15-16
Aralık 2006 tarihlerinde Dünya Abhaz-Abaza Birliği’nin
düzenlemiş olduğu kongrenin altı katılımcısı, birlikte,
Adler’den (Rusya’nın Abhazya sınırına en yakın istasyon
kenti) Maykop’a kadar unutamayacağım güzellikte bir tren
yolculuğu yaptık. Staş Zuxér, Ademey Hikmet, Tok Ümit,
Nihat Yılmaz ben Necdet Hatam ve Ajans Kafkas’ın
sorumlusu ve Radikal Gazetesi değerli çalışanı sevgili
kardeşimiz Fehim Taştekin. Her birimiz Fehim’den, hem
daha yaşlı hem de olayımızda daha eskiydik. Yaklaşık
yedi saat süren yolculuk boyunca birçok konuyu farklı
bakış açılarından irdeleme şansımız oldu. Öyle sanıyorum
ki Sevgili Taştekin ile birbirimizi daha iyi tanıdık.
Bir çok konuya yaklaşımlarımız da genelde örtüştü.
Konularımız arasında Dönüş, elbette ki, önemli bir yer
tuttu. Konuşma arasında ben, Dönüş’ün önündeki en büyük
engelin psikolojik olduğunun, en büyük sorunun
çoğunluğun sandığı gibi ekonomik olmadığının altını
çizdim. Halkın, moral olarak hazır olursa, yasal zeminin
oluşturulmasına katkıda bulunabileceğini, dönüş için
gereken parasal desteği de bulabileceğini ekledim.
Ardından, Dönüş yapanların ilk kuşağının her şeye
sıfırdan başlamamız gerektiğinin bilincinde olmamız
gerektiğini, buna hazır olmamız gerektiğini bir kez daha
vurgulayınca -benden beklemediği bir yaklaşım olmalı ki-
Sevgili Taştekin hayretle bunu yazıp yazamayacağını
sordu bana. Elbette yazabileceği yanıtını verdim.
Aslında ben de bu sözlerimin hayretle karşılanmasına
hayret etmiştim. Öyle ya adına ne dersek diyelim Dönüş,
yaşam koşulları farklı bir coğrafyadan bir başka
coğrafyaya yer değiştirme idi. Sosyolojik bir olgu idi
yani ve böyle yer değiştiren toplumların yaşadıkları
sorunlar, şiddeti farklı olmakla birlikte elbette ki,
yaşanacaktı ve bizler de yaşıyorduk. Ve anavatana dönüş
yapma şansını yakalamış olanlarımız, ülkenin politik
yaşamında en ön plana çıkma , başrolde oynama
girişiminde bulunmamızın ne denli yersiz, gereksiz ve
yanlış olduğu sosyolojik gerçeğinin farkındaydık.
Umuyoruz ki, bu gerçek, diasporadakilerce anlaşıldığı
ölçüde, anavatana ziyaret için olsun gelmeyenlerin,
anavatana düzen verme girişimlerini “hariçten gazel
okuma” olarak değerlendirişimize, bu girişimde
bulunanları, “deplasman futbolcusu” olarak
adlandırışımıza içerleyenlerin sayısı da azalacak,
anavatan değerlendirmelerinde daha sorumlu davrananların
sayısı da artacaktır.
İşte, 7 Ocak 2007 tarihli Zaman Gazetesi Pazar ekindeki
haberi, sözünü ettiğimiz sorunların salt bizlere özgü
olmadığının göstergesi olmak yanında, Anavatana Dönüş
yapanların kendi örgütümüzün olması gerekliliğini de
vurguladığı için, önemli bulduk ve sizlerle de
paylaşalım istedik.
“Rusyalı Almanlar Derneği Başkanı Adolf Fetsch, Zaman’a
yaptığı değerlendirmede, “Bizler unutulmuş Almanlarız.
Dil bilgisi ve toplumsal kabul bakımından göçmenlerle
benzer bir durumdayız” diyor.
Almanya’da yaşayan milyonlarca “Alman” bir Türk göçmen
kadar çok problem yaşıyor. Onların sorunu Rusya’dan
gelmiş olmak. Rusya’da iken Alman oldukları için
“Faşist” muamelesi gördüklerini söyleyen bu insanlar,
Almanya’da ise “Rus” algılanıp aşağılanıyorlar.
Rusya’dan göçmüş Almanlar “göçmen” muamelesinden bezgin.
