Gençlerin ağır yükü
Ayşe
süslenip püslenip giydiriliyor, saçları örülüyor, başına koca bir
kurdele bağlanıyor. Alman annesi onu özenle hazırlıyor pazar
gezisine. Çocuk ağlıyor, direniyor. Gitmeyecek, gitmek istemiyor
işte. Bir günlüğüne bile olsa gitmeyecek.
O
sırada kapı çalınıyor, içeri başörtüsü ve şalvarıyla çocuğu
gezmeye götürmek üzere öz annesi giriyor. Ayşe onu gördüğü anda
öcü görmüş gibi basıyor yaygarayı.
Okulda konuşma saati. Ali babasına çevirmenlik yapacak. Öğretmen
asık bir yüzle onun tembelliğinden ve haylazlığından yakınıyor.
Baba, oğlunun çeviri ustalığı sonucunda, okula düzenli geldiğini,
çok iyi çalıştığını, yakında sınıf birincisi olacağını öğrenince,
sevinç içinde öğretmenin ellerine sarılıp hayır-dualar okuyor.
Baba ile öğretmen arasındaki iletişimsizliğin giderek absürd
boyutlara ulaşması.
Ya
da Fatma küçücük bir kız, önüne arkasına bakmadan eve dönüyor
okuldan. Peşine takılan Alman sınıf arkadaşını korkuyla başından
savmaya çalışıyor. Ama çok geç. Abi ikisini gördü bile. Hemen
babasına yetiştiriveriyor.
Erkek arkadaş, abi, baba, kuşatılmışlık... Fatma korku içinde...
Duisburg-Essen Üniversitesi'ndeki göçmen kökenli gençler Theater
an der Ruhr'da (Yönetmen: Bernhard Deutsch) kendi
yaşamlarından sahneler canlandırıyorlar. Doğduğu anda Alman bakıcı
ailelere bırakılan, Alman çocukları gibi büyüyen ve kendi
aileleriyle hiçbir ilişkileri olmayan çocukların dramından dilsel
iletişimsizliğe, yabancı düşmanlığından kız çocukların aileleri
tarafından ezilmesine değin canlandırılan sahnelerin her biri
vurucu. Çocuklukta yaşanan acıların, korkuların, düşlerin,
hayallerin birbirini izleyen küçük küçük sahnelerle
canlandırılması. Stilize bir oyunculuk, dans ve müziğin iç içe
girdiği bu oyunda yer yer karagüldürüye dönüşen gerçeküstü
sahneler. Gençler ağır bir bavul taşıyorlar, bin bir güçlükle. İçi
tıklım tıklım dolu, anne ve babalarının değerleri, gelenekler,
başkaları ne derlerler, daha neler neler var içinde. Neyi
atacaklar, neyi saklayacaklar, kararı kendileri vermeliler...
Önce
nefreti unutalım!
Sosyal danışman Nurten Kum 'u en çok ilgilendiren kız
çocuklar. Bu konuda dünyanın şeyi var anlatabileceği. Örneğin
yükseköğretimi süresince ilgilendiği ergenlik çağında bir kız
grubu var. kitap okuyor, sohbet ediyor, sinemaya, tiyatroya,
müzeye gidiyor, geziler düzenliyor, yemek pişiriyor onlarla. Kısa
sürede kızların yaşadığı ortam ve koşullardan kaynaklanan
isteksizliklerini, huysuzluklarını ya da uyumsuzluklarını büyük
ölçüde kırmayı başarıyor. En hoşu da gösterdiği emeğin meyvelerini
zaman içinde alabilmesi. Sözgelimi sigara otomatını zorlayarak
kırma, büyük alışveriş mağazalarında hırsızlık yapma gibi olaylar
yüzünden Polisle başı sürekli derde giren bir kızı bataklıktan
kurtarmayı başarıyor. Kız çok mutsuz, her şeyden ama her şeyden
nefret ediyor. Öylesine ters bir elektrik saçıyor ki, diğer
gençleri etkilememesi için onu kurstan atmak istiyorlar.
