Göç mü, yoksa sürgün mü?
Göç, iç ve dış göç şeklinde ele alınabilir. Göç
coğrafi hareketlilik halindeki bir topluluğun
bir bölgeden veya bir ülkeden diğerine hareket
etmesidir. Tabii afetler, harpler, tarımda
makineleşme, kitle haberleşme araçları, genç
nüfus, ekonomik sebepler ve terör göçlere sebep
olabilmektedir (Erkal-Baloğlu, 1997: 123-124). Coğrafya başta olmak üzere,
iktisat, sosyal psikoloji ve sosyoloji gibi göç olgusunu
inceleyen disiplinler arasında konuya en geniş açıdan
bakan bilim dalı sosyolojidir. 'Çünkü sosyolojik
tahliller coğrafi değişmelerden ziyade sosyolojik boyut
ve çerçevedeki değişmeleri dikkate alır. Örneğin, göçün
ortaya çıkaracağı sosyal hareketlilik, göç sebepleri,
uyum, göçe neden olan kararların oluşumu, göç
sürecindeki ayıklama safhaları ve sonuçları ile göç
edilen ülke ve göçe kaynak olan ülke halkları üzerindeki
etkileri sosyolojinin ilgi alanı kapsamındadır (Gezgin,
1994: 14).
Göç türleri incelenirken ele alınan "mesafe" kavramı
genellikle kıta içi ve kıtalararası göçlerle ilgilidir.
Bir ülkenin milli sınırları içerisindeki nüfus
hareketlerine iç göç, nüfusun ülke sınırları dışına
yönelik yer değiştirmesine ise dış göç denir.
Mahiyetleri itibariyle bu tür göçlerde fiziksel mesafe
kavramının hiç bir önemi yoktur (Gezgin, 22).
Mecburi göçlerde, göç kararı göç edenin iradesini
dikkate almamaktadır. Zorunlu iskân politikaları yahut
bir savaş veya doğal afet nedeniyle ortaya çıkan göçler
mecburi göçlerdir. 'Göç edenin iradesine dayalı olmayan
yer değiştirmeleri klasik anlamıyla göç saymama eğilimi
de mevcuttur. Bu eğilimin nedeni "sürgün" kavramının göç
kavramından ayrı bir kriterle incelemeye tabi tutulması
gereğine dikkat çekmek olmalıdır' (Uysal, 1996: 141).
Yukarıdaki tanımlardan açıkça anlaşılacağı üzere,
Çerkeslerin Kafkasya'dan Anadolu'ya gelişi bir sürgün
olup, bu kütlesel nüfus hareketinin göç olarak
isimlendirilmesi doğru değildir.
Çerkeslerin sürülme sebebi
Ekonomik, dini, siyasi ve kültürel sebepler yanında
tarih boyunca en çok karşılaşılan göç sebebi savaşlar
olmuştur. Kafkasya'dan Anadolu'ya kitleler halinde akan
nüfus hareketinin de -siyasi ve dini boyutu da olmakla
beraber- en mühim sebebi iki asır devam eden Rus
savaşlarının Çerkesler aleyhine mağlubiyetle
sonuçlanmasıdır.
Sürgün güzergâhı
1859-1864 yıllarında yurtlarından sürülen Çerkesler
deniz yoluyla, Kafkasya'da, Taman, Tuapse, Anapa, Tsemez,
Soçi, Adler, Sohum, Poti, Batum vd. limanlardan
bindirilip Osmanlı Devleti'nin Trabzon, Samsun, Sinop,
İstanbul, Varna, Burgaz ve Köstence limanlarında
indiriliyordu. 1865-1866 tehciri ile Osmanlı-Rus
harbinden sonraki 1878 tehciri kara yoluyla
gerçekleştirildi. Doğu yolundan genellikle Çeçen,
Dağıstan, Asetin, Kabardey muhacirleri göçürülmüştür.
