15
yıl önce Abhazlara onurlu ve özgür bir yaşam kazandıran
“Ayayra” mucizesinin kahramanlarından biridir Abağba
Bahadır.
Yaşamı, savaşım öyküsü Abaza halkının ulusal ve
toplumsal kurtuluş, var olma mücadelesi ve bağımsızlık
tarihinin bir parçasıdır.
Yaşam hiç farkına varmadan nasıl da akıp gidiyor.
Acısıyla, tatlısıyla coşku ve hüznüyle toplumların yakın
tarihinde iz bırakanlar tüm bu hay huy içinde bile
unutulmuyor. Mutluluklarınızı, özlemlerinizi onlarla
paylaşma ihtiyacı duyuyorsunuz. Onların sözlerini
hatırlıyorsunuz. Sanıyorsunuz ki yanı başınızda
oturmuşlar veya dimdik ayakta sizinledirler. Sohbetin en
sıcak noktasındasınız.
Takvime baktım da bugün Bahadır’ı yitireli on beş yıl
olmuş. Bağımsızlık noktasına gelinmiş bu süreçte onun
ve arkadaşlarının emeğini anlatan bir şeyler aradım.
Samimi birkaç cümleden başka bir şey bulamadım.
Hüzünlenmedim desem yalan ve onu anlatmanın ne büyük bir
zorluk olduğunu onu anlatmaya karar verdiğimde anladım.
Abagba Bahadır gibi halkının gururu olmuş daha yaşarken
efsaneleşmiş, toplumun geniş kesimleri tarafından
sahiplenilen birini yazmak kolay mı öyle! Elbette ki
klasik anlamda veya ideolojik klişelerle, sloganlarla
anlatmak kolay. Onu anlatabilmek, bir cesaret işi.
Kendimi bir cesaret sınavına tutmaya çalışıp yine de
Bahadır’ı yazmak istedim. Şu açık ki; Bahadır’ı tanıyan
herkesin aslında kendi iç seslerinde tartıştıkları,
gördükleri, hissettikleri bir Bahadır vardır belki ama
ben herkesin ortak Bahadır’ını değil benim ve benim gibi
düşündüklerini bildiğim kişilerin kendi iç sesindeki
Bahadır’ı anlatmak istiyorum.
Hangi yönlerini ön plana çıkarmalıyım? Devrimciliğini
mi, özgür-bağımsız Abhazya sevdasını mı, ağırbaşlılığını
mı, içinden çıktığı toplumun kimlik sorununa
duyarlılığını mı? Hangi birini? Onun asla istemeyeceği
bir tarzda övülmeden, abartılmadan anlatılması nasıl
sağlanabilir? Bana göre, örneğin kahramanlar yaratan
ideolojik/toplumsal sözleri sevmezdi Bahadır.
Benim de gençlik yıllarım olan 1990’lı yıllar tüm Kafkas
diasporasının Abhazya direnişiyle soluk alıp verdiği,
Vladıslav Ardzınba liderliğindeki kendi küçük, yüreği
büyük Abhazya’nın işgalci Gürcistan’ı dize getirdiği
yıllardı.
Sindirilmişlik içinde hareketsiz yatan ölü mü yoksa
ısıyla kendine gelebilecek ertelenmiş bir hayatiyet
içinde mi olduğu bilinmeyen Kafkas diasporası silkinmiş
ayağa kalkmıştı. Abaza, Adige, Çeçen tüm Kafkasyalılar
yardıma dört elle sarılmış, derneklerde komiteler
kuruluyor, Abhazya’ya giden gönüllülerin haberleriyle
ortalık çalkalanıyordu. Abhazya’nın Gürcistanlı
işgalcileri bozguna uğratması ve akabinde Abhazya’nın
özgür ve bağımsız olma ihtimali, yurtlarını ve nüfusunun
çoğunu sürgünde kaybetmiş Kafkas halklarının özgür
geleceğine dair umutları canlandırıyordu. Diasporada yüz
yılı aşkın zamanda köprülerin altından akan boz bulanık
sular duruluyor, tüm Kafkas diasporasında bir bilinç
sıçraması yaşanıyordu. Evet o yıllar, Abhazya
direnişinin, tüm dünya Abazalarının, Adigelerinin
olduğu gibi Türkiye Abazalarının ve Adigelerinin daha
geniş bir tanımla yurtlarından koparılmış ve yok oluş
batağındaki tüm Kafkas diasporasının özgüvenini
yükselttiği yıllardı.
