AB İlerleme Raporu ve
Başbakanlık adına hazırlanan azınlık raporu kolay kapanmayacak
bir tartışma açtı. Başbakanlık raporundaki dilin konunun
gerektirdiği hassasiyetten uzak, hatta fantezi sayılabilecek
bir nitelikte olması, tartışmanın alevlenmesine neden oldu. Öte yandan insan hakları
bağlamında hazırlanan bir raporun alt ve üst kimlik gibi
esas itibarıyla hukuk dışı kavramları içermesi, kafa
karışıklığına yol açtı. Nihayet temelde siyasi egemenlik
ve mücadele konusu olan bir sorunun, 'Türkiyelilik' gibi
dâhiyane birtakım buluşlarla çözümleneceğini sanmak
saflığı, tartışmanın doğru noktalara odaklanmasını
önledi.
Azınlık konusunu yakın tarihimizi göz önüne almadan
anlayamayız. Osmanlı İmparatorluğu yıkılma sürecinde,
1821 Yunan isyanından 1922 Kurtuluş Savaşı arasındaki
100 yıl içinde, Balkanlar'da ve Kafkasya'da yaşayan Türk
ve Müslüman nüfusun yaklaşık 5 milyonu öldürüldü ve 5
milyonu da Anadolu'ya zorla göç ettirildi.
Bu bağlamda Osmanlı'ya karşı yapılan savaşların amacı
stratejik ve politik çıkarların çok ötesine gitti.
Avrupa'yı Türklerden ve Türk hâkimiyetinden 'temizlemek'
amaçlandı. Böylece Türk-Müslüman nüfustan 'kurtulan'
Hıristiyan toplumlar kendi ulus-devletlerini kurdular.
'Uygar dünyada' kimse Türk ve Müslüman göçmenlerin
geriye dönmesini savunmadı. Geride kalanların yeni
kurulan devletlerin 'kurucu unsuru' olmaları da
düşünülmedi. Önemli bir kısmı azınlık haklarından bile
yararlandırılmadı.
Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermenilerin tehcire tabi
tutulması, Kurtuluş Savaşı sonrasında da Rumların
Yunanistan'daki Türklerle mübadele edilmesi Osmanlı'nın
bu parçalanma sürecinin bir devamıydı.
Savaş sonunda Sevr ile birlikte Anadolu'daki varlığı da
tehlikeye giren Türk ve Müslümanlar son bir gayretle
Kurtuluş Savaşı'nı yaptılar ve yeni devletlerini
kurdular. İmparatorluk Avrupa'nın kadim ulus-devletleri
karşısında yenilmiş, ortaya Osmanlı'nın küllerinden yeni
ulus-devletler çıkmıştı. Bu nedenle yeni kurulan
Cumhuriyet'in bekası için, imparatorluk değil,
ulus-devlet modelini benimsemekten başka çıkış yolu
yoktu.
Bugün azınlık haklarını savunanlar, sanki Türk etnik
çoğunluğu Cumhuriyet'i kurmuş da, Kürtleri, Çerkezleri,
Arnavutları, Boşnakları hatta Alevileri Türk/Sünni etnik
kimliği içinde asimile etmek için vahşet uygulamış gibi
konuşuyorlar. Yeni devleti bu unsurların hep birlikte ve
beka amacıyla kurduklarını bilmiyorlar mı? O dönemin
evrensel özelliği olan ırk kavramının yarattığı
'bilimsel' engelleri aşmak ve ortak bir Türk üst-kimliği
yaratmak için, Kürt, Çerkez ve diğer gruplardan
düşünürlerin ne büyük gayret sarf ettiklerini neden
unutuyorlar? Bir kez böyle bir kimlik inşa ettikten
sonra da hep birlikte devlete ve millete aidiyette
birleştiklerinin farkında değiller mi?
Bu etnik grup mensuplarının kendilerini hâlâ Türk
saymalarını 'egemen güçler' içinde yer almak gibi 'özel
çıkar' ile açıklamaya çalışanlar, kendi 'ırkçı' kimlik
anlayışlarını göstermiş olmuyorlar mı?
Türklük tabii etnik kökeni de içeriyor. Ama yakın tarih
hakkında asgari bilgi sahibi olanlar, Cumhuriyet'in Türk
kelimesini etnik özelliğinin çok ötesinde kullandığını
bilirler. Ama bir etnik grup Cumhuriyet'in kuruluşundan
1.5 yıl sonra, açık yabancı tahrikiyle ve 'Din elden
gidiyor' çığlıklarıyla, ırk temelinde isyan ederse, Türk
kavramının etnik niteliğini vurgulayanlar tabii
olacaktır.
Cumhuriyet'in gayrimüslim azınlıklara mezalim yaptığını
söyleyip duranlar, bırakın Avrupa'nın tek tam asimile
edilemeyen grubu Yahudileri Holokost'la yok ettiğini,
Kıbrıs dahil geride kalan Türklere reva görülen
muameleyi ve Türkiye'nin bu nedenle misillemede bulunmak
zorunda kaldığını akıllarında tutsunlar.
Bazıları da ezilmişlik ruh haliyle, Türkiye'den daha
büyük dış güçlerin ve bu arada AB'nin Türkiye'ye azınlık
haklarını 'zorla' kabul ettireceğini söylüyorlar. Adeta
başkasının eliyle intikam almaya çalışıyorlar.
Türkiye'yi Fransa'nın yaptığını yapamayacak kadar güçsüz
sanıyorlarsa yanılıyorlar. Çözüm Türk üst-kimliği ve
kültürel haklarda. Herkes kendi alt-kimlik sorununu
içinden çözsün!
|