1.
Kafkaslar, Şeyh Şamil, Çeçenler,
Wahabiler, halklar vs.
2. politik
gelişme ve ABD'nin bölgeye ilgisinin
nedenleri üzerine genel bilgiler
3.
Gürcistan'daki ABD
4. Petrol
şirketlerinin Azerbaycan'ı
a. Kısa tarihi gelişme
b.
Petrol şirketleri, Azerbaycan,
Laden'in kayınbiraderi, W. Bush
c. Aliyev hanedanı, Azerbaycan
üzerine kızışan ABD- Rus rekabeti
5. Rusya'nın stratejik müttefiği
Ermenistan
a. Genel bilgiler
b. Tarihi sürecin özeti
c. Ermenistan'ı kazanmaya
çalışan ABD ve Rus- Ermeni
bağlaşıklığı
6. ABD'nin artan
ağırlığı, İran ve Rusya'nın
arayışları, yükselen gerilim1.
Kafkaslar, Şeyh Şamil, Çeçenler,
Wahabiler, halklar vs.
Tüm yüzyıllar boyunca merkezi
otoritelere karşı direnmiş, kolayca
denetim altına alınamamış ve
Karadeniz'in kuzeyinden geçen doğudan
batıya ticaret yollarını ve ayrıca
kuzeyden güneye inen aynı amaçlı
yolları sorunlu hale getirmiş Kafkas
aşiretlerinin (özellikle Kuzey
Kafkasya aşiretlerinin) Çarlık
Rusyası'nın boyunduruğu altına
girmeleri pek kolay olmamıştır. Çarlık
Rusyası orduları Kafkaslar üzerinde
tam bir hakimiyet kurabilmek için,
yaklaşık 50 yıl, 1817'den 1864'e dek
savaşmıştır- Rusların bölgeyle
ilgilenmeye başlayışları 1500'lü
yıllara uzanmakla birlikte, ilk ciddi
askeri operasyonları 1770'te
gerçekleşmiştir. Dünya edebiyatının
ender sayıdaki devlerinden büyük
gerçekçi ve insancıl (Hıristiyan
anarşisti) Rus yazarı Lev Tolstoy
(1828- 1910), Hacı Murat (yazılışı
1904, basılışı 1912) adlı romanında,
Dağıstan ve Çeçenya ayaklanması
bastırılırken Rus askerlerinin halka
ne ölçüde acımasız davrandıklarını,
onların tüm kutsal yerlerini bilinçli
olarak nasıl kirletip tahrip
ettiklerini büyük cesaret ve
insancıllık isteyen bir gerçekçilikle
anlatır. Hacı Murat, Rus ordularına 25
yıl direnmiş olan Şeyh Şamil'in
yoldaşıdır ve bir anlaşmazlık
nedeniyle Rusların safına sığınmak
zorunda kalmıştır ama, yerinin orası
olmadığını da kısa sürede farkederek
kaçmaya çalışırken yetişen Rus
birlikleri tarafından öldürülecektir.
Tolstoy, Emrindeki lüksü terkeden ve
kendini kullandırtmayan iki ateş
arasındaki Hacı Murat'ın trajedisi ile
birlikte Dağıstan ve Çeçen halklarının
acılarını büyük bir gerçekçilikle
anlatır. Şüphesiz o zaman isyan
edenlerin inançları -günümüzdeki gibi-
İslamiyet içindeki en derin gericiliği
temsil eden Wahabi tarikatı değildi;
ve hiçbir büyük gücün oyuncağı veya
petrol yolları üzerinde hakimiyet
kurma savaşının aracı durumunda
değillerdi. Başkaldıranlar arasında
halen Sufi inançlarda olanlar vardır
ama, ağırlık ve asıl güç yeni Wahabi
örgütlenmelerin elindedir.
Büyük bir bağımsız toprak sahibinin
oğlu olarak doğmuş ve çok iyi eğitim
görmüş olan Şeyh Şamil, Gazi
Muhammed'in önderliğini yaptığı Sufi
bir inanca, Nakşibendi tarikatına
bağlıydı. Dağıstanlı olan Şeyh Molla
Muhammed, 1822- 32 yıllarında
ayaklanmaya önderlik etmişti ve Şey
Şamil 1830 yılında müridi olarak O'nun
safına katılmıştı. Muhammed'in 1832'de
Ruslar tarafından öldürülmesinin
ardından dağılan başkaldırıyı, O'nun
yerini alan Şamil 1834'de yeniden
organize edip başlatmıştı. Şamil,
1859'da Ruslara esir düşünceye dek
direnişi sürdürmüştür. Şamil, Çar'ın
izni ile 1870'de Mekke'ye gidip hacı
olmuş ve 1871 yılında, yaklaşık 74- 75
yaşlarında ölmüştür. Rus Çarlığı'na
karşı başkaldırı yıllarında bölgede
yayılan diğer Sufi inanç ise, "Çeçen
Gandisi" kabul edilen barışçı Kunta
Hacı'nın İmamlığını (Önderliğini)
yaptığı Kadiri tarikatı olacaktı.
Kunta Hacı'nın Ruslar tarafından
tutuklanıp öldürülmesinin ardından,
Kadiri taraftarları barışçı
çizgilerini terkederek savaşan
Nakşibendi inancındakilerin saflarına
katılacaklardı. Dağıstan- Çeçenya'daki
1877 ayaklanmasında başrolü Nakşibendi
ve Kadiri inancında olanlar
oynayacaklardı. Aşiretler ve halk bu
Sufi inançların kardeşlik ve dayanışma
anlayışları temelinde
birleştirilebiliyordu. Kafkas
halklarının ezici çoğunluğu -o
yıllarda ve yakın zamana dek-
İslamiyet içinde daha rasyonel
düşünceleri ve hoşgörüyü temsil eden,
Zoroastrianism ve Şamanism ile güçlü
kültürel bağları olan Sufi
inançlardandı.
Halklara barış, kardeşlik, eşitlik,
kendi kaderini tayin hakları vadeden
büyük 1917 Ekim devriminin orduları
bölgeye 1920'de girdi. Sovyetler
Birliği, tüm halklara olduğu gibi
Kafkasya halklarına da yeni umutlar
vermişti ama, yinede bölgede
çatışmasız ve isyansız bir Sovyet
denetimi gerçekleşmedi. Sovyet
yönetiminin problemleri
Dağıstan-Çeçenya halkları ile sınırlı
kalmadı; yeni rejim Ermenistan'daki
güçlü milliyetçi burjuva örgütlenme
ile de mücadele etmek zorunda kaldı.
Anglo- Amerikan emperyalist güçleri ve
yıkılıncaya dek Rus çarlığı tarafından
desteklenip kullanılan Ermeni
milliyetçiliği, şekillenmekte olan
Türkiye Cumhuriyeti ile iç savaş
aşamasındaki Sovyetler Birliğini
yakınlaştıran olaylardan biri oldu
aynı zamanda- milliyetçilik,
emperyalist kışkırtma ve devletlerin
zayıflıklarından kaynaklanan aşırı
korkular, kitle kıyımlarına uzanan
derin bir trajedinin sahnelenmesine de
neden oldu o yıllarda. Kafkasya'daki
Sufilerin bir kısmı, Sovyet sistemi
içinde otonomi kazanan bölgede,
Çeçenya ve Dağıstan'da kolayca yeni
yerli Komünist Partisi'ne üye oldular,
yönetici konumlara yükseldiler. Özünde
bunların çoğunluğu eski inançlarını
koruyarak Komünist olmuşlardı ve
ahlaki açıdan zaten Komünizm ile Sufi
inançlar arasında -yoldaşlık,
dayanışma, paylaşma vs. gibi- bazı
paralellikler vardı.
Zengin petrol yatakları, Asya
içlerine ve güneyin sıcak denizlerine
açılan yolları denetleyen stratejik
konumu nedeniyle Kafkaslar, Hitler
Almanya'sının başta gelen
hedeflerinden biriydi. Nazi
istihbaratı, savaş biterken elindeki
tüm belgeler ve şifrelerle ABD Askeri
istihbarat birimlerine sığınacak olan
General Reinhar Gehlen'in yönettiği
"Gurbette Doğu Ordusu" adlı örgütlenme
ile ve özellikle Ukrayna'da yaşayan
Alman asıllılarında yardımlarıyla
Sovyetler Birliği içinde mükemmel bir
haber alma ağı oluşturmuştu.
Anlaşılan, başta Türkiye'nin de olduğu
Sovyetlere komşu bazı ülkelere
sığınmış Kafkasyalıların -özellikle
Çerkes ve Çeçenlerin- bir kısmı da
aynı istihbarat ve gizli operasyonlar
ağının içinde önemli roller
oynamaktaydılar. İkinci Dünya
Savaşı'nın 1- 3 Eylül 1939'da resmen
başlamasından bir yıl sonra, Nazi
ordularının Fransa/ Batı Avrupa'da ve
Norveç/İskandinavya'da kesin hakimiyet
kurmalarının hemen ardından; Hitler
İngiltere'yi işgale uğraşırken ve
Sovyetlere saldırı için hazırlanırken,
1940 kışında Çeçenya'da, Komünist
Partisi "üyesi" Hasan İsrailov adlı
eski bir gazetecinin önderliğinde
önemli bir ayaklanma başladı. Nazi
Orduları'nın 22 Haziran 1941'de üç
koldan Sovyetler Birliği'ne
saldırmasının ardından, Şubat 1942'de
Çeçenya'da ikinci büyük ayaklanma baş
gösterdi. Ve komünizmin uygulamaları
açısından -öznel ve nesnel bazı
tarihsel nedenlerle- birçok hatalar
yapmış olan Stalin yönetimi, Nazilerle
işbirliği yaptıkları gerekçesiyle
Çeçenlerin önemli bir kısmını
Sibirya'ya ve Ortaasya'ya sürdü-
özellikle Kazakistan'da ve bazı diğer
Ortaasya ülkelerinde Çeçenler
aracılığıyla Sufi inançlar
yayılmıştır. Stalin'in ölümünün
ardından, 1957'de Çeçenler eski
yurtlarına dönme olanağına kavuştular.
Aslında, inançlar ve düşünce
yapıları açısından zamanın çok yavaş
aktığı bu dağlık vahşi coğrafyada
değişen fazlaca bir şey olmadığı
aradan 70 yıl geçtikten sonra,
rekabete dayanamayan Sovyetlerin
dağılması ile anlaşıldı- şüphesiz 70
yıl insan ömrü için önemli bir süredir
ama, yinede tüm tarihsel süreçler
içinde okyanuslarda bir damla kadar
küçüktür. Sonuçta, Sovyetlerin
boşluğu, emperyalist ABD tarafından
hızla doldurulmaya başlanmıştır ve bu
süreç ivmesi artan bir hızla halen
sürmektedir. Doğu Avrupa'ya, Baltık
ülkelerine ve Kafkaslara NATO
aracılığıyla el atan ABD, aslında
içinden çatlamış olan NATO'yu araç
yaparak ve NATO üyesi Avrupa
ülkelerinin -yakın ortağı İngiltere ve
bir ölçüde rakibi Fransa dışında-
güçlü ordulara sahip olamamalarından
ve halen birleşik etkili bir askeri
güç yaratamamalarından yararlanarak
buralara kendi askeri varlığı ile
yerleşmektedir.
Dağıstan-Çeçenya'da Wahabilik, çok
daha sonra CIA desteği ve Suudi
Arabistan'ın Petro- Dolarları ile
yayılmıştır. Bu, 1700'lü yıllarda
Necef/ Suudi Arabistan doğumlu prütan
(safçı) fanatik tarikata Wahabi adı
kurucusuna izafeten karşıtları
tarafından takılmıştır ve aslında
onlar kendilerini birlikçi/ tekçi
anlamına gelen Muwahhidun olarak
adlandırmaktadırlar. Bu "birlikçilik"
veya "tekçilik", felsefi anlamda İslam
dinini tüm diğer Paganist (çok
tanrılı) dinlerin etkilerinden,
düalist ideolojilerden ve ayrıca tüm
modern etkilerden arındırmak,
saflaştırmak anlamına gelmektedir.
Şüphesiz özünde bu olanaksız olduğu
kadar alabildiğine de gerici bir
tepkidir. (1)
Ortadoğu'nun Petrolerine göz dikmiş
İngiliz İmparatorluğu'nun kışkırtması
ve desteği ile Osmanlı'ya karşı
savaşmış olan Wahabi inançlı Suudi
aşireti ve bağlaşıkları, Birinci Dünya
Savaşı sonunda Suudi Arabistan
Krallığı adlı monarşik bir "devlete"
sahip olmuşlardır. Bunlar, sözde
düşman oldukları düalist bir inancın,
ırkçı prütan Protestan görüşlerin
koltuk değneğine dayanan Anglo-
Amerikan emperyalizminin kuklası
haline gelmişlerdir. "İnsan hakları"
ve "demokrasi" getireceği iddiaları
ile başta Ortadoğu olmak üzere
dünyanın istediği köşesini rahatça
kana boğabilen Anglo- Amerikan
emperyalizminin en sadık bağlaşığı,
halen el- kol- kafa kesme cezaları
verilen ve kadınların taşlanarak
öldürülebildikleri Wahabi doktrinine
sahip Suudi Arabistan'dır.
Kafkaslardaki Wahabi güçleri de asıl
olarak bu süper gerici merkez
tarafından beslenmektedir. Wahabi
doktrininin Kuzey Hindistan'da doğmuş
bir türevi olan Deobandi tarikatına
bağlı Taleban güçlerinin Afganistan'da
kullanılmış olmaları gibi bunlarda,
Wahabi güçleri de, Kafkaslarda ve daha
birçok alanda bir politik
destabilizasyon unsuru olarak, ABD'nin
bölgeye yerleşmesi için yolu açan
aletler olarak CIA tarafından
kullanılmaya başlanmışlardır-
Çeçenya'a yerleşmiş Wahabi inancındaki
silahlı güçlerle Taleban sürekli sıkı
bir işbirliği içinde olmuştur. Bunlar
(Wahabi güçler), 1990'lı yıllarda,
relatif barışçı olan ve layik
(sekülarist) bir devlet anlayışını
savunan Sufi tarikatlara karşı CIA
silahları ve Suudi Petro- Dolarları
sayesinde Çeçenya'da üstünlük
sağlamışlardır. Wahabi örgütlerin
Kafkasya hakimiyetinde, iç dengeleri
bozulup zayıflamış olan Rusya'nın
telaşlı devlet terörü, savaşın yıkımı
ve insan psikolojisi üzerindeki
tahribatı, tüm düzenin bozulup
insanların göç yollarına düşmeleri,
derin bir güvensizliğe ve yoksulluğa
sürüklenmeleri de rol oynamıştır.
Sözde bağımsız bir din devleti veya
şeriat yasaları ile yönetilen bir
devlet için savaştığını iddia eden
Wahabi inançlı güçlerin ünlü
önderlerinde Hattap, Suudi Arabistan
doğumludur ve emrindekilerin çoğunluğu
da Suudi Arabistanlı veya Kuzey
Afrikalı kökten dincilerdir. Yine aynı
güçler arasında en önde gelen önder
olan ve aynı zamanda teolog konumunda
bulunan Şamil Basayev ise, Ürdün
doğumlu bir Çecen'dir. Suudi parası ve
CIA silahları ile beslenen bu
gurupların asıl sorunları ise, Baku-
Grozny- Novorosisk petrol boru hattı
üzerinde denetim kurmaktır. Eğer
amaçlarına ulaşabilirlerse, bu karlı
işin kaymağını, zaten ARAMCO içindeki
Exxon-Mobil ortaklığı aracılığıyla
Suudi petrollerini denetleyen, 200'ü
aşkın ülkede yatırımları olan
Rockefeller gurubu ve Hazar
petrollerine büyük yatırımlar yapmış
olan diğer Amerikan şirketleri, "Yedi
Kızkardeşler Kulübü" yiyecektir. Bunun
ötesinde, Kuzey Kafkasya'daki gerilim
ve çatışma, boru hattını Rus
hükümetine pahalıya mal ederek
Rusya'nın Hazar enerji kaynakları
üzerindeki ve Kafkasya'daki etkisinin
ABD yararına zayıflamasına yardımcı
olmaktadır. Şüphesiz kentleri yerle
bir eden Rus ordularının da halka
insancıl davrandıkları asla söylenemez
ama, sonuçta olayın özü petrol
kavgasıdır ve Wahabiler bölgede çok
daha gerici emperyalist bir gücü
temsil etmektedirler. Olan Kafkasya
halklarına olmaktadır ve muhtemelen
çok yakında aynı halkların tepkileri
bölgeye yerleşmeye çalışan ABD'ye
karşı yönelecektir. Hatta, CIA
tarafından kullanılmış ve halen
kullanılmakta olan Wahabi ve Deobandi
inancındaki güçlerin ve aynı inanca
bağlı halkların arasında da güçlü bir
ABD karşıtlığının gelişmekte olduğu
gözlemlenmektedir. CIA, tehlikeli
bozuk bir silahla oynamıştır ve aynı
silahın geriye tepkisi ile vurulmaya
başlayacaktır.
Vaktiyle uzun bir dönem büyük kısmı
Osmanlı İmparatorluğu'nun nüfuz alanı
içinde kalmış olan ve halen Türkiye
Cumhuriyeti'nin dış politikasında
(Baku-Ceyhan petrol boru hattının da
etkisiyle ve diğer nedenlerle)
ağırlıklı biçimde yer alan Hazar ile
Karadeniz arasındaki dağlık
Kafkasya'da yaşayanlar sadece Çeçen,
İnguş, Dağıstan halkları değildir
şüphesiz. Bölgede toplam 50'den fazla
farklı halk gurubu yaşamaktadır ve
bunlar çoğunlukla Hint- Avrupa
gurubuna bağlı bir Slav dili olan
Rusça ile anlaşmaktadırlar. Yine
Kafkasya'daki halkların çoğunluğu
İslam inancındadırlar ama, bölgenin
hesaba katılacak devletleri olan 5.5
milyon kadar nüfuslu Gürcistan ile 3
milyonu biraz aşan nüfusa sahip
Ermenistan halkları ezici çoğunlukla
-Rusya gibi- Doğu Ortodoks Kilisesi'ne
bağlıdırlar. Kafkasya'daki diğer
önemli devlet, 8 milyon kadar olan
nüfusunun yüzde 83'ü Azeri Türkü olan
ve Türkiye Türkçe'sine çok yakın bir
Türkçe konuşan Azerbaycan'dır.
Ataistleri hesaba katmayacak olursak
tamamı Şia inancına bağlı bölünmüş
Azeri halkının çoğunluğu, 11.5 milyon
kadar Azeri İran'da yaşamaktadır.
Azeri halkı dışından Kafkasya'da,
küçük guruplar olarak Kumyuk, Nogay,
Karaçay, Balkar adlı Türk halkları da
yaşamaktadırlar. Ayrıca Türkmenler ve
yine Türkler gibi bir Altay dili
konuşan Moğollar'dan Kalmyklar vardır.
Bunların dışında Kafkasya'da,
Abazalar, Çerkesler ve Çerkeslerin bir
biçimi olan Adigeianlar ve
Kabardianlar, az sayıda Kürtler,
Yahudiler ve diğer birçok halk gurubu
mevcuttur.
Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan
cumhuriyetlerine dağılmış olan
Kafkasyalı Kürtlerin çoğunluğu, eski
çok tanrılı bir din olan ve Hint-
Avrupai Mithra dini ile Hint- İrani
Zoroastrianizm'den çok şey almış
olduğu anlaşılan ve yakın yüzyıllarda
İslam'dan da etkilenmiş olan son
derece eklektik (yamama) Yezidi
(Ezidi) dinindendir. İranlılarla
akraba olan Kürtler Hint- Avrupai
dillerin İran ailesine bağlı değişik
lehçeler konuşmaktadırlar ve
Kafkasyalı Kürtlerde Türkiyeli
Kürtlerin çoğunluğu gibi Kuzey
Kırmançi lehçesi ile anlaşmaktadırlar-
şüphesiz Kafkasyalı Kürtlerin
neredeyse hepsi Rusça bilmektedir ve
en eğitimli Kürtler buradadır.
Ermenice, bölgede çok konuşulan Slav
dili Rusça gibi, İrani bir dil olan
Kürtçe gibi ve diğer bazı diller gibi
Hint- Avrupai dil gurubu içindedir.
