...................
...................
1864 SÜRGÜNÜ

Mehmet Bozkurt
Sol Dergisi, sayı:185 24 Mayıs 2002

                         
 
...................
 

Büyük Çerkes Sürgünü 1864 yılının 21 Mayıs’ında başlar.1856 Paris Antlaşması’ndan sonra Fransız, İngiliz ve Osmanlı birliklerini karşısında serbest kalıp rahatlayan 280 bin kişilik iyi donanımlı Rus Ordusu; uzun süredir destansı kahramanlıklar yaratarak direnen Çerkeslere yönünü çevirir, saldırıya geçer. Önce Kuzeydoğu Kafkasya düşer. 1859 yılına gelindiğinde Shapsugh, Abzegh, Wubıh ve Bjedughların yaşadığı bölgelerin dışında Kafkasya işgal altına alınmıştır.

1861 yılında Wubıhların öncülüğünde, ‘Büyük Bağımsız Çerkesya Meclisi’ kurulur. Bu meclis etrafında toplanan ‘Çerkes Birliği’ birlikten ayrılanların şiddetle cezalandırılması ve sonuna kadar savaşılması kararını alır.

Newyorkk Times gazetesinde yazılar yazan Karl Marx, insanlığın dikkatini Çerkes direnişçilerine çekmek için şunları dile getirir: “Ey dünya, ey insanlık!

Bağımsızlığın anlamını Kafkas dağlarından öğrenin. Özgür yaşamak isteyenlerin nelere muktedir olduğunu görün. Uluslar onlardan ders alsın!” Abzegh ve Shapsugh bölgelerinde direniş büyük olur. Hiçbir yerden destek ve yardım alamayan Çerkesler yenilir. Bölge 1863 sonunda Rus ordularınca işgal edilir. Son direnişçi Wubıhlar ise 1864 yılının başlarında yenik düşerler. İşgal ordusu komutanı Kafkasya Genel Askeri Valisi’nin, Kafkas Savaşları’nın bittiğini ilan ettiği 21 Mayıs günü “Büyük Sürgün” başlar.

Yorgun düştüler savaşmaktan.
Çağrılar yaptılar tüm insanlığa.
Sağır olmuştu insanlık,
seslerini duyuramadılar.
Sonunda yenildiler...
Sağ kalanlar döküldüler

Karadeniz’in Kerç, Anapa, Tuapsi, Soçi iskelelerine        ve kendilerini alacak Osmanlı teknelerini, savaş artığı Rus gemilerini beklemeye durdular. Nar taneleri gibiydiler. Aylarca süren bekleyişinizde önce salgın hastalıklar vurdu sizleri, öyle mi benim güzel babaannem?

Kimi paragöz gemicilerin, küçücük teknelere zebun düşmüş 50-60 kişiyi tıka basa doldurup; sonradan yolun ortasında Karadeniz’in azgın sularına boşaltıp bu mecalsizleri, yeni bir yükün iştahıyla iskelelere döndüklerini okudum tarih kitaplarında... Senin, ölünceye kadar balık yememen bundan mıydı benim güzel babaannem?

Rakamlar verir tarih kitapları. 600 binden başlayıp 1 milyon 500 bine varan. Hangisi doğru bilinmez. Kaçı çıkabilmiştir karşı kıyıya, kaçı öldürülüp denize atılmış, kaçı kudurmuş dalgalara dayanamayıp parçalanan gemilerle birlikte denizde yitmiş bilinmez. Bebeğinin ölü olduğu anlaşılmasın diye onu günlerce deli denizde kucağında tutup pışpışlayan, ona ninniler söyleyen bir annenin öyküsünü okumuştum; ölü olduğu anlaşılan bebek hoyrat ellerce denize atılınca kendisini sessizce sulara bırakan bir Çerkes kadınının öyküsüydü... Bunlar kayıplar listesinde var mıdır benim güzel babaannem?

Ne kadar çok tanrınız vardı babaanne... Orman, ay, yıldız sonra şarap ve buğday; sonra tanrıçalarınız. En sonunda tek tanrınız oldu, ona yakarmak için ikonalarınız ve seccadeleriniz... Onlar da mı sizleri yalnız bıraktı? Ondan mıdır, bu dünyadan göçünceye kadar namazsız oruçsuz Allahsız kalman, benim güzel babaannem?

Döküldüler Samsun, Trabzon, İstanbul, Varna, Köstence iskelelerine; önlerinde yeni acılar. Savruldular dünyanın bütün coğrafyalarına nar taneleri gibi...