Suriye’nin kuzeyine ilk Adige grupları Halep
Vilayeti’ne bağlı Maraş Sancağı topraklarına 19.yüzyılın
60’lı yıllarının ortalarında yerleştiler.
Adigelere,
sürekli hükümete karşı ayaklanan Zeytun bölgesinin
kontrolünü sağlayacak Osmanlı’nın jandarması rolü
verilmişti.
1872 yılında bine yakın Adige, Hama ve Humus şehirleri
civarına ve Havran Sancağı (1) sınırları içindeki
Golan Tepeleri’ne yerleştirildi.
Adigelerin Suriye’ye asıl göç dalgası, başta Osmanlı
İmparatorluğu’nun Avrupa topraklarından olmak üzere
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı yıllarında başladı.
Kafkasya’dan toplu göç yıllarında çok sayıda
Adige
bugünkü Yugoslavya, Bulgaristan, Romanya, Kıbrıs ve
Girit adalarına yerleştirilmişti. Rus Çarlığı’nın resmi
istatistiki verilerine göre 1876’da balkanlarda
150 binden fazla Adige yaşıyordu. Bunlardan 90 bine
yakını Bulgaristan’daydı. Adigeler bu bölgeye Osmanlı
Hükümeti tarafından Hıristiyan halkların ulusal-kurtuluş
hareketleriyle mücadele etmek amacıyla
yerleştirilmişlerdi. Nisan 1876’da Bulgaristan’da çıkan
ayaklanmada ve Osmanlı-Rus Savaşı sırasında düzensiz
Adige süvarileri, Osmanlı Ordusu’nun en iyi
birliklerinden biri olarak cephenin en sıcak yerlerine
atıldılar.
Aralık 1876-Ocak 1877’de İstanbul’da yapılan Avrupa
Devletleri Konferansı’nda Adigelerin Balkanlardan,
İmparatorluğun Asya vilayetlerine yerleştirilmesi
düşüncesi ortaya atıldı.
Rus Ordusu’nun saldırısıyla Adigeler köylerini terk
ettiler ve Osmanlı Ordusu’nun geri çekilen birlikleriyle
birlikte yollara düştüler. Ağustos 1878’de Flipopol’de
toplanan Rus Komutanlığı Konseyi
Adigeler dışında
evlerini terk eden bütün Müslümanlara Bulgaristan’a geri
dönebilmek hakkının tanınması kararını aldı. Bu
zamana kadar Bulgaristan’ı terk etme zamanı bulamayan
Adigeler ise yerel yönetimlerin tasarrufuyla
Bulgaristan Prensliği sınırları dışına
yerleştirilecekti. San Stefan ve Berlin Barış
antlaşmaları kararlarında, Balkanlardan göç etmek
zorunda kalan Adigeler sorunu bir kenara bırakıldı.
Sadece Sultan’ın sınır garnizonlarında
Adige
düzensiz birliklerini kullanmamakla yükümlü olduğu
karara bağlandı. Böylece Adige göçmenler ikinci
kez, hem bu devletler, hem de Osmanlı İmparatorluğu
tarafından bundan sonraki yaşamlarını kurmak için her
türlü hak ve garantiden mahrum bırakıldılar.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın bitmesinden sonra Kuzey
Kafkasya’dan göç, Terek Bölgesi, Abhazya ve
Dağıstan’daki antikolonyalist ayaklanma nedeniyle iyice
arttı. Bu göçmenlerin bir kısmı Suriye ve Filistin’e
yollandı.
