Kafkas toplumunun muhacerette karşılaştığı
sorunların belki en önemlisi, birlikte yaşamak zorunda olduğu
toplumla yaşadığı adaptasyon. Bunu bir asimilasyon süreci olarak
değerlendirmeden biraz kendimizi alıkoyarsak genel durum olarak
şöyle bir fotoğraf karşımıza çıkıyor; kendinize özgü kültür
derinliğini tüm benliğinizle hissederken birlikte yaşamak zorunda
oluşunuzdan kaynaklanan nedenle bir başka kültürü anlamak, onun
kurallarını dikkate almak ve belki de artık o kurallarla yaşamak
zorunda olduğunu bilmek.
Yıllar yılı size öğretilenler ve bunu onaylayan bir öz benlik
duygusu ile bazen bu öğretileri tümüyle yok sayan gerçek ortam
öğretisi çoğu zaman karşı karşıya gelir. Ben ve benden önceki
kuşaklar bu ikili yaşamı birlikte sürdürdüler. Değerlerine övgü ve
ondan vazgeçmeme ama aynı zamanda gerçek yaşamda, caddede, okulda
yada iş hayatında farklı bir algıyı dikkate alma… Birbirine
değdirilmeden yürütülen değerler bazen birbirlerini yok saysalar
bile aynı bedende yaşıyorlar bir hayat boyu ya da kuşaklar boyu.
Bu durum, bu değer karmaşası, bence tüm muhaceretteki toplumların
bireyleri için geçerli. Kuşakların içinde yaşadıkları toplumun
değerleriyle tümüyle uzlaşarak masif bir kültür oluşturmaları,
birlikte düşünebilmeleri, birlikte davranabilmeleri çok zor.
İki kimliklilik, yaşamsal anlamda değerli olan korunma ve var olma
kavramlarının baskınlığı ile belki açıklanabilir. 1970'li
yıllardan bu yana bu iki kimlikli oluşa şahit olan kişilerden
biriyim. Dernek ya da dar kültür alanlarına sıkışmış kişilerin
kendilerini bağlı hissettikleri toplumun değer derinliği, bazen
onu kuşatabilmekte ve asıl tehlikelerle dolu var olmanın yeni
haline adapte olmada ona yeterince referans olamamakta.
Sonuçta kişi bir yandan değerlerinin kabuğunda yaşayan bir görünüm
çizerken bir yandan da gerçek var oluş savaşlarının yaşandığı dış
dünyada olanca gayretiyle bir savaş vermek zorunda kalıyor. Bazen
bu ruhsal karşı karşıya gelişler kimilerinde derin bir umutsuzluk
ve ruhsal bir çözümsüzlük yaratırken, kimilerinde entelektüel bir
genişleme ile açıklanabilecek bir bileşke oluşturabiliyor.
Tüm bu sancıları bünyesinde yaşatan ve bunu entelektüel bir dünya
içinde algılayan biri olarak sevgili Orhan Alparslan ağabeyi
hatırlıyorum. Bu sancıların ve yarattığı ruh halini en iyi temsil
eden kişilerin simgesi olarak görüyorum onu. Bu sancılar onu
ölümüne kadar hiç yalnız bırakmadı. Toplumunun insanı olarak
değerlerini yaşar, yaşarken kabına sığmaz ve aşkın derinliği bir
yanardağdan akan lav gibi ara vermeksizin her zaman dışa taşardı.
Ressamdı, yazardı, araştırmacıydı, tarihçiydi. Kurcalayıcıydı
sancısını. Bu kurcalamalar ve aşkın bilgisi hem mensup olduğu
toplumda, hem de bilgi derinliğine önem vermesi gereken
entelektüel ortamda pek anlaşılamadı. Orhan Alparslan ve onun gibi
insanlarımızın sancılarının kaynağını muhaceret olgusunda
aramalıyız. Nesillerin 150 yıla yakın yaşadığı sancılı durum bu
sorunun kaynağıdır.
Kişileri ve davranışları suçlamak çıkmaz bir sokaktır. Hepimiz
aynı yerden yaralıyız ve yaramız hala iyileşmedi. Hepimiz bu
yaralara en olmadık ilaçları bastık. İzm'lere sığınma, dini
arayışlar, toptan reddedişler bu yarayı hiçbir zaman
iyileştirmedi. Hepimiz odamızın köşesindeki dedelerimizden kalan
eski bir fotoğrafa bakarken, bir Kafkas müziği dinlerken, bir
Kafkas elbisesini gördüğümüzde nasıl da aynı ruh ve heyecana
kavuşuyoruz. Bu kendimize derinlerden bakmanın bir yolu ve
birbirimize yönelik kusurlara hoşgörüyle bakmamızı sağlayacak bir
iç bakış. Bence asıl bunu vurgulamalıyız artık.
Bu satırları niye yazdım.
Hepimiz genel olarak dernek içi polemikleri ve internet
ortamındaki sağlıksız, yaramıza tuz basan üzücü mailleri
biliyoruz. Bence bunlar bizi bize bağlayan yapıcı eleştiriler ya
da bilgilendirmeler olmaktan çoktan çıkmıştır. Bizi birbirimizden
uzaklaştırmaya yarıyor hatta. Gelin bu konuda yarası aynı, ilacı
aynı olan bir toplum olduğumuzu unutmayalım, birbirimize hoşgörü
ve saygıyla yaklaşalım. Ancak bu hoşgörünün üzerinde ağaçlar büyür
, meyveler olgunlaşır.
Artık birbirimize balta indirmeden önce düşünelim ve artık aynı
yağmurda ıslanan bir orman olalım. |