|
|
................... |
|
................... |
APSINI
RÜYAMIZ ve KADER DEĞİŞTİREN BAŞKAN ARDZİNBA |
Atay Chushba |
|
|
................... |
|
|
Diasporada yaşayan biz
Apsuwalar için Apsını düşlerde yaşayan bir ülke idi.
1960’lı yıllardan itibaren Apsisi’nin bir düş değil
gerçek olduğu anlaşılmaya başladı. Ağabeyim, 1970’li
yıllarda Avrupa’dan Apsuwaca şarkılar, azarlar,
folklorik ezgiler içeren plakları getirmiş, dinlemiştik. Az sayıda da olsa bazı
insanlarımız anavatanlarına gelip, döner oldular. Apsını’da doğan-büyüyen-yaşayan Aleksi Gogua, Neli Tarba,
Platon Bebia, Ruslan Gitsba gibi insanlarımız
İstanbul’da tanımız imkanımız oldu.
1990 yılı Nisan ayında Amerika-New Jersey’de ziyaret
ettiğimiz Yahya Kazan’ın evinde Deniz Çaçxalia ve eşi
ile de tanışmıştık. Her birinin ağzından Apsını’yı;
Apsuwaları, tarihi olayları, hikayeler-masalları
dinlemiş, şiirler dinleyerek mutluluktan sarhoş
olmuştuk. 1990 yılının ilk aylarında Orhan Şamba ile
derneğe gelen büyük sanatçı Vasil Sırguş ile
yönetimindeki folklor ve şarkı gurubu ile Türkiye’ye
gelip gösteriler yapmaları için mutabakat sağlamıştık.
Dedelerimizin anlattıkları’nın bir hayal ürünü değil de
gerçek olduğu zihinlerimizde iyice beliriyordu. Ancak
yine de inanılması zor şeyler anlatılıyordu; Apsını’yı
gözümüzle görüp, elimizle tutmak, anlatılanları bir de
biz yaşayarak ‘evet rüya değil; gerçekmiş’ diyebilmek
için sabırsızlanıyorduk.
Apsını’ya ilk defa 1990 yılının Ağustos ayında geldik;
üç kişi idik; Uğur Yagan, Cengiz Gogua ve Ben. Moskova
üzerinden aktarma yapıp Sohum’a uçacaktık. Önceden
tanıştığımız Ruslan Gitsba bizi Moskova’da karşıladı ve
bu fedakar kardeşimizin rehberliğinde anavatanımızın
başkenti Sohum’a geldik. Deniz Caçxalia da bize katıldı.
Sohum’da kalacağımız otele vardığımızda çok yorgunduk
yemek yedik, biraz sohbet ettik ve yattık. Sabah
katlığımızda ilk işimiz Ayıdgılara’ya gitmek oldu.
Sergey Şamba, Sait Tarkil ve diğer dernek yöneticileri
ile tanıştık. Ardından bir haftayı yoğun bir program ile
bitirdik; çeşitli ziyaretler, resmi toplantılar,
geziler, tanışmalar, bilgi alış-verişi, dertleşmeler,
akraba ziyaretleri… Vasil Sırguş ile Kasım ayında
gelmeleri için mutabık kaldık. Platon Bebia’nın eşi ile
birlikte İstanbul’a gelmesini istedik; derneklerimizde
şiirler okuması, erişebileceğimiz insanlar ile sohbetler
yapması durumunda diaspora halkımızın motivasyonunun
artacağı ve Apsını’ya ilgileri konusunda gelişme
olacağını karşılıklı teyit ettik. Rüya gibi bir hafta
çabucak geçmişti ve Apsını’nın rüya olmadığını gözümüzle
görüp, elimizle hissetmiş; artık hafızalarımıza
kazınmış; büyülenmiştik. Artık rüyamız gerçek olmuş
gözlerimiz arkada seyahatimizi bitirip dönerken bir
akşam Moskova’da kalacaktık. Abhazya’dan aranıp haber
verilen bir gurup kardeşimiz ile birlikte Sait
Tarkil’ide uçağın kapısında karşımızda görünce sevindik
ve şaşkına döndük, bizi Taras Şamba’ya götürdüler.
