Türkiye'nin 1923'ten beri dış politikasının iki temel
direği vardır: Batıcılık ve Statükoculuk (anti
revizyonizm).
1989 olaylarının uluslararası politikayı alt-üst
etmesinden sonra, bu iki temel niteliğin değişçili
(bazen de delişmesi gerektiği) yolunda yurt içinde ve
dışında yorumlar yapıldı. Bu
konuda karar vermeyi Sonuçlar bölümüne bırakarak, şu
seviyede yalnızca, Türk politikasının yeni koşullarda
eskisine oranla çok aktifleştiğini saptamak ve önce
Balkanlarda, sonra da Kafkaslarda bu politikayı
incelemek istiyorum.
BALKANLAR
Türkiye'nin bu bölgede 1989'dan önceki politikasının ana
ilgi alanı Yunanistan idi. Komünist ülkeler marjinal
kalıyordu. Bununla birlikte, bu politikanın amacının,
Yunanistan'ın avantajlar elde etmesini önlemenin yanı
sıra, komünist ülkelerle statükoyu korumak, işbirliğini
de artırmak olduğu söylenebilir.
Soğuk Savaş sonrasında Türkiye açısından Balkanlar
1960'larda Yunanistan'ın Türk dış politikasındaki önemi
azaldı, çünkü bu ülke Arnavutluk ve özellikle de
Makedonya konularında kendine problem yarattı ve onlarla
meşgul olmaktan Türkiye'ye fazla sorun çıkarmadı.
Ege'deki son huzursuzluk kanımca Türkiye'nin 12 mil
olayına fazla hassas olmasından (l2 mil durumunda Yunan
karasulan % 35'den % 64'e çıkacak, dolal olarak Yunan
kıta sahanlılı ve hava sahası birlikte genişleyecek,
Türk karasuları % 8,8'den yalnızca % 10'a çıkacak, açık
deniz % 56'dan % 26'ya inecektir. Bu durumda, Ege ve
Marmara'daki Türk limanlarından kalkan hiçbir gemi,
Yunan karasuyundan geçmeden Akdeniz'e çıkamayacaktır)
doğmuş sahte bir krizdir ve bu tür krizlerin zaman zaman
yinelenmesi normaldir. Unutmamak gerekir ki bu iki ülke,
ulusal bilinçlerini, yüz yıl ara ile (1820'ler ve
1920’ler) birbirleriyle savaşarak (yani, birbirlerini
kullanarak) inşa etmişlerdir.
Bulgaristan'daki rejimin yıkılması ve
değişmesi, bu ülkedeki Türk azınlığın rahatlaması
açısından olsun, tehdit algılaması bakımından olsun,
Türkiye'yi çok rahatlattı. Üstelik yatırım ve ticaret
olanakları da doğdu.
Buna karşılık, Yugoslavya'nın parçalanması süreci,
Türkiye'nin halen devam eden bir biçimde büyük enerji
harcamasına yol açtı, çünkü Balkanlarda istikrarın ve
işbirliğinin zarar görmesini kendi çıkarlarına aykırı
bulunuyordu.
Yugoslavya'nın parçalanmaması için Türkiye önce "toprak
bütünlüğü" ilkesini savundu. Parçalanma kaçınılmaz hale
gelince de uluslararası hukukun başka ilkelerini ön
plana çıkarmak zorunda kaldı:
1) Bağımsızlık,
2) Ayrılan ülkelerin toprak bütünlüğü ve birliği.
Nitekim, Türkiye, Eylül 1991'de Slovenya’nın bağımsızlık
ilan etmesiyle başlayan bu süreçte 4 yeni ülkeyi de aynı
anda (Şubat 1992) tanıdığı gibi, Sancak, Voyvodina ve
Kosova'nın taleplerini desteklemeyi reddetti.
Türkiye'nin Bosna konusundaki girişimleri
1) İslam Konferansı Örgütü çerçevesinde bir Temas Gurubu
kurulmasına önayak oldu.
2)
Sürekli talepte bulunarak, sonunda (18 Temmuz) BM Barış
Gücü’ne (UNPROFOR) 1400 asker,
"No-fly
zone"un denetimi için de 18 adet F-16 yolladı. Hatta,
kanımca, Türkiye'nin Somali Brış Gücüne katılmasının tek
nedeni; Sırp, Rus ve Yunan baskısı sonucu kabul
edilmeyen katkısını kabul ettirmekti.
