|
|
................... |
|
................... |
KAFKASLAR OSMANLI ve TÜRKİYE
KAFKASYA’DA OSMANLI TEBAASI |
Doç. Dr. Ramazan Özey
Türk Dünyası,
Tarih ve Medeniyet Dergisi, Aralık 1996, s.60 |
|
|
................... |
|
|
Kafkas halkları hep yüzleri
Osmanlı'ya dönük bir ömür sürmüşlerdir. Her zaman için
kendi topraklarını Devlet-i Ali Osmani'nin bir parçası
olarak görmüşler, hem Türk, hem de Müslüman olmanın
bilinciyle Osmanlı Sultanları'na bağlılıklarını her
fırsatta dile getirmişlerdir. Osmanlı Sultanları'na
yazdıkları mektuplarda onları kendi topraklarına davet
etmişler, resmen de Osmanlı topraklarının bir parçası
olmayı kendileri teklif etmişlerdir.
Rusya'nın tarih boyunca izlediği yayılmacı politika
Kafkasya topraklarında yaşayan Müslüman halkı derinden
etkilemiştir. Kafkasya toprakları özellikle de 19.
yüzyıldan itibaren Rus yayılmacılığına maruz kalmıştır.
Rusların bilinçli ve zorunlu olarak uyguladıkları göç ve
sürgün programları özünde bu topraklar üzerindeki
potansiyel Müslüman birliğine engel olabilmek amacını
taşıyordu. Çarlık rejiminin yönetimi altında yaşayan
Müslüman halk ise her zaman kendisini Anadolu
Müslümanlarına dolayısıyla Osmanlı'ya daha yakın
hissetti.
Hem Türklerin adalet ve hoşgörü anlayışını yakından
biliyor olmaları, hem de din birliğinin söz konusu
olması Rus tabası altında yaşayan halkların sık sık
Osmanlı'nın merhametine, adaletine ve nizamına
sığınmalarına neden olmuştur. Osmanlı, tarihi boyunca
her zaman Kafkas Türklerinin koruyuculuğunu üstlenmiş,
Türk toplulukları ile olan tarihi ve kültürel bağını
hiçbir zaman koparmamıştır. Nitekim Osmanlı arşivleri de
bu durumu gözler önüne seren belgelerle doludur.
Kafkas halkları hep yüzleri Osmanlı'ya dönük bir ömür
sürmüşlerdir. Her zaman için kendi topraklarını Devlet-i
Ali Osmani'nin bir parçası olarak görmüşler, hem Türk,
hem de Müslüman olmanın bilinciyle Osmanlı Sultanları'na
bağlılıklarını her fırsatta dile getirmişlerdir. Osmanlı
Sultanları'na yazdıkları mektuplarda onları kendi
topraklarına davet etmişler, resmen de Osmanlı
topraklarının bir parçası olmayı kendileri teklif
etmişlerdir. Gürcistan ileri gelenleri ve halkı
tarafından gönderilen bir mektupta şu ifadeler yer
almaktadır:
“On yıldır Ruslar hile ile memleketimize girdi. İleri
gelenlerimizi aldattı... Çok şiddetli baskılar başladı.
Çoluk çocuğumuza saldırdı, yaşlılar ve yedi yaşında
çocukların dışında kalanları Rusya'ya götürdü, halbuki
Gürcistan altı yüz yıldır Osmanlı Devleti sayesinde
asayişi düzgün bir ülke idi. Biz artık kesin kararımızı
vermiş bulunuyoruz. Ya Rusları memleketimizden çıkaracak
ya da bu ülkeyi baştanbaşa tahrip edeceğiz. Biz Devlet-i
Aliyye'nin tebaasıyız. Osmanlı Devleti'ne sığınıyoruz.”
(Şinasi Altundağ, Osmanlı İdaresi ve Gürcüler, DTCFD, X,
1-2 (11952), s.88)
O gün olduğu gibi bugün de Kafkaslarda yaşayan ve çoğu
Müslüman olan halklar doğrudan veya dolaylı olarak Rus
baskısına ve şiddetine maruz kalmakta, hatta pek çoğu
sıcak savaşın içinde bağımsızlıklarını, kendi örf ve
adetlerini koruyabilmek, dinlerini özgürce yaşayabilmek
için canlarını vermektedirler. O gün olduğu gibi bugün
de bu masum ve zavallı halklar aleni bir zulme maruz
kalmakta, kendilerine uzanacak bir yardım eli
beklemektedir.
