|
|
................... |
|
................... |
ÇERKESLERİN POLİTİK TARİHİ |
Prof. Dr. M. Sarkinyanz
Çeviri: Dr. YEDİC Batıray Özbek |
|
|
................... |
|
|
Yerleşim
Sahaları
"Çerkes" kelimesinin anlamı, kültürel ve dil
bakımından birbirleriyle
akraba olan Kuzey Batı Kafkasya'da yaşayan
etnik kabileler girmektedir.
Çerkes terimi dar anlamıyla Adigeleri (Abzegh,
Shapsugh, Bjedugh, Kaberdey vs. gibi
kabileleri) ve Abazaları içine almaktadır.
Rusların istilasından önceki
yerleşim sahaları; Kafkas dağlarının her iki yakası,
Karadeniz'in Doğu kıyıları, orta ve alt Kuban nehri,
Taman yarımadası, Terek nehrinin Batı kıyıları ve Büyük
Kabardey bölgesinin tümünüydü. Kuban nehrinin Güney’inde
nüfusun çoğunlunu Çerkesler teşkil ediyor, Kuban
nehrinin kollarından kaynaklandığı dağlarda ve
ormanlarda ise genellikle Abedzehler oturuyorlardı.
Çerkeslerin kökenleri ile ilgili bazı problemler
Çerkeslerin tarihi hakkındaki bilgileri günümüzde Çerkes
antropolojisi,
folkloru ve Kafkas dillerinin analiz edilmesinden elde
edilen yeni
bilgilerle genişletebiliriz. Çerkes dilleri ünlü
dilbilimci Marr
tarafından "Yafetid" dil ailesi içine alınarak
incelenmiştir. Doğru olanı
da budur ve Çerkes dili Kuzey Batı Kafkas dilleri
grubundadır. Bu dil
ailesine Gürcüce, Çeçence ve Lezgice’de dahildir. Çerkes
grubuna
Kafkasların Kuzeybatısı’nda eski çağlardan beri bilinip,
yaşamış olan
halklar da girmektedir. Bu halklara eski çağlardan beri
buralarda
yaşayarak gelmiş olan Kimmerler ve işkillerden arta
kalanlar da dahildir.
Çerkesler, bu yöreleri zaman zaman istila eden
barbarları asimile
etmişler, onlara kendi dillerini ve geleneklerini
benimsemişlerdir. Bunu
Kuzey Orta Kafkasya için söyleyemeyiz; çünkü onlar İran
halklarınca
asimile edilmişlerdir.
Ünlü tarihçi Herodot, Çerkeslerden söz etmektedir.
Milattan Önce 5. yy’da Azak Denizci kıyılarında şehir
devletleri kurmuş olan Meotlar, ilk
Proto-Kafkaslılar olarak kabul edilmektedir. Herodot'un
yazdıklarına göre
Meotların anaerkil sosyal ve toplumsal düzenleri vardı.
Sindler MÖ 5. yy. sonlarına doğru başkentleri Goripipa
(günümüzdeki
Anapa kenti) olmak üzere bir kent devleti kurmuşlardır.
Sind kralları
kendi adlarına para, hatta mühür bastırmışlardır. Gerek
Sindler, gerek
Meotların Yunanlarla yakın ilişkileri olduğu gibi
birbirleriyle de
mücadele etmişlerdir. Sindler MÖ 4. yy’ın başlarında
Bosfor Krallığı’nın
egemenliği altına girmek zorunda kalmıştır. Bu egemenlik
yıllarında zaman
zaman Bosfor Krallığı’nı ele geçirerek yönetmişlerdir.
İşte bunlardan
Spartakidler ikinci kral sülalesi olarak Bosfor’a egemen
olmuşlardır.
Dünya tarihinde ilk kez köle ayaklanmasını Roma'da
gerçekleştiren
Spartakus'ta Spartakidlerdendir, yani Çerkeslerin
atalarındandır.
Klasik Çağda Çerkesler
Daha öncede yazdığımız gibi Çerkesler hakkında ilk
yazılı belgeler MÖ 5.
yy’a kadar gitmektedir. Herodot'un eserinde sözünü
ettiği "Suchailer",
yani "Zugiler" Çerkeslerin ataları olarak kabul
edilirler. Yunanlar
kendilerinden başka her ulusu "barbar'’ olarak
kabullendikleri gibi,
söylenen kelimeleri de doğru olarak duyup yazabilmeleri
olanaksızdı. Bu
durumda kendilerine göre değiştirerek yazıyorlardı. "Zugi"
sözcüğünün
doğrusu "Tz'ıchu" yani Kabardey Adigece’sinde "insan"
anlamına gelmektedir.
Herodot'un siz neysiniz sorusuna, büyük bir olasılıkla,
"Biz insanız"
şeklinde cevap vermişlerdir.
Herodot'tan sonra Korintli Skylaks,MÖ II. yy’da "Cerket"
adını
kullanırken, Strabo MS I. yy’da "Cercetae" adımı
kullanıyordu. Bu tanım içine de hemen hemen Kuzey Batı
Kafkasya'da yaşayan halkları
almaktadır. Bu devirde Sind Meotler içlerine gelen diğer
etnik grupları
daha üstün olan kültür ve sosyal düzeyleri nedeniyle
kolayca asimile
edebiliyorlardı.
Sind Meotlar da Bosfor Krallığı ile birlikte Pontus'un
muhasarasına
uğrarlar ve Romalılar tarafından istila edilirler.
Şurası tarihi bir
gerçek ki, Azak denizinin klasik adı olan "Meotis",
adını Meotlardan
almaktadır.
Çerkeslerin Güney komşuları olan Gürcülerin
Kroniklerinde, Kuzey komşuları olarak "Kavkazi'’lerden
söz etmektedir. Halbuki aynı devirde Çerkesler
kendilerine "Dzixi" adını vermektedirler. Kabileler
topluluğu olan Alan İmparatorluğu’nun, Hunların
istilasıyla yıkılınca, aynı akıbete Sind Meot devleti de
Bosfor Devleti ile birlikte uğramış ve Orta Asya'dan
gelen
barbar Hunlar tarafından MS V. yy’da yıkılmışlardır.
Hunların barbarlığından ve vahşetinden kaçarak Kuban
nehrinin güneyinde yaşayan akrabalarına sığınabilenler
bugünkü Çerkeslerin ataları olarak günümüze kadar
gelmişlerdir.
Yabancılar bu halka "Çerkes' terimini, daha önce
yazdığımız Yunanca
sözcüklerden üreterek kullanıyorlarsa da MS V. yy’dan
itibaren
kendilerine "Adige'’ demişlerdir. Bu tanım, zamanımıza
kadar gelmiştir. Bu
yüzyıldan itibaren de tek dil, tek ulus olan Adige
milleti gelişmeye
başlamıştır.