1878 ilkbaharından başlayarak iki yıl boyunca Suriye
kıyılarına düzenli olarak Balkanlardan ve Kafkasya’dan
gelen Adige göçmenleri taşıyan Osmanlı ve Avrupa
gemileri yanaştı. Göç son derece zor koşullarda
gerçekleşiyordu. Göçmenler kıyıya çıktıktan sonra
sürekli olarak yerleşecekleri bir yer verilmesini
bekleyerek açık havada yatıp kalkıyorlardı. Binlerce
Adige açlıktan ve bir türlü yakalarını bırakmayan
bulaşıcı hastalıklardan öldü. Avrupalı elçilerin
Adige
göçünün korkunçluğunu anlatan çok sayıda yayınlanmış ve
yayınlanmamış anıları vardır.
Adigelerin Kuzey Kafkasya’dan Suriye’ye göçü küçük
ölçülerde de olsa 20.yüzyılın 20’li yılları başına kadar
sürmüştür.
Adigelerin yoğun olarak Golan Tepelerine (2)
Mavera-i Ürdün’e (Transürdün), Hama, Humus ve Halep
kentlerinin yakınlarına yerleştiler. Kurdukları Amman,
Ceraş, Kuneytra ve Mumbuc köyleri zamanla büyüyerek
kentlere dönüştü. (3)
Suriye’ye göç eden Adigelerin sayısını tam olarak
belirlemek zordur. 1878-1880 yıllarındaki nakilleri
yönetimler tarafından sağlam bir istatistik kaydı
tutulmadan gerçekleşti. Adigelerin kendileri de
istatistik kaydı tutacak durumda değildiler. Üstelik
Balkanlar’dan ikinci göç döneminde önemli bir bölümü
ölmüştü. Şam ve Beyrut’taki Rus elçiliklerinin
verilerine göre, 1878-1880 yıllarında Suriye’ye göç eden
Adigelerin sayısı 40 bin-50 bin arasında değişmektedir.
Türkiyeli tarihçi Adige İzzet Aydemir, yaptığı
araştırmalara dayanarak anılan dönemde Suriye’ye 70 bin
kadar Adige'in yerleştiğini kabul etmektedir. (4)
Suriye’de sağlam istatistiki veriler, Mavera-i Ürdün’de
1920’de Fransa ve İngiltere’nin sömürgeci manda
yönetiminin kurulmasından sonra elde edilmiştir.
1935’teki sayıma göre Suriye’de 25 bin kişilik nüfus
oluşturan 4 bin 039 Adige ailesi yaşıyordu. Buna göre bir
ailenin 5-8 kişiden oluştuğu görülmektedir. Mavera-i
Ürdün’deki sekiz Adige köyünde aynı dönemde 9 bin kişi
yaşıyordu; bunlardan 850’si Çeçen’di. Filistin
topraklarında (bugünkü İsrail) kurulan iki
Adige
köyünde (5) 30’lu yılların başında 900 nüfus
sayılmıştı.
Yönetim, Adigelere miri arazi, yani
devlet hazinesinden toprak verdi. Dağıtım şu esasa göre
yapılıyordu: üç kişiden oluşan aile 70, dört-beş kişilik
aile ise 130 dönüm toprak alıyordu. Suriye’ye 1905’te
göç eden Anzor ailesinden Kabardey soyluları 600’er
dönüm toprak aldılar. Adige aileleri toprakları daha
önce ait oldukları toplumsal sınıftan bağımsız olarak,
(askerlik hizmeti yapmaları karşılığı) feodal
askeri-tımar sistemine göre paylaşıyorlardı.
Adige göçmenleri yerleştirildikleri bölgelerin ekonomik
gelişimine katkıda bulundular. Daha gelişmiş tarım
aletleri, tekerlekli arabalar yapmaya, taş evler ve
değirmenler inşa etmeye başladılar. Geleneksel tarım
tekniklerini geniş ölçüde uyguladılar ve darı, yulaf
gibi yeni bitkiler yetiştirdiler. On yıl boyunca Suriye
ve Filistin’de bulunan Rys bilim adamı A.Ruppin şunları
yazıyor: Adigeler beraberlerinde Kafkasya’dan daha
gelişmiş tarım aletleri alışkanlıklarını, yük arabası
(iki yekpare ağaç tekerlekli ve demir çemberli)
kullanımını, yulaf ekimini ve ev aletlerinde büyük bir
nizam getirdiler. Ayrıca çalışkanlar; tarlalarını
taşlardan temizliyorlar ve hemen hepsi varlıklı
sayılabilecek yaşam düzeyine eriştiler.
