...................
...................
ULUSUN KURTARICISI HAİN ÇERKESLER

Soner Kocsav

                         
 
...................
 
Tuncay Özkan'ın “Milli İstihbarat Teşkilatı- MİT, Dünden Bugüne Gizli Dünyanın Bilinmeyenleri” kitabından alıntıladığım bilgiler ışığında günümüzde Çerkes kökenli kişiler üzerinden tüm Çerkesler aleyhine yazılıp çizilen konulara açıklık getirmeye çalışalım. Kitaptaki bilgilerin doğruluğu, elde edilen kaynakların güvenilirliğine bağlıdır ve bu konuda şahsım adına kafamda soru işaretleri yok denecek kadar azdır. Bu Çerkes kökenli kişiler (ulusun kurtarıcısı ilan edilen Ethem Bey gibi…) Çerkesler adına ne bir örgüt veya parti kurmuş ne de bunun propagandasını yapmışlardır. Onları Ermeni, Rum gibi milletlerden ayıran özellik budur. İngiliz ve Fransız kışkırtmaları Çerkesler üzerinde hiç denenmemiştir. 1908 yılında kurulan Çerkes İttihat ve Teavün Cemiyeti dışarıdan gelen kışkırtmalar nedeniyle değil tamamen son dönemlerin baskıcı Osmanlı idari sistemine karşı Çerkesler nezdinde bir harekettir. Hürriyet taraftarı bir oluşumdur. Zaten ilerde kurulacak olan İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Jön Türkler hareketleri de bu anlayış ile kurulmuştur. Cemiyette ve bu cemiyetin askeri kanadında çokça Çerkes’in bulunması ancak bu şekilde açıklanabilir. Yani Çerkesler diğer Osmanlı halkları ile birlikte hürriyet için mücadele vermişler ve İttihat Terakki, Teşkilatı Mahsusa, Karakol Cemiyeti, Jön Türkler gibi hareketlere ve ulusal direnişlere üst düzeyde katılarak vatansever insanlar arasında yerlerini almışlardır.

Kitabı okumayanlar için bizleri ilgilendiren ve günümüzde ortaya atılan birkaç konuya açıklık getirebilecek bilgileri sizlerle paylaşıyorum.



Milli İstihbarat Teşkilatı- MİT, Dünden Bugüne Gizli Dünyanın Bilinmeyenleri”
Tuncay Özkan

Ermeni, Rum Ve Yahudilerden Gönüllü Casusluk

Osmanlı istihbarat sistemi üzerine Alman uzman Von der Goltz neler diyor:
"Türkiye casusluğun klasik bir yurdudur. Sultanlar hakimiyetlerini muhafaza edebilmek için hafiyeliğe büyük önem vermişlerdir. Hafiyelik
Abdülhamit döneminde son noktasına ulaşmıştır. Bu düşünüş ta Bizans'tan kalma bir zandır. Bütün yüksek memurların yanında yaver,  muavin, katip gibi gözcüler bulunurdu. Abdülhamit kendi ailesinin arasına bile casuslar ve hafiyeler sokmuştu. Devletin en yüksek memuru adi bir hafiyenin vereceği jurnalden korkardı. Abdülhamit'in bu hafiye veya casus teşkilatı sadece kendi halkı aleyhine işliyor, Türkiye ile harbedecek devletlerin sınırlarında çalışmak akla bile gelmiyordu. Halbuki yabancı casuslar, içerde ve dışarıda serbestçe , hiç durmadan ve hummalı bir surette çalışıyorlardı. Avrupa "Hasta Adam" ın mirasını bölüşmek için gayret sarf ediyordu. Başta Rusya, İngiltere ve Fransa olmak üzere her devlet istihbarat hizmetleri vasıtasıyla İstanbul'a gerek Türkiye'nin içindeki
vaziyeti, gerek Avrupalı rakiplerin çalışması hakkında bilgi almaya
çalışıyordu. Türkiye'de azınlıklar Türklere düşman oldukları için Birinci
Dünya Savaşı sırasında itilaf devletleri kendi tabanlarından casus
kullanmaya lüzum görmediler. Zira Türkiye'deki Ermeni, Rum, Yahudilerden gönüllü casus bulmak kolaydı."


İttihat Ve Terakki Cemiyeti Görev Başında

Padişah 2. Abdülhamit 'in başlattığı, yabancı güçlerce körüklenen,
sürdürülen ve bir insan avına dönüşen "gammazcılık istibdadı" hiç bir
muhalif fikir hareketinin yaşamasına olanak vermemektedir. Ancak toplumda arayışlar sürmektedir. 1906 yılına gelindiğinde ülkede en önemli siyasi oluşumlardan biri İttihat ve Terakki'dir.

