|
|
................... |
|
................... |
İLK
ÇERKES KADIN RESSAM:
MİHRİ HANIM
(1886-1954) |
Avni Dıpşov
Kafkasya Gerçeği, Ekim
1990, Sayı:2, Sayfa: 19-20-21-22
|
|
|
................... |
|
................... |
Türkiye’de kadınların fırça
kullanması ve resim yapması yeni sayılır. Başlangıcı
yirminci yüzyılın ilk yıllarına, Osmanlı
İmparatorluğu’nun çöküş dönemine rastlar. “Meşrutiyet”
döneminden “Cumhuriyet” dönemine kadarki zaman dilimi
içerisinde, güzel sanatların resim dalında yetişenleri,
mesleklerinde öncü kadınlar olarak niteleyebiliriz. Ünlü
kadın ressamımız Mihri Hanım da bunların başında gelir. Yaş bakımından ondan büyük olan Nuriye ve Celile
hanımlar gibi, biri gravürde, diğeri pastel ve yağlıboya
eser vermiş kadınlar varsa da, ilkinin yaptığı üç beş
gravürden öteye bu mesleğe fazla eğilmemesi, diğerinin
de tekniğinde Mihri Hanım düzeyine erişememesi açısından
Mihri Hanım’ı yalnız sürgündeki Çerkeslerin değil,
belki Türkiye’nin de ilk kadın ressamı olarak tanımlamak
doğru olur. Mihri Hanım’a öncelik veren bir diğer
faktörde Sultan Reşat döneminde kapısını ilk defa Türk
ve Müslüman kızlarına açan “Kız Güzel Sanatlar Okulu”nun
ilk kadın profesörü olmasıdır.
İstanbul’da olduğu kadar, belki daha da fazla Roma’da,
Paris’te ve yerleşip ömrünün son yıllarını geçirdiği
Amerika’da pek çok ünlülerin portrelerini yapması, Mihri Hanım’ı uluslar
arası nitelikte bir kadın ressam düzeyine çıkarmıştır.
Araştırmalara göre Türkiye’de 32, İtalya’da 36,
Fransa’da 9’u galerilerde satılmış olan 23, Amerika’da
60’ı aşkın eseri bulunmaktadır.
Mihri Hanım, “Askeri Tıbbiye”nin ünlü hocalarından
Çerkes Dr. Mehmet Rasim Paşa’nın kızıdır. Dr. Rasim
Paşa, tıbbın anatomi dalındaki uzmanlığı yanında
musikiden de anlayan, enstrüman çalan çok yönlü bir
aydın olarak tanınır. Görevi nedeniyle kendisinden
“Tıbbiye Nazırı” veya “Tıbbiye Reisi” olarak da
bahsedilen Mehmet Rasim Paşa’nın Çamlıca’da bir köşkü,
Kadıköy’de Bahariye semtinde bir konağı vardı. Hatta bu
konağın bulunduğu sokağa bir zamanlar Dr. Rasim Paşa adı
verilmişti. Ressamımız Mihri Hanım 1886 yılında işte bu
konakta doğdu.
Aydın bir kişiliği olan Dr. Rasim Paşa çocuklarına
batıya dönük bir eğitim verdi. Mihri’nin edebiyata,
musikiye ve resme olan yetenekleri belirgin hale
gelince, bunlardan ilk ikisi bir kenara itildi.
Mihri’nin resme olan olağanüstü eğilimi, saray ressamı
Zonaro’nun dikkatini çekmişti. Zonaro, Akaretlerdeki
büyük atölyesinde küçük Mihri’ye özel dersler verdi.
Zonaro’nun verdiği dersler, Mihri’de batı sanatının
özlemin filizlendirdi. O günün koşulları içinde bir
kızın resim eğitimi için Avrupa’ya gönderilmesi çok
yadırganacak bir şey olduğundan, büyükannesinin
Yeşilköy’deki evine sığınan Mihri, sahte bir pasaportla
Galata’dan kalkan bir İtalyan vapuruna atladı. Bir süre
Roma’daki aile tanıdıkları yanında kaldıktan sonra sanat
dünyasının o zamanki merkezi sayılan Paris’e giderek
eğitim ve öğrenimini orada sürdürdü. O yıllarda olduğu
gibi bugün de ressamların sitesi niteliğinde olan
Montparnasse’a yerleşti. Portreler yaparak hayatını
kazanmaya başladı. Bu arada Sorbon’da siyasi bilimler
öğrenimi görmekte olan Bursa’lı Selami Paşa’nın oğlu
Müşfik Selami Bey’le tanışarak evlendi.
Balkan Savaşı’ndan sonra, Fransız’larla bir borç
anlaşması yapabilmek için Paris’e giden, devrin Maliye
Nazırı Cavit Bey, Osmanlı elçiliğindeki resepsiyon
sırasında, Ressam Mihri Hanım’la tanıştı. Nazır, İttihat
ve Terakki Hükümeti tarafından batıya dönük bir eğitim
sistemi uygulanırken, böylesine yetenekli bir kadından
yararlanmanın gereğini, bir telgrafla Maarif Nazırına
önerdi. Böylece Mihri Hanım İstanbul “Darülmuallimat”
(Kız Öğretmen Okulu) resim öğretmenliğine atandı. (1913)
O yıllarda Osmanlı ülkesinde Müslüman halkın kızlarının
devam ettiği en yüksek öğretim kuruluşu, Kız Öğretmen
Okulu idi. Bilgi ve görgü birikimi, tatlı konuşmaları ve
insancıl yaklaşımı ile Mihri Hanım, tüm öğrencileri
etkileyen ve taparcasına sevilen bir öğretmen oldu.