Yalnız, bölgedeki en önemli dillerden
ola Gürcüce, Hint- Avrupai aileden ve
ayrıca Altay dili olan Türkçe'den çok
farklı olan Kafkasya dilleri içinde
Kartveli gurubuna bağlıdır. Önemli bir
kısmı Türkiye'nin Doğu Karadeniz
bölgesinde yaşayan Laz halkının dili
de aynı guruptandır. Abazalar,
Çerkesler, Adigeianlar, Çeçenler,
İnguşlar, Kabardianlar, Dağıstanlılar
(Agul, Avar, Dargın, Lak, Lezgin,
Tabasaran, Tsakhur) vs. Gürcüler gibi
Kafkasya dilleri konuşmaktadırlar.
2. Politik gelişme ve
ABD'nin bölgeye ilgisinin nedenleri
üzerine genel bilgiler Kafkasya'da
halkların ve değişik devletlerin iç ve
dış tüm ilişkileri anlaşılması zor
karmaşık bir karakterdedir ve olayları
siyah veya beyaz biçiminde algılamak
derin yanlışlara yol açabilir. Yinede
süreç içinde tüm ilişkiler giderek
kristalize olmaktadır. Özet olarak,
bölgede Rusya'nın etkisi gerilerken
ABD'ninki artmaktadır. Bu artan ABD
etkisi sadece Rusya'nın değil,
özellikle İran'ında aleyhine
gelişmektedir. ABD, tüm gücüyle
İran'ın bölge ile varolan bağlarının
tamamını kopartmaya çalışmaktadır.
Yine bunun yanında ABD, Gürcistan'a ve
Azerbaycan'a NATO üyesi olan Türkiye
ile ortaklık içinde girmiş olsa da,
yavaş yavaş Türkiye'yi dışlamaktadır
ve zaten alabildiğine eşitsiz güce
sahip iki devletin filen gerçek
anlamda ortak olmaları olanaksızdır.
ABD'nin gerçek ilgileri, yararları ile
Türkiye yönetiminin bölgeden umdukları
ve "lokal bir süper güç olma" düşleri
birbirine pek uymamaktadır. Gerçek
anlamda bölgesel süper bir güç olan
Rusya'yı adım adım ince taktiklerle
küçültmeye çalışan ABD yönetimi, başka
bir bölgesel süper güce izin vermek
istemez ve zaten yayılan emperyalist
varlığını birbirlerini denetleyebilen
kendi denetimindeki relatif zayıf
çelişkili güçlerin varlığıyla
sürdürmeye çalışmaktadır. Örneğin, 9
Nisan 2001 tarihli ve 33 numaralı
TURKPULSE'ye göre Amiral Salim
Dervişoğlu'nun fikir babalığı ile
oluşan, 2 Nisan 2001 İstanbul
toplantısı ile Türkiye yönetiminin
insiyatifinde son biçimini alan, Rusya
Federasyonu, Ukrayna, Romanya,
Bulgaristan, Gürcistan ve Türkiye
arasındaki Karadeniz Donanmaları Görev
Gücü Birliği, BLACKSEAFOR, -pek belli
etmese de- Pentagon'u rahatsız eden
bir gelişme olmuştur. Bunun yanında
ABD'nin Ermenistan'a yönelik ilgisinin
de Türkiye yönetimini sevindirdiği pek
söylenemez. Türkiye yönetimleri
1993'den beri Ermenistan'a ambargo
uygulamaktadırlar ama, ambargo Türk
ekonomisine de zarar verdiği için,
Nogorno- Karabağ savaşının sürdüğü
1992- 93 yıllarının gerilimi artık
yaşanmadığı için ve ayrıca anlaşılan
ABD ve NATO politikaları ile uyum
sağlayabilmek amacıyla yeni hükümet
Ermenistan'la olan ilişkileri düzeltme
eğilimindedir. Özet olara ABD,
Türkiye'yi işlerini yoluna koyuncaya
dek kullanmıştır ve halen bir süre
kullanabildiği kadar kullanacağa
benzemektedir.
Giderek kristalize olan karmaşık
ilişkiler ağında, Gürcistan ve
Azerbaycan artan ölçülerde ABD'ye
bağlanırken ve NATO üyeliğine aday
olurlarken, Ermenistan halen Rusya'nın
safındadır. Ermenistan Rusya
Federasyonu'nun stratejik ortağı
olarak gözükmektedir ama, tüm Kafkasya
ülkelerinin olduğu gibi Ermenistan'ın
geleceği ile ilgili olarak da halen
bir sürü soru işareti vardır. ABD tüm
gücüyle Ermenistan'ı Rusya'dan
kopartmaya çalışmaktadır ve 16- 26
Haziran 2003 günleri Ermenistan'da
relatif büyük bir NATO tatbikatı
yapılacaktır. Ayrıca Batıpazarlarına
açılan ticaret yollarını ve Ortaasya
enerji hatlarını denetleyen
Kafkaslardaki ABD dış politikası,
Ortaasya'ya ve Ortadoğu'ya yönelik
olarak da şekillenmektedir. ABD'nin
Kafkasya politikası, Kazakistan,
Türkmenistan gibi Hazar ile kıyısı
olan ülkelere ve bu iki ülkenin
arasında kalan Özbekistan'a yönelik
politikası ile iç içedir ve özellikle
İran ve Afganistan politikaları da
aynı gerçekle sımsıkı bağlıdır.
Clinton yönetimi sırasında
Başkan'ın ve Dışişleri Bakanı'nın
Hazar Havzası enerji politikası
danışmanı olan Büyükelçi Richard
Morningstar, 25 Ocak 1999 günü
Kalifornia'daki Berkeley
Üniversitesi'ne bağlı Goldman School
of Public Policiy'de (Goldman Genel
Politika Okulu) yaptığı konuşmada,
ABD'nin Kafkasya politikasını ana
çizgileriyle ve diplomatik bir dille
açıklamıştır. Bu konuşmadan anlaşılan,
özet olarak, ABD politikası, enerji
kaynakları (petrol ve doğal gaz) ve
bunların uluslararası pazarlara ulaşım
yolları üzerinde tam bir denetim
kurmaya yöneliktir. ABD, Hazar
petrollerini ve doğal gazını pazara
ulaştıracak beş ayrı boru hattı
projesini bölgede desteklemektedir.
Bunlar, ilk erken petrolü nakledecek
Baku- Çeçenya- Novorosisk (Rusya'nın
Karadeniz kıyısı) hattı; ikinci erken
petrolü nakledecek Baku- Supsa
(Gürcistan'ın Karadeniz kıyısı) hattı
ve diğer üç temel boru hattıdır.
Sözkonusu üç temel boru hattından
birincisi, Hazar Boru Hattı
Konsorsiyumu (CPC), Kazakistan'dan
Rusya'nın Karadeniz limanı
Novorosisk'e uzanmaktadır. İkincisi,
trans- Hazar gaz boru hattı,
Türkmenistan- Hazar- Azerbeyca-
Gürcistan üzerinden Türkiye'nin Ceyhan
limanına uzanacaktır. Ve diğer bir
asıl petrol boru hattı ise, Baku'den
Ceyhan bağlantısıdır.
Morningstar, beş ayrı petrol ve gaz
boru hattını destekleme işinin
nedenini, bölgenin enerji kaynaklarını
işletme ve geliştirme üzerine ABD
politikasının dört temel dayanağı
olduğu gerekçesi ile açıklamaktadır.
Bu satırları yazana göre Morningstar,
politikalarının nedenselliklerini
açıklarken gerçeği tam olarak
konuşmamakta, bol bol "demokrasi" ve
kendi politik denetim alanında
"egemenlik, bağımsızlık" hakları
üzerine demagojilerle asıl hesaplarını
gizlemeye çalışmaktadır.
Morningstar'ın sözlerinin çoğu
yalandır; çünkü, ABD demokratik
kuralları çiğneyerek ve egemenlik veya
bağımsızlık haklarını kısıtlayarak,
yok ederek emperyalist emellerine
ulaşabilmekte; ülkeler ve halkları
üzerinde bu şekilde denetim kurarak
doğal kaynakları rahatça
sömürmektedir. Fakat yinede
Morningsatar bir gerçeği açıkça ifade
etmektedir; o da, Hazar enerji
kaynaklarının kullanılması işine
"güvenilmez devlet" İran'ın kesinlikle
bulaştırılmak istenmemesidir. ABD
politikasının bölgedeki en önemli
önceliği, petrol endüstrisinde ileri
düzeyde olan İran etkisine karşı Hazar
havzası enerji kaynaklarının tümünü
korumak üzerinedir- önceliklerden daha
önemli olanı da, Rusya'yı izole
etmektir ama sözkonusu ülkenin gücü
nedeniyle bu gerçek şimdilik açıkça
telaffuz edilmemektedir. Şüphesiz bu
tavır, İran'ın petrollerini
millileştirmiş olması, İran
yönetiminin Kafkaslar ve Ortaasya
politikalarında Rusya Federasyonu ile
yakınlığı, eski büyük bir medeniyeti
ve güçlü bir devleti temsil etme
duygularıyla ABD'ye boyun eğmemesi ile
ilgilidir. Görüldüğü gibi zaten,
ABD'nin desteklediği boru hatlarından
hiçbiri -aslında çok daha ucuz ulaşım
sağlayacak olan- İran üzerinden
geçmemektedir.
Beş ayrı boru hattı üzerine yatırım
yapılması, anlaşıldığı kadarıyla,
ABD'nin aktüel yararları açısından
mevcut durumun zorunlulukları ile
ilgilidir. ABD yönetimi -yalanlarla,
geçici sahte ittifaklarla, ince
taktiklerle- adım adım Kafkasya'ya
yerleşirken, başlangıçta Rusya'yı
ürkütüp kesin karşısına almama ve
Rusya ile Türkiye arasında geçici bir
denge oluşturma politikası izlemeye
çalışmaktadır. Ayrıca beş ayrı hat,
ilerideki muhtemel gelişmelere göre
ABD'ye farlı kullanım alternatifleri
sunmaktadır. ABD bir yandan sözde
Baku- Çeçenya- Novorosisk hattını
desteklerken, öbür yandan el altından
Wahabi güçleri silahlandırmakta ve
aynı hattı Ruslar için zor kullanılır
ve alabildiğine pahalı hale
getirmektedir. Bu işi yaparken,
"terörizme karşı mücadele" yalanı ile
Gürcistan'a ve Azerbaycan'a
yerleşmekte ve Baku'daki ABD Elçiliği,
Azeri yönetimini terörizme karşı
mücadeledeki "büyük katkısı" ve
Çeçenya'daki terörist eylemlerin ikmal
yollarını kesmesi nedeniyle vs.
kutlamaktadır. Buna karşın, Rusya
Federasyonu yönetimi, hem Azerbaycan'ı
ve hem de Gürcistan'ı Çeçenya'daki
silahlı güçlere destek amacıyla
transit geçiş olanakları sağladıkları,
para, silah, cephane, teçhizat akımı
kolaylaştırdıkları için suçlamaktadır.
Bu ikinci iddia daha doğru
gözükmektedir; çünkü, Çeçenya'daki
silahlı Wahabi güçlerin başka
kanallardan ikmal olanakları bulmaları
ve savaşı sürdürmeleri olanaksızdır.
Kısacası, ABD'nin Kafkasya politikası
-diğer tüm alanlarda olduğu gibi- tam
bir ikiyüzlülük üzerine inşa
edilmiştir.
Anlaşılan ABD yönetimi,
denetimindeki Gürcistan üzerinden
geçen Baku- Ceyhan hattının varlığı
nedeniyle, yine ABD şirketlerinin
yatırımları da olan Baku- Çeçenya-
Novorosisk hattının zarar görmesinden
pek çekinmemektedir. Zaten ilginç
olan, Wahabi güçler hattı sabote
etmemekte, sadece üzerinde denetim
kurmaya çalışmaktadırlar ve bu da yine
bölgedeki ABD şirketlerinin
yararınadır. Mevcut çizgisiyle
Kafkasya'daki ABD politikası, Rusya
ile Türkiye arasına bir çeşit rekabet
sokabilmekte ve böylece her iki gücün
daha rahatça üstüne çıkabilmektedir.
Ayrıca ABD, aynı politikası ile
Türkiye ve İran'ı karşı karşıya
getirmeye çalışmaktadır.
Büyükelçi Morningstar'ın yukarıda
özetlenen konuşması, ABD henüz üsleri
ile Afganistan'a yerleşip Türkmen
gazını en ucuz biçimde Arap Denizi'ne/
Hint Okyanusu'na taşıyacak hattı
denetim altına almadan önce
yapılmıştır. Şimdi ABD, Irak'ta olduğu
gibi İran'da da denetim
sağlayabilirse, veya İran'ın başına
istediği kukla bir yönetimi
yerleştirebilirse, tüm eski
politikaları köklü değişikliğe
uğrayacaktır. Gerçekleşmesi çok zor
İran hakimiyeti sağlanabilirse eğer,
ABD yönetimi, Rusya ve Türkiye
arasında denge hesapları yapmak ve
Türkiye'yi İran'a karşı kışkırtmak
zahmetinden kurtulacaktır. Böylece
ABD, Kafkaslar ve Ortadoğu üzerindeki
egemenliğini perçinleyecek, Rusya'yı
tam anlamıyla çembere alacak ve enerji
kaynaklarını tamamen kendi denetiminde
en ucuz biçimde İran üzerinden
uluslararası pazarlara ulaştırma
olanağına kavuşacaktır. Ayrıca İran
egemenliği ABD'ye öncelikle
Afganistan'daki ve sonra Ortaasya'daki
varlığını daha fazla güvence altına
alma olanağı verecektir. Ve zaten ABD
yönetimi artık şimdi, Irak'ın
düşmesinin ardından, bu son anılan
hedefine yönelik olarak eylemlerine
hız vermiştir. Aynı eylemin
Kafkaslardaki uzantısı ise,
Ermenistan'ı Rusya Federasyonundan
kopartmak ve Azerbaycan üzerinde
rekabetsiz tam bir hakimiyet
kurmaktır.
Irak'a yerleşmesinin ardından ABD,
BatıAvrupa'daki (özellikle
Almanya'daki) askeri üslerini NATO'ya
almış olduğu Doğu Avrupa ülkelerine,
öncelikli olarak Bulgaristan'a,
Romanya'ya ve Polonya'ya taşımaya
karar vermiştir. Batılı bazı
analizcilere göre, Avrupa ülkelerinin
Irak savaşına karşı çıkmış olmaları ve
söz konusu Doğu Avrupa ülkelerinin hem
Ortadoğu'ya ve hem de Rus sınırına
daha yakın olmaları anılan taşınmanın
temel nedenidir. Bu satırları yazana
göre ise, yukarıdaki analiz bazı
önemli gerçekleri ifade etmekle
birlikte çok eksiktir. Bir kez, her
şeyden önce, Doğu Avrupa ülkelerinin
yönetimleri Pentagon için çok daha
uysal "ortaklardır" ve ABD bu ülkeleri
özel çiftliği gibi kullanabilir. Daha
bu uzun anlatım bitmeden, 2003 Haziran
ayının ikinci haftasında basına
yansıyan haberlere göre, ABD,
Belçika'nın hükümeti ile karşı karşıya
gelmiştir. Bu nedenle ABD yönetimi,
Brüksel'deki NATO'nun merkezi Doğu
Avrupa'ya taşıma şantajı yapmaktadır.
Belçika'da on yıldır varolan ve
Sharon gibi kitle kıyım suçu işlemiş
kişilerin, savaş suçlularının
yargılanmalarına olanak sağlayan
insancıl yasa Amerikan askerlerinin de
işledikleri savaş suçları nedeniyle
yargılanmalarına olanak verdiği için,
Pentagon, Belçika'yı tehdit etmiştir.
Yasayı değiştirmesi için, NATO'nun
merkezini bir Doğu Avrupa ülkesine,
muhtemelen Varşova'ya taşıyacağı
şantajı ile birlikte başka baskı
yöntemleri de kullanmıştır. Bilindiği
gibi ABD, Uluslararası Ceza
Mahkemesi'nin tarafı olmayı da
reddetmektedir ve dünyanın her
köşesinde savaş suçu işleyen
askerlerini tüm uluslararası yargı
denetiminin üzerinde tutmaya
çalışmaktadır. Sonuçta ABD Savunma
Bakanı Rumsfeld, Brüksel'de NATO
merkezinin yenilenmesi ile ilgili
projenin bütçesini altı ay için
dondurduklarını bildirmiştir. Bu ağır
baskılar karşısında Belçika yönetimi
gerilemek zorunda kalmıştır ve ülke
Meclisi dünyada başka örneği
bulunmayan bu insancıl yasayı alel
acele değiştirmiştir. Bilindiği gibi
daha öncede Belçika, ABD'nin
Ortadoğu'daki ileri karakolu İsrail'in
ırkçı- Faşist Başbakanı, Sabra ve
Shatila katliamları sorumlusu Ariel
Sharon'u da aynı yasa maddesine
dayanarak yargılamak istemişti. NATO
sözde "demokratik" bir örgüttür ama,
Pentagon, diğer ortakların oylarını
düşünmeden kendi başına NATO'nun
merkezini bir başka ülkeye
taşıyacağını ilan edebilmekte, yasal
olarak bağımsız bir ülkenin iç işine
müdahale ederek insancıl yasasını
baskı ile kaldırtabilmektedir.
Şüphesiz eşit olmayan güçler arasında
şekillenmiş olan ve örgütün diğer
ortaklarının toplam askeri
bütçelerinden defalarca daha büyük
askeri bütçeye sahip dünyanın en
militarist devleti ABD'nin denetimi
altındaki militarist saldırgan
NATO'nun "demokratik" olması kocaman
bir yalandır.
Sonuçta tüm bu gelişmeler, Almanya
ve Fransa ile birlikte tavır alan
Belçika'ya karşı ABD'nin tavrı, NATO
içindeki çatlağın ne ölçüde
derinleştiğini ve buna bağlı olarak
zayıf Doğu Avrupa ülkelerinin ABD
açısından önemlerinin ne ölçüde
arttığını göstermektedir. Yine her
şeye karşın, AB ülkeleri arasında dış
politika konusunda tam bir görüş
birliği yoktur ve Almanya, Fransa,
Belçika gibi ülkelerin ABD'ye yönelik
başkaldırılarının son derece utangaçça
olduğu ve askeri güçlerinin zayıflığı
nedeniyle enerji yollarını denetleyen
Pentagon karşısında her an diz çökmeye
ve uzlaşmaya hazır oldukları
gözlemlenmektedir. Belçika'nın
baskılar karşısında gerileyişi, bu diz
çöküşün tipik örneklerinden biridir.
Sonuçta şimdilik ABD, içte ve dışta
izleyeceği çizgiyi Avrupa'ya dikte
edebilmektedir.
Eğer ileride şu veya bu gerekçe ile
NATO merkezi gerçekten Varşova'ya
taşınırsa, şüphesiz artık bu
kesinlikle eski NATO olmayacaktır.
Zaten kuruluş şimdiden eski örgüt
değildir; sözde sadece savunma
amacıyla kurulmuş olan NATO görev
alanı dışına çıkarak sadece
Pentagon'un yararları yönünde
Balkanlar'da kullanılmıştır ve ne
ölçüde saldırgan bir ittifak olduğunu
böylece bir kez daha kanıtlamıştır.
Sonuçta örgütün bu eylemi, bir süre
daha NATO'nun birliğini sağlamış
olmakla birlikte, içindeki çatlağı da
derinleştirmiştir. Şimdi "ittifak"
aynı şekilde Pentagon tarafından
Irak'ta kullanılmaya çalışılmaktadır
ve eğer kuruluşun merkezi Brüksel'den
bir Doğu Avrupa ülkesine taşınacak
olursa, NATO içinde derinleşmiş olan
çatlak tam bir bölünmeye doğru yol
alacaktır. Ayrıca söz konusu muhtemel
yeni durum, Rusya içinde büyük bir
kışkırtma olacaktır.
