...................
...................
ÇERKESLER

Özdemir Özbay

Nart Dergisi, Mart-Nisan 1997

 
...................
 
 

İnsan ırkının 300 bin yıl önce ortaya çıktığı ülke, hemen tüm dünya dillerinde yer alan, ulaşılmaz, gizemli, atlas renkli, düşler, mutluluklar ve büyük acıların yaşandığı ülke; Çerkes boylarının kutsal ata yurdu; doğudan batıya, kuzeyden güneye, binlerce yıldır toplumların, uygarlıkların geçtiği tarih kavimleri kapısı...

Kafkasya, değişik etnik kökenli toplumların bir arada barındığı bir bölgedir. İnsan ırkının 300 bin yıl once Kuzeybatı Kafkasya'da ortaya çıktığı savının detaylarına inince, Kuzeybatı Kafkasya'da türeyen insan soyunun öncelikle yakın çevreye, Transkafkasya'ya, kuzey-doğuya ve güney-batıya yayıldıkları görülmektedir. Bu savları bir dereceye kadar dogrulayan bulgular ve kanıtlar vardır. Nitekim, şimdi Krasnodar toprakları içerisinde, Karadeniz kıyıları boyunca çok sayıda palaeolitik yerleşim alanları bulunmuştur. Bunlara ilk yerleşen insanların avcı ve besin toplayıcısı oldukları anlaşılmaktadır.

İnsanoğlunun besin toplayıcı olan ekonomik yapısından, üretim ekonomisine, hayvancılık ve tarıma geçişine kadar binlerce yıl geçmiştir. Bu dönemde üretim araçlarının halen taş ve kemikten yapılmıs olmasına karşın, güçlü bir anaerkil toplum düzeninin de olduğunu biliyoruz. Anaerkil toplum düzeni sürecinin başlangıcında metal henüz bilinmemektedir. Yüzlerce yiı sonra metalle tanışan insanoglu, ilk olarak bakır ve tunçu kullanmaya baslamıştır. Ancak altın, daha çok dekoratif amaçlarla ve takı eşyası üretiminde kullanılmıştır.

Kuzeybatı Kafkasya erken metal çağına M.Ö. 3000 yıllarında, baska bir deyişle, günümüzden 5000 yıl önce ulaşmıştır. Bu dönem yaklaşık olarak, mezar alanları üzerinde mezar tümseklerinin ortaya çıktıgı döneme denk gelmektedir. Arkeologlar, bu dönemde bu bölgede yaşayan insanları ilginç bir sınıflamaya tutmuslardir: Kaya mezar - Katakomp mezar toplumları ve ahşap mezar kabileleri gibi. Baska bir sınıflama, yaşanan topraklara ve bolgelere göre yapılmaktadır. Maykop (Miyekuape) ya da Kuzey Kafkasya boyları sınıflamasının olması gibi.

Anılan mezar örnekleri Krasnodar'da ve özellikle Adigey Cumhuriyeti baskenti olan Maykop'daki müzede sergilenmektedir. Bu maket mezarlarda, mezarların açıldığı andaki durumları, ölülerin gömülüş biçimleri, mezardan çıkan eşyaların özellikleri detaylı bir biçimde belirtilmektedir. Bu mezarları bırakan insanların genelde uğraş alanı hayvancılıktır. Ancak, toprağı işlemeyi de bir ek iş olarak yaptıklari anlaşılmaktadır.

