...................
...................
TÜRKİYE'NİN BALKAN VE KAFKAS POLİTİKASI

Doç. Dr. Baskın Oran

                         
 
...................
 
 

Türkiye'nin 1923'ten beri dış politikasının iki temel direği vardır: Batıcılık ve Statükoculuk (anti revizyonizm).

1989 olaylarının uluslararası politikayı alt-üst etmesinden sonra, bu iki temel niteliğin değişçili (bazen de delişmesi gerektiği) yolunda yurt içinde ve dışında yorumlar yapıldı.  Bu konuda karar vermeyi Sonuçlar bölümüne bırakarak, şu seviyede yalnızca, Türk politikasının yeni koşullarda eskisine oranla çok aktifleştiğini saptamak ve önce Balkanlarda, sonra da Kafkaslarda bu politikayı incelemek istiyorum.


BALKANLAR

Türkiye'nin bu bölgede 1989'dan önceki politikasının ana ilgi alanı Yunanistan idi. Komünist ülkeler marjinal kalıyordu. Bununla birlikte, bu politikanın amacının, Yunanistan'ın avantajlar elde etmesini önlemenin yanı sıra, komünist ülkelerle statükoyu korumak, işbirliğini de artırmak olduğu söylenebilir.


Soğuk Savaş sonrasında Türkiye açısından Balkanlar

1960'larda Yunanistan'ın Türk dış politikasındaki önemi azaldı, çünkü bu ülke Arnavutluk ve özellikle de Makedonya konularında kendine problem yarattı ve onlarla meşgul olmaktan Türkiye'ye fazla sorun çıkarmadı. Ege'deki son huzursuzluk kanımca Türkiye'nin 12 mil olayına fazla hassas olmasından (l2 mil durumunda Yunan karasulan % 35'den % 64'e çıkacak, dolal olarak Yunan kıta sahanlılı ve hava sahası birlikte genişleyecek, Türk karasuları % 8,8'den yalnızca % 10'a çıkacak, açık deniz % 56'dan % 26'ya inecektir. Bu durumda, Ege ve Marmara'daki Türk limanlarından kalkan hiçbir gemi, Yunan karasuyundan geçmeden Akdeniz'e çıkamayacaktır) doğmuş sahte bir krizdir ve bu tür krizlerin zaman zaman yinelenmesi normaldir. Unutmamak gerekir ki bu iki ülke, ulusal bilinçlerini, yüz yıl ara ile (1820'ler ve 1920’ler) birbirleriyle savaşarak (yani, birbirlerini kullanarak) inşa etmişlerdir.

Bulgaristan'daki rejimin yıkılması ve değişmesi, bu ülkedeki Türk azınlığın rahatlaması açısından olsun, tehdit algılaması bakımından olsun, Türkiye'yi çok rahatlattı. Üstelik yatırım ve ticaret olanakları da doğdu.

Buna karşılık, Yugoslavya'nın parçalanması süreci, Türkiye'nin halen devam eden bir biçimde büyük enerji harcamasına yol açtı, çünkü Balkanlarda istikrarın ve işbirliğinin zarar görmesini kendi çıkarlarına aykırı bulunuyordu.

Yugoslavya'nın parçalanmaması için Türkiye önce "toprak bütünlüğü" ilkesini savundu. Parçalanma kaçınılmaz hale gelince de uluslararası hukukun başka ilkelerini ön plana çıkarmak zorunda kaldı:

1) Bağımsızlık,

2) Ayrılan ülkelerin toprak bütünlüğü ve birliği. Nitekim, Türkiye, Eylül 1991'de Slovenya’nın bağımsızlık ilan etmesiyle başlayan bu süreçte 4 yeni ülkeyi de aynı anda (Şubat 1992) tanıdığı gibi, Sancak, Voyvodina ve Kosova'nın taleplerini desteklemeyi reddetti.



Türkiye'nin Bosna konusundaki girişimleri


1) İslam Konferansı Örgütü çerçevesinde bir Temas Gurubu kurulmasına önayak oldu.