Tıp Okulu öğrencilerinin 1889 da küçük bir hücre olarak 5 kişiyle
kurdukları "İttihadı Osmani Cemiyeti" Harp Okulu, Mülkiye gibi eğitim
kurumlarından öğrencilerinin katılımı ile büyümektedir. Paris'te Genç
Türkler hareketince oluşturulan ve liderliğini Ahmet Rıza Bey''in yaptığı
cemiyet de İttihatçılarla birleşir. Yeni ad: "Osmanlı İttihat ve Terakki
Cemiyeti" olur. Bu cemiyete 1906'da çoğunluğunu Selanik'te bulunan
subayların oluşturduğu örgütler katılır.

Bütün bu birleşmeler, adını daha sonra bir döneme damgasını vuracak parti
olan "İttihat ve Terakki Cemiyeti"ni (Birlik ve ilerleme) ortaya çıkaracaktır.


Enver Diye Bir Adam

İttihatçılar, 2. Meşrutiyet'in bir an önce ilanını ve yürürlüğe girecek
Anayasa'da, özellikle ayrılıkçı şiddeti giderek arttıran Hıristiyan tebaayı rahatlatacak önlemlerin alınmasında diretirler. Onlara ne kadar çok
hak ve özgürlük verilirse, ayrılıkçılığın önü o kadar alınabilir,
Osmanlı'nın dağılmasının önüne geçilebilir diye düşünülüyorlardı.

Abdülhamit kararsızdır. İttihat ve Terakki sabırsızdır. İşte tam bu sırada Makedonya ve Rumeli'de dağlarda hiç durmaksızın ayrılıkçı çetelerle çarpışan Enver Bey, tarihteki diğer adıyla Enver Paşa, yanındaki arkadaşlarıyla birlikte İttihat ve Terakki'nin dağlardaki isyancı gruplarına katılır. Kendisi 1906'da binbaşıyken İttihat ve Terakki ile birleşen ve Selanik'te gizlice kurulan Osmanlı Hürriyet Cemiyeti'ne girmiştir. İttihat ve Terakki içinde adeta bir kuyruklu yıldız gibi parlayan Enver Paşa, özellikle çete-gerilla savaşında uzmanlaşmıştır.

Bölgedeki hemen bütün milletlerin dilini konuşabilen bu genç adam,
yenilgiyle sonuçlanacak Osmanlı tarihinin akışını ya da kendi kaderini
değiştirme çabalarına burada başlamıştır.


Teşkilat-I Mahsusa Kuruluyor

İttihat ve Terakki ile Enver Paşa, 1909'dan 1918'e kadar olan yönetim
serüveninde modern anlamda ilk Türk gizli servisini de kurmuşlardır.
Türk tarihinde, çağdaş anlamdaki istihbarat çalışmalarına en fazla önemi
veren yönetim, İttihat ve Terakki olmuştur. Amaç dağılan, kum gibi
parmakların arasından akıp giden Osmanlı toprağına ve devletine sahip
çıkabilmektir. Bu konudaki ilk harcı İttihat ve Terakki'nin üç paşasından
Enver, Cemal ve Talat Paşalardan, Enver Paşa atmıştır.

22 Kasım 1881'de İstanbul'da doğan ve 1922'de Türkistan'da Sovyet
Kızılordusu'na karşı savaşarak ölen Enver Paşa, yaşamı boyunca örgütçü
kimliğini hep korumuştur. Her bulunduğu yerde kendisini de içine alan bir
örgütlenmenin önderi olmuştur.

İşte bu örgütlerden biri bugünkü Türk istihbarat örgütü MİT'in de
köklerinin bulunduğu "Teşkilat-ı Mahsusa"dır ve bu örgüt ulusal bir
kimlik taşır. Ülkenin dinamik unsurlarının birleşmesiyle ortaya çıkar.
Teşkilat-ı Mahsusa'nın doğuş günleri tıpkı diğer ulusların ağır bunalımlı
dönemlerinde ortaya çıkan, düşmana karşı direniş örgütlerinin
yapılanmalarını anımsatmaktadır.

Teşkilat-ı Mahsusa ilk olarak 1909'larda şekillenmiştir. Çekirdek
anlamdaki Teşkilat-ı Mahsusa 1911'de Bingazi'de Enver Paşa komutasında bağımsız birliklerle İtalyanlara karşı başarı göstermiştir. İstanbul'a kahraman olarak dönen Enver Paşa 1. Balkan Savaşı yenilgisinin ardından, Çatalca Savaşı'nda da başarısını tekrarlamıştır.
Bu sırada İstanbul'da herkes kentin Bulgarların eline düşmesinden
korkmaktadır. Korkulan olmamıştır. Bulgar dağlarından gelen tecrübe ve iç
siyasi dengelerin kısmen yerine oturması, bu sırada Balkanlarda
başgösteren iç hesaplaşmalar, İstanbul kapılarına dayanan Bulgarların
Çatalca savunma ve saldırı savaşları sonucu sökülüp atılmasını
sağlamıştır.

