Azak
Denizi ve Karadeniz’in doğu kıyıları ile Terek nehrine
kadar uzanan topraklarda yaşayan Çerkesler, bu coğrafyada
önemli uygarlıklar yarattılar. Çerkes ülkesi, bugünkü
Gürcistan’ın kuzeyinden Don nehrine kadar uzanıyordu. Tarihsel
Çerkes yurdu olan bu coğrafyada Çerkesler, antik Kuban ve
Maykop kültürlerini oluşturmuşlardır.
Ulusal mitolojinin arkeoloji aynasından yansıması gibi
dünya kültürlerinde ender görülen özelliklere sahip olan
Antik Kuban Kültürüne ve sonrasındaki Maykop Kültürüne
bugün tüm dünya büyük ilgi duymaktadır.
Çerkesler, 1400’lü hatta 1500’lü yıllara kadar ilkel
komünal toplum yapısına sahiptiler. Bunun sebebi;
Çerkeslerin yaşadıkları coğrafyanın jeopolitik önemi
dolayısıyla sürekli saldırılara maruz kalmaları, savunma
amacıyla derin vadilere sıkışarak üretim araçlarını
geliştirememiş olmalarıdır. Üretim araçlarının
gelişmemesi ve üretim fazlasının oluşmaması sınıfsız
toplum yapısının devamını sağlıyordu.
17.
yüzyılda Kafkasya’da sınıflı toplumsal yapı oluştu. 18.
ve 19. yüzyıllarda feodalite Çerkeslerde güçlendi.
Çerkeslerde feodal yapı başlıca dört sınıftan
oluşuyordu: Pşı (prens), Workh (soylu), Fekotl (özgür
köylü), Pşıtlı ve Wuneut (köle). Toplumun %80’ini özgür
köylüler oluşturmaktaydı. Feodalite, Çerkes emekçi halkı
üzerinde yoğun bir baskı oluşturdu. Feodaller, halkın
sırtından geçinen bu asalak ve fırsatçı tabaka, halkı
tarlalarda çalıştırarak sömürüyor, köleleştirerek
satıyordu. Feodal sistemde Çerkes halkı on iki ana
boydan oluşmaktaydı. Çerkesler boylara ayrılmış
olmalarına rağmen kabileler federasyonu biçiminde
örgütlendiklerinden ortak bir kültür ve aşağı yukarı
ortak politik gelişim çizgisi gösteriyorlardı.
İşgal Bölgesi Kafkasya
Feodalitenin oluştuğu dönemde, önceleri Kırım Hanlığı
yoluyla, sonraları direkt olarak Osmanlı Devleti’nin
yayılma girişimleri söz konusudur. Aynı dönemde, Çarlık
Rusya’sının Çerkesya üzerindeki yayılmacı politikalarına
başladığı görülmektedir. Çerkes emekçi halkı, gerek
Çarizm'in işgal politikalarına gerekse Osmanlı’nın
kolonyalist baskılarına karşı, maruz kaldığı feodal
baskıların da etkisiyle ulusal intihara varan bir
direniş ile yanıt vermiştir.
Çar
Petro’dan beri sıcak denizlere inme hedefinde olan Rus
Çarlığı ve Orta Asya Türkleriyle birleşme amacındaki
Osmanlı Devleti’nin politikaları Kuzey Kafkasya’da
çakışmıştır. Bu coğrafya, yüzyıllar boyunca bahsi geçen
iki devletin çekişme alanı olmuştur.
Çerkesya’nın güneyinde yer alan Gürcistan 1801 yılında
kendi isteğiyle Rusya’ya ilhak edilmişti ve böylece
Çerkesya güneyden de kuşatılmış oluyordu. Gürcistan,
Çerkesya’nın işgalinde önemli bir basamak olmuştur.
Kafkas-Rus Savaşları 21 Mayıs 1864’te Çerkeslerin
yenilgisiyle sonuçlanmıştır. Bilimsel sosyalizmin
kurucusu Karl Marx, Çerkes Ulusal Kurtuluş Savaşı
hakkında 7 Temmuz 1864’te şöyle bir yorum yapmıştı:
“Rusya’nın Kuzey Kafkasyalılara uyguladığı aşırı
önlemleri Avrupa’nın aptalca bir umursamazlıkla
karşılaması kendileri için daha kolay oluyor.