2)
Sürekli talepte bulunarak, sonunda (18 Temmuz) BM Barış Gücü’ne (UNPROFOR) 1400 asker, "No-fly zone"un denetimi için de 18 adet F-16 yolladı. Hatta, kanımca, Türkiye'nin Somali Brış Gücüne katılmasının tek nedeni; Sırp, Rus ve Yunan baskısı sonucu kabul edilmeyen katkısını kabul ettirmekti.

3) Mart 1994'te ABD girişimiyle kurulan Boşnak-Hırvat Federasyonu’nun büyük destekleyicisi oldu. Türk Dışişleri Bakanı bu iş için üç kere bölgeye gitti.

4) TC, Boşnak ve Hırvatlarla dışişleri bakanının ve devlet başkanları düzeyinde toplantılar yaparak federasyonu desteklemeye ve ilerideki Balkan işbirliğinin nüvesini oluşturmaya çalıştı.


Türkiye'nin Bosna konusuna bu kadar angaje olmasının nedenleri


Türkiye bunları niye yapıyor? Boşnakları niye destekliyor? Müslüman oldukları, Osmanlı'nın anısını yaşattıkları için mi?

Bu iki öge var gerçekten. Yani, Türkiye'de özellikle İslamcı kamuoyu Boşnakları destekliyor ama sebep daha derinde:

Türkiye'nin Bosna konusuna bu kadar angaje olmasının nedeni
Müslümanlara yardım değil. Nitekim Ağustos 1991'deki Londra Barış Konferansı’nda Bosna'nın üçe bölünerek güçlü bir Müslüman devleti kurulmasına da karşı çıktı. Olay, Türkiye'nin Avrupa kimliği olayı.

Çünkü:

1) Bugün Bosna'da Müslümanları KatoIik ve Ortodokslarla birlikte kabul etmeyen zihniyet, yarın Türkiye'yi Avrupa'ya hiç kabul etmez.

2) Türkiye statükocu olduğundan, kuvvet zoruyla sınırların değiştirilmesine karşıdır.

3) Türkiye, bir ülkedeki azınlıkların ayrılıp, devlet kurup, sonra da akraba devletiyle birleşmesine karşıdır.

Bu, belki de en önemli sebep. İki nedenle:

a) Türkiye Balkanlarda destabilizasyondan çok çekinmektedir.

Bir kere, Türkiye'nin bir de Balkanlarda çatışmaya girmek için çok fazla sorunu vardır. (Kafkas, Ortadoğu, Kürt sorunu, ekonomik...)

İkincisi, Balkanlar Türkiye'nin hedefi Batı'ya tek açılım yoludur. Maddi ve manevi olarak. Maddi olarak: Karayolu buradan geçer. Manevi olarak: Türkiye barış içindeki Balkanlarda söz sahibi olduğu ölçüde Avrupalı sayacaktır. Batı Avrupa, Dogu Avrupa olmadan eksiktir ve Doğu Avrupa'daki 15 ülkeden 9'u Balkan ülkesidir. Her ikisinin de gerçekleşmesi, ancak, bölgede barış, istikrar ve işbirliğiyle mümkündür. Bu bağlamda Türkiye, kendisine karşı olsun olmasın ("Yeşil Yılan", "Ortodoks Ekseni"), Balkanlarda bloklaşmadan zarar görecektir. Bu açıdan, Balkanlar Türkiye için bir nüfuz alanı olmaktan çok uzaktır ama kesinlikle bir yaşamsal çıkar alanıdır.

b) İzah edilmeye muhtaç olmayacak kadar açık bir neden: Kürt sorunu.


Türkiye'nin Balkan politikasının fiyatı ve yararı


Önce, fiyatı:

1) Türkiye, Yeni Yugoslavya'yla ters düştü.

2) Ancak, çok daha önemlisi, İngiltere. Fransa-Rusya üçlüsüne ters düştü. Bu ters düşüş, ABD'nin Bosna'ya silah ambargosunu kaldırması üzerine Türkiye’nin NATO'da tecrit edildiği bir ortamda daha da vurgulu hal aldı.

Bu, bir anlamda tarihsel sürekliliğe de ters düşmek. Çünkü bu üçlünün ilk ikisi, 18. ve 19. yüzyılda Almanya'yı sınırlamak için üçüncüyü kullanmışlardı. Bu açıdan, Türkiye bir anlamda daha tarihle mücadele ediyor: Bugünkü Sırp- Yunan ittifakı tarihte de vardı. Makedonya'nın tanınmamasında direnmenin altında, tabi ki bu iki ülkeyi haritada birbirinden koparmamak yatıyor.