Anlaşılan ABD yönetimi, Avrupa
Birliği'nin çekirdeğini oluşturan ve
merkezi yönetimi ağır basan yeni
federal bir süper güç yaratılması için
yoğun çaba sarf eden Almanya- Fransa-
Belçika gibi ülkeleri artık gerçek
müttefikleri olarak görmemektedir ve
her fırsatta bunları
cezalandırmaktadır. ABD yönetimi
açısından AB ile ilgili asıl sorun,
inşa edilmeye çalışılan yeni
emperyalist gücün merkezi güçlü bir
yapı olarak şekillenmesini mümkün
olduğunca baltalamak ve bu gücü
zayıflatarak denetim altında
tutabilmektir. Söz konusu denetim için
en elverişli olan coğrafi hat,
Balkanlardan başlayarak Doğu
Avrupa'ya, Baltık ülkelerine ve diğer
yandan Kafkaslara uzanan çizgidir. ABD
şimdiden askeri varlığı ile Bosna,
Kosova, Makedonya, Bulgaristan,
Gürcistan gibi ülkelere yerleşmiş ve
Azerbaycan'a da daha güçlü olarak
yerleşmeye başlamıştır. Böylece
Ortaasya ve Hazar havzasından Avrupa
pazarlarına ulaşacak enerji hatları ve
ticaret yolları üzerinde denetim
kurduğu gibi, İran'a karşıda daha
üstün bir stratejik konum kazanmıştır.
Ayrıca ABD, Soğuk Savaş yıllarından
daha güçlü biçimde çembere almaya
başladığı Rusya'nın güneye inen
enerji, ticaret ve tüm etkinlik
yollarını sistematik olarak kesmeye
çalışmaktadır.
Silahlı gücü ve tek para birimi ile
şekillendirilmeye çalışılan Avrupa
Birliği de, yine aynı ülkelere,
Balkanlar'a, Doğu Avrupa'ya, Baltık
ülkelerine ve Kafkaslara doğru
yayılmaya çalışmaktadır- Selanik'teki
20 Haziran 2003 tarihli zirvede AB,
aralarında Sırbistan'ın,
Hırvatistan'ın vs. olduğu Balkan
ülkelerini içine alamaya karar
vermiştir. Ayrıca AB yönetimi, enerji
yollarının/ endüstrisinin kan
damarlarının geçtiği Kafkaslara da
açık bir ilgi göstermeye başlamıştır.
AB'nin en önemli hedeflerinden biride,
vaktiyle Hitler'in de düşlerini
süslemiş olan buğday ambarı
Ukrayna'dır. Ve Ukrayna'nın şimdiki
yönetimi, Gürcistan yönetimi ile
birlikte NATO üyeliği için arzusunu
açıkça belirtenler arasındadır.
Kısacası, sayılan tüm bu ülkeler
üzerinde, -henüz şekillenmeye çalışan-
birleşik güçlü emperyalist AB ile
süper emperyalist ve militarist ABD
arasında giderek kristalize olan bir
rekabet vardır ama, daha öncede
belirttiğim gibi AB ülkeleri diz
çökmeye ve enerji yollarını denetleyen
ABD karşısında daha kötü koşullarla
uzlaşmaya her an hazırdırlar. Aynı
rekabetin taraflarından biride,
bölgesel süper güç olma durumuna
düşmüş olan ve ekonomisi problemli
Rusya'dır.
AB'nin, NATO'nun ve ABD'nin yakın
ilgi alanı içinde olan Ukrayna
üzerinde Rus Federasyonu'nun ekonomik
etkisi giderek artmaktadır. İngilizce
Pravda'nın 24 Haziran 2003 tarihli
sayısında yayınlanan "Ukrayna ekonomik
bağımsızlığını yitirme yolunda"
başlıklı makalede, Rus petrol
tekellerinin Ukrayna petrol endüstrisi
ve petrol ihracatı altyapısı (boru
hatları) üzerinde tam bir denetim
kurduğu anlatılmaktadır. Ukrayna'daki
petrol rafinerilerinin çoğunluğu
üzerinde Rus şirketleri hakimiyet
kurmuşlardır. Ve bunlar petrol
ihracatı izni de almışlardır.
Ukrayna'da petrol çıkmamaktadır ama,
Kafkasya petrolünün Batıpazarlarına
ihracatında Rusya'yı devre dışı
bırakma amacıyla Odesa- Brody petrol
boru hattı inşa edilmiştir. Makaleye
göre, Ukrayna'nın bağımsızlığının
sembolü olan ve 2001'den beri
kullanılmayan bu hat üzerinden şimdi
Rus petrol şirketi Tyumen Oil (TNK)
BatıAvrupa'ya petrol ihracatına
başlamıştır. Yine aynı makaleye göre,
Ukrayna hükümetinin bu politika
değişikliği aslında bir sürprizdir.
Ulusal rafineri endüstrisinin tüm
kapasitesinin yüzde 85'inden fazlasına
sahip altı büyük rafineri, Tatneft
(Rus), TNK (Rus), KazMunaiGaz
(Kazakistan), Russian group Alliance
(Rus gurubu ittifakı/ birliği) ve
Lukoil (Rus) tarafından kontrol
edilmektedir. Lokal (Ukrayna'ya ait)
firmalar sadece iki küçük rafineriyi
kontrol etmektedirler. Bunun yanında
bazı güçlü yerli petrol şirketleri de
vardır.
Aynı yayın organının 31 Ocak 2003
tarihli sayısındaki bir habere göre
ise, er veya geç, Rusya, Beyaz Rusya
(Belarus) ve Ukrayna ortak birlik veya
topluluk oluşturacaklardır. Bu görüşü
savunan Beyaz Rusya Cumhurbaşkanı
Aleksandır Lukeşenko, sözkonusu üç
Slav halkının kendilerini Özbekistan,
Kazakistan, Tacikistan ve Kafkas
cumhuriyetlerinden ayırmaması
gerektiğini vurgulamıştır.
Lukeşenko'ya göre, Putin'in pozisyonu
bu üç Slav devletini birbirlerine
yakınlaştırmaktadır. Kısacası,
özellikle Ukrayna üzerine rekabetin
bir ucunda güçlü biçimde Rusya'da
vardır. Ve yukarıdaki paragrafta
anılan Pravda makalesine göre, Rus
petrol şirketleri Ukrayna'nın seçim
sürecine de karışmaktadırlar.
Ukrayna'da 2004 yılının sonbaharında
Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacaktır
ve başkan adaylarının mali güvenlik ve
lobi faaliyetleri için söz konusu Rus
petrol şirketlerine gereksinimleri
vardır. Anlaşılan petrol şirketlerinin
Ukrayna'daki işlerini kolaylaştıran
önemli gerçeklerden biride budur ve
Lukeşenko'nun Slav halklarının birliği
ile ilgili umudu bazı maddi
dayanaklara sahiptir. Rusya
Ukrayna'nın iç politikası üzerinde
etkili olabilmektedir.
Avrupa Birliği, üyeliğe hevesli
gözüken Ukrayna'yı -eğer yeniden Rusya
ve Beyaz Rusya ile birleşme yoluna
girmezse- belki relatif uzun bir uyum
sürecinden sonra içine alabilir ama,
farklı tarihi geçmişleri, köklü sivil
ve askeri bürokrasileri, yönetici
büyük devlet olma duyguları ve sorun
zenginlikleri ile Rusya ve Türkiye'nin
aynı birliğe dahil olmaları şimdilik
olanaksız gibi gözükmektedir.
(Hitler'de tüm Slav kentlerini
tarihten silmeyi planlarken,
Ukrayna'yı 20 yıllık bir ehlileştirme
sürecinden sonra "anavatan"a dahil
etmeyi düşlemişti ve aynı Hitler
planında Türkiye'nin konumu sadece
satalit devlet olarak kalmaktı.) AB,
Rusya ve Türkiye'yi içine almayacak
olsa da, Avrupa Birliği'nde başı çeken
ülkeler, Rusya ve Türkiye ile çok iyi
ilişkiler geliştirmeye kararlı
gözükmektedirler. İçlerine almasalar
bile, aynı ülkeleri Ortaasya'nın ve
Ortadoğu'nun zengin enerji
kaynaklarına uzanan yolları ve ayrıca
Pasifik'e ve Hint okyanusuna dek
uzanabilecek zengin bir pazarın atlama
taşları olarak görmektedirler.
Özellikle Rusya ve daha sonra Türkiye
Batı Avrupa'nın ileri teknolojiye
sahip endüstri ülkeleri için çok büyük
önem taşımaktadırlar; çünkü, bu yeni
oluşmaya çalışan süper gücün ABD gibi
denizlerde ve uzayda hakimiyeti
yoktur. Hedeflerine ancak bu yollar
üzerinden (Rusya ve Türkiye üzerinden)
geçerek ulaşabilirler. Tüm bu
hesapların ötesinde, söz konusu
ülkeler (öncelikle Rusya ve sonra
Türkiye), zengin mineral ve diğer ham
madde kaynakları ve geniş pazarları
ile BatıAvrupa'nın endüstrisi için
çekim kaynağı olmaktadır. Batı'nın ve
Doğu'nun birleşmesi, Avrupa ve Asya
kıtalarının -Ortadoğu'yu da içine
alarak- tekleşmesi, sosyal ve ekonomik
anlamda aynı kıta haline gelmesi,
dünyada yepyeni muazzam bir politik ve
ekonomik gücün, dev birleşik yeni
pazarın yaratılması olacaktır.
Batı Avrupa'yı Rusya ve Türkiye'ye
yaklaştıran ve hatta mecbur eden bir
diğer önemli neden de, söz konusu
ülkelerin -Avrupa'da henüz bulunmayan-
güçlü orduları ile pazarlara giden
yollar üzerinde istikrarı
sağlayabilecek devletler olmalarıdır.
Böyle bir ekonomik birliğin
şekillenebilmesi demek, ABD'nin
yerleşmeye çalıştığı Afrika
Kıtası'ndan, yeni üsler kurmaya
çalıştığı Kuzey Afrika'dan ve Batı
Afrika'dan da tası tarağı toplayıp
gitmesine neden olacaktır. Aynı
gelişme, ABD'nin ve emrindeki
militarist Irkçı İsrail'in, -Çin ve
Pakistan ile olan çelişkilerinden
yararlanarak- birlikte yeni bir Asya
NATO'su oluşturma girişimi
başlattıkları Alt Kıta Hindistan ile
olan ilişkilerini ve yeni oyunlarını
da bozacaktır. Zaten şimdiden Rusya
Federasyonu devlet Başkanı Putin'in
dış politikası ABD ve İsrail'in
Hindistan'ı yedeğe alma çabalarına
önemli darbeler vurmuştur.
Hindistan'ın geleneksel olarak Rusya
ile de iyi ilişkileri vardır ve Rusya
Federasyonu'nundan en çok silah alan
iki ülke Hindistan ve Çin'dir. Rusya
devlet başkanı Putin, 2002 yılının son
ayı içinde yaptığı Asya gezisi
sırasında, Çin ve Hindistan'ı yan yana
getirmeyi başarmıştır. Putin, Rusya,
Çin, Hindistan arasında ABD'nin tek
süper güç olmasını dengelemeye yönelik
ve ticari işbirliğini içeren bir
anlaşmaya öncülük etmiştir. Büyük
devlet olma duygusuna sahipolan, ABD
ve İsrail tarafından -Çin ile olan
problemleri kışkırtılarak- kolayca
denetim altına alınıp kullanılabilecek
bir ülke olmayan Hindistan, atom
bombası teknolojisini İsrail'den
almıştır ama anlaşılan Hindistan,
ABD'nin Hint Okyanusu içinde ve
kıyılarında yayılan rakipsiz
hakimiyetinden ve Ortaasya enerji
kaynakları üzerinde kurmaya çalıştığı
tekelden rahatsızdır.
Yukarıda özetlediğim nedenlerle
ABD, NATO'yu Balkanlara, Doğu Avrupa
ülkelerine ve Baltık ülkelerine doğru
yayarak ve NATO kamuflajı ile kendi
birliklerini bu ülkelere
yerleştirerek, söz konusu ülkeleri
askeri teknoloji ve teçhizat açısından
kendisine bağlayarak, aynı ülkelerin
subaylarını ve birliklerini eğiterek,
sadece Rusya'yı ve içinde Türkiye'nin
de olduğu Ortadoğu'yu değil,
BatıAvrupa'yı da çembere almaktadır.
Halen tek süper emperyalist güç
konumunda olan ABD, emperyalist
Avrupa'nın yayılma hesaplarını güçlü
askeri varlığı ile marke etmeye,
BatıAvrupa ile Rusya arasında yeni bir
"Demir Perde" inşa etmeye
çalışmaktadır. Pentagon, yeni bir
süper güç olarak şekillenmeye çalışan
AB'nin, Asya'nın zengin enerji ve
hammadde kaynaklarına ve büyük
pazarlarına giden yollarını askeri
varlığı ile denetlemeyi, Balkanlar'dan
Baltık ülkelerine ve ayrıca Kafkaslara
dek uzanan bir hat üzerinde ikinci bir
"Berlin duvarı" oluşturmayı
hesaplamaktadır. Kafkaslardan
Ortaasya'ya ve Hint okyanusuna dek
uzanan askeri hakimiyeti ile ABD,
BatıAvrupa endüstrisinin tüm enerji
musluklarını, kan damarlarını,
pazarlara açılan yollarını kendi
kontrolüne almaya çalışmaktadır. ABD
yönetimi, Hitler'den miras alınma "bin
yıllık dünya imparatorluğu" düşünü
engellenemez bir gerçek haline
getirmeye çalışmaktadır. Dünyanın tüm
kaynaklarını ABD merkezli ırkçı bir
ideoloji ile tek başına sömürmeye,
sömüremediği yerde de yıkıcı rolünü
oynayarak yeni birliklerin ve güçlerin
doğmasını, barışçı büyük pazarların
oluşmasını engellemeye çalışmaktadır.
(2)
Zaten ABD yönetimi, çok kutuplu bir
dünyanın zararlı olduğunu açıkça iddia
etmeye başlamıştır. İngilizce
Pravda'nın 28 Haziran 2003 tarihli ve
"USA Thinks Multipolar World Harmful"
başlıklı haberine göre, ABD Ulusal
Güvenlik Danışmanı Condoleezza Rice,
Londra Uluslararası Stratejik Eğitim
Enstitüsünde, çok parçalı uluslardan
oluşan bir dünya düşüncesine ve
rekabete açıkça saldırmış ve bunu
savaşların, "terörizmin" nedeni gibi
göstermeye çalışmıştır. Şüphesiz ABD
yönetimine özgü Rice demagojileri,
aynı ülkenin sözde savunduğu
"demokrasi" ve "serbest rekabet"
düşünceleri ile yüzde yüz
çelişkilidir. Gerçekte
istikrarsızlıkların, her çeşit
terörün, sınıflar ve uluslararası
savaşların gerçek nedeni, -uluslarüstü
tekellerin egemenliğine dayanan- tek
kutuplu bir dünya oluşturma çabasıdır.
Tek gücün egemenliğine dayanan böyle
bir dünya anlayışı, gerçek anlamıyla
faşizmden başka bir şey değildir.
Rice'nin söylediği yalanlara dayalı
iddialarının tam tersine, tek kutuplu
ve tek güce dayalı iktidarların
dünyayı nasıl bir istikrarsızlık
ortamına sürüklediği ve kana boğduğu
Nazi Almanya'sı deneyimi ile de
bellidir. Irak saldırısı sırasındada
Birleşmiş Milletleri ve uluslararası
demokratik kuralların hiçbirini
dikkate almadan tek başına harekete
geçen ABD'nin Irak'a ve Ortadoğuya
istikrarsızlıktan, yeni çatışmalardan,
yıkımdan ve kandan başka bir şey
getirmediği giderek daha iyi
anlaşılmaktadır. Hitler'in izinde
yürüyen ABD yönetiminin tüm işlerinin
dünya düzeyinde de aynı sonuçları
doğurmakta olduğu zaman içinde artan
ölçülerde gözlemlenecektir.
3. Gürcistan'daki ABD'nin
askeri gücü ile Kafkaslara girmesi
-asıl olarak- 11 Eylül 2001
provokasyonunun ardından "terörizme
karşı savaş" yalanı veya "gerekçe"si
ile başlamıştır. Gürcistan'ın başkenti
Tiflis'teki ABD Elçiliği'nin 15 Mayıs
2003 tarihli açıklamasına göre, ABD
deniz piyadeleri tarafından
yönlendirilen Gürcistan Eğitim ve
Teçhizatlanma Programı'nın (GTEB),
üçüncü aşaması, dağ birlikleri için
olan B taktik eğitim süreci
tamamlanmış ve 10 Mayıs günü Tiflis'in
Cumhuriyet meydanında diploma töreni
yapılmıştır. Cumhurbaşkanı
Şvardnadze'nin, Savunma Bakanı'nın,
eğitimi verenlerin, diploma alanların,
basının vs. bulunduğu toplantıda ABD
Elçisi Miles konuşma yapmıştır vs..
Pentagon'un (ABD Savunma Bakanlığı),
29 Nisan 2002 tarihli açıklamasına
göre, Soğuk Savaş'ın bitiminden beri
iki ülke arasında gelişmekte olan
ilişkilerin ürünü olan Gürcistan
Eğitim ve Techizatlanma Programı
(GTEB), askerden- askere güçlü bağlar
üzerine inşa edilmiştir. Özet olarak
amaç, ABD askeri okullarından
yetişenlerle aynı kafada/ düşünce
yapısında yönetici personel
yetiştirmektir ve program küçük
sınıflar halinde 70'şer günlük olarak
sürecektir. Yönetici (subay) eğitimine
ek olarak, her gurup için birbirini
izleyen yaklaşık 100 günlük uygulamalı
taktik eğitim yapılacaktır. Bu
ikincisinin amacı ise, Gürcü
birliklerini manga (ABD sisteminde 5
kişilik iki tim ve bir komutandan
oluşan 11 kişilik en küçük askeri
birim) düzeyine dek hafif piyade
taktikleri, saldırı ve savunma
operasyonları ve temel hava ulaşım
taktikleri konusunda eğitmektir.
İngilizce Pravda'nın 27 Şubat 2002
tarihli ve "NATO şimdiden
Gürcistan'da, Rusya sessizliğini
koruyor" başlıklı makalesinde, New
York Times'a izafeten, özet olarak, Al
Kaide bahanesi ile 100- 200 kişilik
ilk ABD birliklerinin Gürcistan'a
yerleştiği, sözde elit birliklere izin
verilmediği, sayının süreç içinde
artabileceği, Kremlin'in yorumsuz
sessizliğini koruduğu vs.
bildirilmektedir. Aynı yayın organının
10 Ekim 2002 tarihli sayısında Dmitry
Chirkin imzası ile yayınlanan makalede
ise, askeri işbirliğini geliştirme
konusunda ABD- Türkiye- Gürcistan
arasında Tiflis'te görüşmelerin
sürdüğü, Rusya ve Gürcistan arasındaki
ilişkilerin giderek artan ölçülerde
bozulduğu bildirilmektedir. Bazı
analizcilere göre yakın yıllar içinde
Gürcistan tamamen ABD'nin denetimi ve
koruması altına girecektir.
Gürcistan'ın ABD ve Türkiye ile
gelişen ilişkilerinde Baku- Tiflis-
Ceyhan petrol boru hattının rolü
vardır ve Türkiye şimdiden Gürcistan
Savunma Bakanlığı'na son birkaç yıl
içinde 10 milyon Dolar hibe etme
vadinde bulunmuştur. ABD kongresi her
yıl Gürcistan'a 100 milyon Dolar hibe
etmeyi öngörmektedir (sayı sonradan 77
milyon Dolar'a indirilmiştir).
Gürcistan NATO'ya girmeye
hazırlanmaktadır ve Gürcistan Ulusal
Askeri Akademisi, "Türk programı"
adını alan NATO standartlarına uygun
bir eğitim için Gürcü ve Türk
profesörler ve 210 askeri öğrencisi
ile yeni eğitim yılına başlamıştır
vs.. The Christian Science Monitor'un
30 Mayıs 2002 tarihli sayısında yazan
John Diedrich'e göre, ilk 70 kişilik
ABD birliği 19 Mayıs 2002 günü
Gürcistan'a ulaşmış ve Rus
birliklerinin bir yıl önce terk etmiş
oldukları Tiflis'in 20 mil
kuzeydoğusundaki Vaziani üssüne
yerleşmişlerdir.
İngilizce Pravda'nın 6 Nisan 2003
tarihli sayısında yazan Vasily Bubnov,
özet olarak, artık ABD'ye Gürcistan
adlı bir devletin daha katıldığını
belirtmekte ve Edvard Svardnadze'nin,
"ABD Gürcistan'ın savunma kapasitesini
yükseltmek için yılda 77 milyon Dolar
vermeyi uygun buldu." sözlerini
aktarmaktadır. Gürcistan'ın yıllık 30-
35 milyon Dolar civarında olan savunma
bütçesi dikkate alındığında, -Bubnov'a
göre- bu miktar oldukça iyi bir
sayıdır. Yine Svardnadze'ye göre,
"Gürcistan'ın savunma kapasitesini
yükseltmek her şeyden önce ABD'nin
ilgi alanı içindedir ve bu amaca
yönelik olarak Kongre yılda 77 milyon
Dolar vermeyi garanti etmiştir."