Kuzeybati Kafkasya'nın dağlık bölgelerinde ve Karadeniz kıyılarında ortaya çıkan Dolmen Kültürü, adını alışılmadık neolitik oda mezarlar ya da kayalarda oyulmus mezarlardan almıştır. Kuzeybatı Kafkasya Dolmelerinin geçmisi, M.Ö. 2000’in ortalarından son çeyreğine kadar olan döneme rastlamaktadır. Bu mezarlar, Kuban nehrinin sağ yakasında yer alan bozkır hattındakı kuyu-mezar kültürü topluluklarına ait mezar tepeleri ile yaşıttır. Orada ölüler üzerleri kereste ile kapatılan çukurlara gömülürdü. Bu mezarlar genellikle eşya bakımından çağdışı olan diğer mezarlara göre fakir olmalarına karşın, ölünün kimi zaman dört tekerlekli bir araba ile gömüldüğü de olurdu. Bu mezarlarda altın küpeler dışında metal eşyaya çok az rastlanmıstır.

M.Ö. 3000'de Kuban nehrinin güneyinde Maykop Kültürü doğup gelişmiştir. Bu kültür, giderek etkilerini doğuda Dağistan'a, batıda Novorosissk ve Taman topraklarına dek hissettirmiştir. Bu kültürün en parlak döneminde demir dışındaki tüm metallerin işlendiği anlaşılmaktadır. Bu dönemde Maykop kültürü içerisinde çarklı çömlek tezgahının kullanıldığı anlaşılmaktadır. Uygarlığın özellikleri yakın-doğu ve özellikle Mezopotomya uygarlığı havasını vermektedir. Bu denli erken bir dönemde çömlekçi çarkının bulunmasını, Mezopotomya uygarlığının etkisi olarak değerlendiren araştırmacıar da vardır. Ancak, bu yaklaşım çok gerçekçi değildir.  Maykop kültüründe ölüler çok zengin altın ve gümüş eşyalarla dolu mezarlara gömülmektedir. Bu mezar tepeleri içerisinde söz konusu kültüre adını veren Maykop Mezar Tepesi her yönü ile diğer mezar tepelerinden farklıdır.

Günümüzden 4000 yıl önce, M.Ö. 2000'in ilk yarısında, antik Kuzey Kafkasya kültürünün ilk bulguları, Katakomp mezar kabilesinin kültürel ve tarihsel değerleri Kuban steplerine doğru yayılmıştır. Bu kültür diğer Kuzey Kafkasya kabileleri ile yakın bir ilişkiye girmiş ve bu ilişki sonucu kabileler giderek nehrin diğer yakasına sürülmüşlerdir. Bu yer değişikliği ile ilgili olarak bu bölgelere yabancı kabileler kendi ölü gömme yöntemlerini de getirmislerdir. Bu kabilelerin ölülerini, altını açık bıraktıkları çukurun yan tarafına gömerek üzerlerini büyük bir toprak tepecik ile örttiklerini görmekteyiz. Bu döneme ait mezar bölgelerinde çok sayıda metal eşyaya rastlanmıstır. Son yıllarda bu bölgelerde ahşap mezar kültürüne ilişkin ve geçmişi M.Ö. 2000 yıllarının sonlarına uzanan mezarlar bulunmustur. Kuzay Kafkasya'da kabile gelişiminin son aşaması olan Tunç çağı, burada bulunan metal işleme sahasının varlığı ile karakterize olmaktadır. Bakır cevherinin çıkarılıp eritildiği, alaşımlarından, özellikle tunçtan çesitli eşyaların yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu dönemin sonu, demirin ortaya çıkışının tanığı ve yeni bir çağın habercisi olmuştur.

Kuzeybatı Kafkasya'da demir M.Ö. 8.yüzyıldan bu yana bilinmektedir. Engels'e göre demir cevherinin eritilerek demir elde edilmesi, "demir kılıç ile birlikte saban demiri ve balta demiri" dönemini başlatmmıştır. Tarihte devrim yaratma işlevi üstlenen, tüm hammaddelerin sonuncusu ve en önemlisi olan demir insanlığın hizmetine bu çağlarda girmiştir. Demir geniş alanlarda tarım yapmayı ve ormanların temizlenerek tarıma elverişli duruma getirilmesini sağlamıştır. Demir insanoğluna, tasın ve diğer metallerin hiçbirisinin dayanamayacağı sertlik ve keskinlikle araç ve gereçler bağışlamıştır. Demirin tarım araçları haline dönüşmesi, yavaş yavaş besin toplayıcı toplumdan hayvancılık ve tarıma dayalı topluma geçişi sağlamıştır. Bu geçiş, erkek gücüne gereksinim duyduğu için toplumda erkeğin işlevinin ve saygınlığının artmasını da getirerek babaerkil toplum düzeninin de habercisi olmustur.