Bu coğrafyada jeostratejik ve jeopolitik açıdan bu
halklara tek yardım eli uzatabilecek ülke ise hiç
şüphesiz Türkiye'dir. Bu ülkelerle hem din, hem dil
birliğine sahip olan Türkiye, geçmişiyle olduğu kadar
bugün sahip olduğu çağdaş ve demokratik yönetimiyle de
söz
konusu bölgede liderlik rolünü üstlenebilecek tek
ülkedir. Üstelik bu, söz konusu ülkeler için olduğu
kadar, Türkiye için de çok ciddi manada stratejik
avantajlar içeren bir roldür. Çünkü Türkiye için burada
söz konusu olan siyasi nüfuz alanı Kafkaslarla sınırlı
değildir. Sayıları 250 milyonu bulan dev Türk Dünyası
kendilerini tek bir birlik altında toplayacak otoriteyi
beklemektedir.
Orta Asya'da 1990'lar itibariyle ortaya çıkan yeni tablo
Türkiye'ye çok önemli ve yeni bir stratejik kapı açtığı
gibi, 21. yüzyıl için çok önemli bir sorumluluğu da
beraberinde yüklemektedir. 1991 yılı, yıllar boyunca
komünist Rus yönetiminin şiddete dayalı politikaları
altında ezilmiş, zulüm görmüş olan Türk devletlerinin
bağımsızlıklarını kazandıkları bir dönüm noktası
olmuştur. 70 yıl süren baskının ardından komünizmin
çökmesiyle Orta Asya bozkırlarında esmeye başlayan
bağımsızlık rüzgârları, Türk Dünyası'nı birlik ve
beraberliğe, güçlü bir dünya hâkimiyetine doğru
yönlendirmektedir. Üstelik tarih boyunca dünya
devletleri kurmuş, üç kıtaya nizam vermiş Türk Milleti
bir Türk birliği gerçekleştirme konusunda da son derece
tecrübelidir.
Orhun Kitabeleri'nden Kültigin Kitabesi'nde geçen şu
cümleler, Türk'ün dünyaya hâkimiyetinin ve bu konudaki
tecrübesinin ispatı niteliğindedir:
“Doğuda gün doğusuna, güneyde gün doğusuna onun içindeki
millet hep bana tabidir. Bunca milleti hep düzene
soktum... Fakir milleti zengin kıldım. Az milleti çok
kıldım.”
250 milyonluk nüfusu ile Türk Dünyası 21. yüzyılda
sağlam adımlarla ilerleyecektir. Türkiye ve Türki
Cumhuriyetler arasında tesis edilecek böyle bir
işbirliğinin temel dayanak noktası kuşkusuz, 70 yıldır
Rusya tarafından unutturulmaya çalışılan, Müslümanlık ve
Türklük bilincinin geliştirilmesidir. Türk-İslam
ahlakının ana öğeleri olan adalet, hoşgörü, merhamet
gibi hasletlerin pekiştirilmesiyle yeryüzünde bugün
eksikliği hissedilen barış ve huzur ortamı Türk
Milleti'nin garantörlüğünde inşa edilecektir.
Türk ülkeleri her ne kadar uzun yıllar başka ülkelerin
boyunduruğu altında yaşamış olsalar da, bu süre içinde
sosyal ve kültürel yapılarında köklü bir değişiklik
olmamıştır. Türk örf ve geleneklerine olan
bağlılıklarını muhafaza eden bu devletler tarihte
Müslüman Osmanlı Devleti'nin doğal liderliğini
kabullendikleri gibi, bugün de Türkiye liderliğinde
oluşturulacak güçlü bir "Türk Birliği"nin özlemi
içerisindedirler. Bugün Özbek'inden Azeri'sine,
Türkmen'inden Kırgız'ına bütün Müslüman Türk halkları
Türkiye'nin bu birlik konusunda atacağı adımları
beklemektedir. Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan
Nazarbayev'in bağımsızlığın ilanından sonra İstanbul'da
yaptığı konuşma, Türk Cumhuriyetlerinin bu beklentisini
ve geleceğe yönelik umutlarını yansıtması bakımından son
derece önemlidir:
“Ancak bahar sellerini ne kadar engellemeye, önüne
bentler çekmeye çalışırsanız çalışın, su yine de kendi
yolunu açacaktır. İşte tarih nehri ile de aynısı olmuş
ve ‘soğuk savaş' engelini yıkan tarih insanlık
kanunlarıyla belirlenen esas yatağına dönmüştür...
Halklarımız arasında karşılıklı anlayış ve güven duygusu
oluştu. Dostluk etkili bir işbirliğinin en güvenilir
garantisidir. Bu durum bizi umutlandırıyor.” |
|
|
|
|
|
|
|