Gürcistan Savunma Bakanı'nın ifadesine
göre, yıllık askeri bütçe 70 milyon
Dolar civarına yükseltilecektir.
Amerikalı askeri örgütleyiciler uzun
zamandır özel birlikleri
eğitmektedirler ve bu amaçla -yazının
basıldığı zamana dek- 60 milyon
Dolar'ın üzerinde harcanmıştır.
Şimdiden üç tabur eğitilmiştir ve bu
yıl (2003) bitmeden 1.700 kişi daha
eğitilecektir. Avrasyanet, adlı
sitenin 19 Mayıs 2003 tarihli
sayısında yazan Jaba Devdarani ise,
Amerikalı askeri danışmanların şimdiye
dek 1.200 Gürcü askerini eğittiklerini
ve 2004 yılının ortasına dek maliyeti
64 milyon Doları bulan bir program
çerçevesinde 1.200 askeri daha
eğiteceklerini rapor etmektedir.
Bubnov'un biraz alaylı ifadesiyle,
"gerçekte, Kongre'nin cömertliği'nin
sonu yoktur ama, Pentagon'un 400
milyar Dolar'lık bütçesi yanında
Gürcistan'a verilen 77 milyon önemsiz
ucuz bir süs eşyası gibi kalmaktadır."
(Artık Pentagon bütçeleri 400 milyar
Dolar'ı da aşmaktadır. Hem nüfus ve
hem de alan olarak Gürcistan'dan küçük
militarist İsrail'e ABD yönetimleri
tarafından her yıl 3.5 milyar Dolar
hibe edildiği ve bu sayının içinde
olduğumuz son yılda 8 milyar Dolar
olduğu göz önüne alınırsa,
Gürcistan'ın çok ucuza satıldığı
söylenebilir.)
Amerikalılar, kendileri tarafından
eğitilen birliklerin Abaza bölgesinde
kullanılmaması konusunda
Svardnadze'den yazılı garanti
istemişlerdir ve o da bu konuda aynı
fikirde olduğunu bildirmiştir. Abaza
bölgesi Gürcistan'ın batısında,
Karadeniz kıyısında, batıya doğru ucu
incelen bir bıçak gibi uzanmaktadır ve
burada halen Rus askeri üssü vardır.
Pentagon kendi eğittiği güçlerin
Abazalara karşı kullanılmasını
istememektedir; çünkü, amacı bu
coğrafyaya da yerleşebilmektir. Daha
şimdiden, 2003 yılının baharında, ABD
ve İngiltere Gürcistan ile Abazalar
arasındaki sorunun çözülmesi için
devreye girmişlerdir. Bu alanda da
Rusya'yı dışlamaya çalışmaktadırlar.
Gürcü yönetimi, Abaza bölgesindeki Rus
askeri üssünün ikmal yollarını
keseceği tehdidini savurmaktadır.
İngilizce Pravda'nın 17 Ocak 2003
tarihli sayısında yayınlanan Dimitry
Chirkin imzalı habere göre, Gürcistan
Ulaştırma Bakanı Mirab Adeishvili,
Moskova'da yaptığı basın
konferansında, Abhazya'daki Rus askeri
üssünün ikmal ve haberleşme
olanaklarını durdurabileceklerini
bildirmiştir. Peki Amerikalıların
eğittikleri özel birlikler eğer
Gürcistan'dan kopmaya çalışan Abaza
güçlere karşı kullanılmayacaksa, kime
karşı kullanılacaktır? Bu konuda bir
açıklık yoktur ama, bölgede ABD'nin
asıl rakibinin Rusya olduğu
düşünülürse, sorunun yanıtı
kendiliğinden ortaya çıkar.
Büyük Kafkasların koruyucu etkisi
nedeniyle sınırlı alanda subtropikal
bir iklime sahip olan, turunçgillerin
(limon, portakal vs.) yetiştiği, aynı
zamanda tütün üreten, 8.600
kilometrekare alana ve yaklaşık 600
bin nüfusa sahip Abhazya, Gürcistan
içinde otonom bir cumhuriyet
konumundadır. Sovyetler Birliği'nin
dağılmasının ardından, 1992'de Abhazya
Gürcistan'dan bağımsızlığını ilan
etmiştir ve 1994'de ateşkes
sağlanıncaya dek bölgede savaş
olmuştur. Çatışmalar nedeniyle
yaklaşık 250 bin kişi göç etmiştir
vs.. Gürcistan'ın 1995 yılında değişen
anayasası, Abhazya'ya çok zayıf bir
otonomi tanımıştır. Anlaşılan Rusya
Federasyonu, Abhazya'yı,
Gürcistan'daki varlığını sürdürebilmek
için bir baskı unsuru olarak
kullanmaktadır.
Avrasyanet, adresindeki
"Russian-Georgian Talks on Abkhazia
Hampered By Mistrust" ("Abhazya
Üzerine Rus-Gürcü Görüşmeleri
Güvensizlik Nedeniyle Engellendi")
başlıklı, 19 Haziran 2003 tarihli ve
Sergei Blagov imzalı makale,
tarafların ortak politika tesbiti
konusunda çok sınırlı bir
görüşbirliğine vardıklarını
belirtmektedir. Bu anlaşmazlıkta,
Ukrayna Cumhurbaşkanı Leonid Kuçman,
Gürcistan Cumhurbaşkanı Edvard
Şvardnadze'ye arka çıkmıştır.
(Hakkında büyük yolsuzluk iddiaları
bulunan, Şvardnadze gibi eski
komünistlerden olan ve ayrıca vaktiyle
yine onun gibi sistemin tepesinde yer
alan Kuçman, anlaşılan, ABD'ye ve
NATO'ya yanaşan Şvardnadze'yi
destekleyerek aynı güçlere şirin
gözükmeye çalışmaktadır. Rusya'ya
şantaj yapmaktadır veya davranışının
daha farklı nedenleri de vardır ama,
rüşvet batağına saplanmış olan Leonid
Kuçman'ın geleceği pek parlak
gözükmemektedir. Tarafların tüm
çabalarına karşın Ukrayna'nın Batıile
kolayca entegre olması çok zor
gözükmektedir.). Rus basınına göre
ABD, Gürcistan ve Azerbaycan'da
genişleteceği varlığını İran'a yönelik
saldırısında kullanmayı
hesaplamaktadır. Rusya Federasyonu,
Gürcistan ile olan sınırlarında yeni
silahlı provokasyonlar beklemektedir.
Rus doğal gaz devi Gazprom ile
Gürcistan arasında 2003 Haziran sonuna
dek imzalanması gerek anlaşma halen
gerçekleşmemiştir ve Abaza sorunu
nedeniyle geciken bu muhtemel anlaşma
ABD'li görevlileri çok kızdırmaktadır-
ABD, Gürcistan yönetiminin Gazprom ile
anlaşmasını istememektedir. Ayrıca,
Gürcistan'a yatırım yapmak isteyen
diğer Rus şirketleri de durumdan
rahatsızdırlar.
Bu yıl, 2003 Ekim başında
Gürcistan'da seçimler olacaktır ve
Şvardnadze çok güçlü konumdadır.
Gürcistan'da NATO'nun ve ABD'nin
etkisinin artmasına karşın, bilindiği
gibi ülke, yukarıda anılan Azerbaycan,
Ukrayna ve Rusya Federasyonu ile
birlikte toplam 13 eski Sovyet
Cumhuriyeti’nden oluşan Bağımsız
Devletler Topluluğu içindedir. Aynı
zamanda Gürcistan, Ukrayna,
Özbekistan, Azerbaycan ve Moldova ile
birlikte GUUAM içindedir. Ortaasya ve
Hazar Havzası ile Batıarasında mal ve
enerji koridoru olma amacı taşıyan
GUUAM, bölgedeki Rus Federasyonu
etkisine karşı ABD dış politikasının
Birleşik Devletler topluluğunu
parçalama çabalarının bir ürünü olarak
şekillendirilmiştir. GUUAM olarak
anılan bu yeni örgütlenme çabaları ile
söz konusu beş eski Sovyet
cumhuriyeti, Birleşik Devletler
Topluluğu'nun ortak güvenlik
sisteminin dışına çıkmışlardır.
Aslında şüphesiz, GUUAM'ın asıl amacı
ilan edilen "enerji ve mal koridoru
olma"nın çok ötesindedir. Edvard
Şvardnadze, 22 Temmuz 2002 tarihli
İngilizce Pravda'ya yansıyan GUUAM ile
ilgili konuşmasında, örgütlenmenin
Birleşik Devletler Topluluğu'na
alternatif olarak kurulmadığını
söylemektedir. Bu ifade üzerine, eğer
GUUAM gerçekten Birleşik Devletler
Topluluğu'na alternatif olarak
kurulmadı ise, altını çizerek bunu
söylemenin ne anlamı var? Zaten
işlerinden anlaşılır denebilir. Ve
şüphesiz, Sovyetler Birliği'nin son
dışişleri bakanlarından biri olan
Şvardnadze'nin açıklamasının pek
akıllıca olduğu iddia edilemez.
Kısacası, bölgedeki tüm ilişkiler
karmaşık bir yumak görünümündedirler
ama, yine tekrarlamak gerekirse,
Gürcistan ve Azerbaycan hızla NATO'ya,
ABD'ye yaklaşmaktadırlar. Avrupa
Birliği'nin çekirdeğini oluşturan
Almanya ve Fransa gibi relatif güçlü
devletlerin Kafkasya'daki süreçlere
daha etkin müdahale şansına sahip
olmaları, -belki- Rusya'nın konumuna
yardımcı olabilir.
4. Petrol Şirketlerinin
Azerbaycan'ı
a. Kısa Tarihi Gelişme
Azerbaycan, 1300'lü ve 1400'lü
yıllarda Akkoyunlu Türkmen aşiretleri
konfederasyonuna yurtluk etmiştir.
Homeros'un Odisseia (Odysseia,
Odyssey, kaleme alınışı İsa’dan Önce
yaklaşık 750 yılları) destanından
derin biçimde etkilendiği anlaşılan
ünlü Dede Korkut Halk Öyküleri (bir 7
ve bir de 12 öykü olarak bulunmuştur),
Sufi inançlara sahip ve henüz
göçebelik (Çobanlık, orta barbarlık,
askeri demokrasi) aşamasındaki
Akkoyunlu aşiretlerinin kendi
aralarındaki, doğaya ve feodal Ermeni
beyliklerine karşı mücadelelerini,
değişik serüvenlerini temiz şiirsel
bir Türkçe ve derin ahlaki bir bakış
açısıyla anlatır. Bölgede, 1501-
1502'de Şah İsmail'in önderliğinde,
kökü 7 Türkmen aşiretine dayanan, Sufi
inançlara sahip Safavi hanedanı
kurulmuştur- Safavi adı, Şah İsmail'in
Şeyh olan babasının ve kendisinin piri
konumundaki Erdebilli Safi od- din'den
(Saf-din, Seyfettin, 1253- 1334)
gelmektedir ve Seyfettin 7 imam
Şia'sından 12 İmam Şiası'na geçiş
yapmıştır ama, 12 imam Şiası'nın o
zamanki durumu bugünkünden farklıdır.
Bölgede 1700'lü yıllarda devlet
örgütlenmesine benzer yapılara sahip
bağımsız Kağanlıklar oluşmuştur.
Azerbaycan, 1700'lü ve 1800'lü
yıllarda Rus Çarlığı, Osmanlı
İmparatorluğu ve İran arasında çekişme
konusu olmuştur. Rusya ile İran
arasında 1828'de imzalanan Türkmençay
anlaşması ile Azerbaycan ikiye
bölünmüş ve Bakü'yü (Baki) vs. içine
alan Kuzey parçası Rus Çarlığı'nın
elinde kalmıştır. Çarlığı deviren 1917
Ekim devrimi ile birlikte Azerbaycan
(Rusya parçası) bağımsızlığını ilan
etmiştir ve 1920 yılına dek yaşayacak
birinci Azerbaycan Cumhuriyeti
şekillenmiştir. Nisan 1920'de Sovyet
Kızılordusu'nun girdiği Azerbaycan'da,
1991 yılına dek sürecek Azerbaycan
Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
kurulmuştur.
Nüfusunun çoğunluğu Ermeni olan ve
Azerbaycan sınırları içinde kalan
dağlık Nogorno-Karabağ, Ermenistan
komünistlerininde kabul etmesi ile,
Sovyetler Birliği Komünist Partisi
Merkez Komitesi tarafından 5 Temmuz
1921'de alınan bir kararla
Azerbaycan'a bağlanmıştır. Azerbaycan
yönetimi Nogorno-Karabağ'a geniş bir
otonomi tanımıştır. (Ermeni
milliyetçiliğinin asıl kaynağı olan
Nogorno-Karabağ'daki Ermenilerin ve
genel olarak Ermeni toplumunun
varlıklarını ve kimliklerini
koruyabilmeleri, büyük ölçüde İran
yönetimlerinin politikaları ile
bağlantılıdır. Aslında, öncelikle Rus
Çarlığı tarafından desteklenen Ermeni
milliyetçiliği yeşerinceye dek Osmanlı
sınırları içindeki Ermenilere karşıda
ciddi bir baskı uygulandığı hiçbir
zaman söylenemez ama, bölgedeki otonom
ve yarı otonom Kürt beylikleri
Ermeniler üzerinde sürekli dominant
bir konumda olmuşlardır. Safavi
devleti içinde önemli reformlar yapan,
orduyu modernleştiren ve Türklükten
koparak İranlılaşan Şah I. Abbas/
Büyük Abbas ve ondan sonra gelen
yöneticiler, Nogorno Karabağ
Ermenilerini, Gürcüleri vs.
-devşirmeden- Yeniçeri benzeri
ordularında kullanmışlar ve özellikle
Ermenileri korumuşlardır. Halen
İran'ın Ermenistan ile arası çok
iyidir.)
Diğer yandan, halkının çoğunluğu
Azeri olan ve Ermeni bölgesinde kalan
Nahcivan, idari olarak Azerbaycan'a
bağlanmıştır ama, bu iki parça
arasında Ermenistan vardır. Sovyetler
Birliği sonuna yaklaştığı zaman,
1989'da, Azerbaycan'da huzursuzluk ve
aynı zamanda Ermenistan ile Azerbaycan
arasında çatışmalar başlamıştır.
Azerbaycan, önce Komünist Partisi'nin
ve ardından Yüksek Sovyet'in
(Meclis'in) 18 Ekim 1991 kararı ile
bağımsızlığını ilan etmiştir.
Azerbaycan Cumhuriyeti adını alan
ülke, 2 Mart 1992'de Birleşmiş
Milletlere kabul edilmiştir. Mart
2001'de Avrupa Konseyi'ne girmiştir.
Azerbaycan artık -daha önce anılan
GUUAM Gurubu'nun da içinde olduğu- 32
tane uluslararası ve bölgesel
örgütlenmenin üyesidir. Ermenistan ile
süren savaş sırasında, 1992- 93
yıllarında Azerbaycan, Nogorno-
Karabağ üzerindeki denetimini tamamen
yitirmiştir ve halen ülke
topraklarının yüzde 20 kadarı
Ermenistan'ın işgali altındadır. İç
çekişmelerin ve Nogorno-Karabağ'ın
kaybının ardından Haydar Aliyev
Nahcivan'dans Baku'ye davet edilmiş ve
1993 yılında Yüksek Sovyet'in
(Azerbaycan Meclisi) Başkanlığı'na
seçilmiştir. Aynı yılın sonunda
Ebufeyz Elçibey'in yerine
Cumhurbaşkanlığına seçilen Haydar
Aliyev'in yönetimi sırasında, 1994'de,
Ermenistan ile ateşkes sağlanmıştır.
Sözkonusu savaş sırasında Rusya
Ermenistan'ı, Türkiye ise tüm gücüyle
Azerbaycan'ı desteklemiştir ve
Ermenistan'a karşı ambargo uygulaması
başlatmıştır.
b. Petrol Şirketleri,
Azerbaycan, Laden'in Kayınbiraderi, W.
Bush
Batılı petrol şirketleri ile
Azerbaycan Devlet Petrol Kumpanyası
(SOCAR, State oil Company of
Azerbaijan) arasındaki ilk anlaşmalar
1994 yılında imzalanmaya başlanmıştır.
Batılı petrol şirketleri ile kurulan
ilişkiler, Azerbaycan'ın 1998 yılında
Kril alfabesinden Latin alfabesine
geçişinde etkili olmuştur. Natig
Aliyev'in başkanlığını yaptığı SOCAR,
1994 yılından günümüze dek batılı
şirketlerle değeri 60 milyar Dolar'ı
bulan 21 ayrı temel anlaşma
imzalamıştır. Dünyada alanında en
büyük kuruluşlardan biri olan SOCAR
için 70 bin kişi çalışmaktadır. Aynı
şirketin hem petrol ve hem de doğal
gaz alanlarında yatırımları vardır.
Petrol, denizden petrol çıkartma,
doğal gaz, petrol boru hattı ve doğal
gaz boru hattı gibi değişik alanlarda
ve değişik projeler üzerine
yatırımları olan yabancı şirketlerin
en önemlileri, Exxon, Mobil, Chevron,
Unocal, BP, Pennzoil, Delta Hess,
Lukoil, Itochu, STATOIL gibi
kuruluşlardır ve Türkiye Petrolleri
Anonim Ortaklığı'da (TPAO) yatırımlara
katılanlar arasındadır.
Azerbaycan'da en büyük
yatırımlardan birine sahip olan
STATOIL, bir Norveç devlet şirketidir
ve ham petrol alanında dünyanın üçüncü
büyük kuruluşudur. STATOIL'in 20'yi
aşkın ülkede yatırımları vardır. Yine
Azerbaycan'da büyük yatırımları olan
Rockefeller gurubuna ait dünyanın en
büyüğü Exxon-Mobil Korparasyonu'nun
200'ü aşkın ülkede yatırımları vardır
ve Suudi Arabistan'daki ARAMCO
içindede denetim bunların elindedir.
Anti Tröst Yasası gereği 1911 yılında
Rockefeller gurubuna ait Standard Oil
Tröst'ünden bağımsızlaşan Pennzoil'in
şimdi Texaco ile bağı vardır. Texaco
ise Rockefeller gurubu (Standard Oil)
ile ilişkilidir ve Rockefeller
gurubunun yönlendirdiği ARAMCO'nun
ortakları arasındadır. Dünyanın en
büyüklerinden olan Chevron- Texaco
Korparasyonu'nun da Azerbaycan'da
önemli yatırımları vardır. Chevron,
1911'de ABD'de kabul edilen Anti-Tröst
yasası sonucu Rockefeller gurubuna ait
Standart Oil Tröstü'nden
bağımsızlaşanlardandır. Şirket 1984
yılına dek Standatr Oil of California
(Socal) adı ile işlerini yürütmüştür.
Şirketin 1998 yılında 30 milyar dolar
sermayesi ve 34 bin çalışanı vardı.
Aynı tekel, Rockefeller gurubunun
önderliğindeki Yedi Kızkardeşler
Kulübü (Exxon/ Esso, Shell, BP, Gulf
Oil, Texaco, Mobile Oil, Socal-
Chevron) örgütlenmesinin içindedir.
Bahrein ve Suudi Arabistan'daki petrol
arama ve işletme işlerine öncülük
etmiştir. Yedi Kızkardeşler Kulübü'ne
hakim Rockefeller gurubu, geriden ABD
dış politikasını şekillendiren masonik
örgütlenme CFR'i de yönlendirmektedir
(Simbad'daki Y. Küpeli imzalı diğer
yazılarda CFR hakkında yeterli bilgi
verilmiştir.). Azerbaycan'a yatırım
yapanlardan UNOCAL yine bir ABD
şirketidir. İngiliz devlet şirketi
olarak 1900'lü yılların başında
İran'da işe başlayan ve daha sonra
British Petroleum (BP) adını alan,
özelleştirilen şirket, 1987 yılında
Standard Oil Company (Ohio)
hisselerini 8 milyara Dolar'a satın
alarak dünyanın devlerinden biri
olmuştur.
Kısacası, aynı zamanda Yedi
Kızkardeşler Kulübü'nün üyesi olan
Biritish Petroleum (BP), Rockefeller
gurubu ile sıkı bağlar içerisindedir.