İlk günlerden itibaren Osmanlı yönetimi Adigeleri idari
ve askeri hizmete, en başta da polis teşkilatına almaya
başladı. Amman’da çevre sakinlerinden 300 kişilik bir
polis süvari birliği oluşturuldu. Başında Mirza Vasfi
bulunuyordu. Adige polislerden oluşan bunun gibi süvari
bölükleri Kuneytra’da, Halep’te, Ceraş ve Kerak’da
(6) yerleşmişti. Bu birliklere halktan vergi
toplamak, ana yolları korumak ve en başta da hükümete
boyun eğmeyen Bedevi kabileleriyle mücadele etmek gibi
görevler verilmişti. Bu kabileler düzenli ordu
kuruluşuyla organize oluyorlar, ustaca silah kullanan
kişilerle takviye ediliyorlar ve silahlı kuvvetlerin en
iyi birliklerinden birini oluşturuyorlardı. Polis
teşkilatındaki hizmet düzenli ordudaki hizmetle bir
sayılıyordu. Adige birlikleri Dürzilerin ve
şehirlilerin isyanlarını bastırmakta kullanılıyordu.
Onlar sayesinde Bedevi kabilelerinin tarım bölgelerine
basınları sona erdi ve bu kabilelerin bir kısmı da
hükümetin itaati altına sokuldu.
Adige göçmenleri komşu halklarla mücadeleye sürüklemek
amacıyla Osmanlı yönetimi çözümsüz bir çekişmeyi, arazi
anlaşmazlığını körükledi. Adigelerin Sultan’ın hediyesi
olarak aldıkları toprakları Bedeviler, Dürziler, Kürtler
ve Fellah Araplar kendi otlakları sayıyorlardı.
Görüşmeler genellikle başarıya ulaşmadı ve tartışan
taraflar silaha sarıldılar.
Golan Tepeleri’ne yerleşen Adigeler daha ilk günlerde
oradaki göçebe Bedevi Fadıl kabilesinin saldırısına
uğradılar. İlk önce iki taraf arasında silahlı çatışma
meydana geldi. Bunu Bedevilerin, Adige köyü Mansura’ya
büyük bir baskın düzenlemeleri izledi. Osmanlı yönetimi
bu olaydan yararlandı ve Bedevilerin üzerine tenkil
seferi düzenledi. Bu seferin ardından Adigeler, kan
davası geleneğine uyarak göçebelere karşı saldırı
düzenlediler.
Şam’daki İngiliz elçisinin raporunda 15 Ağustos 1881’de
Kuneytra yakınlarında Adigelerle Fadıl kabilesi
arasında olağan çarpışmalar meydana geldiği
bildiriliyor. Her iki taraftan da bu çatışmaya birkaç
yüz kişi katılmıştı. Çatışma, ölü ve yaralı olarak
birkaç kişi kaybeden Bedevilerin geri püskürtülmesiyle
sona erdi. Adigelerin de yaklaşık o kadar kaybı vardı.
Aynı yıl Golan Tepeleri’ndeki Adigeler ve Fadıl
kabilesi arasında barış antlaşması yapıldı. Zamanla
dağınık haldeki göçebe kabilelere üstünlük sağlayan
Adigeler bir kısmını Golan Tepeleri’nden çıkarmayı
başardılar.