İşte o yıllarda tüm halklar için daha güzel daha
yaşanılır daha onurlu, kimsenin kimseyi ezmediği,
öncelikle özgür uluslardan oluşmuş bir dünyayı isterken
Abaza toplumu adına hayallerimizde yarattığımız tepeye
çıkan yamaçta tanıştık Bahadır’la.
Hayatını işgalcisinden arınmış özgür bir Abhazya için
ulusal mücadeleye bağlama kararı almış az sayıda
insanımızdan biriydi. Yaşamanın sadece direnmek
olmadığını aynı zamanda davranmak olduğunu
gösterenlerdendi. Hayatını halkının var olma
mücadelesine koşulsuz, ikirciksiz sunacaklar ile
sunamayacakların olabileceğini ve bu kararın her bireyin
kendi iradesi ve iç tartışması ile belirlenmesi
gerektiğini önümüze koymuştu. Bu iç tartışma aynı
zamanda bizim kuşağımızda geride kalan bir kısım
bireyleri kendini değerlendirme, kişilik dönüşümü ve iç
hesaplaşma gibi önemli alanlara da götürmüştü.
O, sürgün durumunda ülkesinden uzakta yaşayan
Kafkasyalıların anavatanları söz konusu olduğunda
vicdanı hesaplaşmalarındaki içsel itiraflarda suratlara
çarpan tokattı. Sistem içi yürüyen giderek kredi
kartlarına dönüşmekte olan statükocu, kurulu düzeninin
kölesi toplumsal cinnet halimizin araba- ev gibi mülk
sahibi olma biçiminde işleyen sistem çarklarının
dişlilerinden biri olma tavrımızın su yüzüne çıktığı bir
noktada varlığı ve kararlılığı ile bir hesaplaşma
cephesindeydi. İnsanları pençesine alan ceberut
kapitalist pazar ekonomisi koşullarında ”modern
zamanlar”ın ayakta duran gönüllü savaşçısıydı. Herkesin
her konuda bilgi sahibi olduğu fakat birçoğumuzun iş
başa düşünce teori ve pratiğinin bir olmadığı
hedef-kapasite uyumsuzluğu biçiminde yapılanmış Kuzey
Kafkas derneksel kümelenmesine bilinçli bir yanıttı…
Mülkün kölesi olmayan ve belki asla gidebileceği
hayalini dahi kurmadan, ertesi gün anavatana dönecekmiş
gibi kaldığı ülkeye, kente, eve çivi çakmayan bir
özeleştiri cephemizdi bizim. Ama tüm bunlardan önce o
atalarımızın mücadele gücünü ve onlardan bize geçen
direniş potansiyelini en iyi bilen insanların belki de
en başında geliyordu.
İnsanın dünyada sınırlı bir varlığı olduğunu, bu
varlığın gerektiğinde halkının, haksızlığın emrine
sunulduğu zaman bir anlamı olduğunu çok iyi biliyordu.
Özgürlük kısıtlanmışsa, yoksa onu kazanmak
gerekirdi. Buna giden yol ateşten geçiyorsa, hayat veren
ellere silah tutmak düşebilirdi. Her silah tutana bir de
namlu çevrilmiştir ve namlu ucunda yaşamayı kabullenmek
elbette ki yüreklilikti.
Bu,
Bahadır’ın bilinçli seçimiydi. Basit bir gençlik
ateşinin engellenemez etkisi kesinlikle değildi.