Bu savaşta Teşkilat-ı Mahsusa da aktif bir şekilde rol oynamıştır.
Teşkilat-ı Mahsusa İttihat ve Terakki ile birlikte devletin içinde ve
savaşın göbeğindedir. Başında da Enver Paşa'nın dostu olan ve çete
savaşlarının uzmanı sayılan Çerkes kökenli Süleyman Askeri Bey vardır.
Tarihte adından yazılı kayıtlarda çok az bahsedilen Teşkilat-ı Mahsusa
ile ilgili bu ilk eylem bilgisi, o dönemi anılarında anlatan İttihat ve
Terakki'nin üç paşasından biri olan, Cemal Paşa'ya aittir.

Cemal Paşa şunları da söylüyor:

"Ordunun Edirne üstüne hareketi sırasında hükümetçe neşrolunan
beyannamede, ordumuzun Meriç nehrini katiyen geçmeyeceği açıkça taahhüt edilmişse de, o zaman ordu zihniyetinin ruhu olan bazı kimseler bu taahhüdün isabetsizliğini dikkat nazarına alarak hükümete bağlı olmayan yarı resmi bir Teşkilat-ı Mahsusa'nın (Hususi Teşkilat) Meriç nehrinin öte tarafında kendi istediği gibi hareket etmesine gözyummak esasını Başkumandanlığa ve Hükümete kabul ettirdiler.Ve bu Teşkilat-ı Mahsusa akıllı ve süratli bir hareketle Mesta Karasuyu Vadisine kadar bütün Batı Trakya'yı işgale muvaffak oldu. Garbi Trakya kıtası Edirne vilayetinin Ortaköy ve Karacaali kazalarıyla bütün Dedeağaç ve Gümülcine sancaklarını ve nüfusun yüzde 95'i İslamlardan terekküb eden mühim bir bölgedir.Bu kıtayı işgal eden Teşkilat-ı Mahsusa'nın başında şehit Süleyman Askeri Bey bulunuyor ve Çerkes Yüzbaşısı Reşit ve İzmirli Eşref ve Kardeşi Sami ve yine yüzbaşı Fehmi Bey'lerle daha bazı zevat asli erkanını teşkil ediyorlardı."

Batı Trakya'da Bulgar işgaline karşı mücadele eden Teşkilat-ı Mahsusa
kadrosu şöyle oluşmaktadır:
Kuşçubaşı Eşref (Sencer), Binbaşı Süleyman Askeri, Yüzbaşılar; Kısıklı
Cemil (Irak'ta şehit düştü), İlyas Seçkin (sonra General), Fahri (Şehit
oldu), Akkalı Kasım, Beşiktaşlı Ekrem, İhsan Eryavuz, Çolak İbrahim,
Kısıklılı Ali Rıza, Hilmi, Üsteğmenler; Manastırlı Halim (Irak'ta şehit
düştü), Fuat Balkan (sonra Yüzbaşı), İskeçeli Arif, Fahri, Şehreminli
Sadık, Ömer Lütfü Suman, Teğmenler; Beykozlu Reşat, Nişantaşılı Sıtkı (şehit oldu), Filibeli Halim Cevad, Beykozlu Hasan, Tahsin, Refik, Besim,
sivil istihbaratçılar; Manastırlı Hüsrev Sami, Hacı Sami (Kuşçubaşı
Eşref'in kardeşi), Çerkes Reşid (Çerkes Etem'in kardeşi), Çakır Efe,
Sabancalı Hakkı, Tatar Hasan, Karakaş İbrahim, Silahçı Hüseyin,
Karagümrüklü Etem Nuri, Cihangiroğlu İbrahim (Çerkes), Giritli İsmail
Kaptan, Mamaka Mustafa Kaptan, Said Kaptan.


İlk Cumhuriyet Kuruluyor

Çerkeslerin ağırlıkta olduğu Teşkilat-ı Mahsusa ilk cumhuriyeti kuruyor. (Çerkes Devleti mi değil mi?)