Üretici güçlerin ve aletlerin gelişmesi hayvancılığı belli ölçüde önemsizleştirmiştir. Daha sonra bu yörelere yerleşenler, yerleşik düzene geçenler, kendi yaşam biçimlerini, topraği işleme yöntemlerini geliştirerek, toprağin sabanla işlendiği daha gelişmiş bir dönemi başlatmış, aynı zamanda sosyal değişimler de yaşatmıştır. Daha gelişmiş bir ekonomi, servetin belirli ailelerde toplanmasını ve zamanla bu ailelerin bir klan aristokrasisi çevresinde toplanarak topluluğun diğer kesimlerinin kendilerine bağlanması sonucunu getirmiştir. Bu dönemde ayrıca geniş kabile birliklerinin biçimlendiği, belirgin hale geldigi dönemdir.

Kabile birliklerinin biçimlendiği bu dönemde, bugünkü Çerkes boylarının ataları olan Meot, Sind, Zikhi, Kerket, Pses, Henioch, Zanig ve daha başka boylar bu tarihten başlayarak maddi ve kültürel gelişimlerini, daha baska bir deyimle etnik bütünleşmeyi tamamlamaya başlamıştır.

Bugünkü Kuzey Kafkasya'nın otokton halkı olan Çerkes boyları, kimilerinin savundugu gibi Sami ırkından olmayıp, Orta Dogu'dan kuzeye göç etmemiştir. Tarihin hiçbir çağında sıcak denizlerden, sıcak iklimlerden kuzeye, daha soğuk bölgelere hiç bir göçe rastlanmaz. Başka bir deyişle, İslam dininin etkisi ile Kavm-i Necip olarak anılmaya başlanan Arap halkı ile ya da Sami ırkı ile Kuzey Kafkasya boylarının hiç bir ilgisi bulunmamaktadır.

Dogudan kaynaklanan kimi stilize motiflerin ya da eşyaların benzeşimini dayanak olarak gösteren, Çerkeslerin kökenini Orta Asya steplerine ve Turan illerinde arayanlar da yanılgıya düşmektedirler. Çerkesler Kuzey Kafkasya topraklarında etnik konsolidasyonlarını tamamayan otokton topluluklardır.

Eski Kuzey Kafkasya halkları ve kabilelerinin adlarının bugün bilinmesini, komşuları tarafında bırakılan yazılı anıtlara borçluyuz. Bu yazılı belgelerde adı geçen boylar; Kimmer, İskit, Sarmat, Tauri, Sind, Meot, Kerket, Zikhi, Henioch, Zanig, Pses, Psil ve Kolchi'dir. M.Ö. 1.yüzyilda ve Hıristiyanlık döneminin ilk yıllarında Kuzey Kafkasya nüfusunu Meotlar ile diger Kuzey Kafkasya'lı dağlı kabileler oluşturmaktaydı. Meotlar, Azak Denizi'nin doğu kıyılarında, Kuban nehrinin alt ve orta havzalarında yaşıyordu. Nehrin sağ yakasında kalan toprakları, bugünkü Tamizbekskaya yerleşim bölgesine kadar uzanıyordu. Meotların çağdışı olan Antik Grekler (Yunanlılar); M.Ö. 6.yüzyılda ilk kez Meotlardan söz etmektedirler. Öte yandan Meotların M.Ö. 8. ve 7.yüzyılın ilk yarısı arasındaki dÖnemde, kökü Tunç Çağı'na kadar uzanan bir kültüre şekil verdikleri gerçeği de arkeolojik bulgulardan anlaşılmaktadır.