Yaranına gelince:

1) Türkiye, Bosna olayı sayesinde Balkan devleti niteliğini ve bölgede söz sahibi olduğunu kabul ettirdi. Örneğin, bütün Batı Avrupa ve Balkan Ülkeleri karşı olduğu halde UNPROFOR'a katıldı.

2) Yunanistan'ı zor duruma soktu. Yunanistan'ın Sırpları desteklemesi yeni bir şey değildi ama Sırpların bu denli açık müttefiki olarak \ sahneye çıkmasında Türk politikasının önemli katkısı oldu.


Türkiye'nin Balkanlar politikası - Sonuç:

1) İstikrar ve barış içindeki bir Balkanlar, kendini Batılı olarak kabul ettirmek isteyen Türkiye açısından yaşamsal bir çıkar alanıdır.

2) Balkanların Soğuk Savaş sonrası aldığı yeni ve istikrarsız durum, Türkiye açısından tehlikeler yaratmakla birlikte, dış politikasını Yunanistan'a endeksli olmaktan bir miktar kurtarmak ve kendini Balkanlarda sözü edilir bir bölgesel güç olarak kabul ettirmek yolunda çeşitli olanaklar da getirmiştir.


KAFKASLAR

Soğuk Savaş’ın son dönemlerinde Türkiye Kafkaslarda büyük ölçüde rahatlamıştı. Bütün enerjisini içerdeki reformlara harcamak isteyen Gorbaçov, Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması’nda (AKKA) Doğu ve Güneydoğ'u Anadolu'daki kuvvetlerin indirim dışı bırakılmasına olanak tanıyarak Türkiye'nin Kafkaslardan (SSCB'den) tehdit algılamasını çok büyük ölçüde ortadan kaldırmıştı.

SSCB parçalanıp da Kafkas ülkeleri 1991 sonuna doğru bağımsızlıklarını ilan edince, Türkiye daha da rahatladı. Kuzeydoğu sınırında güçlü bir süper devlet yerine birdenbire zayıf komşular gelmiş, SSCB'yle ortak sınır kalmamıştı.

Türkiye bu aşamada, hem çabuk heyecanlanan kamuoyunun etkisi, hem İran kaynaklı siyasal İslam korkusuna kapılan ABD'nin teşviki, hem de AB gözünde daha önemli bir yer kazanmak umudu sonucu, bir yanılgıya kapıldı. SSCB'nin parçalanması sonucu ortaya bir boşluk çıktığını sandı. "Adriyatik'ten Çin Denizi’ne kadar Türk Dünyası" gibi sözler bu dönemde edildi ve doğal olarak Rusya'yı rahatsız etti.

İki yıl sonra durum değişti. Hem Türkiye'nin yetersizlikleri ortaya çıkmış, hem de Rusya kendini toparlamaya başlamıştı.



Türkiye'nin Kafkasya'ya ilgisinin boyutları

1) Coğrafi ve ekonomik: Burası Orta Asya ve Rusya'ya giden yol. Türkiye'nin Rusya ile ticareti 1993'te 2 milyar Dolar’ı aştı. Müteahhitlik şirketlerinin yüklenimleri 5 milyar Dolar’ı buldu. Türkiye Rusya'ya 1, 450 milyar Dolar da Eximbank kredisi açmış durumda. Türkiye, enerji bakımından da büyük ölçüde Rus doğalgazına bağlı.

Türkiye'nin 1980 sonrası ekonomik modelini değiştirmesi ve dışa açılması sonucu doğan ihracat ve pazar çeşitlendirmesi sorunu, 1987 sonrası bu pazarlarda belirsizliklerin artmasıyla birlikte (AT'nin reddi, 20 milyar Dolar zarar doğuran Körfez Savaşı, küreselleşme, petrol ihtiyacı vb.) büyüyünce bu pazarlar önem kazandı.