Milliyeti Alman, kaderi Türk
TİMOFEY NEŞETOV
Almanların Rusya serüveni 17. yüzyıla dayanır. I. Petro
döneminde rağbet gören Alman bilim adamları ile
mühendisler, Katarina adlı taşralı bir Alman prensesin
evlilik ve darbe yoluyla Rus tahtına çıkması üzerine
adeta el üstünde tutulur. 1763 yılında Avrupa ülkelerine
elçi gönderen II. Katarina, özellikle zanaatkar ve
çiftçileri Rusya’ya yerleşmeye davet eder. Bu davete en
çok Almanlar icabet eder. Birinci Dünya Savşı2na kadar
2,5 milyon Alman Rusya’nın çeşitli kentlerine yerleşir
ve kendi gazete, okul ve fabrikalarını kurarak dil, din
ve adetlerini muhafaza eder. Kimisi Rus halkı ile
kaynaşırken kimisi adeta paralel toplum şeklinde
yaşamayı tercih eder. 300 bin Alman Çar ordusunda
savaşmasına rağmen Almanya’nın başlattığı Birinci Dünya
Savaşı, Rusya’daki Almanların ezilmesine yol açar. Bu
eziyetler 1920’li ve 1930’lu yıllarda devam eder ve
ikinci dünya savaşında zirveye ulaşır. Sibirya ve
Kazakistan’a sürülen milyonlarca Alman, faşist
Almanya’nın ajanı olmakla suçlanır.
Almanların soğuk savaş döneminde de hakları yenmeye
devam edilince çoğu, anavatanına dönmeye karar verir;
ancak Sovyetler Birliği’nin yıkılışına kadar sadece 70
bin Alman Rusya’yı terk edebilir. 1990’lı yıllarda
başlayan yoğun göç süreci ise kısa sürede Almanya’da
yaklaşık 2,5 milyonluk bir Rusyalı Alman topluluğunun
oluşmasına yol açar. Birçoğunun Rusça’yı Almanca’dan
daha iyi konuşması, kamuoyunda Rus diye muamele
görmelerinin sebebi.
Rusyalı Almanlar Derneği Başkanı Adolf Fetsch, Zaman’a
yaptığı değerlendirmede, “Bizler unutulmuş Almanlarız”
diyor. Derneğe 17 bin üye toplayabilen Fetch, “Ana
gündemimiz entegrasyon. Dil bilgisi ve toplumsal kabul
bakımından göçmenlerle benzer bir durumdayız.” Tespitini
yapıyor. Ancak Türk, Yugoslav ve Arap göçmenlerle aynı
kefeye sokulmaktan rahatsız olan Fetsch, “Alman’ız, asıl
memleketimize dönüş yaptık; tarihimiz diğer
göçmenlerinkinden farklı.” diyor. 1940 doğumlu Fetsch’in
ailesi 1945 yılında Münih’e gelmeyi becerdiği ve evde
Almanca konuşulduğu için kendisi Rusça bilmiyor.
Almanya’da yaşayan herkesi toplumsal barış adına çaba
sarf etmeye çağıran Fetsch, “İyi niyetli insanlar bir
başka. Kökeni ne olursa olsun Almanya bu insanlara
muhtaç. Bu insanların birbirini tanıması ve ara sıra el
ele vermesi gerekir.” ifadesini kullanıyor.
Kohl Hükümeti’nin 1988 yılında oluşturduğu Yurtdışından
Gelen Almanlar Görevlisi makamı, entegrasyon
görevlisininkine benzer. Bugün bu görevi yürüten
Hıristiyan Demokrat Birlik Parti’li (CDU) Dr. Cristoph
Bergner, Zaman’a verdiği demecinde, iyimser görünüyor.
Rusya haricinde Macaristan, Kazakistan, Polonya,
Danimarka ve Balkanlar’daki Alman azınlıklardan sorumlu
olan Bergner, bu insanların Almanya’ya döndükten sonra
toplum için zenginlik teşkil ettiklerini söylüyor.
Bergner, “isteyen, geçmişini unutarak Alman toplumunda
asimile de olabilir. Fakat geldikleri ülkelerin
dillerini konuşan Almanlar daha kolay iş bulabiliyor.”
tespitini yapıyor. Hem göçmen Almanlara hem Alman
toplumuna yönelik aydınlatma faaliyetlerini
yürüttüklerini belirten Bergner, “İleride doğru
dengelerin oturacağına inanıyorum” tespitinde bulunuyor.
Alman Federal Meclisi’nde beş tane Türk kökenli
milletvekili görev yaparken Rusyalı Almanların siyasette
nerdeyse temsil edilmemesine de değinen Bergner,
“Siyaset yapabilecek yaşta olanların çoğu henüz yeni
geldi. İkinci, üçüncü kuşağın meclise gireceğine
inanıyorum.” diyor.” |