|
|
................... |
|
................... |
KAFDAĞI'NA YOLCULUK VAR |
Alper Görmüş
Nokta Dergisi,
17 Haziran 1990 |
|
|
................... |
|
|
Çerkesler 125
yıl önce, 1864'te anavatanları Kuzey Kafkasya'dan Osmanlı
İmparatorluğu'na sürüldüler. Sürgün tarihi Çerkesler için bir
bakıma kültürel asimilasyonun da tarihi oldu. Ve Çerkes aydınları
uzun yıllar tartıştıktan sonra büyük bir çoğunlukla "ulusal
kimliğin" korunmasının tek yolunun "anavatana dönüş" olduğu
noktasında birleştiler. |
|
Gönen'e bağlı
Üçpınar köyünün son Çerkesleri. Kentleşme ve kentlere göç,
eskiden cıvıl cıvıl olan köyün nüfusunu yarıya indirmiş. Köy
kahvesinde şimdi gündüz saatlerinde semaver bile kaynamıyor. |
|
|
|
|
Türk
Türkiye'de
Arap Suriye'de
Ve İspanyol İspanya'da
Çerkes Türkiye'de
Çerkes İspanya'da
Ve Çerkes Suriye'de
Bir hata var bu denklemde
Bir hata var.
Ama nerede?
Ergün Yıldız'ın "Problem" başlığını taşıyan bu şiiri,
Kafdağı Dergisi’nin Nisan/Mayıs 1989 tarihli sayısında yayımlanmış.
"Bir hata var, ama nerede?’’ sorusu ise yalnız o değil,
Çerkeslerin hemen hepsi yıllardır soruyor. "Hata", Çerkeslerin yüz
yıldan daha fazla süren savaşlar sonunda Çarlık ordularına yenilip,
1864'te Osmanlı İmparatorluğu topraklarına sürülmeleriyle başlıyor.
İşte o gün bugündür "Ulusal varlığımızı, dilimizi ve kültürümüzü
korumak için ne yapalım?" sorusunu durmaksızın sormuşlar
kendilerine. Çerkes aydınları "Türkiye'de kalıp ulusal kimliği
tescil mücadelesi verme" ile "Kuzey Kafkasya'ya, anavatana dönme"
önerileri arasında uzun yıllar kararsız kaldıktan sonra,
fikirlerini giderek netleştirmişler ve nihayet "sürgündün 125.
yıldönümü olan 1989'da düzenlenen "Kültür Haftası"nın ardından
kesin kararlarını vermişler. Artık "Dönelim mi?" sorusunu değil,
"Dönelim, ama nasıl?" sorusunu soruyorlar ve "dönüş" fikrinin
kitleselleşmesi yolunda çaba harcıyorlar.
Dönüş düşüncesini gerçekleştirerek geçtiğimiz yıllarda Türkiye'den
Kuzey Kafkasya'ya gidenler ise, anavatana yerleşmiş olmaktan "son
derece mutlu" olduklarını belirtiyorlar. Örneğin Nihat Bidanuk,
Kançeri Jane, Salih Genel, Fehmi Polat, Ünal Nartok gibi kesin
dönüş yapanlar, Türkiye'deki yakınlarını ve arkadaşlarını da oraya
çekmek için gayret gösteriyorlar. Zaten "dönüşçü" aydınların en
önemli kozu da Kafkasya'ya yerleşmek ya da ziyaret etmek amacıyla
gidenlerin tanıklıkları.
Geçen yıl Kuzey Kafkasya'ya giden, seramik atölyesi sahibi Eşref
ve Yaşar Baş kardeşler, izlenimlerini şöyle anlatıyorlar: "Giderken,
ulus olarak varlığımızı sürdürmek için dönüşü savunan bizler ya
orada geri bir yaşam düzeyiyle karşılaşırsak diye endişeliydik de.
