|
|
................... |
|
................... |
MURAT
CANKAT HOCA |
Hakkı
Devrim Radikal Gazetesi, 13 Haziran 2004
|
|
|
................... |
|
|
Murat
Cankat Hoca hastaydı. Bir gün Çerkesce'den gayri dil
konuşmaz oldu. Anadilde
yayını alkışlayanlar yanında, vakit geçirmeden
tartışmaya başlayanlar da oldu. Vatan elden gidecek diye
feryat edenler de eksik değil. Hepsine hak vermek lazım,
önemli bir karardı bu bizim alelacele alıp, yarım yırtık
uygulamaya koyduğumuz.
Zamanla şekillenecek, düzelecektir.
Pazar yazılarında bütün bir hafta ihmal ettiğimizi
yapmaya, konulara olumlu açıdan bakmaya çalıştığımızı
biliyorsunuz. Yeni tartışmalara, çekişmelere aday
görünen bu konu bana, 41 yıldır aramızda olmayan bir
sevgilimi düşündürdü, kayınbabam Dr. Murat Cankat'ı.
Safkan bir Çerkesdi Murat Baba (Torunlarının deyişiyle «Dokdok
Dede»).
O havalinin insanlarına giderek Kafkaslı diyeceğiz
galiba. Net bir tahmin değil, tartışma yeri de burası
olamaz. Ama mesela bugünlerde sıkça kullanılan Adige
adını Türkiye'de kaç kişi bilir? Sorun çevrenizdekilere,
göreceksiniz. Abazalar ile Abhazlar aynı kavmin
insanları mıdır sualine ne kadarı doğru cevap verebilir?
İstanbul'a göçmek üzere köylerinden Batum'a inerken,
küçük Murat, babasının atının terkisindedir. Henüz beş
yaşında. Ruslar her ailenin bir ata yüklenebilecek kadar
eşya götürmesine izin vermişler. Bunu biliyorum, ayrıca
binek atlarını kullanmalarına da müsaade ettiler mi,
Gülseren Hanım da hatırlamaz. Ama kalan atlarıyla
kazlarını, Rusların eline geçmesin, işine yaramasın diye
dağların tepelerine doğru sürüp dağıttıklarını bilmeyen
yok. (Soğuk iklimde kaz tüyü giyecek yapımında işe
yarıyor.)
Kafileler Batum'a doğru ilerleye dursun, ben size kısa
kısa bu dramatik göç hakkında dinlediklerimi anlatayım.
Ruslar bir tarihe kadar Çerkeslerden asker ve vergi
almazlarmış. Ahalinin inancına göre, Osmanlı'dan
korktukları için. Vakta ki bu korkudan kurtulmuşlar, ilk
iş olarak Çerkes gençlerini askere çağırmışlar. Gitmemiş
gençler, belki de aile büyükleri bırakmadı.
Murat Baba'nın büyükleri İstanbul'a bir heyet
göndermişler, başlarının Ruslarla belaya gireceğini
anlayınca. Padişah (İkinci Abdülhamid) heyeti Yıldız
Sarayı'nda kabul etmiş, dinlemiş. Kararını:
– Efendileri gezdirin, mülkümüzün elverişli yerlerini
görsünler. Nereyi beğenirlerse oraya iskân edin, diye
bildirmiş.
Soğuk kışların, yalçın dağların insanları sıcak iklimi,
yemyeşil ovaları görünce hiç tereddüt etmeden:
– Burası, demişler.
Yanıldıkları, çok geçmeden anlaşılacak. Farklı ve sıcak
iklim onları çarpacak, Cennet'e geldik derken çoğu
kırılacaktır.
Bizim Çerkesler kafilesinin vapurla Karadeniz'den girip
Boğaz'dan geçiş sahnesini anlatmak istiyorum size. Bence
hazin, dramatik bir sahnedir.
Vakit sabah. Erkekler güvertede namazdan kalkarken,
buraları bilen biri Beylerbeyi hizasında Beşiktaş
sırtlarını işaret ederek:
– Dağılmayın, demiş. Yıldız Sarayı oradadır. Halife-i
Ruyi Zemin Efendimiz ola ki bizi seyreder, kullarım iyi
midir hoş mudur diye sual eder. Selama duralım!
Namaz safları gibi sıra sıra dizilip, Kızkulesi önlerine
kadar selama durmuşlar, Hünkâr'larına karşı.
Dinlediğimde, hatırlıyorum çok duygulanmıştım bu
sahneden.
İlk heyet Mersin-Erdemli, Amasya ve çevresini beğenmiş.
Bizimkilerin kafilesi ilkin Silifke'nin köylerini
denemişler. Bir mevsim, iki mevsim... Sıcağa
dayanamayacaklarını anlayınca kuzeye doğru göç izni
istemiş ve gidip Karaman'ın Eminler ve Gökçe köylerine
yerleşmişler.
Murat Baba okumuş. İstanbul'da Askerî Tıbbiye'ye devam
etmiş. Tanıdığım (ve yetmiş yaşını geçmiş ikizlerin yan
yana gelince tahmin edilemez bir güzellik oluşturduğunu
gözlerimle gördüğüm) kardeşi İsmail Emmi hep Karaman'da
kalmıştı; okuması yazması yoktu.
Prof. Dr. Murat Cankat, devrinin ünlü cerrahlarından
biriydi. Ben tanıdığımda (kızını istemeye gittiğim
günler) İstanbul Etibba (Tabipler) Odası Başkanı'ydı,
hekimlik etmiyor, ameliyatlara girmiyordu.
Nur içinde yatsın 1963 yılında aramızdan ayrıldı.
Çocukları, onun Çerkes dostlarını da tanıdılar. Rauf Orbay gibi. Öğrencisi Prof. Dr. İzzet Birand gibi.
Ziraat hocası Prof. Şevket Birand, Konya milletvekili
Remzi Birand gibi, Bazılarını ben de tanıdım.
Murat Baba Balkan, Birinci Dünya ve Kurtuluş savaşlarına
katılmış bir askerdi. Atatürk'ün yakını, İsmet Paşa'nın
dostu.
O ve arkadaşları, belki kuruluşunda pay sahibi
olmalarının da etkisiyle kendilerini hep bu Cumhuriyetin
mensupları, dediğim gibi aynı zamanda sahipleri
bildiler. Kayınbabamın bu konuda hiçbir tereddüde
müsaade etmeyişinden hep gururlanmışımdır.
Çerkesce konuştuğunu hiç işitmediğim Murat Baba son
günlerinde Türkçe'yi konuşamaz oldu. Beyinde her dilin
ayrı bir kutuda saklandığı düşüncemin bu vesileyle
doğrulandığını gördüm.
Aramızda Çerkesce bilen de yoktu. Murat Baba'nın kardeş
çocuğu bizim sevgili ağabeyimiz, Hayri Cankat yetişti
imdadımıza. Bir süre sonra Türkçe, zihindeki yerini
yeniden alacaktı.
Babasının arkadaşlarıyla Çerkesce'nin alfabesini
oluşturmayı düşündüklerini, ama bir sonuca
varamadıklarını Gülseren Hanım hatırlıyor.
Dil hangi kıvamdan sonra alfabeleşmek ihtiyacını duyar
ve bunu gerçekleştirir, bilemem... |
|
|
|
|
|
|
|