Erkekler genelde
savaşlarda öldürenler, ölenler, sonrasında savaş
yorgunları, şiddetin yayılmasının taşıyıcılarıdır.
Kadınlarsa kocaları ya da oğulları savaşa katılan,
evlerinden sürülen, göç etmek zorunda kalan,
tecavüze uğrayan, ele geçirilip aşağılanacak savaş
ganimetleri, sevdiklerini tabii canlarını da
kaybedenlerdir. Yani
savaştan “en ağır biçimde” etkilenenler, savaşın
mağdurlarıdır.
Her zaman olmasa bile, kadınların erkeklerden daha az
militarist ve daha çok pasifist oldukları düşünülür.
Nitekim doğrudur da. Çocukların okuma bayramlarında
masum tonlamalarla söylenen şarkılarda bile bunu görmek
mümkündür. Eminim birçoğumuz “Küçük Ayşe ve Küçük Asker”
şarkısını hatırlayacaktır. Ne var ki, kadınlar doğuştan
anti-militarist değildirler. Toplumda acı ve korku
hakimse ve politik davranma seçenekleri sınırlandırılmış
ya da yok edilmişse kadınlar da militarist tepkiler
verebilirler.
Kabardey halkbilimci Kardan Ğuş Zaramuk’ın seslendirdiği
bir woredıjde (eski şarkı) Kafkas-Rus savaşlarında Soçi
yakınlarında bugünkü Dagamıs (Tığamıs) denilen yerde
Sanbır adlı bir genç kızın savaşa katıldığı ve şehit
düştüğü anlatılıyor...
Yine bir woredijde Gumkale savunmasına ağabeyiyle
birlikte katılan bir başka genç kızdan söz ediliyor. Tüfekle durdurulamadıkları için top atışlarına
maruz kalıyorlar. Demek ki başka toplumlarda olduğu gibi
bizde de vatan savunması söz konusu olduğunda pasifizme
karşı çıkan kadınlar vardı. Bunu gerek woredıjlerden
gerekse modern zamanlarda Açua (Çuaz) Birgül gibi
Abhazya gazisi bir annenin, Atrışba Yeşim, Gımza Özlem
gibi genç kızlarımızın varlığından biliyoruz.
Adige, Wubıh, Abaza kadınları söz konusu olduğunda
hepimizin görmeye alışkın olduğu, kendinden bir şeyler
bulmaya çalışıp özdeşlik kurabildiği, annesine,
ablasına, komşusuna benzetebileceği bir kadındı Birgül.
Onu özel yapan hayatta en değer verdiğimiz özelliklerden
olmakla beraber toplumsal olaylar söz konusu olduğunda
çoğu insanda görülmeyen bizi tehdit eden bir olay
karşısında beynimizin savunma mekanizmasını harekete
geçirerek kanımıza oluk oluk pompaladığı hormonları
rasyonel olarak kullanabilme yetisi veren cesarete sahip
oluşudur.
Birgül`ün hikayesi bir özgürlük savaşçısının hikayesi
olduğu kadar aynı zamanda diasporada doğmuş büyümüş üç
çocuk yetiştirmiş bir Wubıh kadınının, Abhazya’ya
savaşmaya gitmiş gençlerin hikayesini araştırmak isteyen
bir gazetecinin hikayesidir de.
Gürcü yönetiminin Abhazya`yı işgaliyle diasporada
yaşanan kasırganın ortalığı dümdüz ettiği yıllarda
Coğrafya Yayıncılık’ta editör olarak çalışırken
içlerinde kuzeni Soner’in de olduğu, savaşa giden
gönüllü gençleri anlamak ve anlatmak; o yıllarda
Abhazya’da düzenlenen bir kongreyi Nart’ın Sesi dergisi
adına izlemek üzere sessiz sedasız Türkiye’den çıktı
Birgül yola.
İşgal edilmiş ülkelerinin kurtuluş mücadelesine can
koymuş insanların ter döküşünü kendi gözleriyle görünce
ezilen ulus gerçeğinde yaşam hakkı kadın-erkek birlikte
savaşmaktan geçer düşüncesiyle, kendisine yakışan bir
güzellikte Abhazya dağlarına “merhaba” dedi.
Kendisine ve birçok hemcinsine giydirilen pembe kadınlık
giysisini yırtıp attığından beri üstünde askeri
kamuflaj, ayağında çizmesi, sırtında tüfeğiyle büründüğü
yeni kadınlığıyla, atalarının sürüldüğü ama kendisinin
doğup büyümediği Abhazya’nın özgürlüğü için savaştı. Bu
katılım sıradan bir katılım değildir kuşkusuz. Doğa ve
dağ koşullarının oldukça zorlu olduğu Abhazya’da kadın
savaşçı olarak var olabilmek büyük bir mücadele işidir.