Ama gördüğümüz bunun tam tersi oldu. Burası gecekondu ise orası
apartman. Fark bu kadar büyük işte."
Gene geçen yıl Kuzey Kafkasya'yı gezen diş protezcisi Şemsettin
Çevik de aynı düşüncede. "Gitmeden önce bazı kaygılarım vardı. Ama
memleketi gördükten sonra gönül rahatlığıyla herkesi çağırabilirim
oraya" diye sürdürüyor konuşmasını.
Sürgün ve sonrası.
"Gemide küçük bir oğlan çocuğu dışında kimsesi kalmamış dul bir
kadın vardı. Bebek hastaydı ve annesinin kendisini sımsıkı saran
kolları arasında can vermişti. Çevresindekiler çocuğun öldüğünü
anlamış, ancak annesini üzmemek için susmayı uygun bulmuşlardı.
Günler geçmiş, bebeğin ölüsü iyice kokmaya başlamıştı. Gemiciler
bu kokunun kaynağını araştırırken zavallı kadınla karşılaştılar.
Hiç beklemeden, annesinin kucağından söküp aldıkları ölü bebeği
denize fırlattılar. Kadın bir an bebeğinin ardından baktı, sonra
izleyenlerin şaşkın bakışları arasında kendini denize attı."
Yıl 1864... Büyük sürgün...
Gidenlerin anavatanda kalanlardan fazla olduğu, dünyanın en büyük
zorunlu göçlerinden biridir bu. Yazar Bagrat Şinkuba'nın
Förah Koazba'nın el yazmalarına dayanarak kaleme aldığı "Son
Ubıh" kitabında anlatılan bu göç sahnesinin çok sayıda benzeri,
o yıl ve sonrasında defalarca yaşanır. Bir milyondan fazla insan,
gemilerle Karadeniz'i aşarak Osmanlı topraklarına sığınır. Bu
insanlardan yüz binlercesi de Osmanlı topraklarına ayak basamadan
ya Rusya'nın Karadeniz kıyılarında ya da gemilerde ölür.
Çerkeslerin "Sürgündeki tarihi 1864'te işte böyle başlar. Bu, aynı
zamanda bir ulusun asimilasyonunun da tarihidir. 125 yıllık bu
süre içinde kültürel asimilasyon, kendilerini "Kuzey Kafkasya
asıllı Anadolu Türkü" diye niteleyen "Çerkes evlatlan"nın yanı
sıra, Çerkes olduğu ortaya çıktığında çok hayıflanan Nihal Atsız
gibi ünlü Türkçüler de yetiştirir. Ama bunların yanı sıra "Ne
yapalım da ulusal kimliğimizi koruyalım?" sorusunu soran Çerkesler
hep var olmuş. Bugün Çerkesler arasında sesi duyulanlar da onlar.
Asimilasyon bu hızla giderse…
"Asimilasyon bu hızla gidecek olursa, birkaç sene sonra orada
düğün yapacak, cenazenizi kaldıracak insan bulamayacaksınız. Son
10 sene öncesiyle bugünkü durumu bir karşılaştırdığınızda, yok
oluş sürecinin ne kadar hızlı ve acımasız olduğunu göreceksiniz."
Yazar Tl'ışe Süleyman, Kuzey Kafkasyalıların "gurur kaynağı"
diye nitelediği Kayseri, Uzunyaylalı Çerkes aydınlarım bu şekilde
uyardıktan sonra, şu tespiti yapıyor: "Diğer bölgelerde yaşayan
Kuzey Kafkasyalıların başlarına gelen kültürel yok oluş olgusunun
tüm belirtilerini yörede görmek mümkün."
Gerçekten de, Nokta muhabirlerinin Gönen, Manyas, Bandırma
yöresinde yaptıkları köy ziyaretleri, yazarın söylediklerini
doğrular nitelikte. Buraların yaşlıları "Çerkeslik kalmadı pek"
derken, Çerkeslerin yaşatmaktan gurur duydukları Çerkes düğünleri
de yerini "orkestralı, kız kıza danslı yerli düğününe" bırakmış
görünüyor.