Daha sonraki göçler de kara yoluyla yapılmıştır (Berzec,
1986: 114).
Sürgün yolunda çekilen çileler
Yolda telef olanların feci durumları Trabzon'daki Rus
konsolosunun, tehcir işlerini idare etmekte olan General
Katraçef'e yazdığı raporda şöyle anlatılır: "Türkiye'ye
gitmek üzere Batum'a 70 bin Çerkes geldi. Bunlardan
vasati olarak günde 7 kişi ölüyor. Trabzon'a çıkarılan
24 bin 700 kişiden şimdiye kadar 19 bin kişi ölmüştür. Şimdi
orada bulunan 63 bin 900 kişiden her gün 180-250 kişi
ölmektedir. Samsun civarındaki 110 bin kişi arasında her
gün vasati 200 kişi can veriyor. Trabzon, Varna ve
İstanbul'a götürülen 4 bin 650 kişiden de günde 40-60 kişinin
öldüğünü haber aldım." İşte bu suretle peş peşe sürüp
gelen felâketlerin ve musîbetlerin darbeleri altında
inleyen ve eriyen bu kahraman ve fazîletkâr milletin
bedbaht bakiyesi de Dobruca, Bulgaristan, Sırbistan,
Arnavutluk, Suriye, Irak gibi daima tehlikeye maruz
bulunan ve daima emniyetsizliğin hükümran olduğu yerlere
iskân edilmiştir (Berkok, 1958: 529).
Çar'ın Kafkasya naibi olarak atadığı kardeşi Grandük
Mişel, 1864 Ağustosunda Batı Kafkasya sakinlerine şu
fermanı tebliğ etmişti: "Bir ay zarfında Kafkasya terk
edilmediği takdirde, bütün nüfus savaş esiri olarak
Rusya'nın muhtelif mıntıkalarına sürülecektir:" (Berkok,
526).
İşte bu yüzden, esaret ve tabiiyeti en büyük şerefsizlik
addeden Çerkesler, güzel vatanlarını terk etmeye mecbur
kalmışlardır. Lermontof bu hakikati bir şiirinde şöyle
dile getirir: "Bu insanlar neden yurtlarını ve
babalarının mezarını terk ediyorlar? Düşman kuvvetinin
zoru ile mi? Hayır! Düşman kuvvetlerinin beraber
getirdiği esaret zincirinin korkusuyla!" (Berkok, 524).
Rus yönetimi, bölgenin yerli nüfustan arındırılarak
boşaltılması hususunda zecrî tedbirler alma yanında bir
takım kolaylıklar da sağlıyordu. Rus ordusundan ayrılıp
gelen ve Osmanlı ordusunda görev alan General Musa
Kunduk(ov) Paşa bakınız ne itiraflarda bulunuyor:
'Çeçen reisleri uzun münakaşalardan sonra göçü kabul
edip nasıl gerçekleşeceğini sordular. Ben de Gürcistan
üzerinden kara yoluyla gideceğimizi ve Rus ordusunun da
her türlü kolaylığı ve yardımı yapacağını söyledim...
Rus Generali Loris'e gidip 50 bin dönüm kadar olan
arazime mukabil 45 bin altın ruble istedim. Derhal
ödedi. Fakir muhacirlere sarf etmek üzere ayrıca 10 bin
altın ruble daha istedim. Bunu az bularak 20 bin ödedi…
Bu şekilde 25 Mayıs 1865'te, aralarında ailem ve
akrabalarımın da bulunduğu 3 bin Çeçen aile ile birlikte
göç ettik. Geride kalanların tehciri görevini Çeçen
mıntıkası naibi reis Sa'dullah'a tevdi etmiştik.' (Kundukov,
1978: 67-70).
