Bu
yazıyı yazma fikri, kendisinin ‘CircassianCenter’
sitesinde Portreler başlığı altındaki şahane
yazılarını okuyunca oluştu. Evet HAPAE Erhan
Şahin’den bahsediyorum, onun yazı ve şiirlerini
yayınlandıktan epey sonraki bir tarihte ablamın
kütüphanesinde elime geçen efsanevi Yamçı
Dergisi'nde okumuştum. Çerkes olmanın nasıl
bir şey olduğunu bilmediğim ve henüz derneklerle
tanışmadığım bir dönemdi.
Birleştirilmiş epey sayının bir arada olduğu o kalın
Yamçı Dergisi, Çerkeslikle ilgili ilkokulum oldu
diyebilirim. İçindeki özellikle Yismeyl Ö. ve Hapae E.
imzalı şiirleri adeta ezberlemiştim. Çok sonraları
şiirlerini ezbere bildiğim Hapae E. ile İKKD’de
başkanlık yaptığı dönemde karşılaşacaktık.
Bizler her şeyi bir arada yapmak isteyen ama yol yordam
bilmeyen genç ve heyecanlı bir gruptuk.
Güçlü bir kültürden yetişmiş olmak, bize referanslı bir
kimlik ve dik bir duruş getirmişti ama derneklerle
ilgili aitlik ve sahiplik kavramlarını nasıl ve ne
şekilde ortaya koymamız gerektiğini tamda bilmiyorduk.
Ana dilimizi aynı yaşlardaki arkadaşlarımıza göre
oldukça iyi konuşuyorduk ama doğuştan cebimizde
bulduğumuz bu dilin edebiyatı, şarkıları ve tiyatrosuyla
henüz yeteri kadar tanışmamıştık.
Doksanlı senelerin en başıydı ve bizler hem dünyayı
anlama hem Çerkes olmayı becerebilme telaşındaydık.
Erhan bey bizim söylediğimiz en saçma şeyleri bile
sabırla ve hafif bir tebessümle dinler, bu konuda ne
yapılması gerektiğini bir cümleyle söyleyiverirdi. Bizim
bütün o karışık, içinden çıkılmaz gibi gördüğümüz
konuları en basit haliyle önümüze koyar, bunu da biz
düşünmüşüz gibi hissettirirdi. Kurduğu bu iletişim
dolayısıyla, yönetimde beraber çalıştığı Yusuf Taymaz ve
İmdat Kip gibi ideolog ve tebessümü zor arkadaşlarının
yanında sevilme açısından da oldukça averajlıydı.
İKKD’nin Bağlarbaşı’ndaki lokalini mimar zevkiyle
yeniden tasarlayıp kentli bir kafe tarzına
dönüştürmüştü. Erhan bey, lokalin bu yeni halinden bir
çok kişiyi de memnun edememişti. Kimi giriş kapısının
Western filmlerindeki bar kapısı tarzını eleştiriyor,
kimi fazla kentli ve seçkinci buluyor, hatta bunun için
bir kesimin dışlanmış hissedip gelmediğini söylüyordu.
Yapılan iyi ve şık değişikliklerin kimilerince takdir
değil de sadece tahammül gördüğünü hayretle öğrenmiştik.
Bizim içinse sorun yoktu, Çerkes olmayan arkadaşlarımızı
da davet edebileceğimiz havalı bir lokalimiz vardı ve
bunun tadını çıkarıyorduk.
Artık derneği ülkenin entelektüel, yazar, şair tiyatrocu
ve sinemacıları ile buluşturmanın zamanı gelmişti ve biz
bu seminer-tartışma-sohbet karışımı projeyi çok
sevmiştik.
Gazetelerde yazılarını okuduğumuz, tiyatroda oyunlarını
seyrettiğimiz, anfilerde konuşmalarını dinlemek için
beklediğimiz, filmlerini seyrettiğimiz insanlar kendi
lokalimizde misafirimiz oluyor ve saatlerce tartışıp
konuşabiliyorduk. Erhan bey İKKD‘ni biz bize
toplantılardan kurtarıp dış dünyaya açmıştı işte. Bu
seferde kendi aydınlarımıza yeterince platform
yaratmamakla suçlanıyordu, oysa bir dışardan bir bizden
dengesi sağlanmaya çalışılıyor, kendi aydınlarımızla
dönüşümlü toplantılar yapılıyordu. Bizim içinse derneğin
dışa dönük, tempolu ve olukça fiyakalı bir dönemiydi.
Yöneticilik dönemi sonrası; bütün eski yöneticiler gibi,
derneğe daha az gelir oldu. Sonraları işi gereği başka
bir şehre yerleştiğini biliyorduk. Yakın bir zamanda
İKKD’nin bir sempozyumunda karşılaştık. Hala şiir yazıp
yazmadığını, İstanbul dururken niçin başka bir şehirde
yaşadığını ve derneğin genel durumuyla ilgili ayak üstü
konuştuk. Adige müziğiyle ilgili mütevazı çalışmalarımız
için, bize şarkı sözü yazmasını bile istedik . Bunu
yazmanın kendisi için hiç de zor olmadığını bildiğimiz
Erhan beyden usta işi bir şarkı sözü elbette ki
bekliyoruz...
Sempozyum bittiğinde ise, portreler köşesine konu ettiği
kimi insanlarla sohbet ederken, bu köşeye kendisinin de
konu olacağını belki de hiç tahmin etmiyordu... |