3) Mart 1994'te ABD girişimiyle kurulan Boşnak-Hırvat
Federasyonu’nun büyük destekleyicisi oldu. Türk
Dışişleri Bakanı bu iş için üç kere bölgeye gitti.
4) TC, Boşnak ve Hırvatlarla dışişleri bakanının ve
devlet başkanları düzeyinde toplantılar yaparak
federasyonu desteklemeye ve ilerideki Balkan
işbirliğinin nüvesini oluşturmaya çalıştı.
Türkiye'nin Bosna konusuna bu kadar angaje olmasının
nedenleri
Türkiye bunları niye yapıyor? Boşnakları niye
destekliyor? Müslüman oldukları, Osmanlı'nın anısını
yaşattıkları için mi?
Bu iki öge var gerçekten. Yani, Türkiye'de özellikle
İslamcı kamuoyu Boşnakları destekliyor ama sebep daha
derinde:
Türkiye'nin Bosna konusuna bu kadar angaje olmasının
nedeni
Müslümanlara yardım değil. Nitekim Ağustos 1991'deki
Londra Barış Konferansı’nda Bosna'nın üçe bölünerek
güçlü bir Müslüman devleti kurulmasına da karşı çıktı.
Olay, Türkiye'nin Avrupa kimliği olayı.
Çünkü:
1) Bugün Bosna'da Müslümanları KatoIik ve Ortodokslarla
birlikte kabul etmeyen zihniyet, yarın Türkiye'yi
Avrupa'ya hiç kabul etmez.
2) Türkiye statükocu olduğundan, kuvvet zoruyla
sınırların değiştirilmesine karşıdır.
3) Türkiye, bir ülkedeki azınlıkların ayrılıp, devlet
kurup, sonra da akraba devletiyle birleşmesine karşıdır.
Bu, belki de en önemli sebep. İki nedenle:
a) Türkiye Balkanlarda destabilizasyondan çok
çekinmektedir.
Bir kere, Türkiye'nin bir de Balkanlarda çatışmaya
girmek için çok fazla sorunu vardır. (Kafkas, Ortadoğu,
Kürt sorunu, ekonomik...)
İkincisi, Balkanlar Türkiye'nin hedefi Batı'ya tek
açılım yoludur. Maddi ve manevi olarak. Maddi olarak:
Karayolu buradan geçer. Manevi olarak: Türkiye barış
içindeki Balkanlarda söz sahibi olduğu ölçüde Avrupalı
sayacaktır. Batı Avrupa, Dogu Avrupa olmadan eksiktir ve
Doğu Avrupa'daki 15 ülkeden 9'u Balkan ülkesidir. Her
ikisinin de gerçekleşmesi, ancak, bölgede barış,
istikrar ve işbirliğiyle mümkündür. Bu bağlamda Türkiye,
kendisine karşı olsun olmasın ("Yeşil Yılan", "Ortodoks
Ekseni"), Balkanlarda bloklaşmadan zarar görecektir. Bu
açıdan, Balkanlar Türkiye için bir nüfuz alanı olmaktan
çok uzaktır ama kesinlikle bir yaşamsal çıkar alanıdır.
b) İzah edilmeye muhtaç olmayacak kadar açık bir neden:
Kürt sorunu.
Türkiye'nin Balkan politikasının fiyatı ve yararı
Önce, fiyatı:
1) Türkiye, Yeni Yugoslavya'yla ters düştü.
2) Ancak, çok daha önemlisi, İngiltere. Fransa-Rusya
üçlüsüne ters düştü. Bu ters düşüş, ABD'nin Bosna'ya
silah ambargosunu kaldırması üzerine Türkiye’nin NATO'da
tecrit edildiği bir ortamda daha da vurgulu hal aldı.
Bu, bir anlamda tarihsel sürekliliğe de ters düşmek.
Çünkü bu üçlünün ilk ikisi, 18. ve 19. yüzyılda
Almanya'yı sınırlamak için üçüncüyü kullanmışlardı. Bu
açıdan, Türkiye bir anlamda daha tarihle mücadele
ediyor: Bugünkü Sırp- Yunan ittifakı tarihte de vardı.