Araplar ve Orta Doğu halkları Kafkas dağlarını dünyanın
Kuzey sınırı
olarak kabul ediyorlardı. Arap seyyahları onlardan "Kerkes'
diye söz
ederken, Çerkeslerle iyi ticari ilişkilerde bulunan
Cenevizliler
"Kırkasi’' tanımını kullanmışlardır. Gerek bu tür
sözcükler, gerekse
inançları incelendiğinde, Çerkeslerin eski dünyanın
tanıdığı ve bildiği en
en eski klasik çağ halklarından biri olduğu ortaya
çıkmaktadır. Kıyı
boyunda yaşayan Çerkesler XIX. yy’a kadar ateş ve ocak
tanrısı olarak
Achın'ı kabul ederek (tıpkı klasik çağdaki Pan gibi) ona
ve Sosrese'e
tapınmışlardır. Çerkesler, tanrı Sosres'in denizden
doğduğuna, tekrar
denize döndüğünü ve denizden çıkarak geri geleceğine
inanmaktaydılar.
Eski Orta Çağda Çerkesler
Çerkeslerin MS VI. yy’dan itibaren Bizans kanalıyla
Hıristiyan dinini benimsemeye başlarlarsa da eski
dinlerini de bırakmamışlardır. Bu yüzyılda 1. Justinian
(527-565) Nalçik’te bir piskoposluk kurdurur. Bu
piskoposluk vasıtasıyla Çerkeslerle Bizanslılar arasında
iyi ilişkilerin kurulmasını sağlar. Justinian, eski
Adige destanlarında büyük bir kahraman olarak geçer.
Justinian'ın ölümünden bu yana 1500 yıl geçmesine
rağmen, halen onun adına yemin eden Çerkeslere
rastlanmaktadır.
Justinian, Abazalardan kölelerin alınarak çeşitli
ülkelere satılmasını
yasaklar. Abazalar bu yıllarda Bizans'ın yasallığını
kabullenmişti. Daha
sonraları İran Şahı Anuşirvan ile (531-579) Bizans’a
karşı savaşmıştır.
VII yy’da da hiç bir mukavemet göstermeden Musevi olan
Hazarların
egemenliğini kabul ederler. Ünlü Arap gezgini İbn-i
Masudi'nin
yazdıklarına göre; Çerkeslerin Alanlara göre zayıf
olmalarının nedeni
olarak otoriter bir kral etrafında birleşememelerini
göstermektedir.
Masudi, Çerkeslerden "Keşak' adıyla söz etmektedir.
Masudi gezi
notlarında Çerkes kızlarının zarifliği, güzelliği ve
toplumsal yaşamdaki
etkili rolünden övgüyle söz etmektedir. (1)
Hazar hakimiyeti altındaki Çerkesler, Kiev Prensliği’ne
karşı savaşırlarsa
da yenilgiye uğrarlar. Rus kroniklerine göre Çerkeslerle
Kiev Prensliği
arasında 1022 yılında savaş çıkar. Doğrudan girilecek
bir sıcak savaşta
her iki taraftan da binlerce ölüyü savaş alanında
bırakacaklardı. Bunu
anlayan iki lider, iki tarafın en kuvvetli ve cesur
birer cengaverini
ortaya çıkararak yapılacak ikili mücadelede yenen
tarafın galip sayılması
hususunda anlaşmışlardı. Çerkes cengaveri Redad ile Kiev
Prensi St.
Vlademir’in oğlu Mistislav arasında yapılan ikili
mücadeleyi Mistislav
kazanarak Redad'ı öldürmüş, savaşı da Kiev-Rusları
kazanmış sayılmıştır.
Rus Tmurtakan Prensliği ile iyi ilişkiler ve dostlukları
olmuştur.
Kavimler göçü ile birlikte gelen Kumanlar bu iki ulus
arasına yerleşerek
bir müddet olsa da bir birinden uzak tutmuş ve iyi
ilişkilerini kesmiştir.
Bu yıllarda Selçukluların Anadolu'ya gelmesiyle Bizans
gerilemeye başlamış ve Bizans kaynakları da kesilmiştir.
Moğolların istilası ve Adigelerde bıraktığı izler
Eldeki kaynaklara göre, Moğol istilasından önce
Adigelerin Kuzey sınırlan
Azak denizinin doğu kıyılarına ve bazı anlatımlara göre
de Don ile Volga
nehirlerinin birbirlerine yaklaştıkları yerlere kadar
uzanıyordu. 1239
yılında Moğolların istilası ile birlikte güneye doğru
geri çekilmişlerdir.
XIV. ve XVIII. yy.larda Altın Ordu devleti ve Kırım
Hanlıkları’nın da
baskısıyla Çerkeslerin arasına Tatar köyleri kurulmaya
başlanmıştır. En
Güneyde yaşayan Abazalar ve dağlarda yaşayan Adigeler bu
tür baskı ve
karışımlardan tamamen uzak kalmışlardır. Buna rağmen
Altın Ordu devletinin başkenti Bahçesaray'da bir Çerkes
mahallesi kurulmuştu. Altın Ordu Devleti ile beraber
1380'de Moskova'ya karşı 1395'de de Moğollara karşı
savaşmışlardır. Alanların Moğollara tarafından yıkılması
ile birlikte
Kabardeylerin tümü Güneye ve Doğuya göç etmişler,
bugünkü orta Kafkasya'ya yerleşmişlerdir.
Ceneviz kaynaklarında Çerkesler
Ancona von Fredutio'nun 1497'de yaptığı haritada
Çerkeslerin yerleşim
sahası bugünkü Tagonrok'a kadar getirmektedir. 1502'de
yapılan diğer bir
haritada yine Azak denizinin doğu yakalarında Çerkesleri
göstermekte,
hatta Don Nehri’nin doğusuna kadar uzanmakta ise de
buralardan Kırım
Hanlarınca Güney’e doğru sürülmüşlerdir. Bu haritayı
çizen Rnra Tntpriana
Çerkesler hakkında bize oldukça ilginç bilgiler
aktarmaktadır. Çerkeslerin
şövalye NM\Man XIX. yy’a kadar devam etmişlerdir. Kan
davasını kendi
aralarında çözümlerlerdi. Katillik olayı Adigelerde az
rastlanan bir
olaydı. Bir katil kendini, ailesini ve kabilesini
korumak için öldürdüğü
kişinin ailesine fidye ödemekle yükümlüdür. G. İnteriano
Çerkeslerin
misafirperverliğine bilhassa dikkat çekmekte, ev sahibi,
misafirini her
türlü kötülüklerden, hatta bunun sonunda kendi hayatına
mal olacağını ve
köle olarak satılabileceğini bilse dahi, korumakla
yükümlüydü. Kadınlar
erkeklerden kaçmaz, saklanmaz konuklara hizmet etmekten
kaçınmazlardı. Üst tabakadan biri vefat edince yapılan
merasimde genç bakire bir kızın kendi bekareti için
yaptığı mücadele, törenin en heyecanlı anını teşkil
ederdi (Bkz. Fr. Neumann'ın "Rusya ve Çerkesler' 1840
sayfa 39 adlı yapıtı) Cenevizliler orta çağdan bu yana,
Bizans ve Osmanlılar zamanında da, Karadeniz kıyısında
ve iç Kafkasya'da yaşayan Çerkeslerle aktif ve dostane
ticari ilişkiler sürdürdükleri için kaynakları da
güvenilir olarak kabul edilmektedir. Cenevizliler
özellikle Kopa'dan aldıkları köleleri çeşitli ülkelerde
satarlardı.