Endenozya'da, Kuzey denizinde,
Cezayir'de vs. yatırımları olan ITOCHU
birliği ise Japon kökenlidir.
Rusya'nın en büyük petrol şirketi
LUKOIL'inde Azerbaycan'da önemli
yatırımları vardır ve aynı şirket ülke
içinde bir benzin istasyonları ağı
oluşturmuştur.
Azerbaycan'da yatırımları olan en
ilginç şirketlerden biride, Hazar
havzasında petrol çıkartma ve petrol
alanlarını genişletme amacıyla 1998
yılında şekillendirilen Delta Hess
birliğidir. Delta Hess ortaklığı, bir
ABD firması olan ve dünyanın önde
gelen bağımsız petrol ve doğal gaz
kumpanyalarından sayılan Amerada Hess
ile Suudi Arabistan'ın Delta Oil
şirketinin birleşmesi ile kurulmuştur.
ABD- Suudi ortaklığı Delta Hess,
Baku'nun 100 km kadar güneybatısına
konumlanmış Kursangi-Karabağlı
bloğunda yüzde 20 hisse sahibidir.
Aynı bloğun hisselerin yüzde ellisi
Azerbaycan Devlet Petrol Kumpanyası
SOCAR'a ve yüzde 30'u da 1995 yılında
özel olarak Gürcistan'da ve
Azerbaycanda petrol alanlarını
geliştirme amacıyla Houston'da
kurulmuş olan bağımsız Amerikan
şirketi Frontera'ya aittir. Frontera,
Azerbaycan'daki sözkonusu işinden
başka doğu Gürcistan'da 12 petrol
alanını kontrol etmektedir. Dünya
Bankası benzeri European Bank for
Reconstruction and Development
(Yeniden Yapılanma ve Gelişme/
İlerleme için Avrupa Bankası)
tarafından desteklenen ve ayrıca dev
Alman finans kuruluşu Deutsche Bank'a
borçlanmış olan Frontera'nın tepesinde
oturan birçok ünlü ABD'li üst yönetici
arasında eski CIA direktörlerinden
John Deutch'da vardır. Asıl konumuz
olan Delta Hess ortaklığı ise,
Kursangi-Karabağlı alanından başka
Azeri-Chirac-Gunashli (Güneşli)
bloğunda da yüzde 2.72 hisseye
sahiptir. Hisse küçüktür ama, diğer
katılımcıları BP, Unocal, Exxon,
Pennzoil, SOCAR, LUKOIL, Statoil,
ITOCHU ve TPAO olan blok,
Azerbaycan'ın en zengin petrol alanını
kontrol etmektedir. Bunun yanında,
BP'nin önderliğinde 3 milyar Dolar'lık
bir yatırım olarak gerçekleşen
Baku-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı
projesinin hisselerinin yüzde 2.36'sı
Delta Hess ortaklığına aittir -diğer
hisseler, BP (İngiliz), SOCAR (Azeri),
Unocal (ABD), Statoil (Norveç), TPAO
(Türk), ENI (İtalyan), TotalFinaElf
(Fransız), Itochu (Japon),
ConocoPhillips (ABD) şirketlerinin
elindedir. Amerikan şirketi Amerada
Hess ve Suudi şirketi Delta Oil
arasındaki evlilikle doğan Delta
Hess'in asıl ilginç yanı, Usame bin
Laden'e ve bu kişi tarafından
yönetildiği söylenen Al- Kaida
örgütüne dek uzanan ilişkiler ağı
içinde olmasıdır.
Delta Hess birliğinin Suudi tarafı
olan Delta Oil'in sahipleri, Muhammed
Hüseyin al- Amudi'nin aşireti ile
Halid bin Mahfuz'un aşiretidir. Üç
özel Suudi petrol şirketine sahip olan
bu iki aile, ABD şirketleri ile Güney
Asya'da son derece iddialı petrol
geliştirme ve petrol boru hattı
projelerine katılmışlardır. Al- Amudi
ve Halid bin Mahfuz'a ait olan Delta
Oil, Nimir Petroleum ve Corral
Petroleum adlı şirketler, ABD petrol
devleri Texaco, Unucal, Frontera
Resources ve Amerada Hess ile
uluslararası konsorsiyumlar
(evlilikler) oluşturmuşlardır.
Mahfuz'a ait Suudi Arabistan Ulusal
Ticaret Bankası (National Commercial
Bank) ile Amudi'ye ait Londra'daki
Capitol Trust Bank'ın bazı özel
kuruluşlara yaptığı milyarlarca Dolar
tutarındaki para transferlerinin Al-
Kaida örgütüne gittiği söylenmektedir
ama, sözkonusu Suudi sermayeli
kuruluşların ABD'de dokunulmazlıkları
vardır- 150 şüpheli kişinin, şirketin
ve yardım/ hayır kuruluşunun veya
derneğinin varlıklarını/ servetlerini
donduran ABD Hazine Bakanlığı
(Treasury Department), en önde gelen
şüpheliler arasındaki Mahfuz ve
Amudi'ye ait varlıklara
dokunmamaktadır. Halid bin Mahfuz'un
küçük kız kardeşi Usame bin Laden ile
evlidir ve bilinen bu gerçeği Clinton
dönemi CIA direktörü (şefi) James
Woosley 1998 yılında Senato'da yaptığı
tanıklık sırasında da açıklamıştır
(Woosley, birkaç ay önce "IV. Dünya
Savaşı içinde olduğumuzu" söyleyen
kişidir. Usame Bin Laden 1998'den beri
sözde ABD tarafından şiddetle
aranmaktadır ama, 11 Eylül olayından
tam iki ay önce Dubai'deki ABD
hastanesinde idrar yolları iltihabı
nedeniyle tedavi görürken CIA
görevlisi Lary Mitchell ile görüştüğü
kanıtlanmıştır- bak, Y.Küpeli, Simbad,
11 Eylül konspirasyonu, USA, İsrail).
Usame bin Ladin ile bağlantılı bu
iki mülti milyarder Suudi aşiret reisi
ile, eski CIA direktörlerinden ve
ayrıca eski CFR başkanlarından olan
Körfez saldırısı dönemi ABD Başkanı
George Bush ve oğlu şimdiki ABD
Başkanı George W. Bush arasında iş
ortaklıkları vardır. Söz konusu
ilişkiler, Bush'a ait Harken Energy ve
bir Amerikan yatırım kuruluşu olan
Carly Group aracılığı ile kurulmuştur.
Carly Group'un başında ise,
Cumhuriyetçi ve Bush gibi aşırı sağcı
Başkanlardan Reagan'ın savunma
sekreteri, ulusal güvenlik danışmanı
ve CIA eski ikinci başkanı Frank C.
Carlucci oturmaktadır.
Ayrıca, Bank of Commerce
International skandalına hem George W.
Bush ve hem de Usame bin Laden'in
kayınbiraderi Halid bin Mahfuz
birlikte bulaşmışlardır. Tüm bunların
ötesinde, en ilginç gerçeklerden
biride, Laden'in kayınbiraderi
tarafından büyük ölçüde kontrol edilen
Suudi- ABD evliliği Delta Hess'in
başta gelen yönetici ve ortaklarından
birinin eski eyalet valilerinden
Thomas Kean olmasıdır. Kean aynı
zamanda 11 Eylül olayını araştırmakla
görevli Komisyon'un da başındadır.
Kean'ı 11 Eylül Komisyonu'nun başına
tayin eden kişi ise, Başkan George W.
Bush'dan başkası değildir. Manzara
hiçbir yoruma yer bırakmayacak kadar
açıktır.
Yukarıdaki beş paragrafta mümkün
olduğu kadar en kalın çizgileri ile
verilen resme bakıldığı zaman,
Azerbaycan'daki yatırımlarda ağırlığın
ABD kökenli dev tekellerde; özellikle
petrol endüstrisinden bankacılığa dek
her alanda çok geniş ortak yatırımları
olan Rockefeller gurubunun
önderliğindeki Yedi Kızkardeşler
Kulübü'nde olduğu görülmektedir. Aynı
görünüm ve Delta Hess'in tüm
ilişkileri, Azerbaycan'ın ABD'nin
politik-askeri çekim merkezine neden
sürüklendiğini ve ayrıca Wahabi
güçlerin Sufi inançlara karşı
Çeçenya'da nasıl üstünlük
sağlayabildiklerini anlamaya da
yardımcı olmaktadır. Usame bin
Laden'in kayınbiraderinin dev ABD
petrol tekelleri, 11 Eylül Komisyonu
Başkanı ve Bush ailesi ile olan
ortaklıklarının CIA'nın denetiminden
bağımsız olduğunu ancak ahmaklar
düşünebilir veya aynı karanlık güçler
tarafından beslenen sahtekar
"aydınlar" böyle düşüncelerin
"konspirasyon teorisi" olduğunu iddia
edebilirler. Söz konusu büyük
uluslararası yatırımların ve ticaretin
koruyucusu yine büyük militarist
güçler ve istihbarat örgütleridir.
Militarist güçlerden ve güçlü
istihbarat örgütlerinden bağımsız
milyarlarca Dolar değerinde
uluslararası yatırımlar yapmak ne iki
Suudi aşiret reisinin ve ne de
başkalarının harcıdır. Ayrıca, 11
Eylül Komisyonu'nun başına oturtulan
kişinin kimliği; Bush ailesinin Suudi
Arabistan Kıralı Fadh bin Abdul Aziz
Al- Saud'a dek uzanan ilişkileri ve
Saud'un Carly Groub aracılığıyla
George Bush'a kişisel olarak yedirdiği
yüz binlerce Dolar; yukarıda özetlenen
tüm bu ekonomik ve politik ilişkileri
ağı, Al- Kaide'nın işlerinin ve 11
Eylül olayının kimlerin hanesine
yazdığını açıkça göstermektedir. Ve
zaten Pentagon, 11 Eylül
provokasyonunun ardından Kafkaslara ve
Ortaasya'ya askeri varlığı ile hızla
yerleşmeye başlamıştır. Ekonomisi
bozuk Rusya'nın Kafkaslarda ve
Ortaasya'da ABD şirketlerine ve bu
şirketlerin güvenlikleri ve karları
ile bağlantılı olarak giderek artan
ABD askeri varlığına karşı güçlü bir
rekabete girebilmesi şimdilik zordur.
c. Aliyev Hanedanı, Azerbaycan
Üzerine Kızışan ABD- Rus Rekabeti
Avrasyanet, adresli büyük web
sayfasında 19 Mayıs 2003 tarihinde
yazan Jaba Devdarani, içinde olduğumuz
yılın sonbaharında Gürcistan ve
Azerbaycan'da seçimler olacağını,
Haydar Aliyev'in sağlık sorunları
nedeniyle Ekim ayında olacak
Azerbaycan seçimlerinin öne
alınabileceğini ve -NATO
görevlilerinin ifadeleri ile- her iki
ülkenin de NATO üyeliklerinin
"demokratik reformları başarmaktaki
kabiliyetlerine bağlı olduğunu"
bildirmiştir (Yunanistan'daki 1967
Papadapulos albaylar darbesinin ve
Türkiye'deki 12 Eylül 1980 Evren
darbesinin NATO ve Pentagon planları
çerçevesinde yapıldığı ve diğer tüm
benzer işler göz önüne alınırsa,
"demokratik reformları başarmaktaki
kabiliyetleri" ifadesi, "Şvardnadze ve
Aliyev'in ülkelerini NATO ve
Pentagon'un çiftliği haline
getirmekteki yetenekleri" olarak
çevrilebilir.). İngilizce Pravda'nın 6
Haziran 2003 tarihli ve "US Troops To
Be Deployed in Azerbaijan" (ABD
Birlikleri Azerbaycan'a
Yerleştirilebilir) başlıklı haberine
göre ise, bu yıl (2003) 15 Ekim
tarihinde gerçekleşecek olan seçimlere
Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev
katılmayacaktır ama, kendi yerine oğlu
İlham Aliyev'i aday olarak
gösterecektir. İlham Aliyev,
Azerbaycan Devlet Petrol Kumpanyası
SOCAR'ın ExxonMobil Korperasyonu ile
birlikte gerçekleştirdiği ve
hisselerinin yüzde 50'sine sahip
olduğu Lerik petrol bloğu
anlaşmasından sorumlu SOCAR İkinci
Başkanıdır. SOCAR'ın genel Müdürü ise,
-daha önce anılan- Natig Aliyev'dir.
Rus petrol devi Lukoil'in Azerbaycan
Direktörü ise, Fikret A. Aliyev'dir.
Görüldüğü gibi Haydar Aliyev,
Azerbaycan'da yepyeni genç bir hanedan
oluşturmuştur ve yerini oğullarından
İlham Aliyev'e terk etmeye
hazırlanmaktadır. Tüm bunlar, NATO ve
ABD ile kaynaşmaya başlayan
Azerbaycan'ın, NATO standartlarına
uygun olarak ne ölçüde
"demokratikleştiğinin" somut
kanıtlarıdırlar. Azerbaycan
yetkilileri, "terörizme karşı savaşta"
ABD'nin safında yer aldıklarını
tavırlarından örnekleri sıralayarak
yinelemekte, sürekli Beyaz Saray'a
yaranmaya çalışmaktadırlar. Petrol
yüklü topraklarını NATO ve Pentagon'un
askeri varlığına büyük bir hevesle
sunmaktadırlar.
Baku'daki ABD elçiliği, terörizme
karşı mücadele ortaklığında ABD ve
Azerbaycan'ın iyi bir sicile sahip
olduğunu kaydetmektedirler. Afrika'da
1998'de yaşanan elçilik
bombalamalarının ardından
Azerbaycan'ın araştırmalara yardımcı
olduğunu belirtmektedirler. Sırasıyla
11 Eylül olayının ardından
Azerbaycan'ın yaptığı diğer yardımları
da anlatarak, Haydar Aliyev'e övgüler
yağdırmaktadır. Haydar Aliyev'in Beyaz
Saray ziyareti sırasında, 26 Şubat
2003 tarihli The Washington Times'de
"Azerbaycan Amerika'nın Yanında"
başlığı ile yayınlanan yazıyı iktibas
eden Azerbaycan'ın Washington
Elçiliği'nin http://www.azembassy.com/
adresli web sayfasında ise,
Azerbaycan'ın ABD'nin safında olduğu
çok güçlü biçimde vurgulanmaktadır.
Ardından, ülkenin Pentagon için
yararlı hizmetleri sıralanmaktadır.
Birincisi, Azerbaycan, Afganistan'a
saldırı sırasında topraklarını
Pentagon'a açtığı gibi, hava sahasını
da ABD uçaklarına açmıştır. İkinci
olarak Azerbaycan, askerlerini NATO
üsleri içinde Azerbaycan topraklarına
yerleştirme hakkını Pentagon'a ikram
etmiştir. Kendi ifadeleri ile,
"Azerbaycan o ünlü misafirperverliği
ile Amerikan birliklerine kollarını
açmıştır." Üçüncüsü, Azerbaycan
Birleşmiş Milletler kararlarında ABD
için oy kullanmıştır. Dördüncü olarak
Azerbaycan, ABD Hazine Bakanlığı'nın
"terörist guruplara" yönelik para/
varlık dondurma işlerinde birlikte
çalışmıştır vs.. Beşincisi, ABD'nin
adalet kurumları ile yakın işbirliği
yapan Azerbaycan, 30 "çok tehlikeli
teröristi" iade etmiştir ve eski
Sovyet cumhuriyetlerindeki kökten
dinci gurupların eylemleri ile ilgili
olarak ABD'ye çok değerli istihbarat
bilgileri vermektedir- kısacası,
Azerbaycan istihbarat birimleri, CIA
ve benzeri ABD istihbarat ve
provokasyon örgütleri ile Kafkaslarda
ve Ortaasya'da yakın işbirliği içinde
çalışmaktadırlar.
Aynı uzun yazıda, South Carolina
büyüklüğündeki Azerbaycan'ın dünya
petrol rezervlerinin yüzde 10'una
sahip olduğu vurgulandıktan sonra, Şia
Müslim ve laik karakterli
Azerbaycan'ın ABD ve İsrail yanlısı
politikası nedeniyle komşu İran İslam
Cumhuriyeti'nin tehdidi altında olduğu
ifade edilmektedir.
Azerbaycan ustaca İran'a karşı
kışkırtılmaktadır. Azerbaycan ve İran
arasındaki gerilimin, İran'ın Hazar'da
zaman zaman savaş gemileri ve
uçaklarla yaptığı gösterilerle gündeme
geldiği vs. kışkırtıcı bir üslupla
yazılmaktadır (Aslında Hazar havzası
petrollerinin, havyarının vs.
kullanımı üzerine kıyı devletleri
arasında görüş birliğine varılmıştır
ve uluslararası müdahaleleri frenleme
amacıyla aynı devletler Hazar'ın
statüsü deniz olarak kabul
etmemektedirler.) Özet olarak devamla,
"görüşmelerin
Azerbaycan'da küçük ama sürekli bir
ABD hava üssü kurulması konusu ile
başladığı" yazılmaktadır. Yine aynı
haberde, "Ortaasya'ya açılan yol
üzerinde bulunması, İran İslam
Cumhuriyeti'nin kuzey komşusu olması,
Hazar havzasından petrol ve gaz nakli
işindeki merkezi konumu nedenleriyle
oluşan stratejik yerleşimi, dünyadaki
önemi hızla artan bu çabuk
ateşlenebilir bölgede Azerbaycan'ı
ABD'nin güç projesi için ideal hale
getirmektedir.", diye yazılmaktadır ve
kanımca bu gerçeğin ifadesidir.
Washington'daki Azerbaycan
elçiliğinin aynı web sayfasında yer
alan Azerbaycan Savunma Bakanı General
Safar Abiyev'in demecine göre ise,
NATO ile Azerbaycan arasındaki
işbirliği güçlenmekte ve Azerbaycan'ın
"barışı koruma" güçleri NATO
standartlarına göre eğitilmektedirler.
Güçlenen aynı işbirliğinin diğer
örneği, üç Azerbaycan subayının NATO
komuta kademesinde Norfolk, Naples
(Napoli) ve Azerbaycan'da Uluslararası
Askeri Komutanlık'ta görev yapıyor
olmalarıdır (Virginia, Norfolk,
ABD'nin doğu kıyısında, Atlantik'teki
ve dünyadaki en büyük deniz üssünün
kuru olduğu limana sahiptir. Atlantik
filosunun/ 3. Filo'nun ve NATO'nun
Atlantik görev gücünün merkez
karargahları/ komutanlıkları
buradadır. Çizme'nin Batıkıyısındaki
Naples/ Napoli'de ise NATO Güney
Avrupa Kuvvetleri komutanlığı ve 6.
Filo'nun merkez karargahı
bulunmaktadır. Karargahta,
uluslararası güce bağlı değişik
ülkelerden 100 kadar subay hizmet
vermektedir.). Bunun yanında,
TURKPULSE no. 33'ün 9 Nisan 2001
tarihli haberine göre, Haydar
Aliyev'in Mart 2001'deki Ankara
ziyaretinde dokuz anlaşma
imzalanmıştır ve Aliyev Türkiye
Genelkurmay Başkanı ile de
görüşmüştür. Hazar'ın statüsü hakkında
Rusya ve İran ile sorun olmadığını
ifade eden Aliyev, Azerbaycan'ın bir
Türk askeri üssüne açık olduğunu da
belirtmiştir. Bundan çok daha önce
Türk Hava Kuvvetleri'ne bağlı uçaklar
Gürcistan'ın başkenti Tiflis'in 30 km
ötesindeki Marneuli havaalanını
kullanmaya başlamışlardır. Kısacası,
bir NATO ülkesi olan Türkiye'nin de
Azerbaycan ve Gürcistan üzerinde
sınırlı bir askeri etkinliği vardır
ama, asıl güçlenen Pentagon'dur.