Barış antlaşmasının imzalanmasıyla Beni Sahr kabilesinin
Mavera-i Ürdün’e yerleşen Adigeleri oradan çıkarma
girişimleri de sona erdi. Fakat meydana gelen olayların
çoğunda Bedevi-Adige anlaşmazlığı kan davası özelliği
kazandı ve uzun yıllar boyunca sürdü. Öyle ki
Adigeler
tarafından 1878’de Halep yakınlarında kurulan Mumbuc
köyü, göçmenlere tahsis edilen topraklar üzerinde hak
iddia eden iki kabilenin –Abu Sultan ve Beni Said-
saldırısına uğradı. Mumbuclularla göçebeler arasındaki
mücadele 20.yüzyıl ortalarına kadar sürdü.
Bedevilerle çatışmalarda Adigeler savaş yeteneği ve
silah bakımından üstünlük sağlıyorlardı; fakat sayı
olarak onlardan önemli ölçüde geri kalıyorlardı. Üstelik
Adige köylerinin aynı zamanda iki veya daha fazla
kabileyle mücadele etmesi gerekiyordu. Bedevi-Adige
anlaşmazlıklarında her iki taraf da çeşitli düşmanca
eylemlerde bulunuyorlardı. Göçebeler sığırlarını
Adigelerin tarlalarına sürüyorlar ve ekinlerini
çiğnetiyorlardı. Bazen de Adigeler bu sürülere el
koyuyorlar, su kaynaklarına Bedevileri
yaklaştırmıyorlardı.
Özellikle arazi anlaşmazlığından kaynaklanan Dürzi-Adige
çatışması sürekli ve kanlı bir hal almıştı. Dürziler de
Bedeviler gibi eskiden beri Golan tepelerinde hak iddia
ediyorlardı. Önceleri Dürziler keşif hareketleriyle ve
Adige köylerine ateş etmekle yetiniyorlardı. 1881
yılında Adigeler üzerine birkaç büyük baskın
düzenlediler. Ancak bu baskınlar basanlar adına
başarısızlıkla sonuçlandı; 600 kişilik Dürzi birliği
Mansura köyüne yaptığı baskında bozguna uğradı. Bu
olayları Adige süvarilerinin Dürzi bölgelerine karşı
baskınları izledi. Düşman tarafların barış anlaşmasına
vardıkları 1889 yılına kadar kanlı çarpışmalar meydana
geldi.
1894’de yeni bir çatışma patlak verdi. Buna bir Dürzi
grubunun küçük bir sürüyle yol alan Adige çiftine
saldırması neden oldu. Çatışma sırasında
Adige kadını
öldürüldü. Kafkas geleneklerine göre bir kadının
öldürülmesi çok ağır suç sayılıyordu. Fakat
Adige
yaşlıları gençlerin intikam almasını yasaklayarak
suçluların cezalandırılması talebiyle Kuneytra
kaymakamına başvurdular ve meydana gelen olayın
incelenmesi için Dürzi şeyhlerine bir heyet gönderdiler.
Şeyhler olaydan dolayı üzüntülerini belirttiler ve
şeriat kurallarına göre kan bedelini (300 Türk Lirası)
ödemeye ve teşhis edilmesi durumunda da suçluları
vermeye hazır olduklarını bildirdiler. Fakat bu sadece
bir taktikti. Anlaşma gereğince Adige temsilcileri
teşhis için yola çıktılar, fakat yolu kesen Dürzilerin
saldırısına uğradılar. Çıkan çatışmada dört Dürzi öldü
ve yeniden iki taraf da savaşa hazırlanmaya başladı.
Havran’dan Lübnan’ın bütün Dürzi bölgelerine acil yardım
çağrısıyla ulaklar salındı. Hasbeyi, Raşeyi, Vadi-Acama’dan
Dürzilerin merkezi Mecel-Şems’e doğru hemen müfrezeler
yola çıktı. Lübnan’dan para ve silah geldi. Dürzilerin
savaş hazırlığına Lübnan valisi Naim Paşa müdahale etmek
zorunda kaldı ve onun emriyle bu olayla ilgili adli
soruşturma açıldı.
