Doksanlı senelerin ortalarıydı. İstanbul Kafkas
Kültür Derneği (İKKD) Başkanı Günsel hanımla
derneğin üst kat lokalinde bir grup toplantıdayız.
Benim o an orada bulunma nedenim, bir müzik grubu
korosuna dahil olmam.
Günsel hanımın bizden ricası ise derneğin kurum kimliği
altında olmamız, dernek adına konserlere katılmamız ve
kendilerinden de destek görmemiz. Bizlerse derneğin
müzik grubu olmayı şiddetle reddediyoruz. Bağımsız
olmalıyız, hiçbir kuruma ait olmamalıyız (niye ise)
özgürce müzik yapmalıyız ve daha birçok adına grup
prensipleri dediğimiz kompleksli sebepler.
Günsel hanım şaşkınlık içinde bizi dinlemiş, fakat U2
ayarındaki bu kaprislerimize ve iyi niyetli önerisinin
bu kadar şiddetle tepki görmesine hiç bir anlam
verememişti.
Zaten bu bağımsızlık ve özgürlük düşkünlüğümüz yüzünden
bir müddet sonrada sudan sebeplerle birbirimizden de
sıkılıp hepimiz ayrı yollara gitmiştik.
İKKD’nin Bağlarbaşı’ndaki lokali doksanlı senelerin
ortalarına kadar üst kattan ibaretti. Günsel hanımın
azmi ve gerekli çevrelere endikasyonu sonucu alt kat da
alınmış ve şık bir toplantı salonuna dönüştürülmüştü.
Fakat bu tadilat ve çalışmalar sırasında
‘zor oyunu bozmuş’
derneğin çoğu aktif üyesi, kimi Uzunyayla derneğine,
kimi Gaziosmanpaşa derneğine kimileride Kartal’daki
derneğe gider olmuştu.
O dönem, bünyesinde yüzlerce insanı yetiştirmiş olan bu
değerli kurum, birazda yalnız bırakılmış gelir bana ve
kendi adıma suçluluk duyarım. Çocuk yaşlarımda
kapısından neredeyse çekinerek girdiğim bu bina, bugün
bile bana bir özgüven ve aitlik duygusu verir.
Gerekli tadilatlar bittikten sonra bu dağılmış ve uzak
kalmış kitleyi dernek etrafında toplamak yine Günsel
hanım ve ekibine düşmüştü. Üyelere yazılar yollama,
aktivite projeleri hazırlama, kurum yazışmaları gibi
ciddi mesai gerektiren işleri, aynı zamanda yoğun bir
kardiyoloji profesörü olarak nasıl hallederdi hiç
bilmiyorum. Mesela bizlerin böyle şeylere pekte vakti
yoktu ama çalıştığımız işyerlerinin şirket
eğlencelerine, Latin dans kurslarına, tatillere
seyahatlere zamanımız vardı.
Kesintilide olsa bırakmadığımız tek Çerkes uğraşısı ise
müzikti. Dağılan geniş grubumuzdan epey sonra sevgili
Cüneyt Özen’le bir araya gelmiş ve uyumlu bir gitarist
arkadaşımızla beraber keyifli üretimler yapar olmuştuk.
Festivallerde ve dernek organizasyonlarında sahne
aldığımız zaman, Günsel hanım bize iltifat eder, bence
oldukça acemi olan sahne performansımız için övgü dolu
sözler söylerdi. Cüneyt arada bir akorları karıştırsa
da, ben şarkı sözlerini unutsam da bu durum hiç
değişmez, bu seferde ‘sizin
sahne ışığınız yeter çocuklar’ derdi. İstanbul’da
sayıları neredeyse on beşi bulan Kafkas derneklerinin
çoğu organizasyon ve aktivitesine yoğun doktorluk
hayatına rağmen eşi Cenk beyle beraber yetişmeye
çalışırdı.
İki bin seneleri başında Adigey cumhurbaşkanı Aslan
Carım'ın eşi Fatima Carım o dönem Kafkas İş Adamları
Derneği (KAFİAD) başkanı olan Cihan Candemir beyin
davetiyle Türkiye’ye gelmişti. Organizasyonun İstanbul
ayağı Günsel hanımındı ve birkaç gün için kendisiyle
beraber benimde eşlik etmemi istemişti.
İstanbul
gezisinde ki o birkaç gün içinde Cihan beyin (Candemir)
aslında ne kadar sempatik ve zarif, Mahmut Nedim Özel‘in
bir pot kırabiliriz diye ne kadar endişeli ve Günsel
hanımın ne kadar pratik olduğunu örgendik.
Kendisi her ne kadar Çerkesce konuşamadığını söylese de,
Adigey’in mütevazı ‘first leydisiyle’ bensizde pekala
anlaşabilecek kadar dil biliyordu. Fakat hemen her
konuda olduğu gibi o konuda da ayrıntılı ve titiz
düşünüp ağırlama ekibindeki herkesin iyi Adigece
konuşuyor olmasını önemsemişti.
Bir iki sene önce sekiz mart dünya kadınlar gününde,
İKKD’ndeki etkinlikte, Çerkes kültürüne hatırı sayılır
emeği olan hanımların arasına sevgili Rahşan Erdoğan ve
beni de katmıştı. İtiraz edecek gibi olsak da otoriter
bakışlarıyla bizi susturmuş ve küçük dinletimizden
sonra, taltif için hazırlanan yaka iğnelerini bize de
takmasına sesimizi çıkaramamıştık. Ona göre Çerkeslik
konusundaki bütün marifetler iltifata tabi olmalıydı ve
bizim müzik konusundaki amatör çalışmalarımızı da
marifetten saymıştı.
Kimi kereler dediğim dedik tavrı ve kuralları
eleştirilse de, İKKD şu anki insan yoğun halini büyük
ölçüde, bu kitlesel sirkülasyonu tekrar var eden Günsel
hanım ve ekibine borçludur. İKKD örneğin, İstanbul
Dostluk Kulübü gibi üst yapıda varolan fakat birazda
taban kaygısı taşıyan yapılanmalar için bir merkez
teşkil etmekte ve bu kurumu cömertçe bünyesinde misafir
etmektedir.
Kesintisiz on yılı aşkın süre dernekte bir muharebe
askeri gibi çalışmak ve yöneticilik yapmak bu kentli
pratik ve saygın profesörü elbette ki yormuş, fakat bir
taraftan da bu toplumda hak ettiği saygınlığı ise çoktan
kazanmıştır. İstanbul Çerkes dünyası, namlı bir
kardiyolog olan kendisine sadece kalplerini emanet
etmekle kalmayıp, toplumsal pratikler açısından da her
zaman ihtiyaç duyacak ve muhtemel ki uzun bir süre
öylede kalacaktır.
Sevgiler Günsel guaşe…
|