İslam Kaynaklarında Çerkesler
Çerkes kökenli kölemenler Mısır'da 1382-1468 yılları (2)
arasında
egemendiler. Bu nedenle bazıları Çerkeslerin kökenini
Mısır'da aramaktadır
ki, bu doğru değildir. Kölemen devleti yıkılınca buradan
bazı ailelerin
anavatanlarına dönmeleri böyle bir varsayımı ortaya
çıkarmaktadır. Örnek
olarak Kabardeylerin İslamiyet öncesi Arabistan’dan göç
ettiklerine dair
efsanevi anlatımlar değerini yitirmektedir. İneriano'ya
göre bu yıllarda
Çerkeslerin tamamı Hıristiyan'dı. 1453'de İstanbul'un
fethiyle
dindaşlarıyla ilgilerinin kesilmesine rağmen Hıristiyan
dinini daha uzun
zaman muhafaza etmişlerdir. Ana tanrı Merissa'ya (3)
anların koruyucu
meleği olarak 20. yüzyıla kadar tapınmışlardır. İslam
dininin yayılmaya
başlamasıyla Hıristiyan inançların pek çoğu
İslamlaştırılmıştır. Örnek
olarak; Hıristiyan mukaddeslerinden "Elias'’ "Ali'ye’'
çevrilerek saygı
duyulmuştur.
İslam dinini ilk kabul edenler Kabardeylerdi. Kırım
Tatarlarınca yayılan
İslamiyet’i önce Kabardey beyleri kabul etmiştir.
Kabardeyler 15. yy.’da
Azak Denizi’nin Doğu’sunda yaşıyorlardı.
Rus Çarları ile ilk temaslar
Kırım Tatarlarının Çerkesler üzerindeki baskı, bilhassa
baskınlarda ele
geçirdikleri insanları tutsak ederek pazarlarında
satmaları, doğu
Çerkeslerini 1552'de Ruslardan yardım istemek zorunda
kalmıştır. Bu
yardım çağrısına IV. İvan olumlu yanıt vermesine karşın
bu yıllarda
Rusların Çerkesleri koruyacak askeri ve politik güçleri
olmadığından bu
girişimler bir dostluk ilişkisinden ileri gidememiştir.
Terek nehri
kıyısındaki iki Çerkes köyü Kazaklarca istila edilse de
Kırım Tatarlarının
baskısıyla buraları terk ederler. Kuban Nehri 16. yy da
bağımsız
Çerkeslerin kuzey sınırını teşkil ediyordu. Kuban’ın
Kuzey’inde oturan
Çerkesler Kırım’a bağlı idi. Bu nedenle de dolaylı
olarak Osmanlı
yasaları geçerliydi. Osmanlı sarayında ise Çerkes
güzelleri en çok aranan
cariyelerdi. Wubıhlarla Abhazlar arasında oturan
Abazinler 17. yy’da Kafkas dağlarının Kuzey’ine göç
ederler. Kuzeydoğu’da ise Nogay Tatarları altı büyük
yerleşim sahasında oturuyorlardı.
Rus çarları daha Güneye genişleme planları gereği 17.
yy’da Çerkeslerle
ilişkilerini geliştirmeye başlarlar. Eski dimi
inançlarını bırakmak
istemeyen Ruslar Kuban deltasına giderek yerleşirler.
Kazak atamanı
Bulavin 1708'de çar 1. Peter’e isyan ederek Çerkeslere
sığınır. Kırım’ın
Rusya'ya ilhakından sonra Çariçe’nin emrindeki Kazak
birlikleri 1783’de
Kuban bölgesini istila eder.
18. yüzyılda Çerkes kabilelerinde sınıfsal savaşlar
Kuzey’de Rusların yaptığı baskılarla güneye inen
Çerkesler dar yerleşim
alanlarına sıkışıp kalmışlardır. Bu nedenle de Abzeghler,
Shapsughlar ve
Natuhaclar birbirlerine daha da sokulmuşlar ve 19.
yy’daki sınırlarıyla
yerleşim sahalarına çekilmiştir. Bu kabilelerin kendi
aralarındaki sınıfsal savaşlar, daha sonraları kabileler
arası sınıfsal savaşa dönüşmüştür. Örneğin oligarşik
Bjedughlar, demokratik Abzeghlere karşı savaşırlarken
Çeçenler, Bjedughlara yardım etmişlerdir. Çerkesya’da
18. yy’da oligarşiye karşı yürütülen ayaklanma ve
savaşların hemen hemen tümü Abzeghlerin tesiriyle
olmuştur. Oligarşik Bjedughlar ve Shapsughlar birleşerek
Ruslardan da yardım alarak 1796'da demokratik Abzeghleri
yenilgiye uğratmışlardır. Bu yenilgiye rağmen daha
sonraları özgürlükçü düşünce alevi sönmemiş, diğer
kabileler arasında da savaşsız oligarşik idare yıkılarak
toplumda herkes aynı haklara sahip olmuştur. 19 yy’ın
ilk yanlarında tüm batı Çerkes kabileleri hür ve
bağımsızdılar. Alınan tüm kararlar halk meclislerinde
alınır ve toplum bu kararlarla yönetilirdi.
Köy meclisleri (Psucho-Kuace) sosyal yapının temelini
oluşturuyordu.
Hiçbir Adige beyi tüm kabileleri bir araya toplayarak
hüküm edememiştir.
İşte bu tür zayıflıkları ve parçalanmış olmaları, diğer
iç ve dış sebepler
bir araya gelince, Rusların Çerkesya'yı istila etmesi
kolaylaştı.
Rusların Adigey’i istilası
Kuban kıyılarına Kazakların yerleştirilmesinden sonra
Kırım Tatarlarının
yerini Ruslar alır ve Adigey'i tehdide başlar.
Petersburg, 1792'den bu
yana Kuban nehrinin Kuzey kıyılarının kendisine ait
olduğunu iddia
ediyordu. Çerkesler antlaşma yollan ararlarsa da Ruslar
buna yanaşmazlar
ve Çerkesleri müdafaa harbine zorlarlar. Bu baskılar
neticede Rusların
başarısıyla sona ermiştir. Kazaklar 1850 yılına kadar
bir çok Çerkes
köyünü yerle bir etmişlerdir. Osmanlılar, Kırım
Hanlığı’nın 1829'da Ruslara
geçmesinden sonra, onlardan boşalan vasallık hakkının
kendilerine ait
olduğunu ileri sürmüşlerdir. Çerkeslerin coğrafik konumu
iki devlet
arasındaki dengeyi teşkil ediyordu. Bu da Osmanlıların
geleceği için çok
önemli idi. Çerkesler 19. yy’da sadece Müslüman
olmasından kaynaklanarak Osmanlıya karşı sempati
besliyordu ve görünüşte olsa da bağlılıkları vardı. Oysa
daha 16 yy’da Osmanlılara karşı Ruslardan yardım
istemişlerdi. Osmanlıların, söz verdiği yardımlar
genelde yerine getirilmiyor ve aldatılıyorlardı.
