Amazonlar hakkında en geniş bilgiyi
haklarında anlatılan öykülerden biliyoruz.Bir rivayete
göre Libya ’da,başkasına göreyse Kafkasya ’da ortaya
çıkmıştı Amazonlar. Ne var ki öykülerin geçtiği asıl yer
Anadolu’dur. Anadolu Amazonlarının erken tarihi,
neredeyse yaşadıkları söylenen bölgelerin tarihi kadar
karanlıktır. Bir söylenceye göre soyları, zalimlikleri
yüzünden tahttan indirilen iki İskit prensesi Scolopotus
ve Hylinos ile başladı. Bu iki prenses, aileleri,
takipçileri ve takipçilerinin aileleriyle birlikte
yurtlarından ayrılarak Kafkasların eteklerinde bir
devlet kurdular.Yeni bir ülke arayışındaki tüm göçebe
kavimler gibi önceleri öldürdüler ve yağmaladılar. Fakat
ele geçirilen halklar öç almak için gizlice
silahlandılar. Bunu izleyen ayaklanmada İskit
efendilerini yenmeyi başardılar. İskitlerin bütün
erkekleri öldürüldü. İskitlerde savaş eğitimi kadın
erkek ayrımı yapılmadan herkese verilirdi. Savaş eğitimi
almış olan İskit kadınları kaçmayı
başardılar.Peşlerinden gönderilmiş bir birliği de
yenmeyi başarmış, takipçilerinden kurtulmuşlardı.
Erkekleri olmayan ve eskiden hükmettikleri insanlar
tarafından esir edilmenin aşağılayıcılığına katlanmayı
reddeden kadınlar Meotis Gölü (Azak Denizi) bölgesinde
tamamen kadınlardan oluşan bir devlet kurdular. Biri
devlet işlerini biri de orduyu yönetecek iki kraliçe
seçtiler. Güçlü bir ordu oluşturduktan sonra
savaşçılıklarını denemek üzere savunmayı bırakıp
saldırıya geçtiler. Buna rağmen başarılı olmaktan
uzaktılar; nüfuslarının artmaması onlar için bir
dezavantajdı. Yeni kazandıkları özgürlükle evliliğin
kölelik olduğuna inandıkları halde soylarının tükenmesi
tehlikesi, yakın topluluklarla anlaşma yapmalarını
gerektirdi. Bu geçici birlikteliklerden doğan erkek
bebekler babalarına geri verildi; kızlarsa yaya ve at
üzerinde dövüşebilmek üzere çocukluktan itibaren eğitim
gördüler.
Başlangıçta genç kabile Don Nehri kıyısında yaşardı.
Nehrin adıda ordu kraliçesi olan Lysippe ’nin oğlu
Tanais ’ten gelir. Tanais savaşa olan tutkusu ve
evliliğe değer vermeyişi yüzünden Afrodit ’i kızdırır ve
annesine aşık olmakla cezalandırılır. Tanais ensest
ilişkiye girmektense kendisini nehre atıp boğar. Nehir o
günden sonra onun adıyla anılır. Lysippe, Amazonları
Anadolu’ya getiren kraliçedir. Onun zamanında Amazonlar
Karadeniz’e geldi ve güney kıyısına yerleşmeye,
krallıklarının batı sınırını belirlemek için ormanların
arasında bir kent kurmaya karar verdiler. Bu kente
kraliçelerinden birinin adını verdiler: Sinope.
Hakimiyetlerini Kolkhis ’e (Eskiden Karadeniz ’le
Kafkasya ’nın güneyi arasındaki bölgeye verilen ad)
kadar genişlettiler. Bölgedeki dağlara Amazon dağları
adı verildi. Amazon Dağları’ndaki derelerin birleşmesiyle
oluşan geniş ve kısa bir nehir olan ve Karadeniz ’e
dökülen Thermodon Nehri ’nin ağzındaki güzel bir burnun
üzerine başkentleri Themiserya’yı (Bugünkü Terme)
kurdular.
Amazon
savaşçılarının en mağrurları barışta kendilerini
avlanmaya ve savaş talimlerine verirdi. Bununla birlikte
Anadolu Amazonları’nın tarımla da uğraştıkları sanılıyor.