2) Psikolojik: Birdenbire kuzenlerini keşfeden Türkiye kamuoyu, özellikle arasında dil sorunu olmayan Azerbaycan'a ve genellikle Kafkasya'ya büyük ilgi duydu. Bu ilgide, Türkiye'nin uluslararası planda yalnızlığı ve kendisinden zayıf kuzenler bularak psikolojik rahatlama duyması da önemli oldu.

3) İç siyasal: Bir kere, Türkiye'de önemli sayıda (8 milyon) Kafkas diasporası var: Azeriler, Gürcüler, Abhazlar, Çerkesler, vb. Üstelik bunlar çok uyanık ve etkili. İkincisi, başta sağcı partiler olmak üzere genellikle Türkiye kamuoyu ve medya Ermeni-Azeri kavgasında kendini taraf hissetti. EIçibey'in pan-turanist söylemi Türkiye'de özellikle MHP'nin faaliyetini artırdı. Bu durumda Dışişleri Bakanlığı sürekli sıkıştırılmaya başlandı.

4) Stratejik: 1918'deki kısa süreli "Kafkas Seddi"nden sonra ilk kez Rusya ile Türkiye'nin arasındaki ortak sınır kalkıyordu. Türkiye açısından bu çok rahatlatıcı oldu. Fakat bu bölgeden tehdit algılayan ve özellikle Kuzey Kafkasya'da azınlıklar yüzünden ciddi güvenlik sorunları bulunan Rusya, Türkiye'deki pan-turanist ve İslamcı çevrelerin beyanlarından ürktü. Diğer yandan, kendi ülkesinde 12 milyon Azeri azınlık bulunan İran da huzursuz oldu.


Türkiye'nin bu ülkelere yaklaşımı ve bunun çıkardığı sorunlar

Türkiye bunlara iki sloganla yaklaştı:

1) Bağımsız, laik, demokratik rejimlere sahip olmak, 2) Liberal pazar ekonomilerine dönüşmek.

Bu sloganlar, Türkiye'nin kendisi için de özlemleriydi ama bu ülkelerle ilişki açısından yanlış oldukları ortaya çıktı. Çünkü bağımsızlık ve demokrasi ilkeleri Rusya'yla, demokrasi ilkesi bu ülkelerde işbaşında bulunan eski komünist liderlerle, laiklik ilkesi de İran'la çatışmak demekti. Liberal pazar ekonomisi de hem Türkiye'nin hem de bu ülkelerin ekonomik zayıflığı yanında bir slogan olarak kalmaya mahkumdu.



Türkiye'nin Kafkas politikasının amaçları


Bu politikanın temel amacı, bölgede, ayrım yapmaksızın, bağımsız devletler kurulmasını sağlamak.

Bunun iki nedeni var:

1) Uluslararası konjonktür sonucu bölgede eli oldukça serbest kalan Rusya'yla ortak sınıra tekrar dönmemek. 1915'deki "Kafkas Seddi", Kurtuluş Savaşı veren Türkiye için bir dezavantajdı; yeni devrim yapmış SSCB'den yardım gelmesini aksatıyordu. Oysa 1990'larda kesin bir avantaj.

2) "Paranın milliyeti yoktur" ilkesinden kalkan Türkiye, Karadeniz Ekonomik İşbirliği'nin de yardımıyla bu bağımsız devletler arasında ekonomik bir pazar ve karşılıklı bağımlılık oluşmasını umdu.

Mart 1991'de gönderilen 240 bin Dolar tutarında deprem yardımı ve Şubat 1992'de de Provide Hope çerçevesinde yollanan insani yardımın yanı sıra, Ekim 1992'den sonra Ermenistan'a 52 bin ton buğday verdi, insani yardım uçaklarının ve trenlerinin geçmesini sağladı. Gerçi bu tutum, özellikle Kelbacar'ın işgalinden sonra Türkiye kamuoyunun baskısı üzerine 3 Nisan 1994'te sona erdi ama refahın yayılması sonucu istikran geleceği konusunda Türkiye umudunu yitirmiş değil. Türkiye'nin klasik çıkış yolu olduğu Kafkasların ekonomisi birbirini tamamlar nitelikte. Dolu Anadolu'da hayvancılık, Ermenistan'da zanaatkarlık, Gürcistan'da tarım, Azerbaycan'da enerji hammaddesi var.