Conflict Studies Research Centre'ın
(Uyuşmazlık Eğitimi Araştırmaları
Merkezi, Eylül 1999 tarihli sayısında,
"Geopolitical Challences to Moscow in
Transcaucasus" (Trans Kafkasya'da
Moskova'ya Karşı Jeopolitik
Direnişler) başlığı ile yazan Dr M A
Smith, Kafkaslarda Gürcistan ile
Azerbaycan'ın ve Ortaasya'da da
Özbekistan'ın zayıflayan Rusya'nın
etki alanından uzaklaştıklarını ifade
etmektedir. Aynı yazara göre, benzer
etkiler Ukrayna ve Moldova'da da
gözükmektedir. Türkmenistan,
Azerbaycan, Gürcistan ve Moldova
Birleşik Devletler Topluluğu'nun (CIS)
Kollektif Güvenlik Anlaşması'nın
dışına çıkmışlardır. Özbekistan ile
birlikte bu altı devlet kendi
aralarında birlikte davranmaktadırlar
ve bu gelişmede ABD'nin büyük etkisi
olmuştur. Kafkaslarda Ermenistan ve
Ortaasya'da ise Tacikistan Rusya'ya
yakın durmaktadırlar (Güçlü kültürel
ve dil bağları nedeniyle Tacikistan
üzerinde derin etkisi olan İran'ın
desteği ile Rusya ayrılıkçı kökten
dincilerin bu ülkede güçlenmelerini
engelleyebilmiştir.). Weekly Defense
Monitor'un 28 Ocak 1999 tarihli
haberine göre ise, Nogorno-Karabağ
çatışması sırasında Rusya'nın
Ermenistan'dan yana tavır alması,
Azerbaycan'ın NATO'ya ve Pentagon'a
yaklaşmasında etkili olmuştur. NATO ve
ABD'nin desteği ile şekillenen GUUAM
(Gürcistan, Ukrayna, Özbekistan,
Azerbaycan, Moldova ittifakı),
Azerbaycan'dan Batı Avrupa'ya ihraç
edilen petrolü ileten boru hattının ve
Hazar havzası devletlerinin ortak
güvenliği için bir GUUAM müfrezesi/
birliği oluşturacaklardır ama, Moldova
bu işe biraz mesafeli yaklaşmıştır.
İngilizce Pravda'nın 17 Haziran 2003
tarihli haberine göre ise, Özbekistan
örgütten çekilmiştir; GUUAM'a katılan
devletlerin sayıları dörde inmiş ve
örgütün adı da GUAM olmuştur-
ardından, aynı yayın organının 26
Haziran tarihli sayısında
Özbekistan'ın anlaşmadan imzasını
çekmediğini iddia eden kısa bir haber
yayınlanmıştır. Yine Pravda'nın 27
Haziran 2003 tarihli sayısındaki
"American Administration Interested in
Cooperation with Former USSR States"
başlıklı habere göre ise, ABD
Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard
Armitage, Washington'da beş GUUAM
üyesi ülkenin büyükelçileri ile
toplantı örgütlemiştir. Aynı habere
göre ABD, eski Sovyet iktidar alanı
içinde giderek daha aktifleşmektedir.
Son raporlara göre ABD, Azerbaycan'a
15 bin asker yerleştirecektir. Aslında
bu çok yeni bir olay değildir ve
ABD'nin Afganistan'a yönelik
operasyonu sırasında benzer işler
yaşanmıştır. Daha eski bir habere göre
ise, Rusya Ermenistan'a S-300 hava
savunma füzelerini yerleştirecektir.
Rusya ile birlikte Beyaz Rusya ve
Kazakistan, Birleşik Devletler
Topluluğu'nun (CIS) hava savunma
yapılanmasının çekirdeğinde yer
almaktadırlar. Yine daha önce söz
edildiği gibi, büyük ve zengin
Ukrayna'nın ve bu ülkenin batısındaki
küçük Moldova'nın safları henüz tam
kesinlik kazanmamıştır ve
Özbekistan'la ilgili olarakta önemli
soru işaretleri vardır.
Yukarıda özetlenen tüm gelişmelere
karşın, 17 Temmuz 2003 tarihli
Azerbaijan Daily Digest'de yer alan
haberine göre, Cumhurbaşkanı Haydar
Aliyev, son günlerde Azerbaycan'ı
ziyaret eden Türk üst yetkililerle
görüşmekten kaçındığı gibi, ABD İkinci
Başkanı Dick Cheney ve Richard
Hermitage gibi en öndegelen
yöneticilerin buluşma tekliflerinden
de uzak durmaktadır. Azerbaycan Günlük
Haber Özetleri (Azerbaijan Daily
Digest), Aliyev'in bu tavrını,
Moskova'ya yaptığı son ziyaret
sırasında Gabala radar istasyonunu 10
yıl için Rusya'nın emrine vermiş
olmasına yorumlamaktadır. Aynı nedenle
ABD'ye ve Türkiye'ye söyleyecek bir
şeyi olmayan Aliyev, bir süre için
kendisini kenara çekmekte ve bölgede
sürmekte olan ABD, Rusya ve Türkiye
arasındaki jeopolitik çekişmenin nasıl
sonuçlanacağını görmek
istemektedir. Başka bir ifadeyle,
Aliyev'in ve Dışişleri yetkililerinin
NATO ve ABD ile alabildiğine yaklaşmış
olmasına ve ülkelerinin bu safta
olduğunu sürekli yinelemelerine
karşın, Azerbaycan'ın bölgede süren
mücadeledeki yeri henüz yüzde yüz bir
kesinlik kazanmış değildir. Aynı
habere göre, Gabala radar istasyonunun
10 yıl için Rusya'ya verilmesi demek,
bu ülkeye Azerbaycan'da yeniden askeri
üs hakkı tanınmış olması anlamına
gelmektedir. Avrasyanet'te 10 Haziran
2003 tarihinde yayınlanan Igor
Torbakov imzalı "Policiy Makers in
Russia Concerned About possibility
'Losing' Azerbaijan and Georgia" (Rus
Politika Üreticileri Azerbaycan'ın ve
Gürcistan'ın "Kaybedilmesi" Olasılığı
Üzerine Düşünmekteler) başlıklı
makaleye göre, Rus medyası, ABD'nin
Azerbaycan ve Gürcistan'a
yerleştireceği birliklerle İran'a
karşı bir askeri operasyon
planladığını yazmaktadır. Nezavisimaya
Gazeta'nın iddiasına göre, eğer ABD
birlikleri bu iki ülkeye yerleşecek
olurlarsa, yurdunu savunma amacıyla
İran, erken bir savaş başlatarak söz
konusu iki ülkeyi, Azerbaycan ve
Gürcistan'ı işgal edecektir.
Türk basınına yansıyan son
haberlere göre, 80 yaşına gelmiş olan
Haydar Aliyev sonbaharda gelmekte olan
seçimlerle ilgili fikrini
değiştirmiştir ve oğlu yerine yeniden
kendisi aday olacaktır. Bu karar
değişikliğinin nedeni açıklanmamakla
birlikte, ABD yönetiminin İran'a karşı
tırmandırdığı gerilim ve Pentagon'un
Azerbaycan'ı bir saldırı üssü olarak
kullanacağı söylentileri, Aliyev'in
yeni tavrını etkilemiş olabilir.
İran'a yönelik bir Pentagon saldırısı,
savaş, muhtemelen tüm Kafkasya'yı da
içine alacağı için, Aiyev koltuğunu
bırakmak istememiştir veya kalmaya
zorlanmıştır. Buna karşın oğul İlham
Aliyev'de Nahçivan Devlet Üniversitesi
tarafından başkanlığa aday olarak
gösterilmiştir. Anlaşılan, bölgedeki
politik gelişmelere göre Aliyev soyadı
taşıyanlardan biri son anda diğerinin
lehine adaylıktan çekilecektir veya
oğul bir süre ikinci başkanlık
yaptıktan sonra Aliyev'in yerine
oturtulacaktır. İngilizce Pravda'nın
27 Haziran 2003 tarihli sayısındaki 15
bin Amerikan askerinin Azerbaycan'a
konumlandırılacağı haberi, Türk
basınına da yansımıştır ve askerler
Almanya'dan parça parça çekilecek olan
70 bin kişilik ABD birliğinden
nakledileceklerdir.
5. Rusya'nın Stratejik Müttefiği
Ermenistan
a. Genel Bilgiler
Nüfusu 3 milyonu aşan güney
Kafkasya'daki dağlık Ermenistan,
kuzeyinden ve doğusundan Gürcistan ve
Azerbaycan ile sınırlara sahiptir.
Batısında Türkiye, güneyinde ise İran
vardır. Ermenistan'ın eğitim düzeyi
yüksek halkının çoğunluğu kentlerde
yaşamaktadır ve başkent Erivan'ın
nüfusu 1.5 milyon kadardır. Yine bu
halkın 1.5 milyon kadarı Ermenistan
dışında değişik ülkelerde
yaşamaktadır. Bunlardan 500 bini
aşkını ABD'de, 300 bini Fransa'da, 150
bini Lübnan'da, 70 bini Suriye'de, 60
bini Arjantin'de, 45 bin kadarı da
Kanada ve Avustralya'dadır. Türkiye'de
halen 40 bini İstanbul'da olan 50- 60
bin civarında Ermeni yaşamaktadır.
Birleşik Devletler Topluluğu'na bağlı
diğer cumhuriyetlerde ve özellikle
Rusya'da çok sayıda Ermeni
yaşamaktadır. Ermenistan'da
yaşayanların yüzde 93 kadarı Ermeni,
yüzde 2.5 kadarı Azeri (Karabağ
olayından sonra yüzde 1 kadarı Azeri)
ve kalanları da Ruslar, Kürtler vs.
gibi diğer halklar oluşturmaktadır.
Ermenistan, bölgenin en ileri
endüstri ülkesidir ama, ülke
ekonomisinde tarımın da önemli yeri
vardır. Eskiden gıda, bakır ve konyak
üreticisi olarak tanınan Ermenistan,
halen şarap üretimi için geniş üzüm
bağlarına, gıda konservesi
endüstrisine, tekstil ve hazır giyim
endüstrisine, dericiliğe ve ayakkabı
endüstrisine, demir dışında
madenciliğe, bir kısım kimya ve makine
üretimi endüstrisine ve hassas aletler
üretimi endüstrisine sahiptir. Buna
karşın günümüzde, bazı temel gıda
maddelerini ithal etmektedir. Petrol
konusunda tamamen dışa bağımlıdır ve
rafinerileri de olmadığı için işlenmiş
ürün ithal etmek zorundadır.
Nogorno-Karabağ çatışması nedeniyle
Azerbaycan, Sovyet döneminden kalma
doğal gaz boru hattını kestiği için,
tüm doğal gazını kuzeyden Gürcistan ve
Rusya üzerinden almak zorundadır.
Türkmen doğal gazının İran üzerinden,
güneyden, boru hattı ile Ermenistan'a
nakli için teklif vardır. Relatif eski
verilere göre ülkede kişi başına
ulusal gelir ortalaması 2.800
Dolar'dır. ABD yayını
www.countryreports.org/ nin
Ermenistan'la ilgili raporuna göre,
söz konusu ulusal gelir düşüklüğünün
nedeni, 1994'de ateşkes sağlanmış
olmasına karşın halen bir çözüme
kavuşamamış olan Nogorno- Karabağ
sorunu nedeniyle Azerbaycan ve
Türkiye'nin bu ülke ile olan
sınırlarını kapatmış olmalarıdır.
Ermenistan enerji ve hammadde alanında
büyükölçüde dışa bağlıdır ve
Azerbaycan ile Türkiye'nin
ambargosunun da etkisi sonucu ulusal
geliri 1992- 93 yıllarında yüzde 60
oranında düşmüştür. Yalnız, CIA'nın
yayınladığı The World Factabook
2002'ye göre (CIA Dünya Gerçekkitabı
2002), Ermenistan'ın 2001 yılında kişi
başına ulusal geliri 3.350 Dolar
olmuştur.
Bir petrol ülkesi olan
Azerbaycan'ın 2002 yılında kişi başına
ulusal gelir ortalaması 3.300 Dolar
olarak belirlenmiştir. Aynı yıllarda
-yaşanan ekonomik kriz ve hırsızlıklar
nedeniyle- Türkiye'de kişi başına
ulusal gelir ortalaması ise 3 bin
Dolar'ın altına düşmüştür.
b. Tarihi Sürecin Özeti
Kendisini Hayq (Hayk), Hayastan
veya Hayastani Hanrapetut'yun olarakta
adlandıran Ermenistan Cumhuriyeti'nin
tarihi ile ilgili ilk yazılı bilgiler
yaklaşık İ. Ö. 550 yıllarına dek
uzanmaktadır. Ermenilerin daha sonra
gözüktükleri Van gölü çevresinde İ. Ö.
800 yıllarında değişik aşiretlerin
birliği olan Urartu medeniyeti
şekillenmişti ve bölgeyi önceden
kolonileştirmiş olan tüccar militarist
Asuri İmparatorluğu'nun
zayıflamasından yararlanarak önemli
bir güç merkezi oluşturmuşlardı.
Urartu (=Ararat= Ağrı) adı, Asuri
İmparatorluğu'nun Ermenilerden önce
orada varlığını sürdüren aşiretler
birliğine taktığı addır ve bu ada aynı
yüzyıldaki Asuri anallerinde/
günlüklerinde rastlanmıştır. Şimdi
Ermeniler Ararat'ı kendilerine sembol
yapmaktadırlar ve aynı nedenle birçok
kişi aslında asurice olan bu kelimeyi
Ermenice sanmaktadır. Bölge 700'lü
yıllarda İskitlerle akraba olan Hint-
Avrupai göçebe savaşçı Kimmerler'in
istilasına uğramıştır. Med ve Babil
(Kalde) ittifakının saldırısı ile
yıkılan Asuri İmparatorluğu'nun
ardından aynı bölge, önce bir İrani
aşiretler konfederasyonu olan Med
hakimiyeti, ardından da Medler'i yıkan
-yine İranlı- Pers hakimiyeti altına
girmiştir. İşte "Ermeni" adına ilk kez
İ. Ö. 500 yıllarına ait Pers kil
yazılarında rastlanmıştır. Ayrıca, İ.
Ö. 401 yılında 10 bin Grek paralı
askerin Mezopotamya'dan Karadeniz
kıyısına, oradan da yurtlarına
dönüşlerini anlatan "Anabasis" adlı
yapıtında Ksenefon, Ermeniler hakkında
kısa bilgiler vermektedir. Urartu
medeniyetinin yıkıldığı coğrafyada
daha sonra, İ. Ö. 500'lü yıllarda
gözüken Hint- Avrupai Ermeni halkı,
Kafkas dillerinin de etkisinde kalmış
bağımsız bir Hint-Avrupai dil
konuşmaktadır. Veya Ermenice,
Arnavutca gibi Hint- Avrupai diller
içinde Alman dilleri, İrani diller vs.
olarak adlandırılan herhangi bir
guruba dahil edilememektedir.
Ermeniler sırasıyla Medler'e,
Persler'e, bölgeyi İ.Ö. 331'de işgal
eden Büyük İskender'e ve ardından
İskender'in generallerinden
Seleukos'un kurduğu Seleukid (grekçe)
İmparatorluğu'na bağımlı olmuşlardır.
Seleukid İmparatorluğu'nu yıkan Roma
İmparatorluğu Ermeniler üzerinde
hakimiyet kurmuştur. Bu halkın
yaşadığı bölge, kuzeydoğu İran'dan
gelen ve Seleukid İmparatorluğu'nun
yıkıntısı üzerinde kendi egemen
devletlerini kuran İranlı savaşçı Part
İmparatorluğu ile Roma arasında uzun
süre mücadele alanı olmuştur. Ardından
aynı bölge, Partlar'ın yerini alan ve
Pers İmparatorluğu'nun veya Akhaemenid
Sülalesi'nin mirasçısı sayılan Sasani
İmparatorluğu ile Doğu Roma
İmparatorluğu arasında savaş alanı
haline gelmiş ve bölünmüştür; vasal
(bağımlı, köle) Ermeni Krallıkları
şekillenmiştir.
Sasani İmparatorluğu'nun vasalı
Ermeni Krallığı, -muhtemelen bu
imparatorluğun resmi dini
Zoroastrianizme duyulan derin tepkinin
de etkisiyle- 301 yılında
Hıristiyanlığı resmi din olarak kabul
etmiştir ve bu alanda bir ilk
olmuştur. (Aralarındaki iktidar
çatışmasının etkisiyle, eski dinleri
ile ilgili herşeyi kendileri tahrip
ettikleri için, bu konuda hemen hemen
hiç bilgi yoktur veya ben bilmiyorum.
Yalnız, Hıristiyanlığı kabul eden
Ermeni Kıralı'nın III. Tiridates olan
adına bakarak Ermenilerin eski
inançları arasında bölgede yaygın olan
Hint- Avrupai Mithra dininin de
olduğunu söyleyebiliriz. Güneşi
sembolize eden yaratıcı Mithra, güneş
ışınlarıyla birlikte ak bir kısrağın
üzerinde yeryüzüne inerken tasvir
edilmektedir ve bu addan üretilen
Mithridades, Tiridates adları bölgede,
Medler, Persler, Partlar, Pontuslar
arasında yaygındır ve aynı din
Greklerden, İlliryalılar/
Arnavutlardan, Romalılara dek geniş
bir etki alanına sahip olmuştur.)
Günümüzde Ermenistan halkının yüzde
94'ü Doğu Ortodoks Kilisesine
bağlıdır. Bilindiği gibi Ruslar'da
Doğu Ortodoks Kilisesi'ne bağlıdırlar.
Ermenilerin ardından, kısa bir süre
sonra, 313 yılında Roma
İmparatorluğu'da tüm dinlerle birlikte
Hıristiyanlığa özgürlük tanımıştır-
aynı İmparatorluk 324 yılında Doğu ve
Batı Roma olarak bölünmüştür ve özünde
çoktan bölünmüş bu iki dünya
arasındaki ideolojik ayrılıklar
(düşünce sistemindeki ayrılıklar)
Doğu'da Ortodoks, Batıda ise Katolik
Hıristıyanlık biçiminde yansımıştır.
Selçuklu İmparatorluğu 1000'li
yılların son çeyreğinde Ermenistan'ın
büyük kısmını ele geçirmiştir ve bölge
Türk hakimiyeti altına girmiştir.
Moğol İstilası sırasında, 1200'lü
yıllarda Ermenilerin bir kısmı güneye,
Kilikya'ya (Adana, Tarsus vs. yöreleri
ve Çukurova'nın kuzeyindeki Toros
Dağları'nı da içine alan bölge) göç
etmişler ve orada Küçük Ermenistan'ı
şekillendirmişlerdir (Halen Toros
Dağları'nın bazı köylerinde
Ermenilerden kalma çok güzel oymalı/
işlemeli ahşap evler, mezarlar vs.
vardır). Küçük Ermenistan Krallığı
(1198- 1375), talancı Haçlı orduları
ile işbirliği yapmıştır ve bu
bölgedeki Ermeniler arasında Fransız
kültürü yayılmıştır. Ermenistan
1500'lü yıllarda Osmanlı
İmparatorluğu'nun egemenliği altına
girmiştir. Bölge yine eskiden olduğu
gibi -Doğu Roma İmparatorluğu'nun
yerini alan- Sünni Osmanlı
İmparatorluğu ile İran Şia Türk Safavi
Hanedanı arasında çatışma alanı haline
gelmiş ve 1639'da Ermenistan bu iki
ülke tarafından bölünmüştür.
Ermenistan'ın bir kısmı 1722- 30
yıllarında bağımsız olmuştur ve
ülkenin doğu bölgesi 1830 yılında Rus
Çarlığı tarafından işgal edilmiştir.
Aynı yıllarda Ermeni milliyetçiliği
güçlü biçimde gelişmeye başlamıştır.
Rus- Osmanlı savaşı (1877- 78) ve bunu
izleyen San Stefano anlaşması
(İstanbul yakınındaki Yeşilköy
anlaşması, Mart 1878) ve aynı yıl
toplanan Berlin Konferansı ile Ermeni
sorunu ön plana çıkmıştır- savaşın
bitiminde yapılan aynı anlaşmalarla
Romanya, Sırbistan, Montenegro/
Karadağ ve Bulgaristan Osmanlı
İmparatorluğu'ndan bağımsızlıklarını
kazanırlarken, Osmanlı, Bosna-
Hersek'i de Avusturya'ya terk etmek
zorunda kalmıştır. Büyük Batılı
devletler, Rusya'ya ve özellikle
Osmanlı İmparatorluğu'na karşı Ermeni
sorunuyla ilgili baskılar
başlatmışlardır. Bazı reformlar
yapılmış olmakla birlikte, söz konusu
baskıları 1908'de ve 1915'de yaşanan
trajik olaylar izlemiştir.