Modern tarihin en büyük kitlesel nüfus hareketlerinden
biri olan Çerkes sürgünü (Henze, 1986: 247) esnasında
deniz gibi kan akıtıldı. Gemiye binmek için aç bîilaç
kıyıda yağmur çamur içinde, ölüm iniltileriyle
bekleşenler, yanaşan gemiye üşüşüp istîab haddinden çok
fazla biniyorlardı. Gemiler de daha fazla para alabilmek
için çok yolcu alıyor, bu yüzden fazla yol almadan batan
gemilere sık rastlanıyordu. 1864 Mayısında, Trabzon'daki
Rus konsolosunun yazdığına göre 30 bin kişi açlık ve
hastalıktan kırıldı. Gemilerde hastalık alameti gösteren
olursa derhal denize atılırdı... 1858-1865 yıllarında
493 bin124 insanın gittiği Trabzon'da bir tek adamın 30-50
cariye birden aldığı oluyordu...' (Avksentev, 1984:
61-62).
Üç milyon Kafkas insanını zorla yurdundan süren Rusya,
bu mazlum ve mehcur millet üzerindeki siyasi emellerine
son vermiş değildi.
Rus Hükümeti adına General Fadol, Musa Kunduk ile Gazi
Muhammed'e şu teklifi sunmuştu: 'Afganistan hududunda
Çerkeslerden müteşekkil bir devlet kurmak, Osmanlı
Devleti'ndeki tüm Çerkesleri oraya göçürmek, kurulacak
devletin Rusya'ya bağlı kalması şartıyla bütün
masraflarının Rusya tarafından ödeneceğini garanti
etmek.' Her ikisi de bu teklifi reddetmişti. Rusya bu
projeyle Afganistan'ı işgal etmekte olan İngilizleri
bertaraf etmeyi düşünüyordu (Kundukov, 12).
Göçürülen Çerkeslerin karşılaştığı dayanılmaz zorluklara
şahit olan bazı Ruslar bile vicdan azabı duyuyordu. Musa
Kunduk Paşanın hatıratına bir göz atalım:
'… İnsanların perişanlığını hayretler içinde temaşa
ettiğimi gören istasyon yetkilisi koşarak yanıma geldi
ve gözleri yaşla dolarak dedi ki; 'Ekselans, dünyada bu
acıklı manzarayı seyredip de kalbi burkulmayacak insan
var mıdır? Allah'tan korkmak lazım. Bu topraklar onların
yerleridir. Ne hakla onları bir bilinmezin içine
sürüyoruz? Nereye gittiklerini sorduğumda, Osmanlı
Devleti'ne diyorlar. Ama nasıl ve ne zaman? Onları neler
bekliyor, belli değil. Bu konularda hiç bir bilgileri
yok.' (Kundukov, 62-63).
Tehcir sürecinde geri dönme eğilimi
21 Mayıs 1864'te dört asırlık Rus - Kafkas savaşının
batı kesimde de mağlubiyetle sonuçlanmasıyla başlayan
büyük tehcir süreci uzun sürmemiştir. Osmanlı
Devleti'nden dönüp gelen bazı insanların anlattıkları,
Paçe Beçmırza'nın şiirleri, açlık, hastalık ve ölüm
haberleri getiren gözyaşı ve hasret dolu akraba
mektupları özellikle Kabardey'den göçün devam etmesini
engellemiştir (Berzec, 134).
Tehcir büyük bir hızla devam ederken, bir taraftan da
geri dönme eğilimleri baş göstermişti. Türkiye'deki Rus
Elçisi İgnatiev'in 21.02.1872 tarihinde Rus Dışişleri
Bakanı'na yazdığı gizli bir yazıda, Türkiye'ye göçmüş
8 bin 500 Çerkes ailenin katlandıkları dayanılması zor
şartlardan şikayetle Kafkasya'ya geri dönmek istedikleri
bildirilmiştir (Berzec, 198).