Savaşçılar her yıl iki aylarını çocuk sahibi olmaya
ayırırlardı.Yalnızca savaşta adam öldürenlerin
çiftleşmesine izin vardı. Başarılı olan savaşçılar
kendilerini komşuları Gargarianlardan ayıran dağa gider,
bekarlıklarının özgürlüğünü simgeleyen kemerlerini
çıkarırlardı. Bir Amazon hamile kaldığında eve dönerdi.
Doğan kızlar Amazonlarla kalır, savaşçı olarak
yetiştirilirlerdi. Oğlan çocuklar Gargarianlara geri
verilirdi.
Gargarianlarla geçirilen ya da tarımla uğraşılan birkaç
ayın dışında Amazon ülkesi bir ordu devleti
görünümündeydi. Ekonomik, politik ve sosyal yapılanmalar
savaş temelliydi. Savaşa giden ordu, gençliklerinin en
seçkin dönemindeki savaşçıları kapsardı. Bu savaşçıların
ata binmedeki üstünlükleri anlatılırdı hep. Çıplak ata
biner, çoğunlukla sadece yular kullanırlardı. Bir
rivayete göre Anadolu ’ya biniciliği ilk onlar
tanıtmıştı. Savaşlarda hızlı ve yenilmez olmalarını ata
bu denli hakim olmalarına borçluydular. Bir Amazon daha
küçük yaşta, erkeklerin egemen olduğu bir toplumla alay
etmeyi öğrenirdi. Amazonların savaşçı yetenekleri üst
düzeydeydi. Okçulukları çok başarılıydı.Kalkanlar ve
zırhlar oklarına karşı korunmaya yetmiyordu. Kargılar ve
“bigennis ”denilen çift ağızlı baltalarıyla savaşlarda
çevrelerine dehşet saçarlardı. Darbelerden korunmak
içinse ana tanrıçanın simgelerinden biri olan Ay biçimli
kalkanlar kullanırlardı.
Amazonlar yüzyıllar boyunca Karadeniz ’deki üslerinden
çok uzaklara akınlar düzenlediler. Kraliçeler, Efes ve
Thiba gibi kentler kurdular. Üç kraliçe tarafından
yönetilen (Marpesia,Lampado,Hippo) üç kabile batıda
Trakya’ya, doğudaysa Suriye’ye yöneldi. Başkentleri
Themiserya ’da savaş ganimetlerinin artmasıyla Artemis
’in ilkel bir versiyonu için tapınaklar inşa edildi ve
onuruna festivaller düzenlendi.
Yunanlı
coğrafyacı Strabon da Amazonlardan bahsedenler
arasındadır. "…Bazıları, isimleri Alazonlar, diğerleri
Amazonlar olarak ve Alybe’den sözcüğünü Alope’den ya da
Alobe’den şeklinde okuyarak ve Borysthens Irmağı
ötesindeki İskitlere ‘Alazonlar’ ve aynı zamanda
‘Kallipidler’ ve daha başka isimler vererek –ki bu
isimler Herodot, Hellanikos ve Eudoksos tarafından bize
zorla kabul ettirilmiştir- ve Amazonları Kyme yakınında
Mysia, Karia,ve Lidya arasına yerleştirmek suretiyle, ki
bu, Kyme’li Ephoros ’un da fikridir, tarihi metni de
ğiştirmişlerdir. Ephoros ’un bu görüşü mantıksız
olmayabilir; çünkü onlar vaktiyle Amazonlar tarafından,
sonradan Aioller ve İyonlar tarafından yerleşilmiş olan
ülkeyi kastetmiş olabilirler ve söylediğine göre
isimlerini Amazonların vermiş olduğu belirli kentler
vardır: Ephessos,Smyrna,Kyme ve Myrina gibi …"
Amazonların Anadolu ’daki yaşantılarını bize
anlatanlardan ikisinin adı Halikarnas ’la ilişkilidir.