Bu arada, "Kızımız oluyor. Gupset adını veriyoruz. Hiç olmazsa en
kötü olasılıklar içinde belki adının anlamım merak eder diyorum"
biçimindeki romantik çıkışlar da "Türk örf ve âdetlerine ve milli
kültüre aykırılık" duvarına çarpıyor... Gupse, Guşef, Günde, Nart,
Nağue, Nejan, Perit, Tameris gibi isimler mahkemelik oluyor. |
|
|
|
Soldan sağa
Nihat Bldanuk, Kadir Özkurt ve Kançeri Jane. Çeşitli
tarihlerde Kuzey Kafkasya'ya gidip yerleştiler. Hepsi de
hayatlarından çok memnun olduğunu söylüyor. |
|
|
"Başka çare
var mı?"
1982 Anayasası'yla getirilen anadil yasağı, Çerkes kültürü
üzerinde eskisine göre daha ağır bir durum yaratmış. "Ulusal Sorun
ve Çerkeslerin Konumu" adlı kitabın yazarı Murat Özden, bu durumu
şu sözlerle dile getiriyor: "1982 Anayasası’ndaki anadil meselesi,
bizim başımızda Demokles'in kılıcı gibi durmaktadır. Eskiden
derneklerimizde Çerkes koroları vardı, Çerkesce tiyatro ve
okuma-yazma çalışmaları yapıyorduk. Bunlar ulusal bilinçlenmede
çok önemli rol oynuyordu. Artık bunları yapamıyoruz."
"O halde çare nedir?"
Ankara'da yapılan ve yalnız Türkiye'deki 22 Kuzey Kafkas
derneğinin değil, Çerkeslerin yaşadığı Ürdün, Suriye, İsrail,
Almanya, ABD gibi ülkelerden temsilcilerin de katıldığı "125. Yıl
Kültür Haftası"nda konuşan Ankara Kuzey Kafkas Kültür Derneği
Başkanı Aslan Arı, bu soruyu sorduktan sonra şu cevabı veriyor:
"Yok oluşa nihai bir çözüm olarak, dünyaya dağılmış, birbirinden
kopuk insanlarımızın bir coğrafi bütünlük içinde, atalarının
topraklarında aynı dili ve kültürü paylaşmak üzere bir araya
getirilip toplanmasından başka çare bulunmadığı kanısındayız."
"O halde çare nedir?" sorusuna benzer cevabı verenlerden biri de,
sürgünden sonra Kuzey Kafkasya'ya ilk ziyareti yaparak Çerkesler
arasındaki önyargıların kırılmasında önemli bir rol oynayan İzzet
Aydemir. Aydemir ayrıca, 1923'ten beri Çerkes aydınları arasında
hüküm süren sessizliği 1964'te çıkardığı "Kafkasya Kültürel Dergi"
ile bozan kişidir de. Aydemir'in dergisi, 1908-1923 arasındaki
Çerkes aydınlarını örnek alan yeni bir aydın kuşağının ilk
entelektüel besini olur.
Çerkeslerin sürgün tarihinde 1908-1923 arasının çok önemli bir
yeri vardır. İkinci Meşrutiyet herkes için olduğu gibi Çerkesler
için de özgürlük anlamına gelir. Meşrutiyet'in ilanından hemen
sonra, 1908 Ağustos'unda, aralarında ünlü yazar Ahmet Mithat
Efendi'nin de bulunduğu bazı Çerkes aydınları, Çerkes Teavün
Cemiyeti'ni kurarlar. Dernek, dünyada ilk Çerkesce gazeteyi
yayımlar, 1911'de de Beşiktaş Akaretler yokuşunda, 12 Eylül
1980'den önce CHP binası olan yerde, Çerkesce eğitim yapan ilk
eğitim kurumunu oluşturur. Özel Çerkes Örnek Okulu adlı bu kurum,
yalnız Osmanlı topraklarında değil, Kuzey Kafkasya'da da şubeler
açar. Çerkes Teavün Cemiyeti hem "aşırı milliyetçi" bir çizgiye
düşmeden Çerkes ulusal kimliğini savunmakta, hem de "Anayurda
dönüş" fikrini işlemektedir.