Bu katılımın sosyal, siyasal, felsefi yanları, isyan
karakteri, direniş özelliği ve arayış gerçeği vardır.
Kadın olduğu için cephe gerisinde sağlıkçılarla
kalmasına çalışılan Birgül’ün her şeye karşın kalıba
sokulamayan kendine zorla kabul ettirilmeye çalışılan
kimlikleri benimsememeye karşı direnişi anlamını da
taşır.
Aslında insanca, yaşanılabilir, insanın insanı ezmediği
ve insanların geleceğine güvenle bakabildikleri bir
toplumsal düzen için haksızlığa, eşitsizliğe, sömürgeci
esarete karşı mücadeleye yabancı değildi Birgül. Çünkü
Abhazya’ya gitmeden önce Türkiye işçi ve emekçilerini
örgütlemek üzere 1974'lerde kurulan ilk legal sosyalist
parti TSİP içinde yer almıştı.
Birgül, Pitsunda Batalyonu’nda ve Türkiyeli grubun
içinde diğer gönüllülerle birlikte yaşamını her gün
tehlikeye atarken ”Kendisini bir kahraman gibi değil,
yalnızca çok doğal bir şey yapan biri olarak”
görüyordu.Köprü niyetine karşı kıyıya bağlanmış bir
halata asılarak silah arkadaşlarıyla birlikte azgın
Gumısta nehrini geçerken ”ne yapılması gerekiyorsa onu
yaptım” demekle yetiniyordu sadelikle. Abhazya
devletinin savaşta üstün derecede kahramanlık ve cesaret
gösterenlere verdiği ve kendisine de layık görülen “Leon
Nişanı’nı almaktan “ben ödüllendirilecek bir şey mi
yaptım ki gidip törenle ödül alayım. Bunu gerçekten
hakedenler artık yok” diye utanacak kadar da dolu başak
eğik durur misaliydi.
O zamanlar 20 yaşında olan silah arkadaşlarından biri
ondan “cephedeyken bizim için kimi zaman bir anne kimi
zaman bir abla ve moral kaynağıydı” diye söz ediyor.
Cephede geçen uzun zamanın ardından göreceli barış
ortamının kurulmasıyla rahat bir hayatla doğru bir hayat
arasında gidip gidip gelmedi üç kız çocuğunu yanına
getirdi. Pitsunda`nın Lidzaa köyünde yerleşerek herkes
gibi çocuklarının eğitimi, evin arka bahçesindeki
mandalina ağaçlarının bakımı, ürünün sınırda satışı
işiyle uğraştı.
Birgül’ün yaşamı, bugün anavatanın sorunlarına ilgisiz,
içinde yaşadığı topluma entegre olmuş diaspora Adige,
Abaza, Wubıh kadınının dönüşümünün, yurtsever, kültürel
ve politik biçimlenişin en seçkin örneklerinden biri
olması sebebiyle alınacak nitelikli derslerle doludur.
Onun kimliğini, farkını, vatan ve halk sevgisi sözkonusu
olduğunda savaşta ve barışta halkının yanında olabilme,
tarihi yurdunun kurtuluşuna ve özgürlüğüne olan inancı
tanımlayabilir.
Diasporadakilerin anavatanlarına dair söylemlerinin
çoğunluğunun bugün bile uzaktan proje üretme olduğuna
bakılırsa onu bu kadar değerli kılan,
koşullara,cinsiyete bakmaksızın teori ve pratiğini bir
arada yaşamında somutlaştırmasıdır.
Birgül Şahin’i 40’ındayken yüksek tansiyona bağlı ani
bir beyin kanaması sonucu 1999 yılında kaybettik. Aradan
sekiz yıl geçti. Biz bu ölüme alışamayacağımızı
biliyoruz ama biz şunu da biliyoruz: Bilinçli tavrı,
Abhazya’nın özgürlüğü ve bağımsızlığına tereddütsüz
adanmışlığıyla Birgül, savaşa katılan diğer kadın ve
erkek kahramanlarımızla birlikte hep yanı başımızda
olacak.
Onu zamansız kaybetmenin acısını ve aynı zamanda böyle
bir insanımıza sahip olmanın onurunu aynı anda
yaşıyoruz. Abhazya’nın ve diasporadaki tüm Kuzey
Kafkasyalıların kalbinde, cesaretin, sade, yalın
kişiliğin ve benzersizliğinle gururumuz, ışığımızsın
Açua Birgül.
İnsanlar, kimi tarihe geçen görkemli adlarıyla başka
insanlara esin kaynağı olur. Kimi, isimsizler ordusunda
sessizce saygın yerini alır. Adlar kalmaz akılda
suretler kalmaz; kahramanlıklar sayesinde kazanılanlar
yazılır hafızalara... |