Bir erkek, bir kadını asla var etmez; kadının
varoluşu ancak kendi elindedir. Camille ve Rodin'in
hikâyesi bu önermeyi doğruluyor. Claudel, Rodin'in
sevgilisi, Paul'un kız kardeşi değildi sadece, o
sanatıyla yıllar sonra var olacak, düşüncelerinden
taviz vermeyecek, sanatını, aşkı ve acıyı tutkuyla
yaşamış sanatçı bir kadındı.
Erkeklerin yaptığı bir
sanat olarak bilinen heykel, bir kadının elinde acıya ve
aşka dönüştü. Çağımızın Mikelanj'ı denilen Rodin'in
öğrencisi, rakibiydi Camille. Mektuplarında her
defasında Rodin'in onu ölümünden sonraki en büyük
sanatçı olduğu için gözden uzak tuttuğunu söyledi.
Ömrünün son 30 yılını her gün yalnızlığı biraz daha
derinden hissederek ve Rodin'e öfkesini büyüterek bir
akıl hastanesinde geçirdi. Deliliğin sınırlarını
sorgulatıyor Camille'nin yaşadıkları... Yazdığı her
kelimesi bir kurşun ağırlığındaki mektupları, ince bir
zekânın ürünleri. Peki nasıl oldu da, akıl hastanesinde
böylesine ölümüne tek edildi?
Sevgi ile nefretin ince
sınırında, Rodin'i 'delicesine' sevdi Camille. O'nu bu
kadar yıl, tüm bu acılar ve yalnızlık içinde yaşatan da
içindeki bu hiç dinmeyen tutkusu oldu. Bu ilişkide bir
tarafız; çünkü Rodin erkeği, egemeni temsil ediyor;
ruhunu hırpaladığı, yaşamını altüst ettiği ise bir
kadın. Kadınları seven ama asla dünyasına yaklaştırmayan
Rodin'in sayısız kadını oldu. Ancak kendisinden yirmi
dört yaş küçük bir heykeltıraş olan Camille Claudel'le
yaşadıkları hiç unutulmadı. Bunun sebebiyse, bu trajik
öyküden doğan ve iki heykeltraşın savaşına şahitlik eden
heykeller...
Rodin, bir grup genç
kadına heykel dersi vermeyi kabul ettiğinde
karşılaşmışlardı. Camille daha 18 yaşındaydı. Biçimli
kaşları, etli dudakları, iri yapılı yüz hatları ve
melankoli taşıyan gözleriyle Camille, daha sonra
Rodin'in birçok heykelinin de modeli oldu. Ve uzun
sürecek sarsıcı bir aşk başladı. Rodin, genç heykeltraşı
asistanı olarak yanına aldı. Rodin'in heykellerinin
bedenleri ve yüzleri öylesine gerçeğe benzerdi ki,
'modellerinin kalıplarını çıkartarak' yapmakla
suçlanmıştı. Camille ise elleri ve ayakları yapmadaki
ustalığıyla nam salmıştı. Rodin'in en ünlü
heykellerinden biri olan 'öpüşmenin' bu aşktan doğduğu
bile söylenir.
Rodin, yıllardır birlikte yaşadığı Rose'dan ayrılmaya
yanaşmıyordu. Camille ise 'Senin tarzından fazla
etkileniyorum, kendi tarzımı yaratmakta zorlanıyorum'
diyerek, İngiltere'ye arkadaşlarının yanına kaçtı.
Yanında hiçleşen, uzağında ise acı çeken bir kadın...
Üretimlerinin dinamiğini oluştururken, bir o kadar
acıtıcı bu hikâyenin bir benzeri Sylvia Plath ile Ted
Hughes; Frida Kahlo ile Diego Rivera ilişkisinde de
görülüyor.
Rodin'den ayrılan
Camille, aşklarının meyvesi olan heykelleri kırıyordu.
Acılarla dolu bu büyük aşktan Rodin sanat tarihinin en
erişilmez başarılarına doğru yürüdü. Camille ise bir
akıl hastanesine doğru. Bir gün Camille'in şair olan
kardeşi, ziyaretine geldi, yaşadığı evi, yığılmış
çöpleri gördü, sürekli bir şeyler sayıklayan ablasını
hastaneye yatırdı. Camille ölene kadar orada kaldı.
Rodin'in heykellerini çaldığını söyledi.
Onun Rodin'den daha yetenekli bir heykeltıraş olduğunu
söyleyenler çıktı. İkilinin hikâyesi defalarca ve
değişik biçimlerde anlatıldı. Rodin, defalarca genç
sevgilisinin yüzünün heykelini yapmıştı. Daha sonra
yaptığı kadın heykellerinin çoğunun ise yüzü
gözükmüyordu.
Bu hikâyenin diğer
mağdur kadını da, Rodin ile yetmiş yedi yaşındayken
evlenen, yıllarca hep aldatmasına rağmen hiçbir zaman
ayrılmadığı ve hep sadık kalan Rose Beuret oldu. Rose,
evliliklerinden bir ay sonra, 'Rodin'in karısı' olarak
öldü. Bir tarafta asi, erkekle rekabet içinde bir kadın
olan Camille, diğer tarafta sadık, adı hiçbir zaman 'Rodin'in
karısı' sıfatının ötesine gitmeyecek olan Rose. Erkekler
kadını var edemez, kendi kadınlarını yaratmak isterler.
Camille'nin taşı yontulmayacak kadar sert olduğu için
belki de Rodin Rose'u tercih etmişti.
Rodin de Rose'un
ölümünden on ay sonra öldü. Camille ise onun ölümünden
sonra yaklaşık otuz yıl daha akıl hastanesinde hayatını
sürdürdü. Heykel yapmasına doktorlar izin vermedi.
Ailesi hastaneden taburcu edilmesini istemedi. O ise bir
ölüye kızarak ve heykellerinden uzak yaşadı.
'Vals', 'Olgunluk Çağı', 'Kayıp Tanrı', 'Geveze
Kadınlar', 'Sakuntala' gibi önemli yapıtlara imza atan
Claudel, biraz kibirle ama hep sert yaşadı, oysa yaşamı
yontabilirdi. Akıl hastanesinde, 'Bu kadar yalnız kalmak
için ne yaptım ben?' diye soran Claudel, 19 Ekim 1943'te
yaşama veda etti. |