Bunlardan ilki Halikarnas’lı Herodot ’tur. Tarihin
babası olarak anılan ve sonradan Strabon’un da
Amazonlardan söz ederken atıfta bulunduğu Herodot,
onların öyküsünden ilk bahsedenlerdendir. "Amazonların,
ki İskitler bunlara oirpata derler, Yunanca karşılığı
erkek öldürenler demektir" der yazdığı tarihte. Onlara
savaş açan Yunanlılar, diye anlatır, Thermodon savaşını
kazandıktan sonra canlı olarak yakaladıkları Amazonları
üç gemiye doldurup denize açıldılar. Amazonlar açık
denizde erkeklerin üzerine atılıp onları döve döve
öldürdüler. Ama bir gemi nasıl yönetilir bilmiyorlardı,
dümen nasıl tutulur, yelken nasıl kullanılır haberleri
yoktu. Erkekleri öldürdükten sonra, rüzgarın ve dalganın
önüne katılmışlar, Dik Bayır denen yere varmışlardı.
Amazonlar burada karaya çıktılar,çevrede otlayan atlara
rastlayınca bunların üzerine atladılar ve İskit
topraklarını yağmalamaya başladılar. İskitler başlarına
gelene bir anlam veremiyorlardı. Bunların ne dillerini
anlıyor,ne giyinişlerini tanıyor,ne de kim olduklarını
biliyorlardı. Amazonların saldırıları karşısında şaşırıp
kalmışlardı; bunları genç ve zorlu erkekler
sanıyorlardı. Savaş alanında kalan ölüleri görünce daha
da şaşırdılar, bunlar genç erkekler değil, kadınlardı.
Bir daha ne olursa olsun onları öldürmemeye karar
verdiler. Bakacaklar, görünüşte bunlar kaç kişidir,
aralarından o kadar sayıda genç delikanlı ayıracaklar,
karşılarına onları çıkaracaklardı. Bu gençler kamplarını
Amazonların kampının yanına kurup davranışlarını onlara
göre ayarlayacaklardı.
Eğer
kadınlar üstlerine yürürlerse savaşmayıp arayı biraz
açmakla yetineceklerdi. Sonra onlar durunca bunlar da
duracak ve kamplarına geri döneceklerdi. İskitler böyle
düşünmüşlerdi; çünkü bu kadınlardan çocukları olsun
istiyorlardı. Delikanlılar aldıkları emirleri yerine
getirdiler.
Amazonlar onların kendilerine zararları
dokunmayacağını anladıklarında onlara aldırmaz oldular…
Öğle vakti olunca Amazonlar birer ikişer çevreye
dağılır, doğal gereksinimlerini karşılarlardı. Bunu
gören İskitlerden birisi kızlardan biriyle birlikte
oldu. Kız da buna karşı koymamıştı. Bunu izleyen
günlerde İskit gençleriyle Amazonlar daha da
yakınlaştılar; kamplarını birleştirip beraber yaşadılar.
Amazonlar İskitlerin dilini konuşmaya başlayınca
gençleri kendileriyle birlikte gelmeye ikna ettiler.
Birlikte Tanais Nehri ’ni geçip yeni topraklara
yerleştiler.
Amazonlardan söz eden bir diğer isim de Halikarnas
Balıkçısı’dır. Ege ’de bulunan birçok kentin Amazonlar
tarafından kurulduğunu anlatır: "Anadolu ana erkil bir
sistemle idare edilirken büyük ana tanrıça Kibele’ye
tapılırdı. Kibele bir ay tanrıçasıydı. Kızlığı,
kadınlığı ve analığı temsil ettiği için doğan ay,
dolunay ve azalan ay olarak gösterilirdi, yani üçlek bir
yapıdaydı. Ana tanrıçanın birçok adı vardı. Bunlar
arasında İzmir adının kökü bakımından ‘Marian ’,‘Mirin
’,‘Aymari ’,ve ‘Mariyamne ’adları önemlidir. Bu adların
sonuncusu Suriye ’ye vardığında Meryem’e, batıya
ulaştığındaysa Marian ’a dönüşür"…şimdi gelelim eski bir
efsaneye: Mirin adlı bir Amazon kraliçesi, Kuzey Ege
kıyılarında ‘Serne ’adında bir kenti zapteder,
erkeklerin tümünü kılıçtan geçirir; kadın ve
çocuklarıysa köle olarak tutar. Kraliçe onlar için kendi
adını taşıyan, Mirin kentini kurar. Mirin,aynı zamanda
Kyme, Prienne ve Pitane, Lesbos Adası’nda da Mitilin
(Midilli) kentlerini kurar. Bir gün adaya giderken
fırtına kopar. Ana tanrıça Kibele filoyu korur ve
Semadirek Adası’na götürür. Kraliçe Mirin o güne dek
kimsenin oturmadığı adada Kibele’ye saygı ve
şükranlarını anlatmak için bir tapınak kurar.