Önceki Osmanlı- Rus savaşı ve
Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermeni
çeteleri Rus ordularının safında
dövüşmüşlerdir. Kısacası, komşuları
olan müslüman halklara karşı -Haçlı
seferleri sırasında da uygulanmış
olan- acımasız yöntemleri
kullanmışlardır. Ermeni
milliyetçiliğinin daha sonra yaşanacak
trajik olaylarda önemli etkileri
vardır. Birinci Dünya Savaşı
yıllarında, 1915'te yaşanan trajik
olay sırasında, Encyclopaedia
Britanica'nın verisine göre, Suriye ve
Mezopotamya'ya göçe zorlanan
Ermenilerden 600 bin tanesi yollarda
ölmüştür. Şüphesiz bu acı olaydan
sadece zamanın Osmanlı yönetimi,
zorunlu göç emrini vermiş olan Enver,
Talat ve Cemal Paşa'lar sorumlu
değillerdir. Ermenileri Ortadoğu'daki
iktidar hesapları, yeni keşfedilmiş
petrol yatakları hakimiyeti için
kullanmaya çalışan Anglo- Amerikan
emperyalizminin ve daha 1916'da gizli
Sykes- Picot anlaşması ile Osmanlı
İmparatorluğu'nu bölüp aralarında
paylaşan ve Ermenileri kışkırtan
İngiltere- Fransa- Rusya'nın da
birinci derecede sorumlulukları
vardır. Komşu müslüman halklara karşı
acımasız yöntemler kullanan 1887
doğumlu milliyetçi "sosyal demokrat"
Hınçak Partisi'ne bağlı çetelerin ve
hemen bu örgütün ardından doğan
milliyetçi sağcı Taşnak çetelerinin
eylemleri trajik gelişmenin birinci
derecede nedenleri arasındadır. Dünya
pazarlarını yeniden paylaşmak için I.
Dünya Savaşı'nı başlatan büyük
emperyalist devletlerin yöneticileri
ve onların bir bölümünün kuyruğuna
takılmış olan Ermeni milliyetçiliği,
çökmekte olan Osmanlı'nın yönetimi
kadar ve hatta zaman zaman ondan da
fazla acımasız davranmıştır. Bunlarda
diğerleri gibi etnik temizlikler
yapmışlardır ve güçleri yetse Türkleri
tüm Küçük Asya'dan sürmeye kararlı
idiler. (Başta ABD olmak üzere
Batı'nın desteklediği ırkçı İsrail'in
yönetimi, tüm dünyanın gözleri önünde
Filistin halkına karşı etnik
temizliğin en korkuncunu yarım
yüzyıldır tepkisiz yapmaktadır.)
Savaşta ölenler sadece Ermeniler
değillerdir ve 36 devletten 1,5 milyar
insanın katıldığı tüm savaş boyunca
katledilenlerin sayıları 11- 12
milyonu bulmaktadır. Başta İngiltere
ve Fransa olmak üzere ittifak
devletlerinin saldırıları ile başlayan
Çanakkale savaşlarında 500 bin genç
insan ölmüştür. Ermeni halkının
yaşadığı bölgedeki kavgaya bulaşan tüm
tarafların ve başta I. Dünya Savaşı'nı
başlatan emperyalist devletlerin
Ermenilerin ölümleri de dahil 11- 12
milyon insanın ölümünde birinci
derecede sorumlulukları vardır ama,
kısa vadeli politik hesaplarla ve
kendi suçlarını örtbas etme kaygıları
ile yaşanmış olanları çarpıtarak
yansıtmakta, kendi dışlarında
suçlular, günah keçileri üretmeye
çalışmaktadırlar. Gerçekleri kısa
vadeli politik hesaplarına uygun
olarak değiştirip abartarak, bazı
gerçekleri ve nedenselliklerini tümden
görmemezlikten gelerek günün tamamen
farklı koşullarında bunları politik
şantaj aracı olarak kullanmaktadırlar.
Şüphesiz bu yaygın ortak sorumluluğun
içinde önemli bir payda zamanın
Osmanlı yönetimine düşmektedir.
Kendisini Marksist olarak tanımlayan
eski aydınlardan Abidin Nesimi'nin
"Yılların İçinden" adlı yapıtında
verdiği bilgilere göre, bölgedeki
Osmanlı istihbarat kuruluşu Teşkilat-
ı Mahsusa'nın Çerkes yöneticisi Dr.
Reşit Giray tarafından örgütlenen
Bedirhan, Karakeçili ve Millî Kürt
aşiretlerinin ve mal peşindeki diğer
bazı Kürt aşiretlerinin de Ermeni
olaylarında önemli rolleri olmuştur.
Abidin Nesimi'ye göre Dr. Reşit Giray,
güçlü Bedirhan aşiretinin reisi
Bedirhan Paşa'nın torunu ile
evlenmiştir ve bu aileden gelen yarı
Çerkes yarı Kürt çocuklar ileride Türk
ırkçılığının önde gelen şahsiyetleri
olmuşlardır. Bölgedeki ordunun
komutanı Kazım Karabekir'inde olaylara
sıcak biçimde karıştığı konusunda
anlatımlar vardır. Sonuçta, -adı savaş
olsa da- yeryüzünde işlen tüm
cinayetlerin gerisinde toplumları
manupule edebilen bazı güçlerin kazanç
hesapları ve en derininden ahmakça
korkular yatmaktadır.
Savaşın yenilen tarafında yer alan
Osmanlı İmparatorluğu'nun nasıl
paylaşılacağını da içeren ve ilerideki
üç yıl içinde Türkiye halkının verdiği
ulusal kurtuluş savaşı ile yırtılacak
olan 1920 Serv "Barışı"na göre, özünde
artık varolmayan Osmanlı
İmparatorluğu'nun sözde temsilcisi
kukla İstanbul hükümetinin (iktidarsız
Osmanlı Sarayı'nın) imzası ile
Ermenistan'a bağımsızlık tanınmış ve
Kürt halkının da yaşadığı bölgeleri
kapsayan -nüfusuna göre oldukça geniş-
bir alan Ermenilere verilmişti. O
yıllarda 720 bin kadar Ermeni'nin
yaşadığı Doğu Ermenistan ise halen
Azerbaycan'ın iktidar alanı içindeydi.
Aynı emperyalist güçlerle çatışma
içinde olan iç savaş dönemindeki genç
Sovyet yönetimi ile ulusal kurtuluş
savaşına önderlik eden Ankara
hükümetinin anlaşmaları sonucu,
bölgedeki Ermeni milliyetçiliği
iktidar olanaklarını yitirmişti...
Aslında, 1917 Ekim Devrimi sonucu
Çarlık ordularının dağılmasının
ardından milliyetçi birleşme
partisinin önderliğinde 28 Mayıs
1918'de Kafkaslarda bir bağımsız
Ermeni Cumhuriyeti kurulacaktı. Kasım
1920'de Sovyet yönetimi ile anlaşan
Azerbaycan hükümeti komünistlerle
koalisyon yönetimi oluşturacaktı.
Bunun ardından Bolşevikler, aynı yılın
sonunda, Erivan'da bir Sovyet
Cumhuriyeti'nin kurulduğunu ilan
edeceklerdi. Ankara Hükümeti ile
yaptıkları anlaşmanın da yardımıyla,
Nisan 1921'de Kızılordu Ermeni
milliyetçiliğinin tüm direncini
kıracaktı. Bunu izleyen 1922 yılında,
Ermenistan, Azerbaycan ve
Gürcüistan'dan oluşan birleşik Federal
Transkafkasya Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti yapılandırılacaktı. Söz
konusu cumhuriyet 1936 yılına dek
yaşayacak ve o yıl her parçaya ayrı
cumhuriyet statüsü tanınacaktı.
Aslında başlangıç yıllarında
alabildiğine demokratik olan Sovyet
yönetimi, çoğunluğu patriyalkal
karakterde olan Rus toplumunun ve
sosyal gelişkinlik düzeyleri ondanda
geri durumdaki diğer halkların
tarihsel- toplumsal şekillenmelerine
uygun olarak ve aynı zamanda ağır
emperyalist baskıların etkileri ile
süreç içinde hızla demokrasiden
uzaklaşmasa idi, özellikle Ermenistan,
Azerbaycan, Gürcistan ve diğer tüm
küçük toplumların yoksul insanları
için mükemmel bir sistemdi. Mükemmeldi
çünkü, bu küçük topluluklar, ulusal
temele dayanmayan ve milliyetçilikten
uzak durmaya çalışan büyük birleşik
bir gücün küçük parçaları olarak
destekleniyorlar, kendi yerel ve
ulusal kültürlerini rahatça koruma
olanakları sağlanarak eğitim düzeyleri
hızla yükseltiliyordu. Hatta, Bering
Boğazı'nın güneyindeki Çukotka
yarımadasında yaşayan yaklaşık 15 bin
nüfuslu Ren sürücüsü göçebe Çukçi
toplumu gibi yazı dilleri olmayan bazı
halklar kısa sürede anadillerinde
tanınmış yazarlara bile sahip
olabiliyorlardı.
Kısacası, söz konusu küçük ve geri
halkların gelişmeleri hız kazanıyor ve
sistem içinde korunuyorlardı. Örneğin,
toplumun patriyalkal (babaerkil)
karakteri ile bağlı önemli hataları
bir yana, Gürcü olan Stalin, iktidarın
en tepesine yükselebilmişti. En yüksek
Sovyet'in Başkanlığı'na, yani
Cumhurbaşkanlığı'na dek yükselen
Anastas Mikoyan bir Ermeni idi. Troçki
ile birlikte Kızılordu'nun
kuruculuğunu ve komutanlığını yapmış
olan Frunze bir Kırgız Türkü idi. Bu
örnekler alabildiğine uzatılabilir.
Spartaküs balesinin de müziğini yapmış
olan Sovyet sistemi içinde yetişmiş
ünlü besteci Aram Haçaturyan gibi
insanların yanında Ermeni toplumu,
Kızılordu içinde de birçok ünlü
generale sahip olmuştur. Başta
Ermenistan olmak üzere tüm Sovyet
Cumhuriyetleri'ndeki halkların ve
diğer küçük halkların yüksek eğitim
düzeyleri, yine aynı sistemin bir
ürünüdür. Ve altını çizerek belirtmek
gerekir ki, Sovyet iktidarının
başladığı yıllarda ülkesindeki nüfusu
720 bin kadar olan bir halk (Ermeni
halkı) eğer başka bir doğu toplumu
içinde veya hatta gelişmiş Batı içinde
varolsa idi, günümüzde adı bile
anılmaz ve belki de yok olup giderdi.
Sovyetler birliği sonuna
yaklaşırken, Ermenistan'da güçlü bir
milliyetçi akım gelişmeye başladı ve
1988'de Azerbaycan'a karşı Nogorno-
Karabağ savaşını Ermeniler
başlattılar. Daha öncede açıklanmış
olduğu gibi Ermeniler, ateşkesin
sağlandığı 1994 yılına dek Nogorno-
Karabağ'da ve Azerbaycan topraklarının
yüzde 20'ye ulaşan bölümünde denetim
kurdular. Azeri iddialarına göre
Nogorno- Karabağ'a Rus hava savunma
SAM füzeleri yerleştirildi; Ermeni
iddialarına göre ise Azerbaycan
saflarında Afganistanlı kökten dinci
mücahitler savaştılar. Ülke, adı halen
Ermenistan Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti iken, 23 Ağustos 1990 günü
bağımsızlık istemini ve Nogorno-
Karabağ'ın kendisine ait bir parça
olduğunu ilan etti. Ocak 1991'de,
Ermenistan Yüksek Sovyeti (Meclisi),
Sovyetler Birliği'nin varlığını
korumak amacıyla Gorbaçov'un
planladığı referanduma ülkesinin
katılmayacağını bildirdi. Yerine, aynı
yıl Eylül ayı içinde Ermenistan'da
yapılan referandumda oyların yüzde
99'u bağımsızlıktan yana çıktı ve ülke
21 Eylül 1991 günü Sovyetler
Birliği'nden bağımsızlığını ilan etti-
aynı gün ulusal bayram olarak
kutlanmaktadır. Bu arada Sovyetler
Birliği kendi askeri tesislerini
korumak amacıyla Ermenistan'a asker
yolladı. Ermenistan Cumhuriyeti, 5
Temmuz 1995 günü yapılan ulusal bir
referandumla yeni anayasaya sahip
oldu. Yeni anayasaya göre, ülkeye bir
çeşit başkanlık sistemi geldi. Bu
sistemde Cumhurbaşkanı beş yıl için
doğrudan halk tarafından seçilmekte ve
Başbakanı'da yine Cumhurbaşkanı
atamaktadır. Yürütme'nin yargı ve
yerel yönetimler üzerinde güçlü etkisi
söz konusudur.
Aynı sistemde, demokratik
gelenekleri zayıf ülkelere özgü bir
merkeziyetçilik ve korporatizm vardır.
CIA'nın 2002 yılı raporuna göre,
Komünist Partisi dahil daha önce söz
edilmiş olan en eski Hınçak ve Taşnak
partilerininde aralarında olduğu 23
politik parti ülkede eylem
yapmaktadır. Taşnak Partisi, 1995- 96
yıllarında, önceki Cumhurbaşkanı Ter-
Petrosyan tarafından yasadışı
ilanedilmiştir ama, yeni Cumhurbaşkanı
Koçaryan bunları serbest
bırakılmıştır. Taşnak'lar halen diğer
en büyük iki partiyle birlikte son
koalisyon hükümetinin içindedir.
Cumhurbaşkanı Robert Koçaryan 30 Mart
1998 seçimlerinden beri koltuğunda
oturmaktadır ve 5 Mart 2003
seçimlerini de yüzde 67.5 oranında oy
alarak kazanmıştır. ABD, Ermenistan'ın
bağımsızlığını 25 Aralık 1991 günü
tanımıştır ve Şubat 1992'de Erivan'da
Amerikan elçiliği açılmıştır.
c. Ermenistan'ı Kazanmaya
Çalışan ABD ve Rus- Ermeni
Bağlaşıklığı
ABD yönetimi baştan beri
Ermenistan'ı Birleşik Devletler
Topluluğu'ndan, daha doğrusu Rusya
Federasyonu'nda kopartmaya
çalışmaktadır ama, Nogorno- Karabağ
uzlaşmazlığı sırasında ağırlığını
Azerbaycan'dan yana koymuştur.
Amerika'nın bu tavrında, -göz dikmiş
olduğu- Azerbaycan'ın zengin petrol
yataklarının, ülkenin Güney
Kafkasya'da enerji yolları üzerindeki
stratejik konumunun ve NATO üyesi olan
Türkiye'nin etkisi olmuştur.
Azerbaycan'ın ve Gürcistan'ın ABD ve
NATO yanında özellikle Türkiye
Cumhuriyeti ile askeri anlamda
bağlaşıklıklar kurmaları, Ermenistan'ı
Rusya'ya yeniden yaklaştıran başlıca
neden olmuştur. Tüm bunlara karşın
ABD'nin Nogorno- Karabağ sorununu
çözerek Ermenistan'ı Rusya'dan
kopartma çabaları, çok yönlü diğer
diplomatik ve ekonomik eylemlerinin de
yardımlarıyla sürmektedir. ABD
kaynaklı bazı iddialara göre,
Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev
ile Ermenistan Cumhurbaşkanı Robert
Koçeryan'ın Nisan 2001'de Amerikan,
Fransız ve Rus katılımcılarla birlikte
yaptıkları görüşmelerde sorunun çözümü
yönünde ilerleme kaydedilmiştir. Rusya
devlet başkanı Putin, aynı konuda
inisiyatifi ABD'ye kaptırmamak için,
iktidara geldiği yıldan beri
Kazakistan devlet başkanı Nursultan
Nazarbayev'in de yardımlarıyla yoğun
çaba sarf etmektedir.
İlk olarak 1992 yılında ABD ile
Ermenistan arasındaki ticareti
geliştirme amacıyla üç anlaşma
imzalanmıştır. Ardından Karşılıklı
Yatırım Anlaşması imzalanmıştır.
Ermenistan'a yatırım yapan firmaların
70 tanesi ABD'ye aittir ve bunların
arasında önemli uluslar üstü tekeller,
otel işletmecileri, mücevherciler vs.
vardır. Web sayfası
zwww.countryreports. org/background/
armenia.htm adresinde verilen
bilgilere göre, IMF ve Dünya
Bankası'nın desteği ile Ermenistan
pazar ekonomisine
geçmeye çalışmaktadır. Aynı
sayfanın ifadesi ile Uluslararası
Gelişme için ABD Acentası (USAID),
ülkede rekabete dayalı yüksek verimli
özel mali sistemin yerleşmesi,
ekonominin enerji, tarım, inşaat ve
diğer sektörlerde gelişmesi amacıyla
açık ve işlerliği olan politik bir
çerçeve oluşturmak için çaba sarf
etmektedir. Aslında ABD'nin asıl
amacını kamufle etmeye yarayan
yukarıdaki yaldızlı sözleri silersek,
ortaya, rekabet tanımayan ABD kökenli
uluslar üstü tekellerin Ermenistan'a
tam anlamıyla yerleşmesi, ABD
yönetiminin dünya hakimiyetinde
kullandığı başlıca mali aygıtlar olan
IMF ve Dünya Bankası'nın Ermenistan'ı
kredi ve borç ipleriyle sımsıkı
bağlayabilmesi ve ardından tüm politik
pürüzlerin temizlendiği bu alana
Pentagon'un rahatça yerleşip
kolonileştirme sürecinin
tamamlayabilmesi için USAID yoğun çaba
sarf etmektedir, yazısı çıkar.
Ermenistan'ı da zengin sofrasına küçük
bir meze olarak yerleştirebilmek için
ABD, Dışişleri Bakanlığı, Tarım
Bakanlığı, Hazine Bakanlığı, Savunma
Bakanlığı (Pentagon), Ticaret
Bakanlığı ve Türkiye'de "Barış
Gönüllüleri" olarak tanınan CIA organı
Peace Corps ile topluca çok yönlü
yoğun çaba sarf etmektedir (Sözde
denizaşırı ülkelerde toplumsal ve
ekonomik gelişmeye yardımcı olma
amacıyla gönüllülerden oluşan bir
devlet kuruluşu olarak Başkan Kenedy
tarafından 1961 yılında başlatılan
Peace Corps veya Türkiye'deki adıyla
Barış Gönüllüleri Örgütü, 15.556
görevlisi ile aralarında Türkiye'nin
de olduğu 52 ülkenin ekomomik,
kültürel, demografik, sosyal yapıları
hakkında ileride pazarlama ve askeri
amaçlarla kullanılacak alabildiğine
ayrıntılı bilgiler toplamıştır.).
Küçük Ermenistan, 1993 yılından
2002'ye dek IMF, Dünya Bankası ve
benzeri EBRD'den 800 milyon Dolar'ın
üzerinde borç almıştır.
CIA'nın 2002 raporuna göre
Ermenistan'ın genişletilmiş 2001 yılı
bütçesinin 458 milyon Dolar olduğu göz
önüne alınırsa, aldığı borç hiçte az
sayılmaz. Aynı rapora göre ülkedeki
özelleştirmeler "yavaş" ilerlemektedir
vs..
Ermenistan'da 1998 yılında yaşanan
depremde 25 bini aşkın insan ölür, 500
bin kişi (nüfusun yaklaşık altıda
biri) evsiz kalırken, endüstri
üretiminin yüzde 30'unu karşılayan
altyapıda tahrip olmuştur. Ermenistan,
Sovyet askeri endüstrisinin önemli bir
bölümüne sahipti ve 1990'lı yılların
başında bunu yeniden canlandırma
çabası içine girmiştir. Bu olayla
birlikte Ermenistan'ı Rusya
Federasyonu'na bağlayan enerji
gereksinimleri ve daha birçok ekonomik
ilişki ağı vardır. Ermenistan'ın
enerji sektörü Rusya'nın elindedir.
Erivan, doğal gaz ve nükleer yakıt
alanında tamamen Rusya'ya bağımlıdır.
Turkistan-Newsletter Volume 97-1:26,
24 Temmuz 1997'ye
(Türkistan-Habermektubu Cilt 97...)
göre, Ermenistan Dışişleri Bakanlığı,
yeni bir güvenlik doktrini edinmeyi
planlamaktadır. Buna göre Ermenistan,
Rusya Federasyonu ve Birleşik
Devletler Topluluğu ile askeri
işbirliğine giderken, NATO'nun Barış
için Ortaklık (PfP) programı içindede
aktif rol alacaktır. Nogorno-
Karabağ'ın güvenliği (elde kalması)
Ermenistan'ın uluslararası
örgütlenmeler içindeki rolü ile
garanti altına alınırken, ikincil
olarak bölgesel güvenlik ve silah
denetimi sistemi şekillendirilecektir.