1918 Devrimi'nden kaçarak Türkiye'ye gelen Çerkesler ise, bambaşka
bir çizgi izlerler. 1908-1923 arasındaki bu iki eğilimi, İstanbul
Kafkas Kültür Derneği yönetim kurulu üyesi Yusuf Taymaz şöyle
değerlendiriyor: "Çerkes Teavün Cemiyeti'ni kuran aydınlar, sürgün
tarihimizde çok önemli bir döneme imza attılar. 1918'de ise Kuzey
Kafkasya'nın Çar'la uzlaşan yönetici sınıflan, bir başka deyişle
sosyalizmden kaçanlar Türkiye'ye geldi. Bunlar ve İkinci Dünya
Savaşı sırasında Nazilerle işbirliği yaptıktan sonra göç eden
kuşak, Çerkes tarihini tahrip eden ve daha sonraki kuşakların
gerçek tarihimizi öğrenmelerine engel olan iki kuşaktır."
Bugün "dönüş" düşüncesini savunan Çerkes aydınları bu iki kuşağı
değil, Çerkes Teavün Cemiyeti'nin tutumunu örnek alıyor. Aslında
"dönüş" düşüncesi, halk arasında bir özlem olarak hep canlı
kalmış. Örneğin, 1864 sürgününden birkaç yıl sonra, 1870'li
yılların başında kurulan Kahramanmaraş'a bağlı Çardak ilçesinde,
halk uzun yıllar yalnızca geçici barakalar biçiminde evler yapmış,
tarla-bağ-bahçe de edinmemiş. Çardak'ta ilk kez iki katlı bir evin
yapılması, Anadolu'ya yerleşme düşüncesinin imzası olarak kabul
edilmiş.
"Hâlâ tartışan mı var?"
İstanbul Kafkas Kültür Derneği Başkanı Cavit Bageoğlu, Nokta'nın,
"Anavatana dönüş tartışması hakkında neler söylemek istersiniz?"
biçimindeki sorusuna bu cevabı veriyor. Bageoğlu da birçok Çerkes
aydını gibi "Dönelim mi?" tartışmasının bittiğini, şimdi "Dönelim
ama nasıl?" sorusunun gündemde olduğunu belirtiyor.
Sovyetler Birliği'ndeki Glasnost süreciyle birlikte "dönüş" için
çok elverişli koşulların oluştuğunu söyleyen Bülent Jane de, başka
hiçbir çözüm yolunun olmadığı görüşünde.
Nokta'nın görüştüğü Çerkes aydınlarının hemen hemen tümü ''dönüş"ü
savunuyor ama, "Dönüşten başka çare yok" yaklaşımını dün olduğu
gibi bugün de fazla katı ve "kapalı" bulan Çerkes aydınlar da var.
Murat Özden, "Tek çare dönüş" düşüncesini şöyle eleştiriyor: "Ulus
olarak tümüyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıyayız, evet ama
hadi kalkın gidiyoruz deyince de kimse gitmiyor. Mesela, gidelim
de mezarlarımız ne olacak, deniyor. Ayrıca bir milyonluk bir kitle
gidince, orada bu insanların sorunları nasıl çözülecek, bunu da
kestiremiyoruz. Bu nedenle öncelikle ulusal kimliğin yayılması ve
yeniden üretilmesi gerekiyor. Dönmek isteyenlere 'hayır, gitme'
demiyoruz ama halkımızın 'dönüşçü, kalışçı' diye bölünmesine de
karşıyız. Dönüş fikri ulusal varlığı sürdürmenin yegâne çözümü
olarak görülünce, başka hiçbir şey düşünülemez oluyor. Öylesine
içlerine kapanıyorlar ki, kimselerle iletişim kuramaz oluyorlar.