Teşkilat-ı Mahsusa bir güç merkezidir. O, diğerlerini de içinde eritmiştir.
Teşkilat-ı Mahsusa Meriç Nehrinin ötesindeki bu eyleminde sadece toprak
kurtarmakla kalmamıştır. İşinde usta olan her gizli servisin yapacağını
yapmış ve aldığı topraklar üzerinde bir de geçici hükümet kurdurmuştur.
Evet yanlış okumadınız, işgal edilen topraklar üzerinde 31 Ağustos 1913
tarihinde Anadolu'nun ilk Türk Cumhuriyeti kurulmuştur. Bu daha sonra
araştırmacıların ortaya çıkardığı Kars ve civarındaki 1918 yılında kurulan
Azerbaycan Türk Cumhuriyeti oluşumundan daha da öncelere rastlamaktadır.

Bu oluşumun bir gizli servis tarafından gerçekleştirildiği unutulmamalıdır. Anadolu'nun kurtarılması ve Mustafa Kemal ile arkadaşlarının Ankara merkezli Türkiye Cumhuriyet'ini ilan etmeleri ise çok çok sonraları gerçekleşecektir. Süleyman Askeri Bey bölgenin İslam halkından ileri gelenleri Enver Paşa'nın çabalarıyla Gümülcine de bir genel kongreye davet etmiştir. Bundan önce kurulan "Muhacirin Müdüriyeti İdaresi"nin başına da Süleyman Askeri getirilerek bu tür hareketleri rahatça yapabilmesi sağlanmıştır. Gümülcine'de Süleyman Askeri "Batı
Trakya Muhtar Türk Cumhuriyeti'nin ve Batı Trakya Muvaffak İslam Hükümeti"
adı altında bir hükümetin kurulduğunu da ilan edecek düzeyde etkili çalışmıştır. İlan edilen cumhuriyeti ve hükümeti , Yunanlılar ile Bulgarlar tanımak zorunda kalmışlardır. Hükümet hemen para ve pul
bastırmıştır. Hükümetin geçici başkanlığına da teşkilatın güvendiği
Gümülcine Belediye Başkanı getirilmiştir.Oluşturulan Hükümetin üyeleri
şunlardır:
"Cumhurbaşkanı Hafız Salih Efendi, Hafız Galip, Hacı Saffet Bey, Hüseyin
Paşa, Mehmet Paşa, Hacı İsa Efendi, Şükrü Bey, Süleyman Askeri, Hilmi
Paşa, Kuşçubaşı Eşref (Sencer) Teşkilat-ı Mahsusa'nın iki numaralı adamı Süleyman Askeri de yeni cumhuriyetin Genelkurmay Başkanlığı'nı yürütür. Altında oluşturduğu ordu kadrosu şöyledir:
Batı Trakya Genelkurmay 2. Başkanı Çerkes Raşit, Harekat Şube Müdürü
Üsteğmen Manastırlı Halim, Topçu Kuvvetleri Komutanı Yüzbaşı İhsan
Eryavuz, Süvari Kuvvetleri Komutanı Yüzbaşı İlyas Seçkin, Ağır Kuvvetler
Komutanı Üsteğmen Ömer Lütfü, Akıncı Kuvvetler Komutanı Üsteğmen Sırçıfeli Ekrem, Akıncı Kuvvetler İkinci Komutanı Üsteğmen İskeceli Arif, Hücum Taburu Komutanı Yüzbaşı Kısıklılı Cemil, Milli Kuvvetler Komutanı
Kuşçubaşı Eşref Sencer, Kuvayı Milliye Müfreze Komutanı Manastırlı Hüsrev Sami, Kuvayı Milliye Müfreze Komutanı Cihangiroğlu İbrahim.


Atatürk: “Ethem Toy ve Bilgi Noksanı”

Bölge ve yeni hükümet her ne şart altında olursa olsun teşkilatın
elindedir. Türk tarihinde bilinen en eski ve şu an için ilk Cumhuriyet bu olmuştur. Buraya bağlı asker sayısı 4 Ekim 1913'de 29 bin'i bulmuştur. Bu hükümet 25 Ekim 1913'e kadar yaşayacaktır. Bundan sonrası ise gizli servis ile hükümet arasındaki anlaşmazlıklar ve karşı çıkışlarla geçer. Hükümet, barış görüşmelerinde bölgenin tamamen boşaltılmasını kabul etmiştir. Ancak Teşkilat-ı Mahsusa'nın bazı elemanları bu karara karşı direnirler.

Süleyman Askeri çaresiz kalmıştır. Duruma o dönemin İstanbul Muhafızı
Cemal Bey, yani Cemal Paşa müdahale eder. Teşkilat onu sevmektedir. O da bu etkisini kullanır. Sonuçta teşkilat üyeleri bölgeyi hükümetin isteği
üzerine Bulgarlara bırakırlar. Ancak bu alandaki istihbarat ve kışkırtma
çalışmaları devam eder. Enver Paşa buraya imam, köylü, işadamı kılığında
Teşkilat-ı Mahsusa ajanları göndererek, bölge üzerindeki Türk
etkinliğini korumaya çalışır. Yılar sonra bakıldığında uygulama başarılı
olmuştur.