Azıcık ilgi yeterli
Nurten kurs yöneticilerinden kıza bir süre daha tanınmasını rica
ediyor. Bu süre içinde bir çözüm bulamazsa, kızı kurstan
atabileceklerini söylüyor. Ondan sonra da kızla özel olarak
ilgilenmeye başlıyor. Kız Nurten'le birlikteyken, önce 'nefret'
sözcüğünü unutuyor; meydan okuyan hırçın ve saldırgan davranışları
yavaş yavaş azalıyor; kim bilir istediği belki de sadece azıcık
ilgi. Bu ilgiyi Nur'da fazlasıyla bulduğu gibi onun kendine değer
verdiğini de her an, her dakika duyumsuyor. Bu çok önemli bir
duygu, çünkü yaşamında hiçbir zaman, hiçbir kimse ona değer
vermemiş ki... Sonra yavaş yavaş kendi ilgi alanlarını keşfetmeye
başlıyor. Örneğin bilgisayar öğrenmeye başlıyor, tekniğe oldukça
meraklı ve yatkın. Yavaş yavaş dünyaya bakışı değişiyor. Belki o
da gerçekten başarabilir, neden olmasın? Sonunda öyle bir aşamaya
geliyor ki, Nurten kızı radyoya, stüdyo programına konuk olarak
çağırıyor. Bugün Nurten'in desteğiyle uçurumun kenarından dönmüş
olan bu kız bilgisayar okulunu bitirmiş, yardımcı teknik eleman
olarak bir firmada çalışıyor. Doğal ki kızların olumlu dönüşümleri
dünden bugüne olmuyor, kimi kez büyük bir sabırla haftalarca,
aylarca, dahası yıllarca uğraşması, emek vermesi gerekiyor.
Bugün ne yalan söyledim?
Ya
da sürekli yalan söyleyen bir kız var. Bir gün Nurten ona bir ödev
veriyor: 'Bugün ne yalan söyledim?' Toplantıya, her
geldiğinde yalanlarını bir bir yazıp getirecek. Sonra da uydurduğu
yalanlar üzerine konuşulacak.
Kız
önce kıkır kıkır gülüyor, bu ödev önce çok komik geliyor. Ama
sonra yazmaya başlıyor, yazdıkça da yalanlar üzerinde bir düşünme
sürecinin içine çekiliveriyor. Sahi niye durmadan yalan söylüyor?
Bu yalanların hepsi gerekli mi? Hadi zorunlu yalanlar var diyelim,
ama laf ola söylenen yalanlara ne demeli? Kendine boşuna iş
çıkarmıyor mu? Yalan söyleme bir stres yaratmıyor mu sonuçta, ya
yalanım ortaya çıkarsa korkusu ne berbat bir duygu, değil mi?
Yalanların kimi ona çocuksu, kimi anlamsız ve saçma geliyor.
Öyleyse hangisinden kolaylıkla vazgeçebilir? Yalanlardan kurtulma
onda acaba nasıl bir duygu uyandıracak, bir tür rahatlama mı?
Sonra yalanlar öyle farklı ki, sözgelimi beyaz yalanlar da var,
sevdiğimiz birini kırmamak için uyduruğumuz. Ama yalanın beyazıyla
karasını nasıl birbirinden ayıracağız?
Ya
içimizi rahatlatmak için kara yalana beyaz deyip kendi kendimize
yalan söylersek? Sahi, insan ne zaman kendine yalan söylüyor?
Kendini kandırmanın nedenleri ne olabilir? Bunun da acısı bir
biçimde çıkmaz mı, nasıl?
Sonra başkasının bana yalan söylemesi, yani aldatılma nasıl bir
duygu acaba? Diyelim ki güvendiğim birinin bana yalan söylediğini
keşfediyorum, acaba o an, ne duyarım, nasıl davranırım? Hiç yalan
söylemeyen bir insan olabilir mi? Hadi hiç yalan söylemeyen birini
yaratalım imgelemimizde. Acaba yaşamı nasıl olurdu? Sorunların
nasıl üstesinden gelirdi?
Böylesine ilginç bir konu herkesi ilgilendirmez mi? Bu konu
üzerinde birlikte tartışma, konuşma, öyküler okuma, resim yapma ne
güzel! Nurten Abla'ya kızların hepsi bayılıyor. Belki de onlara
tüm içtenliğiyle değer veren tek insan Nurten Abla.
Nurten'in gençlerle iletişimdeki kolaylığı ve rahatlığı onun çok
sevilen ve aranan bir sosyal danışman olmasına yol açıyor. Böylece
hem yükseköğreniminin son yıllarında, hem de mezun olduktan sonra
bu alanda çalışıyor. Örneğin bir Alman arkadaşıyla birlikte
gençlere çeşitli meslekler üzerine bilgiler verecekler. Alman
arkadaşı haftalarca bu bilgilendirme programına hazırlanıyor,
dünyanın kitabını okuyor, power point hazırlıyor, daha neler,
neler. Ama konferansa başladığında, Nur bakıyor, dinleyiciler
bedenen orada olsalar bile ruhen yoklar. Kimi birbiriyle
konuşuyor, kimi pencereden dışarı bakıyor, kimi esniyor.
