Ekim Devrimi sonrasında sosyalizmi inşa süreciyle,
ekonomik ve sosyal alanda dünya çapında işlere imza atan, 2. Dünya
Savaşı’nda Faşist Hitler Almanya’sının saldırısı ve işgalini
püskürterek, onları 65 yıl önce Berlin’e dek kovalayan, dünya
ilerici güçlerine ve halklarına, Avrupa’ya barış ve özgürlük
getiren; savaş sonrası yıkılıp tahrip olan ülkesini, sosyalist
ekonomisi sayesinde ikinci kez inşa eden SSCB; 1950 sonrasında
dünyanın ikinci büyük ekonomisi durumuna yükseldiği gibi, birinci
olan ABD’yi bazı sektörlerde, bilimsel teknik gelişmeler, uzay
teknolojisi vb. alanlarda geçmesini de bildi. Ayrıca eğitim,
sağlık, sosyal güvenlik, kişisel refahın yükseltilmesi ve
paylaşılmasında, sosyalizmin üstünlüğünü tartışmasız tüm dünyaya
göstererek, yankı uyandırdı ve bir çekim merkezi oldu.
Emperyalist güçleri ve başta ABD’yi korkutan bu gelişme, onların
“soğuk savaş” süreci başlatmasına ve giderek Stalin sonrasında,
Marshall yardımları, NATO, Gladyo vb. örtülü savaş örgütleri
aracılığıyla SSCB’ni kuşatarak teslim almaya dönüştü. Parti ve
ülke yönetimini Stalin sonrasında devralan revizyonist Kruşçev –ve
ardından Brejnev– kliği, partinin ve sosyalist ekonominin dinamik
güçlerini tahrip ederek sosyalist yoldan zaten sapmıştı. SSCB’den
arta kalan biçimsel sosyalist kalıntılara ise, Batı işbirlikçisi
Gorbaçov eliyle son darbeler indirilerek, ‘Sosyalizmin yıkıldığı’
ilan edilmişti. Gorbaçov’la başlayan Batı emperyalizmiyle
entegrasyon süreci, Yeltsin’le Rusya’nın geçmiş ekonomik birikim
ve kazanımlarının Batı sermayesinin talan ve yağmasına dönüşmüş;
üretim araçları ve altyapı çürümeye terkedilmiş, Rusya, IMF
kıskacında teslim alınmaya çalışılmıştı.
Putin’le birlikte, merkezi yönetimi sağlamlaştırma süreci, yeni
palazlanan burjuvazinin pazar hakimiyeti sağlamasına, mafyacı
kapitalizmi tasfiyesine ve emperyalist hülyaların gerçekleşmesine
giden yolların taşlarını döşemeye hizmet etti, ediyor. Dünyanın
büyük güçlerinin kriz içinde bocalaması devam ederken, çok büyük
darbeler yemesine, ağır yaralar almasına karşın, petrol ve doğal
gazdan elde ettiği döviz birikimine yaslanan Rusya, Putin’le
başlattığı geçmişteki etki alanlarına dönme stratejine hız vermiş
görünüyor. Rusya Gürcistan, Özbekistan gibi alanlarda ABD’nin
kuşatma planlarını boşa çıkararak, onun karşısına bir güç olarak
dikilmeye başladı. Yine son olarak, Ukrayna seçimleri ve
Kırgızistan’daki kargaşa sonrasında, kendi etkisine daha açık
yönetimlerin işbaşına geldiği -getirildiği- görülüyor. Son olarak,
Rusya Devlet başkanı Medvedev’in Ortadoğu bölgesine yaptığı gezi
ve Mısır, Suriye, İsrail ve Türkiye yetkilileriyle yaptığı
görüşmelerde oynadığı rolün; yapılan konuşmalar, imzalanan yeni
ekonomik ve siyasi antlaşmaların işaret ettiği yön de; Putin’le
birlikte girilen NATO kuşatmasını kırma ve eski etki alanlarına
yeniden dönme sürecinin sürdürüleceğini gösteriyor.
Gelişmelerin kısa özeti böyle olmakla birlikte, Rusya’nın
toparlanma sürecinde, arka planda işlevsel olan etkenleri
kavrayabilmek için; önemli dönemeçlerde Rusya’nın temel ekonomik
göstergelerine ve geçmişten devralınan ekonomik ve toplumsal
birikime bakmak zorunlu olmaktadır.
EKİM DEVRİMİ VE SOSYALİST İNŞA YILLARINDA RUSYA EKONOMİSİ
Ekim devrimi ve sosyalist inşa, kuşkusuz ki, Rusya halklarına,
tarihinin en büyük ekonomik ve toplumsal sıçramasını yaptırmıştı.