Bu ilk eylemde etkili olan İzmirli Eşref ve Kardeşi Sami Bey'ler daha
sonra Süleyman Askeri ile birlikte pek çok yerde Teşkilat-ı Mahsusa için
eylemler yapmışlardır. Burada bölgede Eşref Sencer tarafından
yetiştirilen Çerkes Ethem ile kardeşi Reşit Bey'de Kurtuluş Savaşı
sırasında ve öncesinde çok önemli işler gerçekleştirmişlerdir.

Çerkes Ethem Kurtuluş Savaşı sırasında gösterdiği büyük yararlılıklara karşın daha sonra kardeşlerinin ve sevmeyenlerinin üzerindeki oyunları sonucu "hain" damgası yemiştir. Bu Ethem için haksız ve büyük bir suçlamadır. Bu konuda Atatürk'ün sağlığı boyunca Dışişleri Bakanı olarak görev yapan ve kendisi de bir Teşkilat-ı Mahsusacı olan Çerkes kökenli Dr. Tevfik Rüştü Aras'a Atatürk, Ethem'in toyluğundan ve yeterince bilgi ile donanmamışlığından yakınır.


Çerkes Ethem Gizli Servisi Anlatıyor

Çerkes Ethem anılarında Ruslara ve İngilizlere karşı Teşkilat-ı Mahsusa
saflarındaki mücadelelerinden şöyle söz ediyor:
"Birinci Dünya Savaşı'nın ilk senesinde büyük kardeşim Reşit Bey'in kendi başına askeri ve politik amacı olan , Çerkeslerden,Kürtlerden ve başka milletlerden toplanmış ' Teşkilat-ı Mahsusa' kuvvetleri ile Ruslara karşı , daha sonra İran'ın güneyinde İngiliz bölgesinde ve Efgan sefer heyetinde bulundum. Pek uzun sürecek olan bu maceralardan bahsetmeyeceğim."


Enver'i Yakan Çerkes Sami

Teşkilat-ı Mahsusa'nın önde gelenleri arasında bir bölünme yaşanmaktadır.
Herkes bu dönem içinde ülkenin kurtuluşunda kendi düşüncesinin
etkisindedir. Sencer'in kardeşleri Çerkes Ethem'e yardımcı olurken,
Hüsamettin Ertürk ve arkadaşları Mustafa Kemal'den yanadır. Eşref
Sencer'in kardeşi Hacı Sami, daha sonra dönmek üzere Enver Paşa'yı
Kafkaslara geçmeye zorlayanlar arasında yer almıştır. Sami, Enver Paşa'ya Kafkaslardaki Teşkilat-ı Mahsusa örgütlenmesini kullanarak ayakta kalmayı, daha sonra Anadolu'ya geçerek yönetime el koymayı önermiş ve Enver Paşa'yı etkilemiştir.

Bu casus ailesinin bütün bu faaliyetleri onları, Ulusal Kurtuluş Savaşı'na
karşı direnenlerin yer aldığı ve yurda girişlerinin yasaklandığı veya
sürgüne gönderildiği 150'likler listesine sokmuştur. Listenin Çerkes Ethem
ve avenesi bölümünde 60. sırada Eşref Kuşçubaşı, 61. sırada ise yine
Teşkilat-ı Mahsusa'cı olan kardeşi Hacı Sami Salih vardır. Kazım Karabekir
Paşa, Hacı Salih için anılarında Enver Paşa'yı Kafkaslara götürüp oradan
tekrar Türkiye'ye dönme konusunda ikna eden adam olarak söz etmektedir. Bunu macera olarak değerlendiren Karabekir, Hacı Sami'nin Teşkilat-ı Mahsusa'nın Kafkasya'daki örgütlü gücünü abartarak Enver Paşa'yı ikna ettiğini de ima etmektedir.