Makedonya'nın tanınmamasında direnmenin altında, tabi ki
bu iki ülkeyi haritada birbirinden koparmamak yatıyor.
Yaranına gelince:
1) Türkiye, Bosna olayı sayesinde Balkan devleti
niteliğini ve bölgede söz sahibi olduğunu kabul ettirdi.
Örneğin, bütün Batı Avrupa ve Balkan Ülkeleri karşı
olduğu halde UNPROFOR'a katıldı.
2) Yunanistan'ı zor duruma soktu. Yunanistan'ın Sırpları
desteklemesi yeni bir şey değildi ama Sırpların bu denli
açık müttefiki olarak \ sahneye çıkmasında Türk
politikasının önemli katkısı oldu.
Türkiye'nin Balkanlar politikası - Sonuç:
1)
İstikrar ve barış içindeki bir Balkanlar, kendini Batılı
olarak kabul ettirmek isteyen Türkiye açısından yaşamsal
bir çıkar alanıdır.
2) Balkanların Soğuk Savaş sonrası aldığı yeni ve
istikrarsız durum, Türkiye açısından tehlikeler
yaratmakla birlikte, dış politikasını Yunanistan'a
endeksli olmaktan bir miktar kurtarmak ve kendini
Balkanlarda sözü edilir bir bölgesel güç olarak kabul
ettirmek yolunda çeşitli olanaklar da getirmiştir.
KAFKASLAR
Soğuk Savaş’ın son dönemlerinde Türkiye Kafkaslarda
büyük ölçüde rahatlamıştı. Bütün enerjisini içerdeki
reformlara harcamak isteyen Gorbaçov, Avrupa
Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması’nda (AKKA) Doğu ve
Güneydoğ'u Anadolu'daki kuvvetlerin indirim dışı
bırakılmasına olanak tanıyarak Türkiye'nin Kafkaslardan
(SSCB'den) tehdit algılamasını çok büyük ölçüde ortadan
kaldırmıştı.
SSCB parçalanıp da Kafkas ülkeleri 1991 sonuna doğru
bağımsızlıklarını ilan edince, Türkiye daha da
rahatladı. Kuzeydoğu sınırında güçlü bir süper devlet
yerine birdenbire zayıf komşular gelmiş, SSCB'yle ortak
sınır kalmamıştı.
Türkiye bu aşamada, hem çabuk heyecanlanan kamuoyunun
etkisi, hem İran kaynaklı siyasal İslam korkusuna
kapılan ABD'nin teşviki, hem de AB gözünde daha önemli
bir yer kazanmak umudu sonucu, bir yanılgıya kapıldı.
SSCB'nin parçalanması sonucu ortaya bir boşluk çıktığını
sandı. "Adriyatik'ten Çin Denizi’ne kadar Türk Dünyası"
gibi sözler bu dönemde edildi ve doğal olarak Rusya'yı
rahatsız etti.
İki yıl sonra durum değişti. Hem Türkiye'nin
yetersizlikleri ortaya çıkmış, hem de Rusya kendini
toparlamaya başlamıştı.
Türkiye'nin Kafkasya'ya ilgisinin boyutları
1) Coğrafi ve ekonomik: Burası Orta Asya ve Rusya'ya
giden yol. Türkiye'nin Rusya ile ticareti 1993'te 2
milyar Dolar’ı aştı. Müteahhitlik şirketlerinin
yüklenimleri 5 milyar Dolar’ı buldu. Türkiye Rusya'ya 1,
450 milyar Dolar da Eximbank kredisi açmış durumda.
Türkiye, enerji bakımından da büyük ölçüde Rus
doğalgazına bağlı.
Türkiye'nin 1980 sonrası ekonomik modelini değiştirmesi
ve dışa açılması sonucu doğan ihracat ve pazar
çeşitlendirmesi sorunu, 1987 sonrası bu pazarlarda
belirsizliklerin artmasıyla birlikte (AT'nin reddi, 20
milyar Dolar zarar doğuran Körfez Savaşı, küreselleşme,
petrol ihtiyacı vb.) büyüyünce bu pazarlar önem kazandı.
2) Psikolojik: Birdenbire kuzenlerini keşfeden Türkiye
kamuoyu, özellikle arasında dil sorunu olmayan
Azerbaycan'a ve genellikle Kafkasya'ya büyük ilgi duydu.