1950’lerde ve sonrasında dünyanın ikinci büyük gücü olan Rusya,
dünya üretiminin % 20’den fazlasını üretmekteydi. 1. büyük savaş
döneminde, devrim öncesi yıllarda ise, emperyalist-kapitalist
zincirin zayıf bir halkası haline gelmişti. Her yıl 200 milyar
Ruble yabancı sermaye girişi olan Çarlık Rusya'sı, ancak, dünya
üretiminin % 2.5 düzeyinde üretim kapasitesine sahipti.
1917 Ekim Devrimi sonrası, emperyalist güçlerin Rusya üzerinde
kaybettikleri nüfuzu yeniden tesis etmek hedefiyle planladıkları
provokasyonlar ve iç gericiliğe verdikleri desteklerle uzayan iç
savaş sürecinde; Rusya’nın ekonomik durumu çok gerilere gitmiş,
ekonomik gelişme 5 yıl süreyle adeta durmuş ve ancak, ekonomiyi
canlandırma amaçlı NEP (Yeni Ekonomik Politika)’in uygulanmasından
sonra; 1928 yılında, 1914 yılı düzeyine ulaşılabilmişti.
22 Haziran 1941’de, Hitler Almanya’sının SSCB’ne saldırısıyla,
Rusya ekonomik planlarını, derhal savaşın gereklerine –Hitler
Almanyası’nın eninde sonunda SSCB’ne saldıracağı aşikar olduğu
için, aslında Sovyetler Birliği daha önceki yıllardan itibaren, bu
büyük savaşa hazırlık olarak, yüksek bir çalışma temposuyla genel
ekonomik plan hedeflerini zamanından önce gerçekleştirdiğinden.–
uyarlayabildi. Alman işgali ve savaş esnasında, altyapı tesisleri,
demiryolu şebekesi, yol ve köprüler, köy, şehir ve kasabalar,
maden ocakları önemli ölçüde tahrip olmuştu. İnsan kaybı 20 milyon
olup, ayrıca 25 milyon insan evsiz kalmıştı. Savaş yılları
Rusya’nın ekonomisini önemli ölçüde daraltmış ve geriletmişti.
1940 yılına oranla, savaşın bitiminde ulusal gelir %17, sanayi
üretimi %8, elektrik üretimi %11, kömür üretimi %11, petrol %40,
çelik %33, çimento %68, pamuklu dokuma %60, şeker üretimi %78,
tarımsal üretim ise % 40 düşmüştü. SSCB,
savaşın yaralarını sarıp, SBKP önderliğinde ülkeyi ikinci kez
yeniden inşa ederek; 1940 yılının üretim düzeyini, 1950 yılında
yakaladı. Ama bu, ikinci savaşın da Rusya ekonomisine, bir on yıl
daha kaybettirmesi anlamına geliyordu. Kapitalist-emperyalist
dünyanın engellemelerine ve savaşlara karşın, devrim sonrasındaki
elli yıllık tarihi içinde Sovyet Rusya, görülmedik ekonomik ve
toplumsal başarılara ve ‘ilk’lere imzasını atan bir ülke oldu.
1918’den itibaren, sanayideki yıllık gelişme hızı, ortalama olarak
% 10’nu aştı.
TABLO 1- Sovyet
Rusya sanayisinin ortalama yıllık gelişme hızı |
|
|
|
1952-1958 |
SANAYİ ÜRETİMİ |
87 |
Üretim malları üretimi
(I. Kesim) |
+12.8 |
Tüketim malları üretimi
(II. Kesim) |
+10.7 |
Sanayide emek verimliliği
artışı |
+7.6 |
|
|
Ayrıca batılı kaynaklar da, bu dönem Sovyet ekonomisinin
olağanüstü gelişme düzeyini doğrulamaktadır. Sovyetler Birliği
ekonomisi üzerine çalışmalarıyla tanınan Prof. Abran Bergson’a
göre, Sovyetler Birliği’nin sabit fiyatlarla milli geliri,
1928-1937 döneminde yılda %5 ile % 5.5 arasında, 1950-1955
döneminde de % 7.5 ile % 7.6 artmıştı. Bu oranlar, o dönemin dünya
ekonomilerinin büyüme hızlarıyla kıyaslandığında, en yüksek büyüme
hızıdır. Dönemin SSCB ekonomisinin büyüme hızı, aynı dönem
Amerika’nın büyüme hızından iki ile üç kat daha fazladır.
SSCB, devrim sonrasında gerçekleştirdiği hızlı kalkınmayla, az
gelişmiş bir ülke olmaktan çıkıp, sanayi üretim hacmi bakımından
dünyada ikinci sıraya yerleşmiş ve birinci sıradaki ABD
sanayisini, bazı alanlarda geçmiştir.3 Ayrıca bilimsel teknik
alanlarda, bilimsel araştırmalarda, dikkat çekici bir gelişme
göstermiştir. Birçok alandaki rakamları, ABD’le aynı düzeyde
gözükse de, eğitim-öğretim ve sağlık hizmetlerinin yaygınlığı ve
parasız olmasında, kültürel vb. faaliyetlerin tüm ülke sathına
yayılmasında onu açık ara geçmiştir. Rusya’da her 100.000 kişiye
düşen doktor sayısının, ABD’dekinden % 12 daha fazla olduğu ya da
aynı sayıdaki hastahane yatağına düşen doktor sayısının, ABD’ye
oranla % 20 daha fazla olduğu belirtiliyor. (Bkz. Bernard P.J:
Sovyetler Birliğinde Planlama, Londra, İngilizceye çeviren: I.