Benim iki dedem Çanakkale'de şehit düştü. Bu nedenle ben kendi
payıma burada ulusal kimliğimin tescilini hem bir hak, hem de bir
görev olarak görüyorum." |
|
|
|
Yalçın Karadaş: "Burada kültürümüz için demokrasi istemeye
devam etmeliyiz." |
|
|
1985'e kadar
"dönüş düşüncesinin yandaşı" olan Yalçın Karadaş da Murat Özden'in
kaygılarını paylaşıyor ve şöyle diyor: "Dönüş-kalış olayı benim
için baş sorun değil. Unutmamak gerekir ki, gidecek olanlarımız
olduğu gibi, burada kalacak olanlar da olacak. Öyleyse onları da
düşünerek burada kültürümüz için demokrasi İstemeye devam
etmeliyiz."
"İçe kapalılık" eleştirisiyle ilgili olarak görüşlerine
başvurduğumuz "dönüşçü" aydınlar, bu eleştiriyi kesinlikle
reddediyorlar. "Yarın dönecek bile olsam, bugün Türkiye'nin
sorunlarıyla ilgilenirim" diyen Cavit Bageoğlu gibi, Nokta'ya
kişisel görüşlerini açıklayan Düzce Kuzey Kafkas Kültür Derneği
Başkanı Şefik Ceylan da böyle bir kapalılıktan söz edilemeyeceğini
savunuyor.
Muhacerette kültür ne kadar mümkün?"
Günün birinde, hadi bakalım her şey serbest, geliştirin bakalım
kültürünüzü deseler bile artık çok geç. Türkiye'nin her yerine
dağıtmışlar bizi çünkü. Ondan sonra da evlenerek falan biz
dağılmışız. En büyük kent İstanbul'da bile yapabileceklerimiz
sınırlı. Diyelim Kadıköy'deki 30 Çerkes öğrenci için bir okul,
Beşiktaş'taki 20 öğrenci için başka bir okul kuramayız. Diyelim
Taksim'de kuracağımız merkezi okula da Bostancı'daki çocuk gelmez.
Yani, ulusal kimliğimiz tescil edilse bile, burada yapacak fazla
şey kalmadı."
Türkiye'den Kuzey Kafkasya'ya giden turist gruplarına rehberlik
yapan Yasin Çelikkıran'ın "Burada da yapacak şeyler var"
yaklaşımına ilişkin görüşleri böyle. Çelikkıran, bu düşüncesine
rağmen, "Hiç değilse dilimizin sözcükleri kaybolmasın" diye bir
Çerkesce-Türkçe sözlük hazırlıyor bugünlerde. Çalışma basılırsa,
dünyanın ilk Çerkesce-Türkçe sözlüğü olacak.
|
|
Yasin Celikkıran: ''Hadi. geliştirin kültürünüzü, her şey
serbest, deseler bile burada yapacak fazla şey kalmadı." |
|
Ürdün
Elçiliği'nin Ürdün'deki Çerkeslerle ilgili olarak Nokta'ya yaptığı
açıklama da, muhaceret koşullarında ulusal kimliği korumanın
"hemen hemen imkansız" olduğunu öne sürenleri haklı çıkaracak
nitelikte. Ürdün'de Çerkeslerin kendi dillerinde yayın yapma, okul
açma gibi haklarının yanı sıra, MecIis'te ve Senato'da üçer
kişilik kontenjanları var. Bütün bu olumlu koşullara karşın
açıklamada, Çerkes kültürünün son 25 yıldaki durumuna ilişkin
olarak şu olumsuz tablo çiziliyor: "Bütün bunların sonucunda
Çerkeslerin asimilasyonunun önleneceği, dilin yaşatılmasının
sağlanacağı sanılmıştı. Çerkesler arasında Çerkesce konuşanların
oranının 1965 senesindeki yüzde 70'lik oranından 1989'da yüzde
20'ye düştüğünü görünce, bunun yeterli olmadığını, bir dilin ve
kültürün ancak vatanında gelişebilir olduğunu anladık."