Enver Paşa'nın ölümü üzerine Türkiye'ye dönmek isteyen Hacı Sami onay
alamamıştır. Gizlice Türkiye'ye dönen Hacı Sami o sıralar sıkça Türkiye'ye
gönderilen suikastçılardan biri olarak değerlendirilmiş ve Kuşadası
civarında bir pusuya düşürülerek öldürülmüştür. Hacı Sami o dönem bilinen
adıyla Kuşçubaşızade Hacı Selim Sami, 1927 yılında öldürüldüğü güne kadar hızlı bir Teşkilat-ı Mahsusacı olarak kalmıştır. Sami, Teşkilat-ı
Mahsusa'nın ajanı olarak ilk önce Hindistan'a gönderilmiş oradan da, Orta
Asya ve Çin'e geçmiş savaş yılları boyunca Pan Türkizm ve Pan İslamizm
savunucusu ve propagandacısı olarak çalışmıştır. Savaş sonrasında Enver
Paşa ile bir araya gelince Batum Konferansı konusunda onun aklını çelen ve Anadolu üzerinde düşünmesini sağlayan kişi Hacı Sami olmuştur. Enver Paşa'nın Türkmenistan'da Kızıl Ordu makinelilerine karşı giriştiği
süvari kılıçlı saldırıdaki trajik ölümünün ardından Kızıl Ordu'ya karşı
mücadelesini sürdürmüştür. Enver Paşa öldükten sonra İstanbul'daki Fransız haberalma kaynakları "Enver Paşa, Doğu Buhara'nın Balçivan'da bulunan Çağatay bölgesinde gömüldü. Onun mezarlığı asi müslümanların ziyaret yeri olup Kızıl Ordu ile savaşacak her birlik her şeyden önce onun
mezarını ziyaret ederek onun huzurunda İslamcılığı korumak için
savaşacaklarına söz verdi" diye rapor düzenlemişlerdir. İşte bu ortamdan
yararlanan Hacı Sami uzun süre bölgede mücadele eder. Ancak daha sonra Afganistan'a çekilmek durumunda kalır. Ardından da başlarına gelenlerden sorumlu tuttuğu Mustafa Kemal'e karşı, gerilla savaşı düzenlemek için Anadolu'ya geçtiğinde, ölüm onun için kaçınılmaz olmuştur.


Hain Damgası Yiyen Çerkes

Eşref Sencer (Kuşçubaşı) yıllar sonra Teşkilat-ı Mahsusa'yı araştıran ve
üzerine bir kitap yazan İngiliz Philip H. Stoddard'a Malta'dan sonra
yaşadıklarını şöyle anlatmıştır:
"Milli Savunma Bakanı ve Genel Kurmay Başkanı olan Fevzi Çakmak Paşa'ya uzun mücadelelerden sonra ulaşabildim. Paşa beni temize çıkarttı ve 'Ya birisi size karşı kin besliyor ya da Ankara Hükümetine karşı Padişah yanlısı olarak çalışan bir başka Çerkes ile karıştırılmış olacaksınız' dedi."

Eşref Bey anlatımlarında daha sonra İzmir'de Teşkilat-ı Mahsusa'nın
elemanı olan eski arkadaşlarını toplayarak yeni bir grup oluşturduklarını,
bu grubun görevinin Yunanlılara karşı yürütülen mücadelede silah, para ve
eleman toplamak olduğunu belirtir. Eşref Bey, Ali Fuat Cebesoy
komutasındaki Geyve cephesinde görev yapar. Daha sonra da Adapazarı ve yöresi Kuvayı Milliye komutanı olur. Ulusal Kurtuluş Savaşı sonrasında ise çiftliğine çekilir. (Babasına Sultan Abdulhamit tarafından verilmiştir.)


Süleyman Askeri Neden Kendini Öldürdü

Diğer Teşkilat-ı Mahsusa'cı lider Süleyman Askeri Bey ise Irak'ta yaptığı
çalışmalar sırasında intihar etmiştir. Süleyman Askeri inanmış ve inancına
kendini adamış bir insandır. Kahramanlığı destansı bir yan taşır. Irak ve
havalisi Genel Komutanlığına 20 Aralık 1914'de gelen Süleyman Askeri 2
Ocak 1915'de görevi Cavit Paşa'dan devralır. 20 Ocak 1915 günü yapılan
Birinci Rota çatışmalarında yaralanır. Süleyman Askeri İstanbul'dan
bölgeye bir de gönüllüler taburu getirmiştir. Osmancık taburu olarak
adlandırılan bu tabur ile ayrıca İstanbul İtfaiye Alayını da Irak cephesine sürmüştür. Askeri bu yaralanma olayının ardından 11-14 Nisan
1915 günleri arasında devam eden Şuayyibe Meydan Savaşı sırasında yeniden yaralanır. Bu sırada Türk birlikleri yenilmiştir. Bu yenilgiyi
hazmedemeyen yaralı Süleyman Askeri 14 Nisan 1915'de kendi tabancasıyla canına kıyar. Aynı cephede 1916-1917 yıllarında yine iki ünlü Türk istihbaratçı görülür. Bunlar istihbarat organizasyonları ile dikkat çeken
ve daha sonra Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın kahramanları arasında yer alan
Kazım Karabekir Paşa ile Galatalı Şevket Bey'dir


İntikam İçin Öldürülen Hain-Çerkesler Tepkili

M.M Grubu'nun İstanbul'da gerçekleştirdiği bir intikam olayı da çok
önemlidir.