Dinlemedikleri gibi çok ama çok sıkılıyorlar.
Bakıyor bu böyle olmayacak, işe karışıyor. On yıl sonrayı düşünün,
yaşamınızda neler değişmiş, nasıl bir mesleğiniz var, iş yaşamında
olumlu olumsuz neler yaşıyorsunuz, bir arkadaşınıza mektup yazın,
bakalım neler çıkacak. Çocuklar yazmaya başlıyor. Kısa sürede
kimin, ne yapmak istediği, hangi kaygıları ve korkuları olduğu
ortaya çıkıyor bile. Şimdi bu noktadan yola çıkarak Nur'la Alman
arkadaşı önemli yol kat ediyorlar... Onların soruları
yanıtlanmaya, kaygılarının ne derecede doğru olup olmadığı
üzerinde tartışılmaya, onları cesaretlendirebilecek ve
özendirebilecek yeni bilgiler verilmeye başlıyor. Herkes dikkat
kesiliyor. Böylece bilgilendirme progamı en iyi biçimde
sonuçlanıyor.
Kardelen'in suskunluğu
Nurten'in yardım elini uzattığı çocukların içinde belki de en
ilginci Kardelen ve onun öyküsü. Kardelen geleneklerine
aşırı bağlı bir göçmen işçi ailesinin kızı, okulunda çok parlak,
uyanık, zeki, cıvıl cıvıl bir kız. Ama tam altı yıldır, yani altı
yaşından beri evde tek sözcük bile konuşmuyor. Hiçbir psikolog
Kardelen'in sırrını tam çözemiyor. Suskunluk duvarı bir türlü
aşılamıyor.
Kardelen'in özel merakı spor ve dans. Ama ailesi dans okuluna
gitmesine karşı... Beş dakika boyunca neredeyse bir kuş gibi
uçarak kendi kendine dans ettiği kısa bir film sahnesini
izlediğimde, çok heyecanlandım. Ama Kardelen'in yaşadığı koşullar
onun bu yeteneğini geliştirmesine hiçbir zaman fırsat tanımayacak
sanırım.
Ailede, Kardelen'i namaz kılmaya ve oruç tutmaya özendirmek için
ikide bir eline para tutuşturuluyor ya da ona dinsel içerikli
çocuk kasetleri armağan ediliyor. Ablası ailenin özendirmesiyle,
aman da ne yakıştı, ne yakıştı, başını bağlamış bile... Kardelen
de okuldaki yüzme derslerini çoğu kez ayağının ağrıdığını bahane
ederek astığı gibi, kapalı yakalı, uzun kollu giysiler giymeye
özen gösteriyor. Babası ise anladığıma göre aşırı otoriter bir
tip. Ailenin hali vakti oldukça yerinde. Nur, aileyi tanıdıkça
daha da şaşırdığını anlatıyor. Modern döşeli kocaman bir evleri
var. Kardelen'in kendine ait bir odası bile var. Kardelen, Nurten
Abla'ya çok bağlı.
Bir
gün Nurten, Kardelen'le birlikte bana çaya geldi. Dünya tatlısı
cıvıl cıvıl bir kız. O gün Kardelen'le Nurten bana çeşitli danslar
yaparak özel bir gösteri düzenlediler. Kardelen benim bu gösteriyi
hayranlıkla izlememden, onu şeker, çikolata ve oyuncaklarla
ağırlamamdan etkilenmiş olacak ki, birkaç gün sonra beni telefonla
arayıp yazdığı bir öyküyü okudu. Hem çok hoşuma gitti, hem çok
duygulandım. Önemli olan yalnızca azıcık ilgi, ama...
Kuşkusuz Nurten'in Kardelen'le ilişkisi gene de sınırlı kalacak.
Onun ördüğü bu suskunluk duvarının temellerine inmesi hiç de kolay
değil, belki günün birinde bunu başarsa bile çıkışı bulmak çok
güç. Çünkü ailede yaşanan bunalımlara, çocuğun sonunda bu tepkiyi
verdiği apaçık ortada. Bir şeylerin değişebilmesi için, ailenin
duruşunu değiştirmesi gerekiyor. Nurten, Kardelen'i çok seviyor ve
ona yardımcı olmak için elinden geleni yapıyor. Ne var ki onun
için yapabilecekleri bütün yaratıcılığına karşın gene de kısıtlı.
Ama bu duygu yıldırmıyor Nurten'i. Ne olursa olsun, bir şeyler
yapmaya çalışmalı, küçük de olsa yapıcı bir katkısı olmalı. Bir
şeyleri değiştirmek istiyor. Acaba başarabilecek mi? |