Türk diplomatları, Karabağ Savaşı olmasaydı petrol boru hatlarının Türkiye'den geçecek kanısında. "Rusya itiraz edemezdi, çünkü Karabağ sayesinde güçlendi bölgede" diyorlar.

Bölgenin Türkiye'ye en uzak ülkesi Ermenistan bile bu konuda olumlu düşünüyor. Geçenlerde, Minsk Grubunda bir Türk diplomatına şöyle dediler: "Durum böyle giderse bizim memlekette Rusya siyasi, İran ekonomik bakımdan egemen olacak. Siz de gelin ki, artık bizi birbirimize karşı kullanamasınlar, Rusya ve İran da bize bu kadar egemen olamasın." Gerçi bu sözlerle Türkiye'nin ambargo benzeri tutumunu sona erdirme isteği görülüyor ama sözlerin gerçek olduğu da doğru.

İstikrarsızlık bölgeye Rusya'yı davet ediyor. Bununla birlikte, Kafkaslardaki istikrarsızlığın bu ülkeyi de etkileyeceğini unutmamalı. Rusya burada bir Afganistan'la daha karşılaşırsa, çok daha güç duruma düşebilir. İstikrar onun da çıkarına. Bütün olay, onun Kafkaslardan tehdit algılamasını engellemekte.



Türkiye'nin Kafkasya'da gerçekleştirdikleri


1) Altyapının kurulması:

a- Eğitim: Rusya'ya ve Rus kültürüne alternatif oluşturacak eğitim olanakları. Azerilere Türkiye'de, 400'üaskeri olmak üzere, 2000'e yakın burs.

b- Ulaşım: Bütün Türki cumhuriyetler arasında THY bağı kuruldu. Daha önce birbirlerine gidebilmek için Moskova'dan geçmek zorundaydılar.

c- Telekomünikasyon: Ekim 1992'de Azerbaycan'da digital telefon santralı kuruldu (SSCB'deki ilk). Baku'da üçüncü dijital sistem kuruluyor. PTT 2500'lük genişletilebilir telefon hattı hibe etti. İntelsat aracılığıyla Türkiye üzerinden çalışıyor. Şimdi Türksat aracılığıyla çalışacak. Ayrıca telefon makinesi fabrikası da kuruldu. Avrasya TV kanalı Mayıs 1992'de başladı. Azerbaycan ayrıca TRT-1’i de allıyor.

2) Kredi ve finansman:

Azerbaycan'a 250 milyon Dolar (150 proje, 100 mal alma), Nahcivan'a 100 milyon Dolar kredi verildi. 65 milyon Dolar tutarında insanı yardım yapıldı. Gürcistan'a verilen 50 milyon; 50 milyon da açılmak üzere bekliyor. Gürcistan'a krediyle elektrik veriliyor.

Özel sektör Azerbaycan'a 500 milyon Dolar yatırım yaptı.

3) Diplomatik yardım:

Azerbaycan'a uluslararası örgütlerde (İslam Konferansı Örgütü, Birleşmiş Milletler, Karadeniz Ekonomik İşbirliği, İktisadi İşbirliği Örgütü (ECO), AGİK) temsil sallandı. Gürcistan-Abhazya arasındaki UNIMOG'da Türk askeri gözlemcileri var. Türkiye, Karabağ için AGİK gözlemcilerine ve oluşturulması planlanan International Security Force'a katkıda bulunacak. Ayrıca AGİK Minsk Grubu’ndaki 9 ülkeden biri.



Türkiye'nin Kafkas politikasının hatalara ve Türkiye için tehlikeleri

1) Ekonomik açıdan:

a- Çok söz verip yapamamak itibar kaybı yaratıyor.

b- Türkiye, bu ülkelere verdiği kredileri Batı'dan alıyor. Kendisi Batı'ya ödeyecek ama kendisine ödenmesi biraz kuşkulu. 1995-96'da Batı'ya 8.7 milyar Dolar borç taksiti ödeyecek bir ülke için biraz lüks. Kıbrıs ve Kürt konularının yanı sıra ekonomik tükenişe büyük katkıda bulunuyor.