Nove)
Sosyalizmin inşa dönemine ilişkin olarak, sosyalist yönetimin
yaptığı merkezi kalkınma planlarının, ülke kalkınması, kişisel
tüketimin artışı ve halkın refahı üzerine yaptığı olumlu etkiler
bağlamında daha birçok örnek verilebilir. Ama SSCB’nin bu
başarılarını hazmedemeyerek korkuya kapılan emperyalist Batı
dünyası, başta ABD olmak üzere, elbirliği ile ‘soğuk savaş’ı
başlattılar. SSCB’ne aslı astarı olmayan propaganda
materyalleriyle saldırarak; kendi eli kanlı yüzlerini, azami kâr
için dünya ülkeleri ve halklarını sömürme ve bağımlılık altına
alma çabalarını gizlemek için, Sovyetleri “öcü”olarak göstererek;
silahlanmalarını ve NATO’nun faaliyetlerini meşrulaştırmaya
çalıştılar. Beşinci kol ve gladyo faaliyetleriyle, “yeşil kuşak”
vb. projelerle Rusya’yı kuşatarak teslim almayı hedeflediler.
Kruşçev ve Brejnev kliğinin içeriden yürüttükleri yıkıcılığı da
besleyerek, sosyalizmi raydan çıkartma çalışmalarını başlatmış
olan emperyalistler; 1980’lerin ortasında Gorbaçov’un sosyalizmin
biçimsel kalıntılarına son bir darbe indirmesiyle de, açık
kapitalist biçimleri egemen kılma amaçlarına ulaşmış, ‘sosyalizmin
yenilgisi ve ölümünü’, –günümüzde artık bu palavraya inanan
kalmasa da– kutuplaşmanın sona erdiğini, tek kutuplu dünyanın
kurulduğunu ilan ettiler!
DÜNYA KRİZİ ÖNCESİNDE RUSYA EKONOMİSİ
Gorbaçov’un başlattığı Batı sermayesine entegre sürecini,
Yeltsin’in SSCB’ni emperyalistlere peşkeş çekme politikası izledi.
Ülkenin geçmiş birikimleri yağmalandı, eski KBG ajanları, devlet
bürokrasisindeki büyük memurlar, işletme müdürleri vb. önemli
işletmelerin mülklerini ellerine geçirerek, milyarder konumuna
yükseldiler. Bu, bir tür mafyacı kapitalizmin doğuşuydu. Yine bu
dönemde, Batılı emperyalist güçler tarafından, borsa
spekülatörleri tarafından kışkırtılan yapay 1998 kriziyle, ülke
ekonomisi iyice çökertildi ve Batı kapitalizmine teslimiyetin yolu
açılmış oldu. Yeraltı kaynakları, Batılı emperyalistlerin sömürü
ve yağmasına açıldı. Alt yapıya yeni yatırımlar yapılmayarak,
birçok işletme ve kuruluş çürümeye terkedildi, fabrikalar, maden
ocakları kapatıldı...
Gorbaçov’la başlayan açık kapitalistleşme süreci, Yeltsin’le
ülkenin içeriden ve dışardan yağmalanmasına dönüştü. Rusya IMF
kıskacına alınarak, çökme ve köleleştirilme yoluna sokuldu. Bu
mafyacı kapitalist gidişe; Putin’le birlikte darbeler indirildi,
tutuklama, bazı işletmeleri kamulaştırma vb. yöntemlerle, devlet
otoritesi pekiştirilerek, yeni palazlanan Rus burjuvazisinin yolu
açıldı, ekonomi, normal yoldan kapitalistleşme sürecine sokuldu.
Petrol ve doğal gaz fiyatlarının artışa geçtiği olumlu
konjonktürün rüzgarını arkasına alan Putin, içeride yağma ve
rüşveti azaltarak, istikrar sağlayarak, merkezi yönetim aygıtına
belli bir prestij kazandırdı, ekonomi iyileşme rotasına girince
de, halkın yanılsamalı desteğine mazhar oldu. 2008 dünya krizi,
Rusya’yı, ekonomiyi iyileştirme ve alternatif güçlü sektörler
yaratarak, dünya güçleri ile rekabete girişme planları yaptığı bir
kavşakta yakaladı. Bununla birlikte, krizin, mali açıdan Rusya’yı
da vurması, ek olarak petrol fiyatlarını da düşürmesi; Rusya
Federasyonu’nu, bir gecede yüz milyarca dolar kayba uğrattı. Bu
sürece biraz daha yakından bakmaya çalışalım:
Yeltsin döneminde, 1990-1998 yıllarında izlenen ekonomik
politikalarla, sosyalist dönemden kalan bazı uygulamalar hedefe
konmuş, zaten çok önceden terkedilmiş merkezi planlamanın yerine
geçirilmiş olan serbest piyasa ekonomisine ivme kazandıracak
önlemler alınmış; fiyatlar serbest bırakılmış, ülkeye yabancı
sermayeye girişinin önündeki son yasal engeller de kaldırılmıştı.
