...................
...................
AŞKIN VE ACININ HEYKELTIRAŞI: CAMİLLE CLAUDEL

Müjde Arslan

                         
 
...................
...................

Bir erkek, bir kadını asla var etmez; kadının varoluşu ancak kendi elindedir. Camille ve Rodin'in hikâyesi bu önermeyi doğruluyor. Claudel, Rodin'in sevgilisi, Paul'un kız kardeşi değildi sadece, o sanatıyla yıllar sonra var olacak, düşüncelerinden taviz vermeyecek, sanatını, aşkı ve acıyı tutkuyla yaşamış sanatçı bir kadındı.

Erkeklerin yaptığı bir sanat olarak bilinen heykel, bir kadının elinde acıya ve aşka dönüştü. Çağımızın Mikelanj'ı denilen Rodin'in öğrencisi, rakibiydi Camille. Mektuplarında her defasında Rodin'in onu ölümünden sonraki en büyük sanatçı olduğu için gözden uzak tuttuğunu söyledi. Ömrünün son 30 yılını her gün yalnızlığı biraz daha derinden hissederek ve Rodin'e öfkesini büyüterek bir akıl hastanesinde geçirdi. Deliliğin sınırlarını sorgulatıyor Camille'nin yaşadıkları... Yazdığı her kelimesi bir kurşun ağırlığındaki mektupları, ince bir zekânın ürünleri. Peki nasıl oldu da, akıl hastanesinde böylesine ölümüne tek edildi?

Sevgi ile nefretin ince sınırında, Rodin'i 'delicesine' sevdi Camille. O'nu bu kadar yıl, tüm bu acılar ve yalnızlık içinde yaşatan da içindeki bu hiç dinmeyen tutkusu oldu. Bu ilişkide bir tarafız; çünkü Rodin erkeği, egemeni temsil ediyor; ruhunu hırpaladığı, yaşamını altüst ettiği ise bir kadın. Kadınları seven ama asla dünyasına yaklaştırmayan Rodin'in sayısız kadını oldu. Ancak kendisinden yirmi dört yaş küçük bir heykeltıraş olan Camille Claudel'le yaşadıkları hiç unutulmadı. Bunun sebebiyse, bu trajik öyküden doğan ve iki heykeltraşın savaşına şahitlik eden heykeller...

Netsurf Rodin

 

Rodin, bir grup genç kadına heykel dersi vermeyi kabul ettiğinde karşılaşmışlardı. Camille daha 18 yaşındaydı. Biçimli kaşları, etli dudakları, iri yapılı yüz hatları ve melankoli taşıyan gözleriyle Camille, daha sonra Rodin'in birçok heykelinin de modeli oldu. Ve uzun sürecek sarsıcı bir aşk başladı. Rodin, genç heykeltraşı asistanı olarak yanına aldı. Rodin'in heykellerinin bedenleri ve yüzleri öylesine gerçeğe benzerdi ki, 'modellerinin kalıplarını çıkartarak' yapmakla suçlanmıştı. Camille ise elleri ve ayakları yapmadaki ustalığıyla nam salmıştı. Rodin'in en ünlü heykellerinden biri olan 'öpüşmenin' bu aşktan doğduğu bile söylenir.

Rodin, yıllardır birlikte yaşadığı Rose'dan ayrılmaya yanaşmıyordu. Camille ise 'Senin tarzından fazla etkileniyorum, kendi tarzımı yaratmakta zorlanıyorum' diyerek, İngiltere'ye arkadaşlarının yanına kaçtı. Yanında hiçleşen, uzağında ise acı çeken bir kadın... Üretimlerinin dinamiğini oluştururken, bir o kadar acıtıcı bu hikâyenin bir benzeri Sylvia Plath ile Ted Hughes; Frida Kahlo ile Diego Rivera ilişkisinde de görülüyor.

Rodin'den ayrılan Camille, aşklarının meyvesi olan heykelleri kırıyordu. Acılarla dolu bu büyük aşktan Rodin sanat tarihinin en erişilmez başarılarına doğru yürüdü. Camille ise bir akıl hastanesine doğru. Bir gün Camille'in şair olan kardeşi, ziyaretine geldi, yaşadığı evi, yığılmış çöpleri gördü, sürekli bir şeyler sayıklayan ablasını hastaneye yatırdı. Camille ölene kadar orada kaldı. Rodin'in heykellerini çaldığını söyledi.

Onun Rodin'den daha yetenekli bir heykeltıraş olduğunu söyleyenler çıktı. İkilinin hikâyesi defalarca ve değişik biçimlerde anlatıldı. Rodin, defalarca genç sevgilisinin yüzünün heykelini yapmıştı. Daha sonra yaptığı kadın heykellerinin çoğunun ise yüzü gözükmüyordu.

Bu hikâyenin diğer mağdur kadını da, Rodin ile yetmiş yedi yaşındayken evlenen, yıllarca hep aldatmasına rağmen hiçbir zaman ayrılmadığı ve hep sadık kalan Rose Beuret oldu. Rose, evliliklerinden bir ay sonra, 'Rodin'in karısı' olarak öldü. Bir tarafta asi, erkekle rekabet içinde bir kadın olan Camille, diğer tarafta sadık, adı hiçbir zaman 'Rodin'in karısı' sıfatının ötesine gitmeyecek olan Rose. Erkekler kadını var edemez, kendi kadınlarını yaratmak isterler. Camille'nin taşı yontulmayacak kadar sert olduğu için belki de Rodin Rose'u tercih etmişti.

Rodin de Rose'un ölümünden on ay sonra öldü. Camille ise onun ölümünden sonra yaklaşık otuz yıl daha akıl hastanesinde hayatını sürdürdü. Heykel yapmasına doktorlar izin vermedi. Ailesi hastaneden taburcu edilmesini istemedi. O ise bir ölüye kızarak ve heykellerinden uzak yaşadı.

'Vals', 'Olgunluk Çağı', 'Kayıp Tanrı', 'Geveze Kadınlar', 'Sakuntala' gibi önemli yapıtlara imza atan Claudel, biraz kibirle ama hep sert yaşadı, oysa yaşamı yontabilirdi. Akıl hastanesinde, 'Bu kadar yalnız kalmak için ne yaptım ben?' diye soran Claudel, 19 Ekim 1943'te yaşama veda etti.