Aynı olumlu koşullar İsrail için de geçerli. İsrail yetkilileri
iki köyde yerleşik bulunan 3.000 kişinin temsil ettiği Çerkes
kültürünü simgelemek üzere bir de pul bastırmışlar ama Ürdün'de
olduğu gibi İsrail'de de son yıllarda Kuzey Kafkasya'ya kişisel
göçler başlamış durumda.
Göç
kitleselleşebilir mi?
Peki, dönüş düşüncesi bugün yalnız aydınları etkileyen bir hareket
mi? Bugün "öncü göç" şeklinde yaşanan göç hareketi
kitleselleşebilir mi? Dönüş hakkında iki temel yaklaşımdan farklı
bir yerde olduğunu söyleyen Nart Yayıncılık Yayın Yönetmeni Ali
Keskin'e göre, yalnızca aydınların konuşuyor olması, köylerin bu
tartışmadan habersiz olduğu anlamına gelmiyor. Göçün geleceği hiç
belli olmaz diyen Keskin şunları da ekliyor: "Ben bugün kafaya
koysam, Samsun'a bağlı Çerkes köylerinde yaşayanların yüzde
seksenini ikna edebilirim."
İzzet Aydemir ise, kendilerine özellikle gençler arasından çok
sayıda talep ulaştığını ama şu anda binlerce fiili talebi
karşılayacak durumda olmadıkları için başvurulara cevap
vermediklerini söylüyor. Aydemir, "Dönüş kitleselleşmeye
başlamadan önce, bunu mutlaka yasal çerçeveye oturtmak lazım. Bu
gerçekleştiğinde dönmek isteyenlerin sayısı binlerle ifade
edilecektir" diye belirtiyor görüşlerini.
Dönüşün güçlükleri ve "karşı taraf".
Dönüş konusunda her iki taraftaki Çerkesleri en çok düşündüren
nokta, başta ev sorunu olmak üzere iktisadi zorluklar. Kuzey
Kafkasya'daki Çerkesler, gene de daha cesur. Zorluklara rağmen,
"Topraklarımız geniş, hepimize yeter, siz bir an önce gelin"
deseler de, Türkiye'deki Çerkesler daha ihtiyatlı. İzzet Aydemir,
özellikle ev sorununun çözümü için son yıllarda yapılan
Sovyet-Türk ticaret anlaşmaları çerçevesinde, bazı Çerkes
işadamlarının Kuzey Kafkasya'da bu amaca yönelik olmak üzere
tuğla, çimento vb. yatırımlarına girişeceğini, önümüzdeki dönemde
bunun somut sonuçlarının alınacağını söylüyor.
Peki, Çerkeslerin kitlesel dönüşüne Sovyetler Birliği ne der?
Çerkesler şimdilik Sovyet hükümetine Lenin'in, kendi durumlarında
olan halkların Sovyetler Birliği'ne dönebilecekleri yönündeki
sözlerini ve Moskova Radyosu'nun Türkçe yayınlarında 12 Haziran
1977'de saat 17:00 ve21:30'da yayımlanan şu değerlendirmeyi
hatırlatıyorlar: "1945 ile 1949 yılları arasında Sovyetler Birliği
Yüksek Şura Prezidyumu 7 Kasım 1917'den, yani Büyük Sosyalist
Devrimi'nden önce Rusya İmparatorluğu uyruğu olan kişilerin Sovyet
uyruğuna alınmasına ilişkin kararlar çıkardı (...) Bunlar, Sovyet
uyruğuna alınmak için şimdi, Sovyetler Birliği Yüksek Şura
Prezidyumu'na veya Sovyetler Birliği'ni oluşturan cumhuriyetlerden
birinin Yüksek Şura Prezidyumu'na başvurabilirler."