Bu ilgide, Türkiye'nin uluslararası planda yalnızlığı ve
kendisinden zayıf kuzenler bularak psikolojik rahatlama
duyması da önemli oldu.
3) İç siyasal: Bir kere, Türkiye'de önemli sayıda (8
milyon) Kafkas diasporası var: Azeriler, Gürcüler,
Abhazlar, Çerkesler, vb. Üstelik bunlar çok uyanık ve
etkili. İkincisi, başta sağcı partiler olmak üzere
genellikle Türkiye kamuoyu ve medya Ermeni-Azeri
kavgasında kendini taraf hissetti. EIçibey'in pan-turanist
söylemi Türkiye'de özellikle MHP'nin faaliyetini
artırdı. Bu durumda Dışişleri Bakanlığı sürekli
sıkıştırılmaya başlandı.
4) Stratejik: 1918'deki kısa süreli "Kafkas Seddi"nden
sonra ilk kez Rusya ile Türkiye'nin arasındaki ortak
sınır kalkıyordu. Türkiye açısından bu çok rahatlatıcı
oldu. Fakat bu bölgeden tehdit algılayan ve özellikle
Kuzey Kafkasya'da azınlıklar yüzünden ciddi güvenlik
sorunları bulunan Rusya, Türkiye'deki pan-turanist ve
İslamcı çevrelerin beyanlarından ürktü. Diğer yandan,
kendi ülkesinde 12 milyon Azeri azınlık bulunan İran da
huzursuz oldu.
Türkiye'nin bu ülkelere yaklaşımı ve bunun çıkardığı
sorunlar
Türkiye bunlara iki sloganla yaklaştı:
1) Bağımsız, laik, demokratik rejimlere sahip olmak, 2)
Liberal pazar ekonomilerine dönüşmek.
Bu sloganlar, Türkiye'nin kendisi için de özlemleriydi
ama bu ülkelerle ilişki açısından yanlış oldukları
ortaya çıktı. Çünkü bağımsızlık ve demokrasi ilkeleri
Rusya'yla, demokrasi ilkesi bu ülkelerde işbaşında
bulunan eski komünist liderlerle, laiklik ilkesi de
İran'la çatışmak demekti. Liberal pazar ekonomisi de hem
Türkiye'nin hem de bu ülkelerin ekonomik zayıflığı
yanında bir slogan olarak kalmaya mahkumdu.
Türkiye'nin Kafkas politikasının amaçları
Bu politikanın temel amacı, bölgede, ayrım yapmaksızın,
bağımsız devletler kurulmasını sağlamak.
Bunun iki nedeni var:
1) Uluslararası konjonktür sonucu bölgede eli oldukça
serbest kalan Rusya'yla ortak sınıra tekrar dönmemek.
1915'deki "Kafkas Seddi", Kurtuluş Savaşı veren Türkiye
için bir dezavantajdı; yeni devrim yapmış SSCB'den
yardım gelmesini aksatıyordu. Oysa 1990'larda kesin bir
avantaj.
2) "Paranın milliyeti yoktur" ilkesinden kalkan Türkiye,
Karadeniz Ekonomik İşbirliği'nin de yardımıyla bu
bağımsız devletler arasında ekonomik bir pazar ve
karşılıklı bağımlılık oluşmasını umdu.
Mart 1991'de gönderilen 240 bin Dolar tutarında deprem
yardımı ve Şubat 1992'de de Provide Hope
çerçevesinde yollanan insani yardımın yanı sıra, Ekim
1992'den sonra Ermenistan'a 52 bin ton buğday verdi,
insani yardım uçaklarının ve trenlerinin geçmesini
sağladı. Gerçi bu tutum, özellikle Kelbacar'ın
işgalinden sonra Türkiye kamuoyunun baskısı üzerine 3
Nisan 1994'te sona erdi ama refahın yayılması sonucu
istikran geleceği konusunda Türkiye umudunu yitirmiş
değil. Türkiye'nin klasik çıkış yolu olduğu Kafkasların
ekonomisi birbirini tamamlar nitelikte. Dolu Anadolu'da
hayvancılık, Ermenistan'da zanaatkarlık, Gürcistan'da
tarım, Azerbaycan'da enerji hammaddesi var.