Bu politikalar, ekonomik gidişatı daha da kötüleştirmiş, enflasyon
artmış, talep daralmış, üretim düşmüş, yatırım ve tasarruflar
azalmış, işsizlik artmış, gelir dağılımı bozulmuş, devletin
ekonomi üzerindeki kontrolü kalktığı için, mafyaya ve
karaparacılara gün doğmuştu. Sonuç olarak, ülkenin ekonomik ve
politik yönetimi, doğal olarak bir avuç oligarkın eline düşmüştü.
Merkez Bankası’nın para politikalarıyla döviz kurunu dengelemesi
ve enflasyonu düşürerek, üç haneli rakamlardan aşağı çekmesiyle
birlikte, makro dengelerin kısmen sağlandığı bir anda; bu kez 1998
Ağustos krizi patlamıştı. Asya krizinin Rusya’ya yansıması,
yabancı yatırımcıların paralarını alarak yurtdışına kaçması
sonucu, Merkez bankası, Rublenin istikrarını koruyamayarak, Ruble
değerini dalgalanmaya bırakmıştı. Moratoryum ilan edilerek, kısa
vadeli borçlar askıya alınmıştı. 1991-2000 yılları arasında,
Yeltsin ve ekibi tarafından, başta büyükleri olmak üzere, devlete
ait olan tüm ticari işletmeler özelleştirilmişti. Gaz, petrol,
üretim ve pazarlama şirketleri devlete ait olmaktan çıkarılmış,
yabancı kapitalistlere satılmıştı. Bu süreçte, başta ABD olmak
üzere, Batılı emperyalist devletler, özellikle Rusya’nın
bankacılık, enerji ve gıda sektörünü ele geçirmeye dönük faaliyet
yürüttüler. Bu dönem, ulusal gelir % 40 azalmış, nüfusun % 40’ı
yoksulluk sınırı altına itilmişti. İç talep baskı altına alınarak
ihracatı arttırma politikası enflasyonu % 30’lara indirse de, bu
sonuç, ortalama yaşam süresinin erkeklerde 60 yaşına inmesi ve
ölümlerin doğumlardan % 50 daha fazla
artması pahasına elde edildi. 1998 krizinin, Rusya ekonomisinde ne
gibi tahribatlar yarattığını ve Rusya ekonomisinin içine
düşürüldüğü durumu en yetkili ağız olarak Putin, ünlü milenyum
konuşmasında şöyle ortaya seriyordu:
“Ülkenin milli geliri,yarı yarıya azaldı. Kişi başına ulusal
gelir, G-7 ülkeleri ortalamasının beş kat altına düştü. Rusya
ekonomisinin yapısı değişti. Kilit sektörler, petrol, enerji
mühendisliği ve metalürji oldu. Bunlar ulusal gelirin %15’ine,
genel ulusal çıktının %50’sine ve ihracatın %70’ine denk
düşüyordu. Reel sektörde verimlilik düştü. Hammadde ve elektrik
üretiminde dünya ortalamasının üzerinde, ama diğer sektörlerde
ABD’nin % 20-24’ü kadar. Makine ve
ekipmanın % 70’i on yaşından büyüktür.
(Bu gelişmiş ülkelerinkinin iki katından fazladır.) Bilim
yoğunluklu üretim alanında Rusya dünyanın %
1’nden sorumlu, ABD bunların %
36’sını, Japonya % 30’unu sağlıyor.”
Rusya ekonomisi, bu süreçte borç kıskacına alınmış, normal bütçe
gelirleriyle borçlarını ödeyemez duruma düşmüş, sürekli borç
ertelemesine gitmişti. Enflasyon 1999 yılı itibariyle %85 düzeyine
çıkmıştı. Rusya, 1999’da 156.6 milyar dolar olan borçlarını
ödeyebilmek için, 2008 yılına değin, her yıl, 13-19 milyar dolar
anapara ve borç faizi ödemek zorunda kalmıştı. Rusya Federe
Devleti’nin 20 milyar dolar civarındaki bütçesiyle borçlarını
zamanında ödemesi olanaklı olmadığından, birçok devletle borç
ertelemesi gerçekleştirilmişti.