Osmanlılar Kırım savaşında 1854-1856'da ilk kez
verdikleri sözü tutarak yardım etmişlerdir. İngilizlerde
kendisi Çerkes
olan Zanıko Sefer Bey'e (Haşim Efendi’nin Hatırlarına ve
Theophil
Lapinski'ye göre Sefer Bey Çerkes değil, Tatar’dı)
1830'a vaat ettikleri
yardımı yapmışlardı.
Osmanlılar 1829 Edirne Antlaşması’na göre, Çerkesya’da
hiç bir hak iddia
etmediklerini resmen kabullenmişlerdi. Bu antlaşma
gereği Ruslar dış
ülkelerden gelen her türlü yardımı diplomatik yollardan
kolayca
önleyebiliyorlardı. Buna rağmen Çerkeslerin bağımsızlık
savaşı aralıksız
devam etmiştir.
Şamil'in bağımsızlık savaşında Çerkesler
Şamil'in yürüttüğü mücadelenin temelinde İslam dini
birleştirici unsur
olarak ele alınmıştır. Şamil, Çerkeslerin de Müslüman
olduklarını ileri
sürerek, kendisine bağlanmalarını, itaat etmelerini
beraber savaşmalarını
istemişti. Bu amaçla Naiplerini Adigelerin arasına
göndermesine
karşın bu Naipler ancak 1842'den sonra aktif bir rol
oynamayı
başarabilmiştir. Pek çok Naipten sadece Muhammed Emin
kendini kabul
ettirebilmiştir. Naipler, Çerkeslerin yüzyıllardır devam
edegelen
geleneklerini, Adige-xabzeyi kaldırarak; yerine
dogmatik şeriat
kanunlarını koymaya kalkışması halkta ve liderlerde
büyük bir infial
uyandırır. Hemen hemen herkes Naiplere düşman kesilir.
Çerkesleri
baskıya ve tepeden inme dogmatik kanunlara alışık
olmamaları, Şamiladına verilen ölüm kararları, vergi
vermeyenlerin ve dini görevlerini yerine
getirmeyenlerin cezalandırılmaları, yeni prensiplerin
yerleştirilmeye
çalışılması halk arasında büyük tepkilere neden olurdu.
Bu nedenle
Muhammed Emin 1848'de Çerkeslere özgü yeni, yani
Adigexabze'den
kaynaklanan bir yönetim şeklini kabullenmek zorunda
kalırdı. Çerkesya'da
Şamil’e sempati duyan bölgelerde tüm yetkiler M. Emin'e
aitti. Osmanlılar,
hutbelerde padişaha bağlılık belirtilmediği için Şamil
ve M. Emin'i
dışlayarak Sefer Bey’i Çerkeslerin lideri olarak kabul
ettiler. Bu iki
lider bir birine düşman idi ve içten içe mücadele
ediyorlardı. Demokratik
Çerkeslerin büyük çoğunluğu M. Emin'e bağlı idi ve
toplumda da bir çok
sosyal yenilikler gerçekleştirmişlerdir. Sınıfsal
yapının ortadan
kaldırılması hareketleri daha sonra Bjedughlar arasında
da başarıya
ulaşmıştır. Shapsugh ve Natuhuaclar Sefer Bey tarafını
tutarak oligarşik
yönetimde kalmışlar ve 1856-57'de iki grup arasında
kardeş kanı
akıtmışlardır. Sefer Bey'in vefatı ve Şamil'inde
yenilgiye uğrayarak
teslim olmasından sonra M. Emin Ruslara teslim olarak
taraftarlarına
"savaşı bırakmalarım" söylemesine rağmen, onu
dinlemeyerek mücadeleye devam etmişlerdir. Çerkesler de
diğer Kafkasya halkları gibi zayıf kalarak yenilgiye
uğramaktan kurtulamamışlardır.
Çerkeslerin dramatik göçü
Çerkeslerin bağımsızlık savaşlarıyla ilgili bilgileri
beynelmilel yayın
organı olan "Morning Chronical' ve İngiliz casusları
olan Bell ve
Longvvorth'un yazılarından öğreniyoruz. Polonya, Macar
ve Fransız asıllı
ihtilalciler ile İngiliz casusları da Çerkeslerin
bağımsızlık savaşlarında
görev almışlardır . Kırım savaşının bitmesi zamanın
süper devletlerinin
Kafkasya'daki savaşlara olan ilgilerini azaltmış ve
Çerkesleri Rus çarlarına peşkeş çekmişlerdir. Rusların
istilası ile ilgili olarak bir Rus
asilzadesinin yazdıkları ilgi çekicidir; Baskınla
birlikte pek çok insan
ormanlara sığınıyorlardı. Bazen anneler çocuklarını,
elimize düşmemesi
için kafalarını taşlara vurarak öldürüyorlardı. Şimdi
ise varolmak ve
hürriyetleri için savaşanların ve savaşın gürültü ve
patırtıları bittiğine
göre, bu kahramanlık destanının yenilgiye uğrayan
kahramanlarına olan
haran ve takdirimizi gizleyemeyiz. Öyle bir rakip ki
Anavatanını ve
bağımsızlığını yok olma ve edilme noktasına kadar
savunmuştur. Rus
Sosyalisti Petraşevski'nin (1845) Çerkeslerin
bağımsızlık savaşına devam
etmeleri istemi ve buna benzer planları neticesiz
kalmıştır.
Yenilgiye uğrayan Çerkesler Kuban ve Don nehri
kıyılarına ve Stavropol
kenti yakınlarına yerleştirilirler. İnsanlık dışı
uygulamalarla yürütülen yerleştirme çabaları çok açıklı
ve dramatik olaylara sahne olmuştur. (Bkz.
U.Aliev, B.M. Goredeçkiy'in eseri Adygeja Rostov, 1927
sayfa 150). Bu
vahşet Amerika'da beyazların Kızılderililere karşı
yaptıkları vahşetle
aynıdır. Çerkesler, Kafkaslarda Ruslara en son mağlup
olan halktır.
Graj Jevdemikof 1864 yılında Çerkes köylerinin etrafına
Kazakları
yerleştirir. Gerçi bu yolla Çerkesler kontrol altına
alınmışlarsa da,
yaşamaları için gerekli geniş arazilerden koparılmışlar
ve hareket etme
sahaları daraltılmıştır.
Pek çoğu 1861-1864 yıllarında Osmanlı devletine göç
edince bir zamanların yemyeşil ormanlarla süslü ve ekili
toprak ve bahçeler terkedilmiş, böylece bu güzel ülke
bir çöl görünümü almıştır. Göç, açlık, sefalet ve
hastalıklarla mücadele gibi güçlüklerle
gerçekleştirilmiştir.
Rus Çarı’nın Çerkeslerin göçü için gönderdiği paralar,
Petersburg'daki
memurlarca yerlerine ulaştırılmamıştır. Bu etnik
jenosidden sadece yarım
milyon kadar Çerkes kurtulabilmiştir. Balkanlara
yerleştirilen Çerkesler
Hıristiyanlara karşı "Plage" yani parasız jandarma
olarak
kullanılmışlardır. Rusya'da kalan Çerkesler ise 1917
ihtilaline ilgisiz ve
tarafsız kalmışlar, Stalin devrinde ise tasfiye
edilmişlerdir.