Polonya’nın özgürlükçü ayaklanmasının sindirilmesi ve
Kafkasya’nın işgali olaylarını 1815 yılından bu yana
Avrupa’nın en ciddi olayı olarak değerlendiriyorum.”
Rusya, Kafkasya’yı işgal etmekle yetinmemiş, sürgün
politikalarıyla Çerkesya’yı yerli halktan arındırmış,
Çerkesya’yı %85’lere varan oranlarda boşaltmıştır.
Çerkes Sürgünü, Çarizm'in işgal politikaları, Osmanlı’nın
kolonyalist hile ve aldatmacaları ile feodallerin
ihaneti sonucu eyleme geçirilmiştir. Çerkes Sürgünü bir
kolonyalist paylaşımdır.
Çerkesler Sürgün Yollarında
Çerkes Sürgünü, boyutları ve niteliği itibariyle aynı
zamanda bir soykırımdır. Kafkasya’nın Karadeniz
sahillerinden iki milyondan fazla bir nüfusla gemilere
doldurulan Çerkesler, Osmanlı kıyılarına üçte bir
oranında kayıp vererek ulaşmışlardır. Osmanlı
kıyılarındaki yığılma nedeniyle salgın hastalıklar,
açlık ve ölümler baş göstermiştir. Halkın bu kötü
durumundan faydalanmak isteyen Osmanlı köle tacirleri,
İngiliz ajan ve feodaller, Çerkes çocuklarını
köleleştirmişler, Çerkes kadınlarını saraylarına cariye
yapmışlardır. Çerkes halkı, sürgün olarak geldiği
Osmanlı ülkesinde, Osmanlı iskan siyaseti doğrultusunda
dağıtılarak yerleştirilmiştir. Çerkes halkı, sınırlarda
ve sorunlu iç bölgelerde tampon jandarma olarak
kullanılmıştır. Balkanlara yerleştirilmiş olan Çerkesler
Osmanlı-Rus Savaşı’nın ardından 1877’de Rusya’nın isteği
üzerine Osmanlı Devleti tarafından ikinci bir sürgüne
tabi tutulmuşlardır. Dört yüz bin nüfusa sahip bu halk
kitlesi Anadolu ve Ortadoğu’ya sürülmüştür. 21 Mayıs
1864’te yaşanan sürgün, Çerkes halkı açısından tam
anlamıyla bir kültür ve kimlik şoku olarak tarihin
sayfalarına kaydedilmiştir.
Kafkas Kartalı Abrekler
Tarihte, Çerkes Soykırımı ve Çerkes Sürgünü olarak
bilinen iki olay; Çarlık Rusya’sı, Osmanlı Devleti,
İngiltere ve Fransa’nın birinci derecede sorumlu
oldukları olaylardır. Çarlık Rusya’sı Çerkesya’yı işgal
etmek amacıyla amansız bir vahşet uygulamıştı. Rus
askeri arşivlerinde Kafkas Savaşı’nın bir yok etme
savaşı olduğu savını destekleyen birçok tarihsel belge
vardır. Örnek vermek gerekirse: 1807-1810 yılları
arasında Rus birliklerinin Kuban ötesinde yaptıkları
askeri operasyonlarda iki yüz kadar Çerkes köyü yok
edilmişti. 1822’de general Vlasov’un emriyle on yedi
büyük ve yüz on dokuz küçük köy yeryüzünden silindi.
Cesur Çerkes gerillaları (Abrekler) iki yüz yılı aşkın
bir süre, halk savaşını sürdürdüler. Çerkes Ulusal
Kurtuluş Savaşı’na olan hayranlığını Karl Marx şu
şekilde dile getiriyordu: “Ey dünya, ey insanlık!
Özgürlüğün anlamını Kafkas dağlılarından öğrenin. Özgür
yaşamak isteyenlerin neler başarabileceğini görün.
Uluslar onlardan ders alsın!” Karl Marx ve Friedrich
Engels, Çerkes Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı “halkın
kendisinin bizzat katıldığı haklı bir özgürlük savaşı”
olarak nitelemişlerdir. |