2000 yılında petrol ve doğal gaz fiyatlarının % 100 yükselişi,
Rublenin devalüasyonu ile birleşince, ihracat bundan olumlu
etkilenmiş, ihracatın artışı dış ticaret açığını kapatmış ve Rusya
2001 bütçesini denk olarak hazırlamıştı. Ekonominin büyüme
sürecine girdiği, iç talebin canlandığı, vergilerin artırıldığı bu
süreçte, Rusya 2000 yılı büyümesini % 8.3, dış ticaret fazlasını
ise (petrol fiyatlarındaki artışa bağlıydı) 60.9 milyar dolar
olarak açıklamıştı. Bu dönem gerçekleşen toplam dış ticaretin %
35’i Avrupa Birliğiyle, % 18.5’u
Bağımsız Devletler Topluluğuyla, % 15’i
doğu Avrupa ülkeleriyle, yine % 15’i de
Asya-Pasifik ülkeleriyle yapılmaktaydı.
Ekonominin bu göreli iyileşmesinde, Putin’in siyasi istikrarı
sağlaması, ithal ekonomisini ikameye dönük bir kalkınma planını
uygulamaya sokması gibi etkenler rol oynamıştır. Ama bu faktörler,
petrol fiyatlarındaki artışın getirdiği iyileşme yanında çok tali
kalmaktadır. Bir‚ ‘başarı’ vardı; ama bu, esas olarak petrol ve
doğal gaz fiyatlarının yükselmesine ve ihracat gelirlerinin
artışına endeksli olan bir başarıydı. Rusya ekonomisine
bakıldığında, ekonominin yapısal, temel önemdeki sorunlarına çözüm
bulunamadığı ya da uygulanan ‘yeni tedbirler’in sonucuna
vardırılamadığı, kısacası virajın tam olarak dönülmediği;
sorunların ve arayışların da devam ettiği gözlenmektedir.
Yapısal değişim ve dönüşüm geçiren Rusya ekonomisine, bugün için
en büyük katkıyı, yine petrol, doğal gaz ve silah satışları
sağlamaktadır. Yine bu değişim sürecinde gözlenen bir olgu da,
Rusya’daki yabancı yatırımların kompozisyonunda ve sahiplerinde de
bir değişiklik olmasıdır. Rusya’ya yapılan yabancı sermaye
yatırımlarında ağırlık, giderek ABD’den Avrupa Birliği ülkelerine
doğru kayma eğilimine girerken; Rus sermayesinde ise, dışarıya
sermaye yatırma eğilimi gözlenmektedir. Örneklersek, ABD’nin
Rusya’daki yatırımlarından 10 kat daha fazla düzeyde Rus
sermayesi, ABD’de bulunmaktadır. Yine son kriz öncesi bir başka
eğilim de, Alman ve İngiliz sermayesinin Rusya pazarına girişinde
görülen artışlardır. 2008 krizi öncesi Rusya ekonomisi, uzun
yıllar süren eksi büyümeleri geride bırakarak, artıya geçmişti.
Ama yine de bu dönemde, sektörler arasındaki dengesizliğin sürmesi
bir yana, yeni yapılan yatırımların kârlı bir alan olan enerji
sektörüne (yani, nükleer santral, doğal gaz ve petrol çıkarımı ve
ulaşımına) yapılması nedeniyle, tek yanlı bir ekonomik büyüme
gerçekleştirildiğinden; ekonominin iç açıcı bir konumda bulunduğu
söylenemez.
Rusya Hükümeti, 2002’de, sadece yiyecek endüstrisi, enerji
kompleksi, ve yakıt alanlarında büyüme olduğunu, ama diğer
sektörlerde ya durgunluk ya da başarısızlık olduğunu açıklamıştı.
Devlet İstatistik Komitesi, o döneme ilişkin olarak, işsizliğin
düştüğünü, üretimin arttığını, sermaye yatırımlarının %
12 yükseldiğini, yıllık enflasyonun %
12 olduğunu, ödemeler dengesinin kritik olmayıp bütçe
fazlası bulunduğunu açıklamıştı.
Açıklamada büyüyen ekonomik sektörler şu şekilde belirtilmişti:
Yakıt (% 9.4), demir orijinli metal (%
8.9), metalürji (% 8.5), demir dışındaki metaller (%
6.1), gıda (% 5), elektrik
enerjisi (% 2.5), ormancılık, ağaç ve
kağıt (% 12). Ayrıca başarısız ekonomik
sektör olarak ilan edilen hafif sanayide (%
2.5) düşüş gösterilmişti.
