Büyük Çerkes Sürgünü 1864 yılının 21
Mayıs’ında başlar.1856 Paris Antlaşması’ndan sonra
Fransız, İngiliz ve Osmanlı birliklerini karşısında
serbest kalıp rahatlayan 280 bin kişilik iyi donanımlı
Rus Ordusu; uzun süredir destansı kahramanlıklar
yaratarak direnen Çerkeslere yönünü çevirir, saldırıya
geçer. Önce Kuzeydoğu Kafkasya düşer. 1859 yılına
gelindiğinde Shapsugh, Abzegh, Wubıh ve Bjedughların
yaşadığı bölgelerin dışında Kafkasya işgal altına
alınmıştır.
1861 yılında Wubıhların öncülüğünde, ‘Büyük Bağımsız
Çerkesya Meclisi’ kurulur. Bu meclis etrafında toplanan
‘Çerkes Birliği’ birlikten ayrılanların şiddetle
cezalandırılması ve sonuna kadar savaşılması kararını
alır.
Newyorkk Times gazetesinde yazılar yazan Karl Marx,
insanlığın dikkatini Çerkes direnişçilerine çekmek için
şunları dile getirir: “Ey dünya, ey insanlık!
Bağımsızlığın anlamını Kafkas dağlarından öğrenin. Özgür
yaşamak isteyenlerin nelere muktedir olduğunu görün.
Uluslar onlardan ders alsın!” Abzegh ve Shapsugh
bölgelerinde direniş büyük olur. Hiçbir yerden destek ve
yardım alamayan Çerkesler yenilir. Bölge 1863 sonunda
Rus ordularınca işgal edilir. Son direnişçi Wubıhlar ise
1864 yılının başlarında yenik düşerler. İşgal ordusu
komutanı Kafkasya Genel Askeri Valisi’nin, Kafkas
Savaşları’nın bittiğini ilan ettiği 21 Mayıs günü “Büyük
Sürgün” başlar.
Yorgun düştüler savaşmaktan.
Çağrılar yaptılar tüm insanlığa.
Sağır olmuştu insanlık,
seslerini duyuramadılar.
Sonunda yenildiler...
Sağ kalanlar döküldüler
Karadeniz’in Kerç, Anapa, Tuapsi, Soçi
iskelelerine ve kendilerini alacak Osmanlı
teknelerini, savaş artığı Rus gemilerini beklemeye
durdular. Nar taneleri gibiydiler. Aylarca süren
bekleyişinizde önce salgın hastalıklar vurdu sizleri,
öyle mi benim güzel babaannem?
Kimi paragöz gemicilerin, küçücük teknelere zebun düşmüş
50-60 kişiyi tıka basa doldurup; sonradan yolun
ortasında Karadeniz’in azgın sularına boşaltıp bu
mecalsizleri, yeni bir yükün iştahıyla iskelelere
döndüklerini okudum tarih kitaplarında... Senin,
ölünceye kadar balık yememen bundan mıydı benim güzel
babaannem?
Rakamlar verir tarih kitapları. 600 binden başlayıp 1
milyon 500 bine varan. Hangisi doğru bilinmez. Kaçı
çıkabilmiştir karşı kıyıya, kaçı öldürülüp denize
atılmış, kaçı kudurmuş dalgalara dayanamayıp parçalanan
gemilerle birlikte denizde yitmiş bilinmez. Bebeğinin
ölü olduğu anlaşılmasın diye onu günlerce deli denizde
kucağında tutup pışpışlayan, ona ninniler söyleyen bir
annenin öyküsünü okumuştum; ölü olduğu anlaşılan bebek
hoyrat ellerce denize atılınca kendisini sessizce sulara
bırakan bir Çerkes kadınının öyküsüydü... Bunlar
kayıplar listesinde var mıdır benim güzel babaannem?
Ne kadar çok tanrınız vardı babaanne... Orman, ay,
yıldız sonra şarap ve buğday; sonra tanrıçalarınız. En
sonunda tek tanrınız oldu, ona yakarmak için
ikonalarınız ve seccadeleriniz... Onlar da mı sizleri
yalnız bıraktı? Ondan mıdır, bu dünyadan göçünceye kadar
namazsız oruçsuz Allahsız kalman, benim güzel babaannem?
Döküldüler Samsun, Trabzon, İstanbul, Varna, Köstence
iskelelerine; önlerinde yeni acılar. Savruldular
dünyanın bütün coğrafyalarına nar taneleri gibi... |