Buradan da
anlaşılıyor ki Kraliçe Mirin,Tanrıça Mirin ’in bir
rahibesiydi.
Amazonlarla ilgili söylenceleri bir kenara bırakırsak
geriye fazla birşey kalmıyor aslında.Tarihte gelmiş
geçmiş bütün halkların geçmişine bakıldığında,
söylencelerin yanında gerçek olan olayların tarihinin de
anlatıldığını görüyoruz. Amazonlardaysa bu ayrım
neredeyse yok denecek gibi. Anadolu ’dan geçen bütün
halklar Amazonların izini -eğer vardıysa- çoktan
örtmüşler. Peki o halde Amazonların gerçekliğiyle ilgili
soruları yanıtlamaya nereden başlamak gerek? Onların
yalnızca söylenceden ibaret olduklarını söylemek ne
denli zorsa gerçekten yaşadıklarını söylemek de aynı
şekilde zor. Bugüne dek bu konuda ortaya atılmış birkaç
temel görüş var. Bunların hepsi de Amazonların
öyküsünün, günümüzdeki halini alıncaya dek çeşitli
söylencelerle beslendiğini ortaya koyuyor. Birinci
görüş, Amazonların, erkeklerin yanında yardımcı olarak
savaşa giren kadınlardan türediği yolunda.
İkinci
görüş Yunan kolonilerine saldıran tamamen tıraşlı
yabancıların kadınlar olarak yorumlanmasıyla ilgilidir.
İlk görüşü ortaya atan Bizans tarihçisi Caesarea ’lı
Procopius, düşüncesini şöyle dile getirir: "Sabiri diye
çağrılan Hunlar, diğer bazı Hun kabileleri gibi o
bölgede (Kafkasya ’da) yaşarlar ve Amazonların aslında
burada ortaya çıktıklarını ve sonradan Thermodon Nehri
’nin üzerinde şu anda Amisos kentinin bulunduğu,
Themiserya yakınlarında kamp kurduklarını söylerler.
Fakat bugün Kafkas bölgesi civarında Strabon ve
diğerlerince haklarında çok yazılmış olmasına rağmen
Amazonlarla ilgili ne korunmuş tek bir hatıra ne de
onlarla ilişkili bir isim vardır. Erkeklerin
özelliklerini taşıyan bir kadın ırkının asla var
olmadığını ve insan doğasının kabul edilmiş gerçeğinin
Kafkas Dağları’nda bir istisna oluşturmadığını savunan
tez daha akla yakın görünüyor. Fakat gerçek, bu
bölgelerdeki kavimlerin kadınlarıyla birlikte büyük bir
orduyla Asya ’ya bir akın düzenledikleri,Thermodon Nehri
’nde kamp kurdukları ve kadınlarını burada
bıraktıklarıdır. Sonra, erkekler Asya ’nın büyük bir
kısmını yağmalarken bu toprakların yerli halklarınca
kıstırıldılar ve tek kişi bile kurtulamadan
katledildiler. Böylece hiçbiri kadınların kampına geri
dönemedi. Bundan böyle kadınlar çevrede yaşayan
halkların intikamından korktuklarından erzakın da
yetersizliğiyle erkeklerin görevlerini üstlendiler.
Erkeklerin kampta bıraktıkları araçlarla
silahlandılar.Tümüyle yok edilene dek de burada erkeksi
bir cesaret göstermek zorunda kaldılar. Olan işte buydu.