Manyas Eşenli Çerkes Yusuf Bey, Çerkes Ethem'in karargahında divanı harp üyesidir. Atatürk ve Rauf Orbay'ın yakından tanıdığı ve sevdikleri bir
kişidir. Sivas kongresine delege olarak katılmıştır. M.M Grubu'nun
çalışmalarına aktif olarak katılır ve bazı olaylarda onları yönlendirir.
Ankara ile İstanbul arasında gidip gelen ve olayların çözümünde çok etkili
olan Yusuf Bey daha sora Adapazarı, Bolu, Hendek çevresinde, Milli
Mücadele'nin teşkilatlanması için çalışmalar yapmıştır. Uzun yıllar
İstanbul ile Kuvayı Milliye karargahları arasındaki irtibatı sağlayan
Yusuf Bey, kendisini tanıyan ve çekinen Anzavur Ahmet Paşa ile
(Ayaklanan ) peşindeki İngiliz istihbaratını bir ara atlatamayacak duruma
gelir ve Salihliye çekilir.

Ancak kendisinin uzmanlığı ve iyi bir istihbaratçı oluşu, kaynakları ve
olayları tanımadaki ustalığı onu yeniden göreve getirir. Ankara,
kendisinden önemli bir işin halli için önce Adapazarı-Bolu havalisine,
ardından da İstanbul'a gitmesini ister. Adını, kılığını değiştiren Yusuf
Bey İstanbul'da Özbek Tekkesi Şeyhi olan Ata Efendi'ye gider. Ata Efendi
milli mücadele yıllarında M.M grubu ile Ankara arasındaki haberleşmede ve
İstanbul'daki yardımlaşmada etkin olan cesur ve inanmış bir kimsedir. Ata
Efendi tekkede silahların saklanması ve Anadolu'ya hem insan hem de silah sevkinde önemli rol oynamıştır. Yusuf Bey İstanbul'da önce Ata Efendi' ye uğramış ve kendisine Kuvayı Milliye'nin isteklerini aktarıp yardım talep etmiştir. Bu istekleri Ata Efendi tarafından kabul edilir. Ayrıca Yusuf
Bey'in Adapazarı-Bolu mıntıkasındaki çalışmalarına ilişkin bilgileri de
alarak M.M grubunun emin elemanları aracılığıyla Anadolu'ya aktarır.
Bu görüşmenin ardından Yusuf Bey, İstanbul'da silah bulmak ve bunların
Anadolu'ya geçişini organize etmek için temaslarda bulunmaya devam eder.

Sirkeci'de bir dostuyla gazinoda konuşurken peşindeki Anzavur'un
adamlarından Şah İsmail tarafından uzun süren bir takibin sonunda şehit
edilir. Yusuf Bey'in M.M Grubuna dahil olan yanındaki dostu da ağır
yaralanır. Yusuf Bey'in ölüm haberini de Anadolu'ya yine Şeyh Ata Efendi
ulaştırır.

Yusuf Bey'in bu şekilde öldürülüşü, gizli örgütü intikam için biler. Bu
ölüm haberini teşkilatla iyi ilişkiler içindeki Hakimiyeti Milliye
gazetesi "Vatan uğrunda hayatını feda eden şehidin intikamı elbet
alınacaktır" diye verir. Aslında bu bir sinyaldir. Olay, İngilizler ve
onların işbirlikçileri, ajanları ile M.M Grubu arasında bir kan davasına
dönüşür.

Yakalanan katil İngilizlerin araya girmesi ve Yusuf Bey'in kimliği
nedeniyle göstermelik bir duruşma sonucu bırakılmak üzere hazırlanır.
İngilizler bu olay için Babı Ali'ye Yusuf Bey için nerede görülürse
öldürülmesi yolunda Padişah Fermanı bulunduğunu da hatırlatırlar. Damat
Ferit Paşa iktidarı katili serbest bırakacak bir de yargıç ayarlamıştır.
Davanın olacağı gün M.M Grubu, Kuvvacılar ve Çerkeslerden bir grup duruşma salonunu doldururlar. İngilizler tarafından mahkeme salonunun sarılması ve asker yığınağı yapılması, işbirlikçilerin ajanlarının koridorları tutması bu kalabalığı engelleyemez. Ancak İngilizler ve hükümet bir olayın
çıkmasını da beklememektedirler.