"Meot" sözcüğü bir çok küçük kabileyi kapsayan kollektif bir isimdir. Hıristiyanlığın baslangıç döneminde yaşamış olan eski Grek coğrafyacısı Strabo, "Meotlarin; Sind, Dandari, Toreates, Ayres, Arreches, Torpotes, Obicliakenes, Doskhi ve diger bir çok kabileden oluştuğunu" yazar. Yanlız antik edebiyat kaynaklarında değil, bu konuyu işleyen Bosphor Krallığı topraklarından çıkartılan taş tabletlerde de Azak Denizi'nin güney kıyıları ve Kuban havzası antik kabilelerinin isimleri açıklanmaktadır. Bu isimler Meot kabilelerini oluşturan ve Bosphor Krallıgı’nın da unsurları olan Sind, Dandari, Toreatesi Pses ve Sarmat kabileleridir. Bu topluluklar daha kuzeylerde, Don ve Volga ırmakları arasındaki, daha önce Meotlara ait olan toprakları işgal etmiş görünmektedir (özellikle Sarmatlar). Don ve Kuban nehirleri arasında dogal bir sınırın bulunmaması ve Sarmatlariın göçebe bir topluluk olması nedeniyle, bu topluluğu bir kuzeyde bir güneyde, bir Kuban Havzası'nda görebilmekteyiz.

Bugünkü Çerkeslerin ataları olanve M.Ö. 1000 yıllarının ilk yarısında etnik konsolidasyon (pekişme) sürecini tamamlamiş olan Kuban steplerinin bu sahipleri incelendiğinde, devamlı bir yer değişiminin yaşandiığı görülmektedir. Örneğin İskitlerin, bu steplerde yaşayan kabileleri geride bırakarak, steplere geçtikleri ve Kafkas Dağları’ndaki geçitleride aşıp Transkafkasya'ya (bugünkü Gürgüstan, Ermenistan ve Azarbaycan toprakları) gittikleri, bu yöreleri yağmaladıkları, M.Ö. 6.yüzyılın başlariında ise tersi bir akın başlatarak eski topraklarına döndükleri bilinmektedir. Bu yörede sürekli İskit yerleşimi bulunmamaktadir. Dolayisiyle bu bolgede bulunan kalıntılarda İskit yapıtı pek azdır.

Öte yandan Antik Yunan kolonileri (Phanugoria kenti) yaklaşık 2500 yıl önce Sindlerin saldırısı ve işgali ile Taman Yarımadası’ndan çekilmistir. Kuban bölgesinde ve Azak Denizi'nin doğu kıyısında yaşayan Meotlarla çağdaş Yunan kolonilerinin içerisinde en gelişmiş olanı kuşkusuz Phanugoria Site Devleti’ydi. Bu kentin yerleşim yeri bugünkü Seneggo kasabası yakınlarında bulunmaktadır. Bölgedeki diğer Grek kolonileri, Cepi ve Hermonacca'dır. Bu kolonilerin gelişimleri, Kırsak sınırları ile birleşmiş, ayrı birer bağımsız devlet statüsünde ve M.Ö. 6. ve 4.yüzyıllardaki Grek uygarlığının sosyopolitik yapısını belirleyen "polis"ler biçiminde oluşmuştur. Kerç ve Taman yarımadasındaki bu site devletlerin tarihsel gelişimi, giderek Panticapeum'un başkent oldugu Bosphor İmparatorluğu ile birleşme sonucunu getirmistir. Bu imparatorluk köleci bir devletti; hükümdarları sürekli dogu ve güneye inme ağırlıklı bir politika izlemiştir. Bu politikanın sonucu olarak aşağı Kuban bölgesinde yaşayan Meotlarin Sind koluna ait topraklar işgal edilmiştir. Daha sonra diğer Meot boyları da bu krallıgın sınırları içerisine girmiştir. Zamanla bütün bu kabileler imparatorluk sınırları içerisinde birbirlerine bağlandıkları gibi, kültürel olarak da belirli bir yere kadar kaynaşmışlardır.