Rusya’nın istatistikleri, ülke dışında, genellikle güvenilmez
olarak kabul edilmektedir. Ama IMF raporları da, Rusya
ekonomisindeki görece iyileşmeyi saptamıştı. IMF, Rusya’nın ulusal
gelirinin 1999’dan beri arttığını, 2000 yılında % 10, 2001’de % 5,
2002’de % 4.3, 2003’te %
6 arttığını açıklamıştı. Bu dönem, belirgin artış olmayan
Rusya’nın dış borçları, 150.8 milyar dolarla, 1995’teki 133.2
milyara yakın bir düzeydedir. Rusya ekonomisinin, bu dönemdeki
kısmi iyileşme göstergelerine karşın, petrole bağımlılığı artmış,
devletin bütçe hesaplarını ve ekonomik stratejilerini, petrolün
varil başı fiyatını baz alarak oluşturduğu bir sürece girilmişti.
Ayrıca Rusya, içeride emperyalist tekeller ve yerli işbirlikçisi
gruplar arasında petrol doğal gaz ve enerji kaynakları üzerinde
keskin rekabetinin sürdüğü, gelir dağılımının alabildiğine
bozulduğu, dolar milyarderlerinin mantar gibi yerden bittiği bir
ülke durumuna gelmişti. Rusya Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı
Galine Karelova’ya göre, yoksulluk sınırı (ayda 65 dolar) altında
yaşayan insan sayısı 30 milyonun üzerindeyken, bu dönemde
Rusya’daki dolar milyarderlerinin sayısı, Forbes dergisinin her
yıl yayınladığı listeye göre, 17’den 25’e yükselmişti. Rus
milyarderlerinin birleşik toplam serveti, bir yıl içinde 35.5
milyar dolardan 79.4 milyar dolara fırlamış ve Moskova, şehir
olarak, New York’tan daha fazla dolar milyarderinin yaşadığı bir
kent haline gelmişti.
KRİZ SÜRECİNDE RUSYA EKONOMİSİ VE ALINAN ÖNLEMLER
Son dünya krizinin Rusya’yı fena şekilde vurduğu görülmektedir.
Rusya’da kriz, tıpkı diğer dünya ülkeleri gibi, sadece borsa ve
bankacılık alanlarında yaşanmadı. Ek olarak petrol fiyatlarının
düşmesi, krizin etkisini katladı. 2008 Temmuz’unda varil başına
147 doları bulan petrolün fiyatı, 2008’in sonunda 50 doların
altına düştü. Büyük bir enerji ihracatçısı ülke konumunda bulunan
Rusya, üretim yelpazesini çeşitlendirip, diğer sektörlerde ihracat
yapmadığı sürece, oynak petrol fiyatlarına bağımlı duruma
geliyordu. Kriz sırasında borsanın % 70 değer kaybetmesi,
ekonomiyi durma noktasına getirmiş, Rusya Merkez Bankası, düşen
ruble değerini korumak için, ülke rezervlerinin yaklaşık %25’ine
denk düşen bir kaynağı (150 milyar doları) bir çırpıda harcamak
zorunda kalmıştı.
Yine 2008 Ocak ayında, 2007 Ocak ayına oranla, sanayi üretimi %16
azalmıştı. Rusya’nın bütçesini petrol fiyatına endeksli olarak
yapması, ekonomisini istikrarsız kılmakta, planlar hassa dengeler
üzerinde yürümektedir. Bütçenin yarıdan fazlasını petrol ve doğal
gaz satışlarından elde edilen gelirler oluşturduğu için, bütçe
planlarında hedefi tutturmak şansa kalmaktadır. İhracat, petrol,
doğal gaz, maden gibi, doğal kaynaklara dayanmaktadır. Öyle ki,
Rusya’nın bu enerji sektörü ihracatı dışındaki ihracat miktarı,
küçük bir ülke olan İsveç kadar bile değildir. Enerji fiyatları
düşünce, enerjiden elde ettiği vergi gelirleri de düşüyor ve Rusya
bütçesi açık veriyor. Ayrıca işvereni hükümet olan milyonlarca
kamu çalışanı memur ve işçi bu durumdan etkileniyor ve maaşlarını
alamamakla yüzyüze kalabiliyor...
Rusya’nın kriz başladığında kaybettiği servet miktarı,
milyarderlerin sayısının azalması olarak da kendini gösterdi. 2009
Şubat’ı baz alındığında, milyarderlerin sayısı yarı yarıya azaldı.
2007 yılında, Rusya 101 dolar milyarderine sahipti. Milyarderler,
hem sayısı azalarak 49’a indi, hem de mal varlıklarının üçte
ikisini kaybettiler.
Birçok gözlemci ve ekonomist, krizin Rusya’yı iyice çökerteceği
beklentisindeydi. Fakat Putin, göreve başladığı, devlet başkanlığı
yaptığı dönemde de, sadece petrol ve doğal kaynaklar ihracatının
getirdiği gelirle, Rusya ekonomisinin dönmeyeceği, Rusya’nın çevre
ülkeler üzerinde abi rolü oynayamayacağı ve Batının Rusya’yı
kuşatma palanlarının boşa çıkarılmayacağı, Rusya’nın bir süper güç
olarak, eski gücüne kavuşamayacağının bilincinde görünüyordu.