Hatta, hayata atılan öğrencileri evlenip kız çocuk
doğurdukları zaman, çoğunlukla kızlarına “Mihri” adını
koydular. Mihri Hanım, öğrencilerinin gözünde böylesine
unutulmayan ve gönüllerde yaşayan bir kişilik
kazanmıştı.
1914 yılında kız öğrencilerin de yüksek öğrenim
görmelerine, özellikle güzel sanatlar alanında
yaratıcılıklarına olanak sağlamak için bir “İnas
Sanayi-i Nefise Mektebi” (Kızlar İçin Güzel Sanatlar
Okulu) açıldı. O günün tutucu ortamı göz önünde
bulundurularak, kızlar için açılan bu okula, bir kadın
öğretmenin atanması uygun görüldü. Türk kızlarına güven
veren Mihri Hanım’ın kişiliği, bu okula yüksek düzeyde
bir katılım sağladı.
Küçük yaşlardan beri resme olduğu gibi şiire ve
edebiyata da eğilimli olan Mihri Hanım bu konuda
çalışmalarını ilerletmemiş olmakla beraber uzağında da
kalmadı. Paris’ten İstanbul’a döndüğü günlerde Tevfik
Fikret, Rıza Tevfik, Hüseyin Cahit gibi ünlü
edebiyatçıların portrelerini yaparken, renkli bir
edebiyat ortamı içerisindeydi. Özellikle şair Tevfik
Fikret’le olan dostluğu unutulmaz anılarla doludur.
Kendisi de fırça kullanan ve portreler yapan Tevfik
Fikret, Mihri Hanım’ın en güçlü tanıtıcısı ve taktircisi
oldu. Fikret öldüğünde Mihri Hanım hıçkıra hıçkıra
ağlayarak üzerine kapanmış ve batıda yapıldığı gibi
yüzünün kalıbını almıştır.
Muhtemelen Türkiye’de
yapılan ilk mask olur.
Mihri Hanım, meslektaşı ve kendisi gibi Kafkasya kökenli
olan ressam Namık İsmail (Zeşo) ve Avni Lıfıj Beylerle
de dostluk kurmuş ve aynı yıllarda İstanbul’da kurulmuş
olan “Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti”nin üyeleri
arasında bulunmuştur. Namık İsmail Bey, bu derneğin
Beşiktaş’ta açtığı “Çerkes Örnek Okulu”nda resim ve
Fransızca dersleri vermekteydi. Mihri Hanım, 1922
yılında Yunan ordusunun denize dökülmesinin ilhamıyla
Mustafa Kemal’i mareşal üniformasıyla canlandıran bir
portre de yapmış ve Çankaya’ya götürerek Başkumandana
sunmuştur. Bu tablo sonradan Yugoslavya Kralı
Alekdandr’a hediye edilmiş ve İkinci Dünya Savaşı
yıllarında kaybolmuştur. Bugün elimizde baskısı yapılan
bir fotoğrafı bulunmaktadır.
Mihri Hanım, 1922 yılının sonlarında bazı kıskançlıklar
ve çekememezlikler yüzünden Türkiye’yi ikinci kez terk
ederek Avrupa’ya gitti. Mihri Hanım’ın Türkiye’den ve
eşinden kopuşunda, eski İttihat ve Terakki Partisi ileri
gelenleri ile olan yakınlığı ve onlardan bazılarının
takibata uğramasının kendisine kadar uzanabileceği
endişesinin de rol oynadığı anlaşılmaktadır.
Mihri Hanım ikinci kez gittiği Roma’da, öğrencilik
yıllarının anıları arasında, portreler yaparak, uzun
süre yaşamını sürdürdü. Konu olarak daima ünlü kişileri
seçti. İtalyanlar’ın milli kahramanı ve şairi Gabriel
d’Annunzio’nun ve onun vasıtasıyla birkaç kez Vatikan’a
kabul edilerek Papa’nın portresini yaptı. Bir
Papa’nın karşısında durarak poz verdiği tek Müslüman
ve kadın ressam da herhalde odur. Ne var
ki, bu portre ancak, yeni Papa’nın seçimine kadar
Vatikan müzesinde kaldı. Daha sonra izi ve kaydı
bilinmeyecek bir köşeye atıldı.
Mihri hanın, eşinden 1922 yılının yazında boşanmıştı.
Güzelliği ile ünlü olan kız kardeşi Enise Salih Hanım’ın
da eşinden ayrılarak İsviçre’de Bale Sanatoryumu’nda
veremden ölmesi, ardından ilk resim dersini verdiği
yeğeni Hale Asaf’ın 1938’de Paris’te kanserden genç
yaşta hayata gözlerini kapaması üzerine, Roma’dan sonra
yerleştiği Paris’te fazla oturamadı. Ömrünün kalan
kısmını bir başka dünyada, Amerika’da geçirmek istedi.
Orada bir süre üniversitelerde resim profesörlüğü yaptı.
Zengin Amerikan ailelerine özel resim dersleri vererek
yaşamını sürdürdü. 1954 yılında acınacak bir yoksulluk
içinde öldü. Kimsesizler mezarlığına gömüldü.
Tablolarının bazılarının, bir atalarının yurdundaki
müzede yer alması umudu, belki onun için bir mezar taşı
yerine geçebilir. |
|
|
|
|
|
|
|