Geçenlerde, Türkiye'de Abhazlar örgütlenip soydaşlarına gıda vb. yollamak istediler. Hükümet buna engel olamadığı için, aynı miktar Gürcistan'a yaptığı insanı yardıma ek olarak verdi. Bir de bunun gibi durumlar var.

2) Dış politika açısından:

Rusya sanki yokmuş gibi hareket edişin yanı sıra, resmi politikanın delil ama Türkiye'deki kimi grupların Kafkaslara Türk-İslam senteziyle yaklaşmaları Rusya'yı ürküttü. Rusya bugün AKKA'nın kendi lehine değiştirilmesini istiyor.

Denizli merkezli Çağ Limited Şirketi'nin Kafkaslarda kurduğu okullarda yalnızca öğretmenlere ödediği ücret ayda 1.5 milyon Dolar’ı buluyor. Bunlar orta ve lise ayanda kolejler. Bazıları İngilizce tedrisat yapan bu okulların hepsi de din ağırlıklı. Bunların Suudi destekli olduğu sanılıyor. Suudi Arabistan ve Türkiye burada ABD'nin aracı olarak kullanılıyor olabilir.

Zaman gazetesinin Nahçıvan'da üç din ağırlıklı okulu var. Bunlardan Nahçıvan kentindeki erkek koleji olup öğenci sayısı 120. Ordubat'daki kız lisesinde 90, Senm'daki ticaret lisesinde de 50 öğrenci okumakta.

3) Türkiye'nin iç siyasal düzeni açısından:

a- Kürt milliyetçiliğinin Türkiye'de yarattığı tepkiyle birleşince, Azerbaycan'dan gelebilecek bir pan-turanizm ve islamizm "reimport"u büyük tehlike oluyor. Elçibey zamanında Azerbaycan'da üslenen MHP Türkiye'de çok güçlenmiş durumda.

b- Türkiye'de Abhaz-Gürcü kahveleri ayrılmış durumda. Birinciler daha ateşli, çünkü Kafkasya'dan kabile düzeni bozulmadan gelmişler. Gürcüler, kabile düzeni bozulduktan sonra geldiklerinden, daha sakinler.



Türkiye'nin Kafkas politikası - Sonuç 


İstikrar ve barış içindeki Kafkaslar, stratejik, ekonomik ve iç politik nedenlerle, Türkiye için alkanlardan daha da önemlidir. Burada Türkiye'nin işi daha zordur.


Genel Sonuç


1) Türkiye'nin Balkan politikasından çıkan sonuç, bu ülkenin dış politikasının Batıcı yönünü, Kafkas politikasından çıkan sonuç da bu politikanın statükocu yönünü bir kere daha doğrulamaktadır.

2) Bu konuda iki noktanın insanı yanılmasından kaçınmak gerekmektedir.

Birincisi, zaman zaman Türkiye'nin cumhurbaşkanlarının da aralarında yer alabildiği kimi dış politikadan sorumsuz çevreler, bu politikanın yayılmacı olduğuna ilişkin demeçler verebilmektedirler. Özellikle İslamcı ve ırkçı çevrelerden oluşan bu kişi ve kurumların  politikasının, Dışişleri Bakanlığı tarafından yürütülen dış politikayla ilişkisi yoktur.

İkincisi, bugün dünyanın en çalkantılı üç bölgesi, Türkiye'nin batısına (Balkanlar), doğusuna (Kafkaslar) ve güneyine (Ortadoğu) isabet etmektedir. Böyle hızlı bir değişkenlik içinde Türk dış politikası, yeni statükonun oluşumunu mümkün olduğu kadar kendi çıkarına etkileyebilmek için Soğuk Savaş öncesine oranla çok aktif olmak zorunda kalmaktadır. Bu aktiflik, bu politikanın yanlış olarak revizyonist olarak algılanmasına yol açmamalıdır.

3) Bugün kriz, Türkiye'nin kapılarındadır. Ancak böyle bir jeostratejik pozisyonla, ne zaman değildi ki? Soğuk Savaş’ın durağanlığı ne kadar garantiliydi? Bir de Çinilerin ideogram yazılarında "tehlike" simgesinin yanına bir de "olanak" simgesini koyduklarını ve bunu "kriz" diye okuduklarını anımsamak yararlı olabilir.