Amazonların kocalarıyla birlikte savaşa çıktıklarına
benim zamanımda gerçekleşen bir olaya dayanarak
inanıyorum …Hunlar Roma topraklarına sık sık akın eder,
savaşırlardı. Geride bıraktıkları ölü Hunların arasında
kadın savaşçıların cesetlerine de rastlanırdı…"
Procopius ’un, Kafkasları Amazonların kalesi olarak
göstermesi gelenekle uyum sağlar. Dağlar,sık ormanlar ve
genel olarak keşfedilmemiş bölgeler, geç klasik dönemde
yaşayanlara göre Amazonların yerleşim yerleridir.
16.yüzyılda yaşamış olan İspanyol kaşifi Francisco de
Orellana, Güney Amerika ’da Marnaon Nehri kıyılarında
Tapuyas yerlilerinin saldırısına uğradı. Anlattığına
göre yerlilerin saflarında silahlı kadınlar da vardı.
Nehir bundan sonra Amazon olarak anıldı. Amazonlarla
ilgili ikinci bir görüşse onların aslında tıraş olmuş
erkekler olduğu yolundadır. Bu görüşü düşünmeye
başlamadan önce kadınlarla karıştırılan erkeklerin
birtakım koşulları taşımaları gerektiği görülüyor:
1)
Amazonların yaptığı gibi onlar da Anadolu ’ya birçok
küçük kabilenin bulunduğu dönemde yerleşmiş
olmalıdırlar.
2)
Güçlerinin zirveye ulaştığı dönem Amazon zaferleriyle
üst üste gelmelidir ve MÖ 15 ila 20.yüzyıllardan sonra
olmamalıdır.
3)
Akaların MÖ 1100 dolaylarında Attika ’dan Anadolu ’ya
göç etmelerinden önce yok olmuş olmaları gerekmektedir.
4)
Yunanlıların sakalsızlığı kadınlıkla özdeşleştirdikleri
bir dönemde sakalsız olmalıdırlar. Böyle bir millet
aramak Amazonları aramaktan çok daha güç gibi görünüyor.
Oysa böyle bir halk var: Hititler.
Hititler
o dönemde dünyanın en büyük uygarlıkları arasındaydı.
Hititlerin yükselişi MÖ 1300 ’lerde başladı; Mısırlıları
yendikleri MÖ 1296 ’da doruğa ulaştı. Ne var ki bir süre
sonra batıdan gelen deniz halklarının baskısına
dayanamayan Hitit devleti çöktü, MÖ 1200 ’lerde
başkentleri Hattuşaş yakıldı. Amazonların yok oluşu gibi
Hitit imparatorluğu da hızlı bir biçimde tarih
sahnesinden çekildi. Öyle ki MS 19. yüzyıla dek
unutuldular. Eğer Hititlerle Amazonlar arasında heyecan
verici bir benzerlik olduğu kabul edilirse, sakal bir
anda önem kazanır. Hititler, Yunanlıların sakal bırakma
adetini izlemediler. Yunanlılar için sakal, savaş
alanında yakın dövüşürken ya da herhangi bir sokak
kavgasında sorun çıkarsa da, hazine değerindeydi. Sakal,
düşmana tutup çekebileceği uygun bir araç sağlıyordu. Bu
nedenle MÖ 331 yılında Büyük İskender Arbela savaşına
girmeden önce askerlerine sakallarını kesmelerini
emretmişti. Gerçek ne olursa olsun Yunanlılar, Büyük
İskender dönemine dek sakallarını kesmediler. O yıllarda
kıllılık erkekliği, kılsızlık da kadınlığı simgeliyordu.
Ünlü komedi yazarı Aristophanes, oyunlarından birinde
efemineliğiyle ünlü oyun yazarı Euripides’e, Agathon ’a
cilveli bir eda ile "Her zaman yanında tıraş bıçağı
bulunur.
Onu bir
saniyeliğine bana versene" dedirtir. O dönemde tıraş
bıçağı erkeğin değil, kadının gerekli bakım eşyalarından
biriydi. Yunanlılar, Hititlerle ilk kez MÖ 12. yüzyılda
ilişki kurdular. İki uygarlık Akaların Dorlardan kaçmak
üzere Anadolu’nun Ege Denizi kıyılarında kurdukları
kolonilerin bulunduğu topraklarda karşılaştılar.