Aynı habere göre, Ermenistan Dışişleri
Bakanlığı, Rusya'nın Ermenistan'da
askeri üs bulundurma hakkını sürekli
hale getirecek anlaşmanın
imzalanmasını geciktirmeyi tavsiye
etmektedir. Söz konusu dökümanın
milletvekilleri arasında elden ele
dolaşmasının ardından, Molark adlı
bağımsız yayın organında çıkan habere
göre, Ermenistan'a yerleştirilecek Rus
silahlı gücünü formüle edebilmek
amacıyla Dışişleri Bakanlığı'nda
tartışma olmuştur. Ve Erivan, Avrupa
Konvansiyonel Güçler Anlaşması
çerçevesinde Rus güçlerine izin verme
kararı almıştır.
Henüz Koçeryan iktidara gelmeden
önceye, 1997 yılına ait yukarıdaki
haberin ardından, 20 Eylül 2001 günü
Justin Burke imzası ile Armenia Daily
Digest'in (Ermenistan Günlük Haber
Özetleri) sayfasında yayınlanan
haberine göre ise, Rusya'nın
Ermenistan'daki konumunun ve askeri
varlığının önceki Cumhurbaşkanı
Ter-Petrosyan'ın iktidar yıllarına
göre çok daha güçlendiği
anlaşılmaktadır. Sözkonusu bu ikinci
habere göre, Ermenistan Parlementosu
Savunma, Ulusal Güvenlik ve
Uluslararası İlişkiler Komisyonu
Başkanı Vaan Ovanesyan, "Azerbaycan,
Gürcistan ve Türkiye arasındaki askeri
işbirliğine karşı denge sağlayabilmek
için Ermenistan'ın kendi iktidar
alanında Rus askeri üssü bulundurmaya
gereksinimi vardır.", demektedir. Aynı
kişi bu gelişmenin, "Ermenistan'ın
Rusya tarafından yeniden
kolonileştirilmesi" anlamına geldiği
düşüncesine de karşı çıkmaktadır.
Ermeni gazetesi Ayots Ashkar'ın 19
Eylül 2001 sayısında yayınlanan Vaan
Ovanesyan ile yapılmış bir röportajın
başlığı, "Ermenistan'ın Rus askeri
üssüne gereksinimi vardır"
biçimindedir. Aynı söyleşide gazeteci
soru biçiminde, "Rusya ve Ermenistan
savunma bakanlarının imzaladıkları
yeni anlaşmaya göre 102nci Rus askeri
üssüne daha geniş bir alan
verilmektedir. Bazı politikacılar ve
basın organları bu gelişmeyi Rusya'nın
Ermenistan'ı yeniden kolonileştirmesi
olarak yorumladılar.", demektedir. Bu
düşünceye kendi gerekçeleri ile karşı
çıkan Ovanesyan, Rus askeri üssü için
Gürcistan ve Azerbaycan'ın Türkiye ile
son yıllarda geliştirdikleri askeri
işbirliğini gerekçe olarak
göstermektedir. Ayrıca aynı
röportajdan, Ermenistan'ın Birleşik
Devletler Ortak Güvenlik Anlaşması
içinde özel bir rol üslendiği ve
Avrasya Ekonomik Birliği'ne de
katıldığı anlaşılmaktadır.
Kuzey Ermenistan'daki Giumri
(Gyumri) Rus askeri üssünü teftiş eden
Türk ve Alman subayları, üsteki
silahların Rusya tarafından da kabul
edilen yenilenmiş Avrupa Konvansiyonel
Güçler Anlaşması'nın sınırlarını
aşmadığını rapor etmişlerdir. Ayrıca,
www.great-britain.mid.ru/GreatBritain/pr_rel/pr46.htm
adresinde yeralan 8 Kasım 2000 tarihli
bir basın açıklamasına göre Rusya,
Gürcistan'daki Akhalkalaki askeri
üssünden 76 zırhlı savaş aracını
Ermenistan'daki Gyumri (Giumri) askeri
üssüne nakledecektir. Bunun yanında,
adresinde M. Yasharoğlu imzalı
"Expenses of American Democracy"
(Amerikan Demokrasisinin Bedeli)
başlıklı yazıda, gelecek yıl Nogorno-
Karabağ'a yapılacak ABD yardımının 20
milyon Dolar'ı aşacağı ve bunun Ermeni
ayrılıkçıların askeri güçlerini
geliştirmelerine yarayacağı
anlatılmaktadır. Aynı yazıda, ABD'deki
Ermeni lobisinin etkisi ile 54 Kongre
üyesinin Ermenistan'a yapılan yardımın
2003 yılında 90 milyon Dolar'a
çıkartılmasını öngören bir mektubu
imzaladıkları kaydedilmektedir.
Yazara göre, ABD'nin bu ikiyüzlü
politikası (hem Azerbaycan'a ve hem de
Ermenistan'a yaranma politikası)
sonuçta Azerbaycan'daki Rusya
yanlılarını güçlendirmektedir- yazar,
ABD yönetimine kurnazca şantaj yapmaya
çalışmaktadır. Yine,
hoovnews.hovers.com adresinde
yayınlanan "USA to upgrade Armenian
army's communications system" (ABD,
Ermenistan ordusunun haberleşme
sisteminin kalitesini yükseltiyor)
başlıklı ve 17 Haziran 2003 tarihli
kısa habere göre, 16 Haziran günü
Ermenistan Savunma Bakanı Yardımcısı
(ikinci kişi) Maj-Gen Artur Agabekyan,
"ABD'nin ülke silahlı kuvvetlerinin
haberleşme sistemleri için 2003
yılında 3.5 milyon Dolar tahsis
ettiğini" söylemiştir. Yukarıda
verilen bazı örnek haberlerin yanında,
NATO'nun Barış için Ortaklık (PfP)
programı içinde Ermenistan'ın da yer
aldığı ve ülkede daha önce söz edilen
NATO tatbikatının yapıldığı göz önüne
alınırsa, tüm Kafkaslarla birlikte
özel olarak Ermenistan üzerine ABD ile
Rusya Federasyonu arasında şiddeti
giderek artan büyük bir rekabetin
yaşanmakta olduğu anlaşılır. Zaten,
Justin Burke imzası ile Armenia Daily
Digest'in (Ermenistan Günlük Haber
Özetleri) www.eurasianet.org/
adresinde 18 Mayıs 2000 tarihinde
yayınlanan haberine göre, Rus Generali
Leonid Ivashov, Ermeni gazetesi Ayots
Ashkar ile yaptığı söyleşide, ABD ile
NATO ülkelerinin Ermenistan ve Rusya
arasındaki askeri işbirliğini
kopartmaya çalıştıklarını ifade
etmiştir. General, "eğer uyanık
olursak kendi kaderimizi tayin etmemiz
kolaylaşır", demiştir. Aynı habere
göre, Rusya-Ermenistan arasındaki
stratejik ortaklık bir gerçektir.
Rusya, Ermenistan'daki askeri üssünü
güçlendirmekte, üsteki aygıtları
modernleştirmektedir.
6. ABD'nin Artan Ağırlığı,
İran ve Rusya'nın Arayışları, Yükselen
Gerilim Afganistan ve Irak'taki
Amerikan askeri varlığı İran
yönetimini sinirlendirmekte ve
özellikle Kafkasları içine alan
bölgesel güvenlik arayışlarını
arttırmaktadır. Avrasyanet'in 14 Mayıs
2003 tarihli Ariel Cohen imzalı
haberine göre, Kafkaslardan da çembere
alınmakta olduğunu gören İran
yönetimi, aynı bölgeye yönelik bir
güvenlik inisiyatifi başlatmıştır.
Aynı zamanda İranlı subaylar,
caydırıcı bir savunma stratejisi
geliştirme yönünde kafa
yormaktadırlar. İran Dışişleri Bakanı
Kemal Harrazi, 2003 yılı Nisan ayı
sonunda Ermenistan'a yaptığı ziyaret
sırasında, üç Kafkas ülkesi ile
birlikte İran, Rusya ve Türkiye'yi
içine alan bir bölgesel ortak güvenlik
anlaşması önermiştir. Azerbaycan
Dışişleri Bakanı Vilayet Guliyev, bu
teklifi reddetmiş ve Azerbaycan'ın
tercihinin bölgede NATO'yu
güçlendirmek olduğunu bildirmiştir.
Gürcistan'da benzer istekleri dile
getirmiş, amacının NATO ile
bütünleşmek olduğunu belirtmiş ve
Kafkasların güvenliğini Batı dünyası
içinde gördüklerini söylemiştir.
İran'ın bölgedeki yakın dostu
Ermenistan bile söz konusu öneriyi,
yaşama geçirilmesi olanaksız olarak
değerlendirmiştir- Ermenistan'ın
muhtemelen temel itiraz nedeni, İran
tarafından önerilen bölgesel güvenlik
anlaşmasının içinde Azerbaycan'a
yakınlığı ile bilinen NATO üyesi
Türkiye'nin de olmasıdır.
Aslında, yukarıdaki paragraflardan
birinde anılmış olan 24 Haziran 1997
tarihli Türkistan-Newsletter Volume
97'nin doğru biçimde açıkladığı gibi,
Ustası olduğu askeri işbirliğindeki
"özel ilişkiler" Moskova'nın
Ermenistan ile bağlarında çıkış
noktası olmuştur. Son beş yılda
(1992-97) imzalanan bir seri
karşılıklı anlaşmalar, Ermenistan'daki
Rus askeri üssünün varlığını
sürdürmesi ve ortak askeri manevralar
iki ülkeyi birbirine bağlanmıştır.
İran'la birlikte Ermenistan ve Rusya,
Batı ile uyum sağlamış olan Azerbaycan
ve Türkiye kutbuna/ eksenine karşı
ortak bir ağırlık oluşturmaktadırlar.
Gürcistan ve Ukrayna'da,
Türkiye-Azerbaycan ekseni ile
bağlanmaktadır. Türkistan-
Newsletter'dan alınan bu son cümleler
şüphesiz doğrudur ve yukarıdaki diğer
paragraflarda da aynı anlatımlar yeri
geldikçe tekrarlanmıştır ama, bu
satırları yazana göre söz konusu
bloklaşmanın hiç bir zaman tam
anlamıyla siyah- beyaz ayırımı gibi
bir kesinlik taşıdığını düşünmemek
gerekir. Kafkaslara odaklanmış bu
relatif uzun anlatımın tümüde, zaten
böyle bir düşünceye, ayrımların yüzde
yüz bir kesinlik taşıdığı düşüncesine
ulaşılmasını engelleyecek biçimdedir.
Daha öncede tekrarlandığı gibi,
Türkiye anılan blok içindedir ama,
İran ve Rusya ile de özel ilişkiler
geliştirmektedir ve yine Kafkaslarda
ortağı olan ABD ile bölgedeki tüm
yararlarının uyuştuğunu söylemek
akıllıca olmaz. Yine Ermenistan, ABD
ve NATO ile farklı ilişkiler
geliştirmektedir. Ukrayna ABD ve
NATO'ya yaklaşmaktadır ama, diğer
yandan Rusya, Ukrayna ekonomisi
üzerinde denetim kurmaktadır ve
ülkenin geleceği tam kesinlik kazanmış
değildir. Gürcistan'ın Abaza Özerk
Cumhuriyeti içinde Rusya halen askeri
üsse sahiptir. Azerbaycan tüm Batı
yanlılığına ve petrol bağlarına karşın
Rusya'ya Radar üssü, askeri üs
vermiştir vs. Şüphesiz Rusya'nın da
ABD ve Batı dünyası ile, özellikle
Almanya ve Fransa ile özel ilişkileri
vardır. Sonuçta, Kafkaslar üzerine
şiddeti giderek artan ve özellikle ABD
ile Rusya arasında şekillenen sert bir
rekabet söz konusudur ama, henüz
ilişkiler tam kopma noktasına
ulaşmamıştır. Buna karşın, bölgede ABD
etkisinin hızla yayılmakta olduğunu,
ateşi Ortadoğu ve Ortaasya'yı da içine
alacak tehlikeli tırmanmalara doğru
sürüklenildiğini söylemek yerinde
olur.
Diğer yandan, yine aynı adresli web
sayfasında 10 Haziran 2003 tarihinde
Igor Torbakov imzası ile yayınlanan
makaleye göre, Moskova'daki Politik ve
Askeri Analizler Enstitüsü'nün önde
gelen analizcisi Aleksander
Kharamchikhin, "Rusya'nın
Kafkaslardaki geopolitik konumunu
koruyabilmek için Cumhurbaşkanı
Vlademir Putin yönetimi elindeki tüm
politik ve ekonomik manivelaları
kullanmalıdır.", demiştir. Çünkü
artık, -daha öncede belirtilmiş olduğu
gibi- Rusya'da politika üretenler
Gürcistan ve Azerbaycan'ın
kaybedilmesi olasılığı üzerine
düşünmeye başlamışlardır.
Oleg Artyukov imzası ile 24 Ocak
2002 tarihli ingilizce Pravda'da
yayımlanan haber yorumda,
Azerbaycan'ın NATO'ya katılması
durumunda Rusya'nın NATO ittifakı
tarafından tam bir çember içine
alınacağı söylenmektedir. Kafkaslarda
eylemliliği giderek artan ve Gürcistan
ile Azerbaycan'a büyük miktarda askeri
birlikler yerleştirmeyi planlayan
ABD'ye karşı Rus basınında, bölgenin
sorumluluğunu da üzerine yüklenmek
zorunda kalacağı ve gelişecek olayları
hesaba katması gerektiği konusunda
gayrı resmi tehdit içerikli uyarılar
yayınlanmaktadır. Türkiye ve
Pakistan'ın da hükümetler dışı
katkıları ile ABD- Suudi işbirliği
nasıl Çeçenya'daki kıvılcımı yangına
dönüştürebilmişse, Rusya'da tüm
Kafkasları karıştırabilecek farklı
kozlara sahiptir. Söz konusu
gelişmeler, bölgede giderek artan ABD
askeri varlığı ile Kafkaslara gelmekte
olanın güvenlik değil, daha büyük yeni
istikrarsızlıklar ve gerilimler
olduğunu göstermektedir.
1) Kendisini birlikçi
veya tekçi anlamına Muwahhidun olarak
adlandıran prütan (safcı) Wahabi
doktrininin kurucusunun ve onu izleyen
teologlarının İslam'ı diğer tüm dış
etkilerden arındırma, özellikle
düalist ideolojilerden (düşünce
sistemlerinden) arındırma çabası,
olanaksız ve saçmadır. Saçmadır,
çünkü, değişik kültürler, dinler,
düşünce akımları geçmişin
birikimlerine dayanamadan,
birbirlerinden alış veriş yapmadan
gelişemezler- başka bir ifadeyle,
yeryüzünde saf olan ne bir kültür, ne
bir düşünce sistemi ve ne de bir soy
vardır ve olamazda. Bu açıdan
saflaştırmanın, arındırmanın sonu
yoktur veya sonu her şeyi sıfırlamak
anlamına gelir.
Muhammed'de başlangıçta, Eski
Ahit'e (Tevrat'a), çok tanrılı
Mezopotamya mitolojilerine, Semitik
mitolojilere dayanarak dinini
geliştirmiştir ve ikinci Halife Osman
döneminde yeniden derlenip kaleme
alınan Kuran'a ne kadar katkı
yapıldığı da belli değildir. Sonradan
Ali'den de koparak Harici adını alacak
olanlar aynı nedenle Osman'ı
öldürmüşlerdir. Wahabiler'in
"saflaştırma" saçmalıklarının tam
tersine, Abdullah'ın (Allah'ın
hizmetkarının, O'nu tanıyanın) oğlu
Muhammed, tüm aşiretinin, babasını ve
kendisinin de inanmakta olduğu yüz
kadar Semitik "yaratıcı" ve "demon"
(yıkıcı, şeytan) arasından Allah'ı
ödünç alıp tek "yaratıcı" haline
getirmiştir. Aynen eski büyük
Mezopotamya tanrılarının sahip
oldukları gibi tüm gücü (iyiliği ve
kötülüğü) tek başına O'na (Allah'a)
mal ederek monoteist bir din
şekillendirmiştir. Yani saflaştırma
yoluyla değil, iyice karıştırma
yöntemiyle Allah'ı tek "yaratıcı" güç
haline getirmiştir. Sonuçta, tüm gücü
(iyiliği ve kötülüğü) elinde toplayan
bir "yaratıcıya" sahip doktrin olarak
doğan İslam, yayıldıkça, süreç içinde
düalist (iyiliği ve kötülüğü farklı
merkezlere bağlayan, "yaratıcı"yı
sadece iyiliklerin efendisi olarak
tarif eden) Hint- Avrupai ve Hint-
İrani mitolojilerden, Şamanizm'den,
Hıristiyanlıktan ve Platonizm'den
birçok şey alarak zenginleşmiştir.
Özellikle Şia ve değişik ölçülerde
tüm Sufi tarikatlar bu özetlenen
ikinci katagoriden derin biçimde
etkilenmişlerdir. Bunlar, Sünni
inançların tersine, düalist bir dünya
görüşüne sahiptirler. Aynı etkiler,
daha sınırlı ölçülerde, "Büyük Fitne"
olarak anılan Şam (Demaskus) merkezli
Emevi yönetimine karşı başkaldırı
yıllarının entellektüel tartışma
ortamında ve Abbasi yönetiminin son
derece halkçı ve demokratik başlangıç
yıllarında gelişen ilk üç büyük Sünni
okula, Hanefilik'e, Malikilik'e ve
Şafiliğe'de sızmışlardır. Tüm bu
etkileri arındırma iddiasında olan
Muhammed ibn- Abdulvahab (1703/ 4-
1787) tarafından şekillendirilen
Wahabi reaksiyonu ise, köken olarak,
Ahmed ibn- Hambeli (780- 855)
tarafından şekillendirilen ve Sünnilik
içindeki dört büyük okuldan sonuncusu
ve reaksiyoneri olan Hambeliliğe
dayanmaktadır. Hambeli doktrini,
Hariciliği resmi devlet ideolojisi
haline getiren Abbasi Halifesi al-
Mamun'un rasyonalizmine ve
aydınlanmacılığına karşı derin ve dar
görüşlü bir taşra Arap tepkisi olarak
doğmuştur. Wahabi inancının babası
Abdulvahab'ı asıl esinlendiren kişi
ise, Moğol istilası yıllarında Şam/
Demaskus'ta Hambeli okulunu çok daha
tutucu bir tepki olarak yeniden üreten
Ibn Taymiyya (1263- 1328) olmuştur.
Kısacası, düalist dünya görüşüne, tüm
gelişmelere, aydınlanmaya, akılcılığa
ve kültürel zenginliğe karşı gerici
saldırgan bir tepki olarak doğan
Wahabi inancı, özünde, sözde karşı
olduğu Paganizm'e ama, sadece Semitik
Paganizm'e ve dar Bedevi kültürüne
dayanmaktadır. Özellikle Şia inancını
ve tüm Sufi inançları düşman olarak
gören Wahabi yanlıları, Arap
yarımadasını kana boğmuşlar, tüm
anıtları, mezar taşlarını da tahrip
ederek tarihleri boyunca büyük bir
yıkıma neden olmuşlardır. İlk üç büyük
Sünni okulu dahi düşmanca karşılarına
alan bu gerici Wahabi tepkisinin
önderleri yarı bağımsız Mısır Valisi/
Ayan Mehmet Ali Paşa tarafından
yakalanmış ve Reformcu Osmanlı Sultanı
II. Mahmud tarafından
cezalandırılmıştır.
2) Şüphesiz bu büyük
operasyon, BatıAvrupa'yı, Rusya'yı,
Ortadoğu'yu, Çin'i tam bir çember
içine almak o kadar kolay değildir.
Halen rakipsiz üstünlükte olan askeri
teknolojik gücüne, uzay ve deniz
hakimiyetine karşın ABD'nin bu kadar
geniş bir alanı istediği gibi
denetlemesi olanaksızdır. ABD
yönetimleri, rakipsiz dünya
hakimiyetine giden kanlı yolları
üzerindeki zengin etnik çelişkileri
sonuna dek kullansalar da, bir
sınırdan sonra ABD toplumu, sürekli
şişen askeri bütçeyi kaldıramaz duruma
gelecektir. Pentagon'un tüm militarist
dikişleri sırayla patlamaya, sökülmeye
başlayacaktır.