Bahadır’ın seçtiği yol kendini ölüme atmak değil,
sonunda ölüm olsa bile ve sonunda ölüm olduğunu bile
bile halkının geleceği için savaşarak yaşamaktı.
Yaşarken
yiğit, dürüst, yurtsever ve sorumluluğunun bilincinde
bir Abaza genci olarak yaşamıştı ama bu, diasporada
doğmuş yetişmiş bir insana ait en olumlu özellikleri en
üst düzeyde içeren bir yurtseverlikti. Yok edilmek
istenen halkına karşı duyduğu sevgi ve sorumluluğu,
onlara hizmet etmek için her şeyi bırakıp savaşa katılma
kararlılığını taşıyan yüksek bir yurtseverlikti.
“Bahadır içimizdeki ağır ağabeydi. Çok konuşkan biri
değildi. Türkçe’deki baba tabiri vardır ya hem
ağırlığını koyabilen hem de bilen yani danışılan. İşte
öyleydi. En çok gözüme çarpan özelliğinden biri de
kendinden küçükler bile bulunduğu yere geldiğinde
toparlanmasıydı.
Türkiye’de yaşarken tanımazdım onu. Nasıl biriydi
bilmezdim ama Abhazya’da savaşırken yani daha yaşarken
efsaneydi. Birçok kişi falanca kişi savaşta şöyleydi,
bunu yapmıştı, şöyle iyi savaşmıştı, diye savaştan sonra
tanındı. Bahadır savaş döneminde tanınırdı. Bütün
gruplarda adı duyulmuştu.
İlk yaralandığında bağırsakları dışarıda yaşadı bir
süre. Biraz düzelince Türkiye’ye gitti. Ben asıl
Türkiye dönüşü tam anlamıyla tanımış oldum onu.
Sohum alındıktan sonra Abhazya’ya babası ve annesi
geldiler. Bizi kayıplarımızdan dolayı üzgün, yaslı,
moralsiz görünce birkaç gün bir şey demediler. Sonra
hepimizi toplayıp kızdılar biraz. Bugün bile çok iyi
hatırlıyorum babasının söylediklerini. Son cümlesi
şöyleydi. ”Siz buraya ölümü göze alarak geldiniz şimdi
yaşamayı göze alamıyorsunuz” demişti. Biz Bahadır’ı o
zaman daha iyi tanıdık. Adamın öyle bir babası var ki!“
diyor silah arkadaşlarından biri.
Bahadır’ı Abhazya savaşının sembollerinden biri yapan
nokta tam da cesaret ve kişilik sınavında ortaya koyduğu
böylesine kusursuzluğudur.
Sözünü halktan yana kullanmış halkının safında yer almış
ve yaşamını ülkesinin ulusal ve kurtuluş mücadelesine
adamış seçkin bir insandı Bahadır. Gözünü budaktan
sakınmadan yaptı neye inanıyorsa. Savaşçı olmayı yeterli
görmedi direnişçi gruplarının arasında gözüpekliğiyle
efsaneleşti. İşgalcilerin binlerce askerinin Abhazya’nın
az sayıda askerinden güçsüz olduğunu kanıtlayanlardan
oldu.
Savaşa katılış sebebini açıkladığı aşağıdaki sözleri o
günden bu güne bize Kafkasya`dan ayrılmama ve yaşama
gücü vermiştir.
“Vatanım faşist işgalci Gürcü güçleri tarafından işgal
edilince üzerime vazife sayıp vatanımı savunmak için
hemen buraya geldim. Burası bizim anavatanımız, ata
vatanimiz… Devlet dairesinde çalışıyordum güzel bir
geleceğim vardı 4 milyon maaş alıyordum. Diğer
arkadaşlarımın da işi gücü vardı. Türkiye`de kalsaydık
burada ölmezdik, sakat kalan arkadaşımız olmazdı,
işimizle geçinirdik, akşamları kahvemizde okeyimizi
oynardık, sabah işe giderdik bir de güzel bir kız bulup
evlenirdik, bu imkanlarımız vardı ama içimiz rahat
etmedi. Buraya gelen insanlar kendilerini buranın bu
toprağın bir ferdi kabul ettiler o yüzden geldiler. Şu
unutulmamalıdır ki, faşizm her zaman hüsrana uğramıştır.