Kabardey Çerkesleri
Adigelerin en kalabalık ve en önemli rolü oynayan
kabilelerden biri,
Kabardey Adigelerdir. Yerleşim alanları: Büyük Kabardey;
Kafkas
dağlarının Kuzey sırtları, Elbrus dağının Doğu
yakasından Terek ve Baksan
nehrine, Küçük Kabardey; Terek ve Kabardey dağları
arasında kalan kısımda yer alır. Kabardey tarihi, Çerkes
tarihinin en önemli bir bölümünü teşkil eder. Bunların
da tarihini ve dilini öğrenmek diğerlerinki gibi zordur.
Yazı dilleri yoktu. Dini yazılar ise sadece dini
konularda kalmıştır. Bu
nedenle de hiçbir kronolojik bilgi bize ulaşmamıştır ve
tarihleri de
tamamlanmamıştır. Tarihi bilgileri komşu halk
kronolojileri ve zengin halk
efsane ve folkloruyla tamamlayabiliyoruz.
Büyük bir olasılıkla Kabardeyler 15. yy’da diğer Çerkes
kabilelerinden
kopmuşlardır. Diğer Çerkes kabilelerinin tersine detaylı
bir sosyal sınıf
ayrımını yaratmışlardır. Kabardey adı da bir ihtimalle
ünlü bir Kabardey
beyinin adından gelmektedir. Halk anlatımlarına göre
büyük bey Yinal
(efsaneleşmiş bir bey) Kuban nehrinin doğu bölgesine
halkını
yerleştirmiştir. Sonraları Kırım Tatarlarının baskısıyla
daha güneye ve
Doğu’ya inerek Kafkas dağlarına yerleşmişlerdir. Büyük
göç Alan kabileler birliğinin Moğollarca yıkılmasından
sonra daha kolay gerçekleşmiştir.
Kabardeyler 15. yy sonlarına kadar Altınordu devletine
bağımlı idiler.
Kabardeylerin bölünerek parçalanmaları
Efsanevi anlatımlara göre toplum, beylerle birlikte halk
meclislerince
yöneltiliyordu. Fakat 16. yy’da Küçük ve Büyük Kabarda
olarak, Kabardey
Beyi Shalocho Talustan tarafından bölünmüştür. Shalocho
kendine ve verilen mirastan memnun kalmayarak halkını da
yanına almış, Terek nehrinin Doğu’suna yerleşerek Küçük
Kabarda’yı kurmuştur. Diğer bir anlatıma göre bu ayrım
Yinal'ın ölümünden sonra oğulları Atajuk, Mışevest ve
Kaytuko arasında yapılmıştır.
Moskova ile ilişkilerden önce her iki Kabarda ve
komşuları
Kabardey Adigelerinin ikiye ayrılması, taht kavgalarının
sonu olmamıştır.
Kardeşler birbiriyle mücadele etmiştir. Gerek
Tatarların, gerek Dağıstan
halklarının Kabardey'e saldırıları sırasında iki kardeş
ve onlardan
sonraki Kabardey beyleri bir birleri ile dayanışma için
giriyor ve yardım
ediyorlardı. Tehlike bertaraf edilince de yine bir
birleriyle savaşıyorlardı. Bilhassa Altınordu devletini
ele geçirerek yöneten Tochtamışlara karşı amansız bir
mücadele verilerek, yönetimde deneyim kazanan aile yok
edilmeye çalışılmıştır.
Gerek iç savaşlarda, gerek başkalarıyla yapılan
savaşlarda akraba
halklardan yardım isteniyordu. Bunun örneklerinden biri
Dağıstan'a yapılan
akın sırasında Abazaların yardım etmeleridir. Kabardey
Adigeleri tüm komşu halklar üzerinde tam hakimiyet
kurmuşlardı. Yakın komşuları olan Balkar, Karaçay ve
Nogaylar üzerine her yönde tam bir hakimiyet
kurarlarken, uzak komşuları olan Çeçen-İnguş ve
Osetinler de Kabardeylerin vasalları idiler. Kafkasların
bu küçük monarşilerine Şamhal beyliklerinden Abaza
beylerine kadar herkes vergi ödemek zorundaydılar. Hatta
16. yy’da bir Kabardey prensesi ile Gürcü kralı görkemli
düğün merasimiyle politik bir evlilik yapmıştır. II.
Beyazıt (1480-1512) kağıt üzerinde de olsa hakimiyetinde
gördüğü Kabarda'yı Kırım'a bağlamıştı. Kırım’da vergi
olarak Kabarda'dan esir alıyordu. Diğer yönden taht
kavgaları sonunda Kırımdan kaçan Tatar beyleri
Kabardeylere sığmıyorlardı.
Kabardeyler de hristiyanlığın gerilemesi ve
İslamiyet’in yayılması
Kabardeylerin Kırım Kanlarıyla olan ilişkileri, İslam
dininin Kabardeyler
arasında çabuk yayılmasına neden olur. Bizans'ın 1453'de
yıkılmasıyla
Hıristiyan dininin ana kaynaklarından uzak kalmaları,
Kuzey Kafkasya'da bu dinin gerilemesine neden oldu. Daha
önce Dağıstan'dan daha ileriye bir
adım atamamış olan İslam dini, Hıristiyan dininin yerini
almaya başlar. Bu
ilerlemeye rağmen Çerkeslerin dini uzun yıllar
Hıristiyan dini olarak kalmıştır. On altıncı yy’da
İtalyan seyyahı Barbaro ve diğerlerinin yazdıklarına
göre halen Hıristiyan idiler. 1560'da Kabardey elçileri
Moskova'dan papazlar istemişlerdir. 1717'de Kırım
Hanları Kabardey’e saldırarak onlara İslamiyet’i zorla
kabul ettirmeye çalışmışlardır. Tatarlar bu saldırılarda
Kabardey’deki tüm kiliseleri yakıp yıkmışlardı.
Hıristiyan ruhanilerinden ellerine geçirdiklerini
katletmişlerdir. Buna rağmen 1732'de Moskova'ya gelen
bir Kabardey elçisinin söylediklerine göre Kabardey
beylerinin çoğu Müslüman olmalarına karşın halk
Hıristiyan idi. (Sayın Sarkisyanz'ın derslerinde
anlattıklarına göre bu saldırılarda Çerkes kroniğini
yazan bir papazda kitabıyla birlikte yakılmış,
tarihimize ışık tutacak bir yapıtta barbarlarca yok
edilmiştir. Y.B.Ö.)
Kabardey-Moskova ilişkileri
Kabardey Adigeleri askeri güçlerini kuvvetlendirmek,
bilhassa kendilerini
Tatarlara karşı koruyabilmek amacıyla 16. yy’da Çarlara
yanaşmak zorunda kalmışlardır. 1552-1556 yıllarında
Altınordu Devleti Volga nehri kıyılarım yitirince
Rusların Kafkasya'ya olan baskılan daha da artmaya
başlamıştır. Kabardey Beyi Temryuk'un kızı Goşenay ile
Çar IV. İvan evlendirerek 1557'de akraba olur ve
Kabadeyleri vasallığına kabul eder. Temryuk, bu
akrabalıkla Dağıstan baskılarına karşı yardım
alabileceğini ümit ediyordu. Bu yıllarda bir kaç
Kabardey beyi Moskova'ya giderek Çar’ın hizmetine
girerler ve Ortodoks kilisesine kabul edilirler.