Yukarıda da belirtildiği gibi bu tür göçler, yer değiştirmeler uzun yıllar sürmüştür. Örneğin, Strabon'a göre bir Sarmat kabilesi olan Sirakisler, M.Ö. 2.yüzyılda Kuban bölgesine gizlice sızarak Kafkas Dağları’nın güneyine dek inmişlerdir. Güçlü göçebe kabilelerden olusan Sarmatlarin yaşam biçimi, üstün tarım yaşamı ve yöntemleri bilen Meotların etkisiyle değişmistir. Strabo Sirakisleri tanımlarken, "kimi grupların çadırda yasayıp toprağı sürdüklerini" anlatmaktadir. Bu tür kültürel değişim, Kuzey Kafkasya'da yerlesik tarım nüfusunun artmasına neden olmustur. M.Ö. 1.yüzyılın sonlarına doğru Sarmat sızmaları arttığı için bölgede güçlü bir "Sarmatlasma" olayı görülmektedir. Ancak kültürel yasamda bir değişme olmamıştır. Sarmat çoğunluğuna karşın Meot Kültürü, dil ve geleneksel yaşam biçimini sürdürerek genişlemiş, yeni gelenleri kendi kültürü içinde asimile etmiştir. Sayıca daha az olan Meot Kültürü bu gücünü M.S. 3.yüzyıla dek sürdürmüş, bu yüzyılda Alan saldırısına uğraması topraklarından (Kuban nehrinin sağ yakasından) sürülmüşlerdir. Yeni gelen Alanlar da aslında Sarmat kökenliydi. Sarmat kabilelerinin bir kolu olan Alanların farklılığı İran dili konuşmalarıydı. İran dili konuşan Sarmat kabilelerinden, yani Alanlardan söz eden kaynaklara  M.S. 1.yüzyıla ilişkin belgeler arasında rastlamaktayız. Alanlar doğu Kuban bölgesine 1. ve 2.yüzyıl arasında gelmişlerdir. Diğer kabilelerle yakın bağlar kuran alanlar, Daryal Geçidi ve Hazar Kapısı yolu ile Transkafkasya ve Asya'ya geçmişlerdir.

M.S. 3.yüzyılda Alanlarla Sarmat boyları birleşerek Alan-Sarmat kabile birliğini oluşturmuşlardır. Giderek güçlenen Alan baskısına dayanamayan yerli kabileler Kuban'ın sol yakasına geçip akraba oldukları diğer Meot kabilelerine sığınmıştır. Böylece daha az verimli olan topraklara salt güvenlik nedeniyle yerlesmislerdir. Bu kabileler Kuban'ın sol yakasındaki orman-step alanlarına, Kuban Irmagı’nın taşkın bataklıklar ile kaplı ova ve agaçlık bölgelerine yerleşmiştir.

Alan-Sarmat kabile birliği uzun süre yaşamadı,
M.S. 375 yılında Asya'dan batıya yürüyüse geçen Hun dalgaları, Kuban steplerini aşarak Taman'a doğru ilerlerken, arkalarında harabe, yangın, açlık ve ölüm bırakarak Alan-Sarmat kabile birliğinin yıkılmasına neden olmuştur. Yağmalanıp yıkılan, güçsüz bırakılan Kuban'ın sağ yakası bundan böyle goçebe boylarının yerleşim yeri olmaya başlamıştır. Meotlar ve akrabaları olan Zikhi'ler etnik anlamda pekişmelerini tamamlayarak bugünkü Çerkes toplumunun ataları olarak tarih sahnesinde güçlenmeye başlamıştır