"Dönüşçü" Çerkes aydınlarının Sovyetler Birliği ve Türkiye
Cumhuriyeti hükümetlerine bir de mesajları var. Nokta'nın aracılık
etmesini istedikleri mesaj aynen şöyle: "Sovyetler Birliği bizim
dönüşümüzden endişe etmesin. Çerkesler, demokratik yaşam biçimini
benimsemiş bir halktır. Orada çığırtkan bir milliyetçilik
yapmayacaklarına emin olabilirler. Biz yalnızca kendi kaderimizi
kendimizin tayin edebileceği bir yapı oluşturmaya çalışıyoruz.
Sürgünle müdahale edilerek durdurulmuş iç dinamiğimizi yeniden
canlandırmak istiyoruz. Gerek SSCB'den, gerekse de TC'den bize
anlayışla yaklaşmalarını diliyoruz." |
|
|
"Sovyetler ve
Türkiye'den anlayış bekliyoruz'' |
|
|
|
Ankara Kuzey Kafkas Kültür Derneği Başkanı
Aslan Arı, Nokta'nın sorularını yanıtladı.
Nokta:
1864'te Osmanlı topraklarına ayak basmaya başlayan
Çerkesler iskân edilirken hangi ölçüler esas
alındı?
Arı:
Kuşkusuz iskânda Çerkeslerin hiçbir söz hakkı
olmadı. Osmanlılar kendi ihtiyaçlarına uygun
olarak Çerkesleri yurdun dört bir yanına
dağıttılar. Kimi, başkenti isyanlara
|
|
karşı korumak amacıyla İstanbul çevresine, kimi Celali
İsyanları'na karşı Kayseri-Sivas arasına, kimi ıslah
etsinler diye o zamanlar bataklık olan Çukurova, Amik,
Adapazarı, Hendek, Düzce civarına, kimi Kudüs, Amman,
Şam gibi kutsal kentlerin çevresine, kimi de kuzeyden
gelebilecek baskınlara karşı Balkanlar'a
yerleştirildi.
Nokta:
1908'de İlan edilen İkinci Meşrutiyet’in Çerkesler
için de bir özgürlük dönemi olduğu biliniyor. Ama
galiba özlemlerinizin gerçekleşmesine en yaklaştığınız
dönem, 1919-1922 arasındaki Kurtuluş Savaşı dönemi
oldu. Öyle değil mi?
Arı:
Kurtuluş Savaşı sırasında Mustafa Kemal'in,
Türkiye'deki bütün milliyetlerin "Anasır-ı İslam
içinde yer aldığı" biçimindeki sözleri Çerkeslerce
savaştan sonra Çerkeslere özerklik verileceği
biçiminde yorumlandıysa da gerçek öyle olmadı.
Lozan'da yalnızca Hıristiyan azınlıklara ayrıcalık
verilince, Çerkesler muhalefete geçti. Örneğin, Sivas
Kongresi'nin toplanmasında önemli görevler alan ve
Atatürk'ü evinde ağırlayan Emir Marşan, Meclis'te
sorunu gündeme getiren bir konuşma yaptı ama bedelini
uzun yıllar Konya Aksaray'da sürgün hayatı yaşayarak
ödedi ve 1922'de İngiliz işgalinin kaldırılmasıyla
birlikte, 1908'den beri faaliyette bulunan Çerkes
Teavün Cemiyeti'nin çok zengin kitaplığı, Beşiktaş
Meydanı'nda yakıldı. 1960'Iara kadar, Çerkeslerden bir
daha ses çıkmadı.