Yargılama sonunda karar önceden belirlendiği gibi "Nefsi Müdafaa" olarak
ilan edilir. İşte o anda kıyamet kopar. Salondaki kalabalık hınçla
saldırır. Silahlar patlar. Şah İsmail aldığı kurşunlarla olduğu yere
yıkılır. Kargaşa o düzeydedir ki Şah İsmail'i korumakla görevli İngiliz
askerlerinin dahi yaralanmasına karşın kimin ateş ettiği belirlenemez.
Tutuklamalar, işkenceler de sonucu değiştirmez. Hiç kimse kalabalıktan
ateş edeni ya da edenleri görmemiştir.

Olay böylece M.M Grubu ve Kuvayı Milliye'nin gücünü ve yapabileceklerini
dosta, düşmana gösterdiği bir hareket olarak geçer.


Çerkes Ethem Olayı Anlatıyor

Kendisi de Teşkilat-ı Mahsusa yetiştirmesi olan Çerkes Ethem anılarında bu olayla ilgili olarak şunları söyler:
"Yusuf Bey'e İstanbul'daki ahvalin çok tehlikeli olduğunu ve kendisinden
şüphe edildiği için takip edildiğini bildirmişlerdi. Beni de ikaz
ettiler. Ben de son gidişine mani olmak istedim. Fakat Adapazarı-Bolu
havalisinde vaziyet o kadar vahim idi ki orada taraftar bulmaya mecbur
idik. Yusuf Bey şahsiyeti ile bu çok güç görevi yerine getirmeyi başardı.
Oradan M.M Grubu'nun elemanları ile temas etmek üzere İstanbul'a geçti.
Çok cesur, civanmerd, temiz yürekli bir insandı. Pervasızca vatan hizmetlerine devam etti. Bunu canı ile ödedi. Tek tesellim, katilinin beraat
ettirilmesine rağmen yiğit hemşehrilerimiz tarafından layığı gibi
cezalandırılmış olmasıdır. Eğer İstanbul'dakiler bu vazifelerini yerine
getirmemiş olsalardı, ne pahasına olursa olusun kendim gidecek, bu işi
yapacaktım."

Bu olayda da görülmüştür ki Teşkilat-ı Mahsusa bütün bu örgütleri derinden etkilemiş ve onun yöntemleri ve ilkeleri genel kural olarak
benimsenmiştir. Bu dönem Türk örgütleri Teşkilat-ı Mahsusa'nın bıraktığı
miras üzerinde yükselirler. Ancak kazanılan başarılar yine de
yetersizdir.


MİM-MİM Örgütü Kuruluyor

Teşkilat-ı Mahsusa'nın lağvından sonra, Atatürk'ün ve Fevzi Çakmak'ın tensibi ile, Ankara'da M.M ( Müdafi Milli İstihbarat ) Grubunu kuran Hüsamettin Ertürk o zaman grubun gayesini şöyle tesbit ve tarif etmiştir:
'Milli orduya taazzuv ettirmek için İstanbul'daki askeri ambarlardan esliha, mühimmat, levazım ve techizat elde etmek' 1921 yılı başından itibaren barış akdine kadar önemli siyasal meselelerde büyük hizmetler etmiş olan MM Grubu, istihbarat ve propaganda konularında da çalışmış, bir çok casusluk olayını meydana çıkarmıştır."


Teşkilat-I Mahsusacılar Kafkaslarda

Örgüt dış bağlantı açısından o dönemde Mustafa Kemal hareketine sıcak
bakan ve anlaşmalar imzalayan Sovyetler Birliği'ni ön plana almıştır.
1919 Eylül ayında Kafkaslara gönderilen Osmanlı eski milletvekili Dr. Fuat
Sabit ile Karakol örgütü mensuplarından Yusuf Ziya ve Baha Sait Bey'ler
burada Bolşevik gizli servisiyle ilişkiler kurmuşlardır. Bunların
sonucunda para yardımı da sağlamışlardır. Ruslar ile hem İttihatçıların
hem de Teşkilat-ı Mahsusacıların görüşmeleri vardır.

1922 ile 1926 yılları arasında istihbarat çalışmalarını aktif olarak
Genelkurmay İstihbarat Dairesi yürütmüştür. Bu çalışmalar sırasında diğer
gruplar da onlara yardımcı olur. Bu dönemde özellikle Kafkaslar ve diğer
kaybedilmiş topraklarda Teşkilat-ı Mahsusa'nın oluşturduğu birimler
faaliyetlerini sürdürdüler. Bunlar Almanya ve Sovyetler arasında gidip
gelen Enver, Talat ve Cemal Paşalardan emirler aldılar. Buralarda
Kızılordu'ya karşı önemli sabotaj ve direniş örgütlenmeleri
gerçekleştirdiler. Bu nedenle her üç paşa da Kızılordu ve Ermenilerce
öldürülmüştür.