Türk diplomatları, Karabağ Savaşı olmasaydı petrol boru
hatlarının Türkiye'den geçecek kanısında. "Rusya itiraz
edemezdi, çünkü Karabağ sayesinde güçlendi bölgede"
diyorlar.
Bölgenin Türkiye'ye en uzak ülkesi Ermenistan bile bu
konuda olumlu düşünüyor. Geçenlerde, Minsk Grubunda bir
Türk diplomatına şöyle dediler: "Durum böyle giderse
bizim memlekette Rusya siyasi, İran ekonomik bakımdan
egemen olacak. Siz de gelin ki, artık bizi birbirimize
karşı kullanamasınlar, Rusya ve İran da bize bu kadar
egemen olamasın." Gerçi bu sözlerle Türkiye'nin ambargo
benzeri tutumunu sona erdirme isteği görülüyor ama
sözlerin gerçek olduğu da doğru.
İstikrarsızlık bölgeye Rusya'yı davet ediyor. Bununla
birlikte, Kafkaslardaki istikrarsızlığın bu ülkeyi de
etkileyeceğini unutmamalı. Rusya burada bir
Afganistan'la daha karşılaşırsa, çok daha güç duruma
düşebilir. İstikrar onun da çıkarına. Bütün olay, onun
Kafkaslardan tehdit algılamasını engellemekte.
Türkiye'nin Kafkasya'da gerçekleştirdikleri
1) Altyapının kurulması:
a- Eğitim: Rusya'ya ve Rus kültürüne alternatif
oluşturacak eğitim olanakları. Azerilere Türkiye'de,
400'üaskeri olmak üzere, 2000'e yakın burs.
b- Ulaşım: Bütün Türki cumhuriyetler arasında THY bağı
kuruldu. Daha önce birbirlerine gidebilmek için
Moskova'dan geçmek zorundaydılar.
c- Telekomünikasyon: Ekim 1992'de Azerbaycan'da digital
telefon santralı kuruldu (SSCB'deki ilk). Baku'da üçüncü
dijital sistem kuruluyor. PTT 2500'lük genişletilebilir
telefon hattı hibe etti. İntelsat aracılığıyla Türkiye
üzerinden çalışıyor. Şimdi Türksat aracılığıyla
çalışacak. Ayrıca telefon makinesi fabrikası da kuruldu.
Avrasya TV kanalı Mayıs 1992'de başladı. Azerbaycan
ayrıca TRT-1’i de allıyor.
2) Kredi ve finansman:
Azerbaycan'a 250 milyon Dolar (150 proje, 100 mal alma),
Nahcivan'a 100 milyon Dolar kredi verildi. 65 milyon
Dolar tutarında insanı yardım yapıldı. Gürcistan'a
verilen 50 milyon; 50 milyon da açılmak üzere bekliyor.
Gürcistan'a krediyle elektrik veriliyor.
Özel sektör Azerbaycan'a 500 milyon Dolar yatırım yaptı.
3) Diplomatik yardım:
Azerbaycan'a uluslararası örgütlerde (İslam Konferansı
Örgütü, Birleşmiş Milletler, Karadeniz Ekonomik
İşbirliği, İktisadi İşbirliği Örgütü (ECO), AGİK) temsil
sallandı. Gürcistan-Abhazya arasındaki UNIMOG'da Türk
askeri gözlemcileri var. Türkiye, Karabağ için AGİK
gözlemcilerine ve oluşturulması planlanan International
Security Force'a katkıda bulunacak. Ayrıca AGİK
Minsk Grubu’ndaki 9 ülkeden biri.
Türkiye'nin Kafkas politikasının hatalara ve Türkiye
için tehlikeleri
1) Ekonomik açıdan:
a- Çok söz verip yapamamak itibar kaybı yaratıyor.
b- Türkiye, bu ülkelere verdiği kredileri Batı'dan
alıyor. Kendisi Batı'ya ödeyecek ama kendisine ödenmesi
biraz kuşkulu. 1995-96'da Batı'ya 8.7 milyar Dolar borç
taksiti ödeyecek bir ülke için biraz lüks. Kıbrıs ve
Kürt konularının yanı sıra ekonomik tükenişe büyük
katkıda bulunuyor.