Nokta:
"Dönüş" düşüncesi Kuzey Kafkasya'daki Çerkesler
arasında nasıl karşılanıyor? Bu düşüncenin
gerçekleşmesinde size ve onlara ne gibi görevler
düşüyor?
Arı:
"Dönüş" düşüncesi, anavatandaki Çerkesler tarafından
da tamamen benimsenmiş durumda. Çünkü onlar
anadillerini konuşabiliyorlar, kültürlerini
yaşıyorlar, ama 300 milyonluk Sovyetler Birliği içinde
gene de denizde bir damla gibiler. Ulusal varlığımızın
sürdürülmesi için oradaki nüfusun hızla artırılması
gerekiyor. Bize ve oradakilere düşen görevlere
gelince: En önemli iş, "dönüş" fikrini halka anlatmak.
Bu konuda asıl görev size düşüyor kuşkusuz. İkincisi,
Sovyetler Birliği'nin tarihsel olarak anayurdumuzdan
sürüldüğümüzü kabul etmesi ve dönme hakkımızı
benimsemesi gerekiyor. Bunda da
asıl görev, Kuzey Kafkasya'daki
halk derneklerine düşüyor. Son olarak Türkiye'nin bu
sorunun varlığını kabul etmesi ve bir göç anlaşmasını
benimsemesi gerekiyor ki, bu görev de pek tabii bizi
ilgilendiren bir husus. |
|
|
|
|
|
İz bırakan Çerkesler |
|
|
|
Araştırmacı-yazar İzzet Aydemir Nokta için
Kurtuluş Savaşı ve cumhuriyet dönemlerinde siyaset,
edebiyat, müzik, resim, spor alanlarında ünlü
olmuş Çerkeslerin listesini hazırladı. Aydemirin,
"Henüz hayatta olan pek çok politikacı, üst
düzeyde asker ve sanatkârların yazılması uygun
görülmemiştir" şeklinde bir de not eklediği
listeyi aşağıda sunuyoruz. |
|
|
Cumhuriyet dönemi asker ve
siyasetçileri:
Rauf Orbay (Ç'ence), Başbakan, TBMM Başkanı
Recep Peker, Başbakan
Bekir Sami (Kundukh), Dışişleri Bakanı,
Diplomat
Yusuf İzzet Paşa (Met Çunatuka), General,
İstiklal Savaşı komutanı
Cemil Cahit Toydemir (Ther-keth), General,
İstiklal Savaşı komutanı
Ali Sait Akbaytugan (Şhapli), General, İstiklal
Savaşı komutanı Bekir Sami (Zarakhue), Kurmay
Albay, İstiklal Savaşı komutanı Aşir Atlı (Ş'u),
General, İstiklal Savaşı komutam
Emir Marşan Paşa, Asker ve Politikacı
Hakkı Behiç (Bayie), TBMM'nin ilk Maliye Bakanı
Fuat Carım, Hariciyeci, Büyükelçi
İsmail Canbolat (Hatko), Politikacı
Eşref Kuşçubaşı (Sencer), Teşkilat-ı Mahsusa
Başkanı
Yazarlar
Ahmet Mithat (Hağur)
Ömer Seyfettin (Hatko)
Ömer Naci (Cankhot)
Mizancı Murat (Haraki)
T.Mümtaz Göztepe (Hağur)
Sabahattin Selek
Prens Sabahattin (Kuezba)
İsmail Habib (Sevük)
Besteciler
Lemi Atlı (Çizemugh)
Muhlis Sabahattin (Bijnav)
Neveser Kökteş (Bijnav)
Ressamlar
Namık İsmail (Zeyf), H. Avni Tlifıj, Şevket Dağ
Güreşçiler
Yaşar Doğu (Guke)
Mahmut Atalay (Nekhuy)
Hamit Kaplan (Geeç'i)
Adil Candemir (Gukhe)
Haydar Zafer (Açiba)
Adil Atan (Atanba)
İrfan Atan (Atanba) |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|