Tras’ın görev yaptığı akademinin özel bir salonunda hep
birlikte yemek yedik, şarkılar söyledik ve İstanbul’a
döndük. Sanki her şey bir rüya idi…
Evet, tam anlamı ile büyülenmiştik. Ancak başka türlü de
büyülenmiştik. İster önceden İstanbul’da, Moskova’da ve
Amerika da tanıştıklarımız olsun, ister Apsını’da yeni
tanıştıklarımız olsun bu kadar küçük bir coğrafya’da bu
kadar az sayıda insan arasından sürgünler, rejim
baskıları, katliamlar, asimilasyon çalışmaları gibi
yaşanan çok kötü koşullara rağmen, bu kadar gelişmiş;
eğitimli, bilgili, kültürüne-diline bağlı ve devlet
yönetiminde de becerikli insan nasıl çıkabilmişti! Çok
sevinip mutlu olmuştuk ama hayret etmekten de kendimizi
alıkoyamıyorduk. Ancak diğer taraftan da endişelerimiz
artmıştı. Çünkü Apsuwalar ile son yüz yılda
Gürcistan’dan Abhazya’ya zorla getirilip yerleştirilen
Gürcüler-Megreller arasında bir çatışmanın kaçınılamaz
bir şekilde geliştiğini algılamıştık. Yakın zamanda
gerçekleşme ihtimali yüksek olan bu çatışmayı önlemek
gerektiği ve bu konuda diasporaya büyük sorumluluk
düştüğünü konuştuk arkadaşlarım Uğur Yagan ve Cengiz
Gogua ile. Doğduğumuz vatan olan Türkiye’ye gelince
duyarlı arkadaşlarımız ile bireysel ve gurupsal
görüşmeler yaptık. Bu bağlamda olabildiğince Türkiye
hükümet yetkililerini tehlike konusunda bilgilendirmek
gerektiğine karar verdik ve konuda bazı çalışmalar
yapmaya başladık. Ayrıca da daha önce ön çalışmaları
yapılan bir şirketin resmi olarak kuruluşunu sağladık.
Şirketin adı Nartaş Anonim Şirketi idi. Nartaş, Abhazya
ve Kuzey Kafkasya’daki kardeş cumhuriyetler ile Türkiye
diasporasında yaşayan insanların daha yakından
tanışmasını sağlayacak; denizin iki yakasında ki
insanlarımızın gönül bağlarının güçlenmesini
sağlayabilecek ticari faaliyetlerde bulunmayı
hedeflemişti.
Bu arada mutabakatını sağladığımız iki aktivite
gerçekleşti: Vasil Sırguş ile mutabakatımız çerçevesinde
‘Abhazya Devlet Folklor Gurubu’, Nugzar Aşuba
başkanlığında Kasım ayında geldiler; Türkiye’nin değişik
şehirlerinde insanları büyüleyen gösteriler yaptılar.
Gösteriler video’ya çekildi, elden ele dolaştı, evlerde
guruplar halinde seyredilmeye başladı. Platon Bebia ve
eşi Aralık ayında İstanbul’a geldiler bir ay misafirimiz
oldular; değişik şehirlerimizde ki derneklerde şiir
dinletileri gerçekleşti. Platon’un herkesin
anlayabileceği bir şekilde okuduğu harika şiirler
kasetlere çekildi, elden-ele dolaşarak çoğaltılıp
evlerde dinlendi. Bu aktiviteleri görme şansına erişen
diaspora halkımızın bir bölümünün ciddi olarak
motivasyonu yükseldi, Apsını’ya ilgileri arttı. Şirketin
kuruluşu da 1991 yılının ilk altı ayı içinde
gerçekleşmişti. Yönetim Kurulu Başkanımız Cengiz Kap
başkanlığında yönetimden bir gurup arkadaş ile aynı
yılın son baharında Abhazya’ya kara yoluyla bir seyahat
gerçekleştirdik. Bu seyahatte, daha önce tanıştığımız
pek çok insanımızı ile birlikte Nugzar Aşuba, Enver
Kapba, Sait Tarkil, Sergey Şamba ve diğer başka
kardeşlerimiz ile hasret giderdik. Kardeşliğimiz daha
fazla gelişti. Tabi devlet yönetiminde yer alan başka
yeni insanımızı da tanıma imkanımız oldu. Her
tanıştığımız insanımız; sanatçısı, yazarı, akademisyeni,
devlet adamı, sıradan köylüsü özetle kiminle tanışsak
ilk defa geldiğimizde olduğu gibi hepimizi çok
etkiliyordu. Bu izlenim Abhazya'nın; Apsuwaların
geleceğine güvenimizi giderek arttırıyordu. Ancak bu
ikinci gelişimizde insanı çok etkileyen bir kişi daha
tanıdık ki samimiyeti, görünüşü; yakışıklılığı, eğitimi,
ses tonu, gülüşü, ciddiyeti, bilgisi ile olağan üstü
biri idi. Batı ülkelerinde bile böylesi karizmaya sahip
olan bir lider olabileceğini insan düşünemiyordu. Sanki
bu insan devlet adamı; halkını kurtaracak bir önder
rolünde oynayacak başarılı-ünlü bir aktör gibiydi. Evet,
tarih boyunca Apsuwalar önemli liderler; Yaşbalar,
Lakobalar, Gulyalar gibi sayısız insanımızı
yetiştirmişti ama Viladislav Ardzinba her halde özel bir
görevle yüz yılda bir olabilecek bir mucizenin sonucu
olarak Apsuwalara gönderilmişti. Sevincimiz ve güvenimiz
olağan üstü artmış; müthiş bir motivasyon kazanmıştık.