Başbakanlık koltuğuna oturduğunda da, gerek işadamları gerekse
yetkililerle yaptığı toplantılarda, sürekli olarak, petrol ve
doğal gaza bağımlı olarak yaşamaktan kurtulmaya, Rusya’nın üretim
yelpazesinin çeşitlendirmesine ve özellikle yüksek teknolojili
üretim sektörlerine yönelinmesine vurgu yapmıştı.6
Kriz başlayınca, Rusya, petrol ve doğal gaza bağımlılıktan
kurtulma yönünde, geleceğe yönelik ekonomik kararlar aldı ve
program yaptı. Rusya Hükümeti’nin Resmi Gazete’de yayınlanmış,
”2009 yılı küresel mali krizle mücadele” adlı programına göre;
“Rusya on yıllık bir ekonomik büyümenin ardından ekonomik bir
darboğazla karşı karşıya kaldı.” saptamasından sonra, alınacak
ekonomik önlemler şöyle sıralanıyordu:
- Sosyal politikalarla, kamu tüketimleriyle, işsizlikle mücadele,
- Endüstriyel ve teknolojik büyüme eğilimi sürdürülmeli,
- Devletin talepleri ile birlikte özel sektör taleplerinin konut
yapımını hızlandırılarak artırılması ve iç talebin
canlandırılması,
- Uzun vadeli ekonomik modernizasyon programları, krizden
etkilenmemesi. Petrol yerine ekonominin çeşitlenmesini sağlayacak
uygulamaların sürdürülmesi,
- Ekonomiler, güçlü yerel finans sistemine dayanmalı. Hükümet,
bankacılık sektörü ve mali piyasalar için, kredi sağlamaya devam
etmeli,
- Hükümet ve Merkez Bankası’nın, makro ekonomik istikrar için,
sorumlu uygulamalar ortaya koyması gerekiyor. Yatırımlar cazip
hale getirilmeli, enflasyon düşürülmeli.
Görülüğü gibi, Rusya’nın aldığı tedbirler, diğer ülkelerin
anti-kriz tedbirlerinden epeyce farklıydı. Bu tedbirleri, sosyal
desteklerle ekonomiyi canlandırmak, yatırımları sürdürmek,
ekonomiyi çeşitlendirme doğrultusunda zaten önceden girilmiş
yoldan sapmamak, ama sosyal bir patlamaya da mümkün olduğunca yol
açmamak olarak değerlendirmek mümkündür.
Krizin Rusya’yı, önceden girdiği iyileşme ve ekonomiyi
çeşitlendirme sürecinde yakalamasını, onun bir avantajı olarak
görebiliriz. Çünkü dünya genelinde krizden çıkılırken, yeni
teknolojiler kullanarak, emek üretkenliğini, artı-değeri ve kâr
kitlesini arttıran sektörlerin ve ülkelerin avantajlı konuma
geçeceği gerçeğini, diğer emperyalist ülkeler gibi, Rusya’nın da
iyi ve önceden kavradığı söylenebilir. Son aylarda Rusya’nın
imzaladığı ekonomik antlaşmalara bakıldığında da, bu
görülmektedir. Rusya, tarihinde ilk kez, dünya çapında avantajlı
olduğu nükleer santral yapımı gibi stratejik bir sektörde ülke
dışına açılarak, Türkiye ile Akkuyu Nükleer Santral Antlaşması’nı
imzaladı. Benzer bir atom santrali yapımı için Suriye ile
görüşmeler yapması da, bu çerçevede değerlendirilebilir.
Kriz sürecinde, gerek Putin, gerekse Medvedev, alınan anti-kriz
önlemlerin titiz bir takipçisi oldular ve ekonomik kriz sürecini
ve politik sıkandalları ve “terörizme” karşı eylemleri, birçok
dünya liderinin aksine yerinden, bizzat yönetmeyi bir alışkanlık
haline getirdiler. Rusya yöneticileri, aldıkları ekonomik
önlemlerle krizdeki kritik eşiği atlatmış, ekonomiyi olumlu bir
gelişme rayına sokmak için çabalarını artırmış görünüyor. Putin’in
son açıkladığı üç yıllık planda da, artan işşizliği azaltacak
yatırımlara odaklanıldığı görülmektedir. Hükümetin başkanı
sıfatıyla Putin, 4 Mayıs 2010’da Devlet Duma’sında, 2009 ve
2010’un ilk çeyreğindeki Hükümetin çalışmalarını ve izleyecekleri
hattı şöyle değerlendirdi:
“Geçen yıl temmuzla başlayan ve global krizle ilerleyen
durgunluktan çıkılmış, bunun yerini sürekli iyileşme almıştır.(..)