İskân edildikleri yerlere uyum sağlayamayıp geri dönmeye
yeltenen muhacirlerin sayısı o kadar artmıştı ki,
Osmanlı hükümeti tedbir alma ihtiyacı hissetmişti. 18
Kânûn-ı sâni 1789 tarihli emirname ile Çerkeslerin
kaçmasına fırsat verecek her hareketin engellenmesi
emredilmiş, bu hususta yabancı deniz nakliyat
şirketlerine de 'gemileriyle tek bir Çerkes dahi
taşımamaları' resmi yazıyla bildirilmiştir (BOA,
Hariciye Nezareti, 122/64).
Bandırma civarındaki Yeni Sığırcı köyüne iskân edilen
300 aileden 150'si, oradaki hayata uyum sağlayamayıp
anavatana dönmüştür.
1911'de Hac dönüşünde Şam valisi ile görüşen Canıko Bako;
on bin Çerkes olduklarını, kendilerine hicret etmek
istediklerini söyler, vali de memnuniyetle kabul eder.
Canıko, Mehmet Hanaşe ile birlikte bir heyet halinde
gelip daha önce iskân edilen köyleri gezer, perişan
hallerine şahit olur. Kendilerinin iskân edilmesi için
belirlenen Kerk tepelerini gezerler. Bu kayalıkları
beğenmeyip Ağustos 1911'de deniz yoluyla İstanbul
üzerinden geri dönerler, hiç kimse de hicret etmez (Berzec,
130).
İstanbul'daki Çerkes Teavün Cemiyeti sekreteri hukukçu
Tsağo Nuri 1913'te anavatana dönerek Kabardey bölgesinde
değişik okullarda Çerkes Dili okutmaya başlamıştı
(Berzeg, 1995: 247).
1991'de kurulan Kafkas Halkları Konfederasyonu'nun (KHK)
fahri başkanı Musa Şenıbe anlatıyor: 'Annem anlatırdı;
Dedem yolda (karşıdan gelen gemidekilerden) Türk'e
gidenlerin hastalıktan kırıldığını öğrenince
yanındakilerle birlikte denizin ortasından dönüp geri
gelmiş...' (Şenıbe, 1996).
Osmanlı Devleti'nin tehcir ve iskân politikası
Osmanlı Devleti'nin Kafkasya ile ilk temaslarını kurduğu
17. Asırdan itibaren ferdi göçler başlamıştı. Büyük
göçten önce Osmanlı ordusunda görev almış yüzlerce subay
ve bir kısmı vezirlik yapmış 300 paşa vardı. Osmanlı
Devleti Kafkasya'yı hakimiyeti altına almak için bu üst
düzey insanlardan yararlanmıştır. Musa Kunduk Paşa şöyle
anlatır: 'Sadrazam ile görüştükten sonra Berzec Hüseyin
Paşanın yanına gittim. Wubıkh Ali Paşa da (Hafız Paşanın
kardeşi) oradaydı. Bu iki zat Çerkes muhacirlerinin
vaziyetini yakından takip ediyordu. Hüseyin Paşa Osmanlı
Devleti'nin göçe hazırlıklı olmadığını, bu konuda
Çerkesler için hiç bir şey hazırlanmadığını, bu
muhacirlerden ilk büyük grubun durumunun ağıt yakılacak
derecede perişan olduğunu belirterek 'önemle rica
ediyorum, tehcir meselesinde acele etmeyelim' demişti.
Hüseyin Berzec Paşa 1866'da idam edilmiştir (Berkok,
517).