Hititler sakal uzatmayı Yunanlılardan görüp
benimsediler. 12.yüzyılın ortasından önce yapılan
anıtlarda Hititler tıraşlı gösterilir; sonrasında
sakallıdırlar. Yunanlılar için bu dönem öykü
anlatıcılarının evlerinden uzak göçmenleri
cesaretlendirip şevklendirmek için masallar
oluşturdukları dönemdir. Masallarda Aka kahramanları
tekrar tekrar anlatılarak yaşatılırdı. Eski
çarpışmaların bazılarında Yunanlılar sakalsız Hitit
savaşçılarını küçümseyerek "kadın savaşçılar" olarak
adlandırmış, ya da tamamen yanlış anlamaya dayalı,
Hititleri kadın zannetmiş olabilirlerdi. Bu tür
yanılgıların izlerini Yunan mitolojisinde görmek mümkün.
Sözgelimi o döneme dek at görmeyen Yunanlılar, ata
binmiş birini gördüklerinde ikisini tek bir canlı gibi
düşünmüş ve kentaurlar söylencesine neden olmuşlardı.
Aynı şekilde Hititlerin profilden devasa boyutlarda
duvarlara resmettikleri tanrı figürlerini de görmüştü
Yunanlılar.
Hititler,uydukları saygıdan dolayı tanrı figürlerini
insanlara göre çok büyük çiziyorlardı. Profilden
çizildiği için tek gözü görülen tanrı figürleri
Yunanlılar arasında tek gözlü devler olan Kyklop
(Tepegöz) söylencesini doğurmuştu. Amazonlar da böylesi
bir yanlış anlamanın sonucunda ortaya çıkmış
olabilirler. Halikarnas Balıkçısı "Böyle bir yanlış
anlama varsa İzmir kentinin Hititlerce kurulduğunu
söyleyebiliriz" der.
Balıkçı,
ayrıca Artemis tapımının kökeni olan ana tanrıça
tapımının Hititler döneminde yerleşmiş olduğunu söyler.
Efes ’teki Artemis heykellerinin iki yanında bulunan
geyiklerin de Hititlerin kader, mutlu alın yazısı
simgeleri ya da tanrısı kimlikleriyle, “runda” adında
kutsal saydıkları geyik olduğunu da belirtir. Bu görüş
akla oldukça yatkın gelse de minik bir pürüz içeriyor.
Bugün Hititler olarak bildiğimiz, kendilerine Nesililer
diyen halk, Asya’dan Anadolu ’ya geldiğinde ataerkil
yapıdaydı. Dolayısıyla beraberinde bir tanrıça kültürü
getirmiş olamaz. Nesililer denen halk Anadolu’yu ele
geçirip birleştirdikten sonra burada yaşayanların
kültürlerini benimsemiş, hatta onların adını almıştı.
Hatti Ülkesi denen Anadolu, anaerkil yapısını koruyordu.
Bundan yola çıkarak belki de Amazonların çıkış noktasını
Hititlerden daha geride, Anadolu’nun Nesililerden önceki
halklarında aramak daha doğru olabilir.
Gerçek
ya da söylence, kadın savaşçılar ya da kadın sanılan
erkekler; Amazonlar yalnızca Anadolu halkları ve
Yunanlılar üzerinde değil, tüm dünya tarihinde bir yer
sahibi bugün. Feminist hareketlerde kadının erkeklerle
eşitliğini vurgulamak için Amazon sözcüğü hala
kullanılıyor. Bu cesur kadın savaşçılarla ilgili
anlatılanlar bir masalsa, romanlardan televizyon
dizilerine dek bütün dünyanın aklına kazınmış bir masal.
KAYMAKÇA
Halikarnas Balıkçısı, Merhaba Anadolu, Bilgi
Yayınevi,1997
Herodotos, Herodot Tarihi, Çev:Müntekim Ökmen,
İstanbul,1991
Sobol, D.J., Yunan Mitolojisinde Amazonlar, Çev:Burcu
Yumrukçağlar, Öteki Yayınevi,1999
Strabon,Geographika, Arkeoloji ve Sanat Yayınları,
Çev:Adnan Pekman,2000
Salmonson, J.A.,The Encylopedia of Amazons, Paragon
House,1991
Umar, B.,
İlkçağda Türkiye Halkı İnkılap Yayınları,1999 |