2011 yılı başında, karar verdiğimiz anti-kriz subvansiyonları,
ayırdığımız tahsisat ve fonlar durdurulabilir, kriz esnasında
hızlı karar almak gerekiyor, tahsisat fonları gerekliydi, bu
nedenle hükümet bu görevi üstlendi, hükümet, şirketlerin
malvarlığının 374 milyar rublelik miktarını garanti altına alarak
yardım etti, parasal destek verdi, son yıl bu tahsisatların
getirisi 19 milyar rubleyi aştı, ama bir sonraki yıl, bu destek
uygulamasına artık son verebiliriz” diye konuştu. Putin, ek
olarak; “verimliliğin yükseltilmesi, yeni teknik ekipman üretimi,
geçici olarak işçi çıkarılmasına yolaçabilir. Bu nedenle,
randımansız işler için kavga etmek anlamsız olur. Yeni işler
bularak ve yeniden eğitim fırsatları yaratarak, insanları
ilerletebiliriz. Hükümet şimdi bunu yapıyor. 2010’da, yeni iş
yaratımını hedefleyen projeler için, 40.5 milyar Ruble harcadık,
Rusya’da yoksulluk sınırı altında yaşayan emekli bulunmuyor,
birçok ülke sosyal harcamaları azaltıyor, emekli ve memur
maaşlarını donduruyor, oysa biz o pratiğe girmiyoruz, resmi
görevli ve emekli maaşları bizde artıyor. (..) Bir sonraki iki yıl
içinde, sağlık alanındaki modernleşmeyi tamamlamak ve ülke çapında
bir sağlık ağı oluşturmak için, 300 milyar Ruble destek
sağlayacağız.” dedi. (Bkz. Pravda)
Ayrıca, devlet başkanlığı koltuğunda oturan Medvedev de, 2009
sonunda Ekonomist’in Dünya Ajandası’nda yayınlanan makalesinde;
“Rusya’da önceliklerimiz, yeniden başlayan ekonomik büyümeyi
garanti etmek, bu büyümeyi ayakta tutarak, onu daha dengeli bir
ekonomik yapılanma üzerinde temellendirmektir. 2010’da da elbette
ekonominin modernleşmesini, yenilenmesini ve çeşitlenmesini teşvik
edeceğiz. Global düzeyde Rusya enerji kaynaklarına ve diğer
hammaddelerine güvenmeyi sürdürecek. 2010’da hükümetin çabaları
daha çok kriz sonrası büyüme üzerine odaklanmak olacak. Yeni
ekonomik kuruluşu, acil olarak başlatacağız” diyordu.. (Bkz. The
Economist, The World in 2010, Dmitry Medvedev, ‘Çalkantılı dönemde
Rusya’nın Rolü’ adlı makale, sf. 50)
IMF’ye geçmiş borçlarını ödemiş olan ve güçlü döviz rezervlerine
güvenen Rusya, IMF’nin dünyada krize düşmüş, zordaki ekonomilere
destek sağlamak amacıyla, ‘acil destek fonları’nı arttırma
talebine; 1 milyar dolarlık borçla katkıda bulunacağını açıkladı.
Bu, IMF’ye borç verme işi; Pravda’da, “IMF’nin Rusya üzerinde
geçmişte uyguladığı diktatörlüğün öcünün alınması” başlığıyla
yorumlandı. Rusya’nın borç düzeyinde belirgin bir değişme olmadığı
gibi, döviz rezervleri, krizdeki ani düşüşten sonra, tekrar
yükselişe geçmiştir. Rusya’nın döviz rezervleri, 400 milyar
dolarla şu an dünyanın en iyi üçüncü ülke rezervi konumunda
bulunuyor. 2009 Nisan ayında rezervlerin erimesinin durmaya
başlaması, Rusya’daki bankacılık sisteminin de bu arada
güçlendiğini gösteriyor. Dünyanın bellibaşlı ekonomistleri ve
uzmanları da, Rusya ekonomisindeki iyileşmeyi onaylıyorlar.
TABLO
2- Rus ekonomisinin, kriz öncesi
ve sonraki yıllardaki temel ekonomik göstergeleri
|
|
|
|
|
YILLAR |
2005 |
2008 |
2010
(Tahmini) |
Gayrisafi
ulusal hasıla (milyar Ruble olarak) |
21.598 |
41.668 |
1.41
(Trilyon Dolar) |
Kişi
başına düşen ulusal gelir (Dolar) |
5.332 |
11.811 |
10.030 |
Mal ve hizmet ihracatı
(milyar dolar olarak) |
268.1 |
522.9 |
|
İthalat |
164.7 |
368.2 |
|
Merkez Bankası döviz
rezervleri (milyar dolar olarak) |
182.2 |
427.1 |
|
Dış borçların ulusal
hasılaya oranı (%) |
10.8 |
2.0 |
|
|
1 Dolar = 28.8 Ruble |
1 Dolar =
24.9
Ruble |
|
|
|