Kabardeyler, 1558'de Ruslarla birlikte Livon savaşına
katılırlar.
Çar’la evlenen Goşenay, vaftiz edilerek Maria adını
alır. Tarihte ilk kez
bir Çerkes prensesi Moskova'da Çariçelik yapmıştır.
Goşenay'ın babası
Tatarlara karşı devamlı olarak yardım almıştır. Yine
Temryuk'un arzusuyla
1566'da Terek kıyısına ilk Rus kalesi kurulur. Bu kale
1571'de Osmanlıların politik baskıları sonunda yıkılır.
Temryuk'un oğlu Moskova'da "boyar" ilan edilmiş, ancak
1571'de yine Moskova'da idam edilmiştir. Buna rağmen iki
halk arasındaki ilişkiler daima dostça olmuştur. Hatta
Kabardeylerin dostluklarının bir nişanesi ve verdikleri
sözün garantisi olarak 16. yy'dan 19. yy'a kadar
Kabardey Prensleri Moskova'ya gönderilmiştir. Rus Çan 1. Feodar'a bağlılıklarını sunmuşlar, 1605-1613 yıllarında
1. Demetius ve Michail Romanof’a Kuran'a el basarak
sadakat yemini yapmışlardır. Zamanla Kabardey beyleri
Rusya ile dostça bağlar kurarak ilişkilerini
sürdürürlerken bazı Kabardey beyleri de tam tersine Rus
köylerine ve karakollara baskın düzenleyerek
yağmalıyorlardı.
Diğer yönden Kabardey beylerinin Moskova'ya
gönderdikleri iyi niyet
elçileri çoğu kez yolda Kazaklar tarafından
yağmalanıyordu. Çar Aleksey
1661'de Kabardey beyi Kazbulat Mirza'ya "Tüm Çerkeslerin
Beyi' unvanım
vermiştir. Kazbulat, Terek kenarında kurulacak bir
kaleden devletini idare
edecekti. Moskova'nın dostu olarak Kazbulat sık sık
Kırım Hanlarına ve
Osmanlılara karşı yapılan savaşlara katılmıştır.
Çar'ın Osmanlılarla yaptığı antlaşmalarda Kabardey
Adigelerini kendi
himayesi altına almıştır. Kırım Hanı Kaplan Girey
1705'de Rusya'nın
İsveç'e yaptığı savaşı fırsat sayarak Kabardey'i
istilaya kalktıysa da
büyük bir bozguna uğratılarak geriye püskürtülür. Ne
gariptir ki bu ve
buna benzer askeri başarıları görmezlikten gelen
Osmanlılar 18. yüzyılın
ilk yarılarında tüm Kabarda üzerinde hak iddia
etmişlerdir. Osmanlı baskısına karşı Rus yardımı çok geç
gelir. Hatta çar l. Peter'in gönderdiği elçi Bekoviç
Çerkaskkij , Kabardey beylerinden olup Moskova'da
oturuyordu.
Kabardey beyleri ile Çar arasında en büyük problem bu
yüzyılda Kabardey Beylerinden kaçarak Rus bölgesine
yerleşen köylüler oluşturuyordu. Çar,
beylerin zulmünden kaçan köylüleri geri vermiyordu.
Beyler ise, köylüleri
geri verilirse Çar'a sadakatle hizmet edeceklerini
söylüyorlardı. Kabardey’de iç çekişmeler ve mücadeleler
devam ediyordu. Kabardey beyi
Kurgokin Muhammed ve onu destekleyen şeriat karşıtı,
ünlü halk düşünürü ve filozofu Kezanıko Jabağı, Kırım
Taraftarı Roslan Bek Kaytukin ile
geçinemiyor, birbirleriyle mücadele ediyorlardı.
Roslan Bek Kaytukin ise Kırım Hanı Bahtı Girey'i
destekliyor ve ikiye
ayrılan Kabardey halkı birbirine düşüyordu. Roslan Bek
Kaytukin, Bahtı
Giray'la beraber kardeşlerine karşı savaşıyordu.
Kurgokin Muhammed, Çardan yardım istediyse de istenilen
yardımı alamadı. Buna rağmen Çar taraftan olan doğu
Adigeleri, 1732 yılında Kuban Tatarları ve Kalmuklar
tarafından ablukaya alınmış olan bir Rus birliğini
kurtarırlar. Çarların zayıflığını fırsat bilen Kırım
Hanları, 1733 yıllarında her iki Kabardey Adigeleri
üzerinde, geçici de olsa hakimiyetlerini kurarlar.
Çar'ın Osmanlılarla 1736-1739 yıllan arasında yaptığı
savaşı kazanmasıyla
durum değişir. Belgrad (1739) sözleşmesi ile gerek Çar
gerekse Osmanlılar Kabardey’i bağımsız bir sınır devleti
olarak kabul ederler. Kabardey Kralı II. Teymuraz kısa
zamanda otoriter bir devlet ve güçlü askeri birlik
kurmayı başarır. Öyle ki, diğer komşu halklar yeniden
kendilerini saymaya başlar. Gürcistan'ın 1752 yılında
kurulmasına II. Teymuraz, askeri gücüyle katkıda
bulunur.
Kabardey'in Ruslarca istila edilmesi
Bu yıllarda Osmanlı-Rus savaşlarından yorgun düşen
Ruslar, Kabardeylere
karşı sürdürdükleri savaşlara da ara verirler. Baksan
bölgesinde oturan
Kabardeyler, Petersburg'dan yardım almamalarına rağmen,
küçük Kabardey’de oturan beyleri baskı altında
tutuyorlardı. Bu durum Küçük Kabardey’de de Ruslara
karşı bir sempati yaratır. Neticede küçük Kabardey’de
Ruslarla iyi ilişkilere giderler. Böylece Ruslar her iki
Kabardey’de de beylerden taraftar kazanmış olurlar.
Rus-Çeçen savaşında (1758) bazı Kabardey beyleri
Ruslarla birlikte Çeçenlere karşı savaşırlar. Rusya'da
alıkonan Kabardey prensleri II. Katerina zamanında
(1762-1796) Ruslaştırılırlar. Kabardey beylerinin
baskısından kaçarak Ruslara sığınan köleler Ruslarca
Hıristiyanlaştırılarak bağımsızlıklarına
kavuşturulurlar, İslam dini ise beyler arasında sağlam
kök atar.
Petersburg, Terek kıyısında kurduğu kaleyle (1759-1763)
Kabardey’i istila
etme arzusunu açıkça ortaya koyuyordu. Bunu sezinleyen
Kabardeyler
kalelerin kurulmasına karşı çıkar. Çünkü bu tür kaleler,
Kabardeylerin
yaşamları için gerekli otlaklardan mahrum ediyordu.