Kuneytra kaymakamı bir jandarma müfrezesiyle savaş
hazırlıklarını durdurmak amacıyla Dürzilerin yanına
gitti. Fakat esir alındı ve ancak daha önce tutuklanan
Dürzilerin karşılığında serbest bırakıldı.
Daha sonra kaymakam, çevredeki köylerden Adige
savaşçıların toplandığı Mansur’a geldi. Kaymakam davayı
yasalara göre soruşturacağına kesinlikle söz vererek
dağılmalarını istedi. Adigeler iktidarın temsilcisine
inandılar ve dağıldılar.
24 Mayıs günü sabah saat 10’a doğru 10 bin kişi
dolaylarındaki Dürzi ordusu Mansur’a yaklaşarak uzaktan
ateş açtı. Evlerin pencerelerinden ve çatılarından karşı
ateş açıldı. Silah seslerine komşu köylerden
Adigeler
koşup geldiler. Çarpışma 14 saat kadar sürdü.
Başlangıçta Dürziler köyün yanına kadar yaklaştılar ve
içine girmeye çalıştılar. Fakat sayıca üstün olmalarına
rağmen Adigeler tarafından geri püskürtüldüler. Rus
elçisi Balyayev’in bildirdiğine göre, bu çatışmada 88
Dürzi öldü. Adigelerin kayıpları ise 44 erkek, 4 kadın,
7 çocuk ölü ve 4’de yaralıydı.
Aynı günün akşamı olay yerine vilayetin polis teşkilatı
amiri Hüsrev Paşa geldi. Her iki tarafın liderlerini
toplayarak barış anlaşması yapılmasını teklif etti.
Ancak Adige tarafı sadece Dürzileri suçlu sayarak ve
cezalandırılmalarında ısrar ederek bunu kesinlikle
reddetti. Polis amiri sadece idari makamlar tarafından
tahkikat yapılıncaya kadar hiçbir düşmanca eyleme
girişilmeyeceğine dair söz alabildi.
Adigeler, adli soruşturmadan adil bir sonuç
çıkacağından ümitleri olmadığından İstanbul’a yüksek
unvan sahiplerine, hatta bizzat Sultan’ın adına resmi
makamlar aracılığıyla yazı (tahrirat) gönderdiler.
Yazıda Suriye Vilayeti valisi Rauf Paşa’yı Dürzileri
gizlice himaye etmekle suçladılar ve değiştirilmesini
talep ettiler. Sonuçta vali ve Kuneytra kaymakamı
değiştirildi.
Yeni Vali Osman Nuri Paşa, meselenin çabucak kapatılması
hakkında İstanbul’dan gelen emri yerine getirerek kendi
başkanlığında Dürzi-Adige anlaşmazlığını soruşturarak
bir komisyon kurdu. Adigelere teklif edilen şartlara
göre Dürziler Mansurlulara 1000 lira ödeyecekler ve
onlardan özür dileyeceklerdi. Mütakere 9 Ağustos’ta
yapıldı. Hasbeyi, Raşeyi, Beka-Atı ve Mecel Şems’ten 35
Dürzi şeyhi Mansura’ya geldiler ve özür dilediler.
Yapılan anlaşmaya rağmen, iki taraf da yeni bir çatışma
çıkacağı beklentisiyle yaşadılar ve buna hazırlanmaya
devam ettiler.
1895 sonbaharında yeni bir Dürzi ayaklanması çıktı.
Dürzi ayaklanmaları bir yandan ulusal bağımsızlık
karakteri taşıyor, diğer yandan da Hıristiyanların
katledilmesi, Fellahların yağmalanması gibi haydutluk
eylemlerini de içeriyordu. Havran’da değişik Dürzi
bölgelerinden savaşçılar toplandı ve sayıları 10 bin
kişiye ulaştı. Kasım ayına kadar Dürzilerin baskınları
sonucu 9 köy yakıldı ve masum halktan 100 kişi
öldürüldü. Olayların bu şekilde gelişmesi Osmanlı
yönetiminin isyancıları bastırmak için askeri birlik
teçhiz etmesine uygun bir vesile oldu.