Kuruluşundan beri iç problemlerini çözmede tehcir ve
iskân metoduna sıkça başvuran Osmanlı Devleti, 9 Mayıs
1857'de tehcir kanununu çıkarmıştır. Bu arada Rus
Çarıyla gizlice ittifak etmiştir... Göçenlerin mal, can
ve hürriyetleri, sair tüm hakları sultanın garantisi
altında idi. Her tür vergiden muaf olarak arazi
verilmesi vaat edilmişti. Anadolu'ya yerleşenler 12 yıl
askerlikten muaf tutulmuştu. 1860 yılında İskân-ı
Muhacirîn Komisyonu kuruldu. Bunda ekonomik ve politik
çıkarlar gözetilmişti. Buradan anlaşılıyor ki
Çerkeslerin göçürülmesi, Osmanlı Devleti'nce planlanmış,
sonraları gelişen fiili durumdan çok daha önce
programlanmış bir iştir.' (Karpat'tan naklen Berzec,
47).
Nefy ve iskân, yönetim politikalarından en barizleri
olan Osmanlı Devleti (Barkan, 1949-50: 524 vd.) bu
tehcir ile yüz yüze kalmış olduğu bir çok problemini
halletmeyi de düşünmüştü (Berzec, 120).
Rusya'nın iskâna müdahalesi
Yurdundan zulüm ve kanla sürdüğü milyonlarca insanı
gittiği yerde de rahat bırakmayan Rusya, onların
nerelerde iskân edileceğine de müdahale etmiştir.
Rusya'nın 2 Mart 1878'de Osmanlı Devleti ile imzaladığı
anlaşmada, Rus hududuna yakın yerlerde iskân edilen
Çerkeslerin iç bölgelere götürülmesi hususu üzerinde
durulmuştur (Berzec, 126). Nitekim öyle de yapılmış,
150 bin Çerkes bu sefer de Rumeli'den Anadolu'ya
göçürülmüştür.
Tehcir edilen Çerkes sayısı
Büyük tehcirle ilgili resmi istatistik bilgilerinin
tamamına sahip değiliz. Ancak muttali olunabilen Rus,
İngiliz, Fransız ve Osmanlı kayıtlarında 700 binden 2
milyona kadar değişen rakamlar mevcuttur. Osmanlıdaki
nüfus hareketlerini inceleyen Obisni İrolitimo 1866'da
muhacirlerin bir milyona ulaştığını belirtir (Nartların
Sesi, 1980: 15).
Prof. Kemal Karpat, 1859-1879 arasında göçürülen
Kafkasyalıların, çoğu Çerkeslerden oluşmak üzere
2 milyon civarında olduğunu, sağ salim Osmanlı
Devleti'ne ulaşan muhacir sayısının ise 1 milyon 500 bin
olduğunu belirtir (Karpat, 1995: 69). Kafkasya'nın
hürriyet mücadelesi konusunda değerli bir eser yazmış
olan Hızal da tehcirin 1 milyon 500 bin Kafkasyalının yurdundan
sürülmesiyle sonuçlandığını belirtir (Hızal, 1961: 49).
Ancak; Kafkasya'da yaşanan iç tehcirleri, Sibirya ve
Orta Asya'ya sürülenleri, Balkanlardan Anadolu'ya,
Bandırma civarından Güneydoğuya göçürülenleri, Yahudi -
Arap savaşında Golan bölgesinin işgali üzerine
Kunaytıra'dan sürülenleri de hesaba kattığımızda,
kelimenin hakiki anlamıyla yurdundan sürülen Çerkes
sayısı 3 milyonu aşmaktadır.
Çerkes diasporası
Çerkeslerin Kafkasya dışında en yoğun yaşadığı yerler,
başta Türkiye olmak üzere, Suriye, Ürdün, Filistin,
Mısır, Yugoslavya, bazı Avrupa ülkeleri ve Amerika gibi
çok farklı ülkelerden oluşmaktadır. Varna'da halen dört
Çerkes köyü vardır ve özel kıyafetlerini ve dillerini
muhafaza etmektedirler. Trablusgarp'a 1000 aile
gönderilmiş olduğu arşiv belgeleri ile sabittir. Irak,
Endonezya gibi hiç tahmin edilmeyecek ülkelerde dahi
Çerkes varlığına rastlanmaktadır. Mısır'da üç asırdan
fazla hüküm süren Çerkes Memlükleri ayrı bir bahis
konusudur.