Rusların bu yanlış
politikası, Kırım dostu Kabardeylerin taraftar bulmasına
yarıyordu.
Kabardeyler 1765'de Kızılyar kalesini kuşatırlar. Aynı
zamanda Tatarlarla
anlaşarak Mezdegu kalesinden gelebilecek bir Rus
saldırısına karşı beraber hareket etmeye ve
yardımlaşmaya karar verirler. Osmanlı-Rus harbi (1768)
sırasında Ruslar, Kabardey topraklarını düşman bir ülke
olarak istila ederler. Halbuki bu yıllarda bir çok
Kabardey beyi, Ruslarla dostça ilişkiler içinde idiler.
1768'de Eksakon nehri kıyısında yapılan savaşı Ruslar
kazanarak, Kabardeyleri mağlup ederler ve Kabardey
ülkesini kendi topraklarına ilhak ederler. Bu seferki
Rus hakimiyeti 1557 yılındaki gibi Kabardeylerin istek
ve arzusuyla değil, askeri bir işgal olmuştur. Zaten
1774 yılında yapılan Osmanlı-Rus antlaşması gereğince
Osmanlı Sultanı, Kabardey bölgesini Rus Çariçe’sine
hediye olarak vermişti. Bu savaşlarla birlikte
Kabardeylerin bağımsızlıkları da son bulmuştur. Çariçe II. Katerina
Kabardeylere, kendilerine özgü
geleneklerine göre idare edilen otonom statüye sahip bir
yönetim hakkı tanımıştır.
II. Katerina ve Kabardeyler
Çar’ın Kafkasya'daki görevli memurları, -kontrolden
uzak- sanki
Petersburg'dan planlanmışta yürütülüyormuş gibi, her
türlü sorumluluğu
kendi üzerlerine alarak, başlarına buyruk hareket
ediyorlardı. Kabardey
Adigeleri bu baskıya dayanamayarak (1777-1779) Kazak
garnizonlarına karşı ayaklanırlar. Bu ayaklanma hemen
bastırılır ve ayaklanmaya katılan bütün Adigeler
sürülür. Bu ayaklanmanın başarısız olması ve hem de çok
çabuk bastırılması ile birlikte Çar yeni bir kanun
çıkararak Adige halkına
istediği an istediği yere giderek yerleşme hakkını
tanır. Köylülere, beylere karşı bağımsızlıklarını verir.
Yine bu kanunla; kan davası, kendilerine sığınan bir
suçluyu saklama ve koruma geleneği de yasaklanır.
Beylerden Janchot Paterhan, tüm Kabardey’in valisi ilan
edilir ve yanına da bir polis müdürü verilir. Askeri
baskıyla Kabardey beyleri bir halk toplantısı yapar,
köylülerin azat edildiğin ilan edilir. Tabii ki,
çalışmaya alışmamış ve Adige halkının sırtından geçinen
beyler bu yeni durumdan hoşlanmazlar , 1781'de
Gürcistan'a ve Osmanlı devletine göç etmeyi isterler. Bu
istekleri Çar geri çevirir. Askeri baskıyla vatanlarında
kalmaları sağlanır. Daha sonra Kabardey Adigeleri askere
alınır ve Potemkin komutasında oluşturulan 800 kişilik
milis kuvveti, Kuban’da bağımsızlıkları için savaşan
batı Adigelerine karşı savaşmaya zorlanır. Ayrıca,
Kabardeylerin Kazak yerleşim sahalarına taşınmaları da
yasaklanır.
Alexsander ve I. Nikolaus devrinde Kabardey haklarına
tecavüzler
Kabardey’deki sivil yönetim 1802 yılında değişikliğe
uğrayarak Petersburg'daki dış işleri bakanlığı
bünyesindeki askeri idare kısmına
bağlanır. Rusların yaptıkları yeni kalelerin anlamını
çok iyi anlayan
Roslan Bek Mısost 1804 yılında ayaklanır. Rus General
komutasındaki
orduyla Büyük Kabardey’e girerek seksen köyü yerle bir
eder, harabeye
çevirir. Bu vahşeti anlatan bir şikayet dilekçesi I.
Alexandre'ye
gönderilse de cevapsız kalır. General A.P. Yermolof
zamanında Rus
politikası ve yönetimi daha da sertleşir, ağırlaşır.
Yermolof, dağlarda yerleşik Adige halkının düz araziye
inmelerini ister. Bu emre Adigeler
uymak istemeyince beylerin geri kalan ayrıcalıklı
haklarını da ellerinden
alınır, halka tam bir eşitlik ve bağımsızlık verilir.
Kabardey Adigelerinde, 1822 yılındaki bu zoraki
devrimler büyük sevince ve Rus dostluğuna neden olur.
Tüm ayrıcalıklarını yitiren beyler, yaşamakla ölmek
arası bir duruma düşerler. Diğer bağımsız Adigelerle
ilişkilerini koparmak için p'ur alıp verme geleneği
yasaklanır, onlarla ilişki kuranlar cezalandırılır.
Hatta silah taşıma yasağı dahi konur. Yermolof, Adige
geleneklerine göre idare dilen, fakat sıkı Rus kontrolü
altında olan bir
yeni yönetim tarzı kurar. Kabardey hükümetinin başında
bir bey ya da kadı
bulunuyordu. Hem gelenek görenekler, hem de şeriat
kanunları anlaşmazlıkların çözümünde uygulanıyordu. Bu
sıkı kontrollü yönetim tarzı
1858 senesine kadar sürer.
Gururlarına düşkün Adigelerden bu baskıya dayanamayanlar
dağlara
çekiliyorlardı. General Yermolof ile Paskeviç arasındaki
anlaşmazlık
nedeniyle , Yermolof'un istifasını fırsat sayan beyler
1827'de Çar
Nikolaus'a bir şikayetname gönderirler, eski ayrıcalıklı
haklarını tekrar
isterler. Hatta daha da ileri giderek, eski sınırlarının
tekrar tanınmasını ve Osetinlerin de tekrar kendilerine
bağlanmasını isterler. IV. İvan'la yapılan sözleşme
gösterilerek, Rus soylularının faydalandıkları haklardan
kendilerinin de faydalanması gerektiğini dilekçelerine
eklemeyi de ihmal etmezler. Aynı yıllarda, yani 1828'de
Rus Çarı'nın muhafızlığım, Kabardey Adigelerinden oluşan
bir askeri birlik yapıyordu.
Şamil'in bağımsızlık savaşı ve Kabardeyler
Şamil'in Çeçenlerle birlikte Kabardey’e saldırmasını
fırsat bilen pek çok
Kabardey, hatta Kabardey asıllı Rus subayı Xot Anzorof,
Şamil'e iltihak
etmiştir. Bu Kabardeylerin Çar’a karşı yaptıkları en son
itaatsizlik olur.
Şamil’in saldırısında, Kabardeylerin büyük bir çoğunluğu
Ruslarla beraber
Şamil'e karşı savaşmıştır. Şamil'in teslim olmasından
sonra, onun yanında
savaşan Kabardeyler, Batı Adigelerinin yanında yer
almışlardır.
