduğum taksiciye pahallı olmayan bir otele beni götürmesi için yalvardım. Orada da yer yoktu, Starobergerske oteline ulaştığımda gece yarısı olmuştu bu yüzden ücretin yarısını aldılar.

Ne yapacağımı da nasıl yaşayacağımı da bilmiyordum. Yabancı ülke beni gördüğü için keyiflenmemişti. İçine düştüğüm durumun üstesinden gelmem için Ladmann ailesi yardımcı oldu. Önce pahallı olmayan kalacak bir yer buldum, ardından işim de oldu. Sabahları gazete dağıtıyordum, ardından hasta bakıcıydım, ortopedik hastanede çalışıyordum. Ardından kütüphanede bilimsel çalışan olarak çalışmaya başladım. Dost olduğum gençle birlikte baş tercümanlık okuluna gittiğimizde, müdür dili tercüme edip edemediğimi kontrol etti, ardından okula öğretmen olarak aldırttı.
İlk önce bankaya gidip hesap açtırdım, her yıl o hesaba 100 Mark yatırıp Kafkasya'ya geleceğim parayı toplamaya başladım.

1974 yılı Temmuz ayında yanımda bir Adige genci ile birlikte SSCB'ye geldik, ana-babamın doğdukları vatanı görmek istedim. Bir ay kadar kalmaya karar vermiştik.