Bu sıralarda Adigelerle Dürziler arasında, eski
düşmanlığı canlandıran ve yeni çarpışmalara neden olan
küçük çatışmalar meydana geldi. 19 Kasım sabahı üç bin
kişilik Dürzi ordusu ikiye ayrılarak Mansura köyüne
yöneldi. Bir bölümü Adigelerin üzerine saldıracak,
diğer bölümü de (Fadıl Kabilesi) yan tarafa sarkacaktı.
Adige ve Bedevi birliklerinin genel toplamı 2 bin
kişiydi. Başlarında Adige ileri gelenlerinden Ançok
Ahmet Bey vardı. Birleşik ordu köyden çıktı ve
Dürzilerle savaşa tutuştu. Çarpışmanın en şiddetli
anında Ahmet Bey öldü ev Adige-Bedevi birlikleri geri
çekilmeye başladı. Fakat o sırada başında Mirza Bey’in
bulunduğu Adige polis süvari bölüğü yetişti ve
Dürzilere hücum etti. Hemen ardından Beyrut’tan polis
birliği yetişti ve o da Dürzilerin üzerine hücum etti.
Dürziler savaş meydanında 400 ölü bırakarak kaçtılar.
Adige ve Bedevi birlikleri Dürzileri kovalayarak Dürzi
bölgelerinin içlerine kadar ilerlediler, merkezleri
Mecel-Şems’i yakıp yıktılar. Dürzilere karşı oluşturulan
orduya, başında Said Paşa’nın bulunduğu Kürt birlikleri
de katıldı. Birleşik ordu hücuma devam etti ve Halos,
Harar, Ayne Koniye, Zehitu ve Beka Atu köylerini ateşe
verdi.
20 Kasım’da Şam’dan 5’inci Süvari Tümeni komutanı Nuri
Paşa komutasında 400 piyade, 200 süvari ve iki dağ
topundan oluşan özel görevli bir Türk kolordusu Havran’a
geldi. Onun ardından üç piyade taburuyla, 4’üncü Ordu
Komutanı General Memduh Paşa hareket etti.
Adige-Bedevi-Kürt
süvarileri kolorduyla birleştiler. 4 ve 7 Aralıkta
Osmanlı kuvvetleriyle Dürziler arasında isyancıların
yenilgiye uğradığı çarpışmalar meydana geldi. Ceza
olarak hükümet Dürzi bölgelerinin önceki
özerkliğini kaldırdı.
Suriye’nin askeri tarihinde Osmanlı hizmetinde bulunan
bir çok yetenekli Adige subayın adı geçer. Bunlardan
biri de 20. yüzyılın başında Suriye’de bulunan Mareşal
Osman Fevzi Paşa’dır.
Suriye Vilayeti polis teşkilatının başında uzun süre
Adige Hüsrev Paşa bulundu. Abhaz Muhammet Bek Marşan
20. yüzyıl başında Halep şehri askeri komutanlığı
makamındaydı. Suriye tarihinde, Amman’da bulunan
Adige
Süvari Birliği’nin komutanı General Mirza Paşa Vasfi ve
diğer birçoklarının adı geçmektedir.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında Türk hükümeti Suriye’nin
Adige bölgelerinde de seferberlik ilan etti ve acemi
erler cephelerin en sıcak noktalarına gönderildi.
Adige
Polis Birlikleri askeri komutanlık tarafından
Suriye’deki ulaşım yollarının ve yiyecek üslerinin
korunmasında kullanıldı.
1916 yılında Mekke Şerifi Hüseyin ve oğlu Faysal
İngiltere’nin desteklediği Arap isyanını başlattılar.