Petersburg, Kuban bölgesi Adigelerini de zamanla
yenilgiye uğratarak
topraklarına ilhak eder. Kabardeylerden gün geçtikçe
daha çok toprak işgal başlar. Buna paralel olarak da
Kabardeylerin temel geçimi olan hayvancılık ve atçılıkta
geriler. Yaklaşık tüm Kabardeylerin sekizde biri, daha
sonraki yıllarda Osmanlı devletine göç eder.
Rus egemenliği altında sosyo-kültürel değişimler
Rus Çarlığı yönetimi altında kalan Kabardey Adigeleri,
diğer Çerkeslerden daha fazla Rus kültürünün etkisi
altında kalmışlardır. Bu etkilenmeyi ilk
Çerkes tarihini yazmaya çalışan Şor'a Bekmursin
Noguma'da görebiliriz.
Şor’an'ın yapıtları, yazdığı yıllarda yayınlanmamıştır.
Ayrıca Rus
edebiyatında romantizm devrini açan Kabardey şövalyelik
ruhu olmuş,
yazarlar bu konuyu en güzel şekilde işlemiştir. Dünya
klasikleri arasına
giren bu dev Rus yapıtlar günümüze kadar gelmiştir.
Kabardey şövalyelik
ruhunun (1) etkisi altında kalan bir çok komşu Kafkas
halkları 20. yy’da
bile onları taklide çalışmışlardır. Kabardeylerin milli
gelenek ve görenekleri, harp ve harp oyunlarından
esinlendiğinden, Rus egemenliğiyle bu gelenek ve
göreneklerde gerilemiştir. Kabardey şövalyelik ruhunun
gerilemesi ile birlikte sınıfsal yapıya dayanan beylik
vs. gibi ayrımlarda yok olmaya başlamıştır.
Sosyal yapıda meydana gelen değişimler
Pşılar, Worklar, Hür ve bağımlı çiftçiler (ki, bu en son
iki sınıf) yüzde
olarak en kalabalıkları idi. Köleler arasındaki kesin
ayrım Rus hakimiyeti
ve baskısıyla yumuşamış ve sınıflar birbirlerine daha da
yakınlaşmışlar ve
yanaşmışlardı Yermolov'un tanıdığı haklara göre
kölelerde pşi ve workleri
öldürebilecekleri gibi onların emirlerini de dinlemek
zorunlulukları bile
kalmamıştı. Bu yeni kanun sınıfsal yapıyı kökten
sarsmıştı. Rusya'da
1861'de ortaya çıkan köylü ayaklanması, Kabardey
köylülerini de
ayaklandırmıştı. Ruslar, 1866'da çıkardıkları bir
kanunla her türlü insan
ticaretini de yasaklıyorlardı. Bu kanunlar ve yenilikler
at bakıp
beslemekten başka her işi şerefsizlik sayan Kabardey
beyleri arasında
büyük bir sosyal ve ekonomik çöküşe neden olmuştur.
Kabardey prensesleri, kendilerine köle hediye etmeyen
bir erkekle asla evlenmezlerdi.
Toplumdaki itibarları oldukça sarsılan Kabardey beyleri, Graf Loris, Melikof'a kölelik ve bağımlı köylüler
müessesesinin yıkılmaması için
ricada bulunurlar. Bu rica mektubunda, şimdiye kadar
ağır işlerini yapan
köleleri olmazsa beylerin yaşayamayacaklarını
belirttiler. Pşılar, azat
edilen alt sınıf insanlarının tavır ve davranışlarıyla
toplumu bunalıma götürecekleri inanandaydılar. Her azad
ettikleri köle içinde Çar’dan ücret
istiyorlardı.
Bu ve buna benzer rica ve yalvarmalar Çar'ı etkiler ve
1867'de çıkarılan bir kanunla azad edilen 21 bin kişiye
karşılık, her bir kişi için 200 Ruble ödenir. Bu ödeme
karşılığında da beyler ellerindeki toprakların yarısını azad edilenlere verilmesi kararını alır. Bu iş için
görüşmeye giden temsilciler "Kabardey topraklarının hiç
bir şahsa ve kişiye ait olmadığını ve tüm Kabardey
halkının olduğunu" ilan ederler.Loris Melikof ve
yardımcısı Kodyokof'un 1860 yılında açtıkları okul,
üniversite ve benzeri sosyal kurumlar bu devrin en
belirgin reform hareketleri olmuştur. Bu reformlarla çok
karışık olan Kabardey tarımcılığı (kültürü de) daha
kolay ve pratik işlenebilir hale getirilir.
Ne acıdır ki bu geleneklerin sosyal yapıların aktif
olarak işlediği devirlerde sosyolojik etnolojik ve de
politik yönlerden ele alınarak araştırılmadığı ve
incelenmediğinden ne olduğu ve nasıl işlediği
bilinmiyor.
Günümüzde ise bu tür incelemelerin yapılması daha da zor
oldu.
Bazıları, Kabardeylerin sosyal düzenini, sınıfsal bir
yapı içerisinde
karşılıklı olarak herkesin ödevlerini yerine getirmesine
dayalı bir feodal
düzen olarak tanımlar. Bilinen, reformlardan önce
Kabardey topraklarının
kökleri Pşı Yınal'e dayanan (Atajuk, Mışevest, Kaytuko
ve Bek Mursin) dört bey ailesine ait olduğudur. Hatta,
Büyük Kabardey’de tüm toprakların
dörtte biri 1871-1876 yıllarında 200 bey ailesine ait
olduğu bilinmektedir. Küçük Kabardey'de ise 59 bey
ailesi bulunuyordu. Toprak paylaşımında bazı beyler
çeşitli nedenlerle toprak alamadılar. Bu dağıtımda
paysız kalanlar Osmanlı devletine göç etmişlerdir. Daha
sonra, 1917'ye kadar, Kabardey beylerin yaşamlarıyla
ilgili bilgiler yok denecek kadar azdır.
Bolşevik ihtilalı yıllarında Kabardey beyleri,
Kazaklarla beraber Çar'ın
yanında, komünistlere karşı savaştılar. Buna karşılık
Kabardey köylüleri
ve çiftçileri, Çar'ın toprak reformu ve insan hakları
propagandalarına da, Bolşeviklere de kanmayarak tarafsız
kalmışlardır.
Not
Sayın Sarkısyanz, Heidelberg Üniversitesi Güney Asya
Enstitüsü Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin dekanlığını çok
uzun yıllar yapmış; dalında expert olarak bilinen ve
tanınan bir bilim adamıdır. Şu anda emeklidir.
Dipnotlar
1) İşin ilginç ve araştırılması gereken yönü bu ünlü
seyyahın köle
ticaretinden hiç söz etmemesidir. ( B.Ö.)
2) Çerkes kölemenleri 1517 yılına kadar egemendiler
(B.Ö.)
3) Hz. Meryem (B.Ö.)
Kaynakça
1) UAliev ve BM. Gorodeskij Adygeja. Rostov, 1927
2) Kabardey Tarihi Moskova, 1957 Kabardino-Balkarskij
Nauçno issledovatelskij institut
3) Ay tek Namitok Orıgınes deş Circassiens Paris, 1939 |
|
|
|
|
|
|
|