Sürgünün açtığı derin yaralar
'Tehcir operasyonu, binlerce yıllık Kafkas tarihinin en
mühim hadisesidir. Bu olay Kafkasyalıların sosyal
yapısını, ekonomisini ve politikasını menfi yönde
etkilemiştir.' (Berzec, 129).
Aynı kanaati paylaşan ve 1864 büyük sürgününün Çerkes
toplum yapısında son derece büyük tahribatlara yol
açtığını belirten din bilgini Meretowkoe Nuh, Çerkes
Tarihi adlı eserinde, gerek 1864'te, gerekse daha sonra
devam ederek 1878, 1888, 1890 ve nihayet 1900 yıllarında
Osmanlı Devleti'ne vuku bulan göç hareketlerini tenkit
etmekte ve vatanın toplu şekilde terk edilmesinin meşru
bir gerekçesi olmadığı görüşünü savunmaktadır (Mertûkî,
1912: 34, 61).
Büyük Çerkes sürgününün Adıge toplumunun sosyal yapısını
derinden etkileyen sonuçlarından biri de, çok sayıda
Adıge insanının köle ve cariye olarak satılması olmuştur
ki bu olgunun yansımalarını, Ahmet Midhat, Abdülhak
Hamit, Sami Paşa-zâde Sezai, Mizancı Murat gibi kendisi
veya annesi Çerkes olan bir çok Osmanlı aydınının
eserlerinde açıkça görmek mümkündür (Bkz. Parlatır,
1987: 31 vd.).
KAYNAKÇA
- Avksentev, A., İslam na Severnom Kavkaza,
Stavropol 1984.
- Barkan, Ö. L., 'Osmanlı İmparatorluğunda Bir İskân
Kolonizasyon Metodu Olarak Sürgünler', İ.Ü.İ.F.
Mecmuası, c.11, s.1-4, İstanbul 1949-50, s.524 vd.
- Berkok, İ., Tarihte Kafkasya, İstanbul, 1958.
- Berzec, N., Tehcîru'ş - Şerâkise, (Arapçaya çev.
İsamu'l - Hasen), Amman, 1986.
- Berzeg, S. E., Kafkas Diyasporasında Edebiyatçılar ve
Yazarlar Sözlüğü, Samsun 1995.
- BOA, Hariciye Nezareti, c.122, dosya no: 64.
- Erkal, M. E.-Baloğlu, B. ve F., Ansiklopedik Sosyoloji
Sözlüğü, Der Yayınları, İstanbul, 1997.
- Gezgin, M. F., İşgücü Göçü ve Avusturya'daki Türk
İşçileri, İ.Ü. Yayınları, İstanbul, 1994.
- Henze, P., 1986, s.247'den nak. Edris Abzakh,'Circassian
Home Page', İnternet, (http.//www.geocities.com./CollegePark/2341/).
- Hızal, A. H., Kuzey Kafkasya Hürriyet ve İstiklâl
Davası, Orkun Yayınları No: 4, Ankara 1961.
- Karpat, K. H., Ottoman Population 1830-1914,
Wisconsin, 1995.
- Kundukov, M., Anılar, çev. M. Yağan, İstanbul 1978.
- Mertûkî, N., Nûru'l-Mekâbis fî Tevârîhi'l-Çerâkis,
Kerimiyye Matbaası, Kazan, 1912.
- Nartların Sesi Dergisi, Sayı: 16, Ankara, Şubat 1980,
s.15.
- Şenıbe Musa ile Röportaj, Nalçik, 01.10.1996.
- Parlatır, İ., Tanzimat Edebiyatında Kölelik, TTK
Yayınları, Ankara, 1987.
- Uysal, H., İnsan ve Toplum Bilimleri Sözlüğü, Uysal
Kitab |