Geçenlerde, Türkiye'de Abhazlar örgütlenip soydaşlarına
gıda vb. yollamak istediler. Hükümet buna engel
olamadığı için, aynı miktar Gürcistan'a yaptığı insanı
yardıma ek olarak verdi. Bir de bunun gibi durumlar var.
2) Dış politika açısından:
Rusya sanki yokmuş gibi hareket edişin yanı sıra, resmi
politikanın delil ama Türkiye'deki kimi grupların
Kafkaslara Türk-İslam senteziyle yaklaşmaları Rusya'yı
ürküttü. Rusya bugün AKKA'nın kendi lehine
değiştirilmesini istiyor.
Denizli merkezli Çağ Limited Şirketi'nin Kafkaslarda
kurduğu okullarda yalnızca öğretmenlere ödediği ücret
ayda 1.5 milyon Dolar’ı buluyor. Bunlar orta ve lise
ayanda kolejler. Bazıları İngilizce tedrisat yapan bu
okulların hepsi de din ağırlıklı. Bunların Suudi
destekli olduğu sanılıyor. Suudi Arabistan ve Türkiye
burada ABD'nin aracı olarak kullanılıyor olabilir.
Zaman gazetesinin Nahçıvan'da üç din ağırlıklı okulu var.
Bunlardan Nahçıvan kentindeki erkek koleji olup öğenci
sayısı 120. Ordubat'daki kız lisesinde 90, Senm'daki
ticaret lisesinde de 50 öğrenci okumakta.
3) Türkiye'nin iç siyasal düzeni açısından:
a- Kürt milliyetçiliğinin Türkiye'de yarattığı tepkiyle
birleşince, Azerbaycan'dan gelebilecek bir pan-turanizm
ve islamizm "reimport"u büyük tehlike oluyor. Elçibey
zamanında Azerbaycan'da üslenen MHP Türkiye'de çok
güçlenmiş durumda.
b- Türkiye'de Abhaz-Gürcü kahveleri ayrılmış durumda.
Birinciler daha ateşli, çünkü Kafkasya'dan kabile düzeni
bozulmadan gelmişler. Gürcüler, kabile düzeni
bozulduktan sonra geldiklerinden, daha sakinler.
Türkiye'nin Kafkas politikası - Sonuç
İstikrar ve barış içindeki Kafkaslar, stratejik,
ekonomik ve iç politik nedenlerle, Türkiye için
alkanlardan daha da önemlidir. Burada Türkiye'nin işi
daha zordur.
Genel Sonuç
1) Türkiye'nin Balkan politikasından çıkan sonuç, bu
ülkenin dış politikasının Batıcı yönünü, Kafkas
politikasından çıkan sonuç da bu politikanın statükocu
yönünü bir kere daha doğrulamaktadır.
2) Bu konuda iki noktanın insanı yanılmasından kaçınmak
gerekmektedir.
Birincisi, zaman zaman Türkiye'nin cumhurbaşkanlarının
da aralarında yer alabildiği kimi dış politikadan
sorumsuz çevreler, bu politikanın yayılmacı olduğuna
ilişkin demeçler verebilmektedirler. Özellikle İslamcı
ve ırkçı çevrelerden oluşan bu kişi ve kurumların
politikasının, Dışişleri Bakanlığı tarafından yürütülen
dış politikayla ilişkisi yoktur.
İkincisi, bugün dünyanın en çalkantılı üç bölgesi,
Türkiye'nin batısına (Balkanlar), doğusuna (Kafkaslar)
ve güneyine (Ortadoğu) isabet etmektedir. Böyle hızlı
bir değişkenlik içinde Türk dış politikası, yeni
statükonun oluşumunu mümkün olduğu kadar kendi çıkarına
etkileyebilmek için Soğuk Savaş öncesine oranla çok
aktif olmak zorunda kalmaktadır. Bu aktiflik, bu
politikanın yanlış olarak revizyonist olarak
algılanmasına yol açmamalıdır.
3) Bugün kriz, Türkiye'nin kapılarındadır. Ancak böyle
bir jeostratejik pozisyonla, ne zaman değildi ki? Soğuk
Savaş’ın durağanlığı ne kadar garantiliydi? Bir de
Çinilerin ideogram yazılarında "tehlike" simgesinin
yanına bir de "olanak" simgesini koyduklarını ve bunu
"kriz" diye okuduklarını anımsamak yararlı olabilir. |