Osmanlı baskısını üzerlerinde hisseden Suriye Arapları
isyanı aktif olarak desteklediler.
Bu bölgedeki Adige halkı politik olarak zor bir durumda
kaldı. Osmanlı Devleti ile birliğe sadık kalmaları,
Adigeleri Türklerin askeri hizmetlileri olarak gören
Arapların düşmanca hareketlerini artırdı.
Adige
köylerinin en yaşlıları o zamanlar Araplarla aralarında
sürekli olarak meydana gelen silahlı çatışmaları
hatırlıyorlar. Şerif Hüseyin’in ordusu Kuzey Suriye’ye
geldiğinde, Adige kasabası Mumbuc’un yakınında yaşayan
Araplar onlardan Mumbuc’un yıkılıp yağma edilmesini
istediler. Arap ordusunun yaklaştığını öğrenen
Adigeler,
Mumbucluların Arap isyanını desteklemek arzusunda
olduklarını bildiren bir heyet gönderdiler. Bu
Adigelerin savaş yıllarında Arapların tarafında yer
aldığı ilk olaydı. 1920’de Suriye’nin Fransız birlikleri
tarafından işgali başlayınca Mumbuclular Araplarla
yaptıkları anlaşmaya sadık kalarak Fransızlara karşı
silahlı direniş gösterdiler. Fakat motorize birliklerle
yaptıkları savaşı kaybettiler.
Mavera-i Ürdün’de de Adigeler İngiliz birliklerine
karşı sert direniş gösterdiler. 1918 Martında General
Allenbi’nin 6’ıncı İngiliz Ordusu’nun baskısıyla Türk
birlikleri geri çekildi. Adige birlikleri İngilizlerle
çarpışmaya girdi. Her iki taraftan verilen büyük
kayıplardan sonra sayı ve silahça üstün olan İngilizler
kazandılar ve Mavera-i Ürdün’ü işgal ettiler.
Nisan 1920’de San Remo’da yapılan konferansta galip
Avrupa devletleri Arap topraklarını Osmanlı Devleti’nden
kesin olarak kopardılar. Manda sistemine göre Milletler
Cemiyeti Irak ve Filistin’i İngiltere’ye verdi.
Suriye’nin büyük kısmı Fransa’nın sömürge idaresine
geçti.
Adige göçmenleri Osmanlı hükümetine boyun eğmeyen
topluluklarla bu şekilde mücadeleye çekildiler. Küçük
adacıklar halinde Suriye’nin sınır bölgelerine dağıtılan
Adigeler, komşu halklarla hiç bitmeyen silahlı çatışma
içinde yaşadıklarından hükümetin askeri dayanağı olmak
zorunda kaldılar.
DİPNOTLAR
[1]
Suriye’nin güneybatısında bulunan Havran
bölgesine 1711 ve 1860 yıllarında Lübnan’dan göç
eden Dürziler yerleşmiştir. (Ç.N)
[2]
1967’de Golan Tepeleri’nin İsrail tarafından
işgal edilmesiyle burada yaşayan Adigeler Şam’a ve
Amerika’ya yerleşmiştir. (Ç.N)
[3]
19.yüzyılda Osmanlı Devleti’nin eyaleti olan bugünkü
Suriye ve Ürdün’ün sınırları 1.Dünya Savaşı’ndan
sonra belirlenmiştir. Burada adı geçen aynı bölgeye
yerleşmiş köylerden bazıları Ürdün sınırları içinde
kalmıştır. (Ç.N)
[4]
Suriye Adigeleri ile ilgili bkz. Kafkasya
Kültürel Dergi-İzzet Aydemir (Cilt 4 Sayı:15,1967)
[5]
Reyhaniye ve Kfar-Kama (Ç.N)
[6]
Ceraş ve Kerak, bugün Ürdün sınırları içindedir.
(Ç.N)
|