Gürcü faşizminin sonu da hüsran olacaktır. Burası
anavatanımızdır halkımızın kaderini kendimiz
belirleyeceğiz.”
Bu sözlerin temelinde bütünüyle içselleştirilmiş büyük
bir ulusal bilinç, çok büyük bir devrimci irade, cesaret
ve fedakârlık yatıyor. Türkiye’de yaşayan bir Abaza
gencinin içi Abhazya savaştayken niçin rahat etmez?
Elbette ki vatan savunmasına fiilen katılmayı doğal
hayatın diasporalı Abazalar açısından bir gereği ve
kaçınılmaz sonucu olduğunu düşünürse rahat etmez. İşte
Bahadır bu zorunluluğu kavramıştır. Diasporada olmak
elini taşın altına koymamak için bir mazeret değildir. “Türkiye’de
kalsaydık burada ölmezdik “ diyor. Bahadır’a bu
misyonu kimse yüklemedi o sadece diasporada doğmuş
büyümüş olmasına rağmen halkının acısını
anavatanındakiler kadar hissetti. Halkı için nice
insanca duygu ve düşünceyi yaşadı, bize de yaşattırdı.
Kıa olan hayatına çok şey sığdırdı. İnandığın doğrular
uğruna tutarlı bir şekilde mücadele etti. Sadece Abhaz
halkının değil sürgündeki tüm Kafkasyalıların tarihinin
en önemli kişiliklerinden biri oldu. Başta kendi halkı
olmak üzere ezilen halkların daha iyi bir yaşam sürmesi
için hayatını verdi aslında. Mücadelede kararlılığı,
zafere olan sonsuz inancı ve anavatana bağlılığı, her
koşulda sahip çıkmayı öğretti bizlere. Türkiye’de düzen
içi bir mevki istemedi. Verilenleri elinin tersiyle
itti. Garantili bir işi bırakıp gönüllü direnişçi oldu.
Masa başında çalışarak yaşamakla onurlu, özgür bir
gelecek için mücadele arasındaki seçimini mücadeleden
yana yapmış, yüreğinin söylediği tarafa koşmuş, uğruna
ölmeye değer bir yolda ölmüştür
Onun sözleri ve tutumu bütün dünyanın tanıdığı Latin
Amerikalı devrimci gerillanın şu cümlelerini
hatırlatıyor bana: “Bugün dünyanın tüm ilerici
güçlerinin Vietnam halkıyla dayanışması, Roma
arenalarında gladyatörleri alkışlayan pleplerin acı
ironisine benzemektedir. Sorun, saldırının kurbanına
başarı dileklerini iletmek değil, onun kaderini
paylaşmaktır. Zaferde ya da ölümde onunla olmaktır”
diyordu o da.
15 yıl sonra Abhazya’nın bağımsızlığının tanınmaya
başlandığı bugünlerde Bahadır’ı, Bahadırları hatırlamak
daha da anlamlı.
Onun, onların onurlu, tavizsiz yaşamlarının diasporası
olan Kafkasyalıların anavatanlarıyla ilişkilerinde
çakılan her yeni çivide, her sorumsuz davranışta,
görevini ihmalde hepimizi uyarmasını dilerim.
`Halkımızın kaderini kendimiz belirleyeceğiz` diyordu
Bahadır. Elbette ki Abhaz halkı yitirdiklerinden de
aldığı güçle kendisi için en doğru olanı tercih
edecektir.
Abhazya’nın bağımsızlığı bir kez daha kutlu olsun. Bu
uğurda toprağa düşenleri unutmadık, unutmayacağız. |