Artık bir sıkıntı da, bizim önümüzü açacak meclis
başkanımız büyük liderimiz Viladislav Ardzinba ve ona
yardımcı olabilecek pek çok devlet adamımız ve bilinçli
halkımız vardı Abhazya’da.
Abhazya’ya ikinci seyahatimizdeki temaslarımız,
izlenimlerimiz doğrultusunda artık Nartaş şirketimizin
somut bir işe başlaması gerekiyordu. Bunu sağlamak için
Moskova’ya da bir seyahat yapıp orada ticaret ile
uğraşan kardeşlerimiz ile tanışmamız, danışmamız
gerektiğine de karar verdik ve Aralık 1991’de bu
seyahati gerçekleştirdik. 1992 yılının Mart ayı içinde
yine heyet halinde Apsını’ya geldik ve Nartaş ile
Apsını’dan bir gurup kardeşimizin kurduğu şirket
arasında ortaklık gerçekleşti ve Amra şirketi kuruldu.
Amra şirketi adına o zamanki adı Abraskil, günümüzdeki
adı Amra olan sanatoryumu uzun vadeli olarak
devletimizden kiraladık. Apsını ve diasporadan
kardeşlerin ortaklığı olan Amra şirketi, sanatoryumu
1993 yılı içinde onarıp-yenileyecek ve 2004 sezonunda
diasporadan Adige-Abaza insanlar tatile getirilecek;
şirketin kuruluş amacı doğrultusunda, iki yakada yaşayan
kardeşlerin tanışmaları sağlanarak gönül bağı köprüsü
kurulmasına gayret edilecekti.
Bu seyahate gelirken Abhazya’nın, her yönden bilimsel
yöntem ile ‘yeniden yapılanması’ bağlamında yazılı bir
projeyi de getirmiştik. Ardzinba başkanlığında
devletimiz yetkililerine bu projenin önemini anlatmaya
gayret ettik ve uygun bulundu. ‘Yeniden Yapılanma
Proje’sine Nartaş sadece iki uzman akademisyen bulacak
ve ücretlerini ödeyecekti. Bunun haricindeki tüm
çalışmaları Abhazya’da oluşturulacak ‘uzman çalışma
gurupları’ yapacaktı. Nartaş’ın bulacağı-finanse edeceği
konuda deneyimli iki uzman akademisyen bu çalışma
guruplarına eğitim verecekti.
Sağlanan mutabakat doğrultusunda iki uzman bulundu ve
bunlarla birlikte 1992 yılı Mayıs ayında Abhazya’ya bir
seyahat daha gerçekleştirdik. Ardzinba başkanlığındaki
Apsını heyeti ile bizim heyetin yaptığı ilk hazırlık
çalışması esnasında başkan Ardzinba Türkiye’ye bir
seyahat düşündüğünü söyledi ve bizde Nartaş yönetimi
olarak bu seyahate ev sahipliği yapmayı kabul ettik.
Seyahat Ardzinba başkanlığında bir heyet ile 24–31
Temmuz 1992 tarihlerinde gerçekleşti. Diaspora
yaşayanları çok kalabalık bir araç konvoyu, pankartlar
ve Abhazya bayrakları ile coşku-sevinç dolu olarak hava
alanında karşıladı heyeti; konvoy heyeti takip ederek
kalınacak otele gelindi. Hava alanından otele gelişte
izdiham oluştu; trafik aksadı. Bir hafta içinde, Tiflis
lobisinin müthiş engellemelerine karşın küçümsenemeyecek
görüşme imkanları doğdu. Türkiye Meclis Başkanı, ana
muhalefet lideri, tüm parti gurupları ile görüşmeler
yapıldı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Atatürk’ün
mozolesine Abhazya Meclis Başkanı ve heyeti olarak,
devlet protokolü ile ziyaret gerçekleştirilip; mozoleye
çelenk konuldu ve hatıra defterine Başkanımız Ardzinba
intibalarını yazdı. Türkiyeli iş adamları dernek
yöneticileri ile toplantılar gerçekleşti. Basın
toplantıları yapıldı, gazetelere haber konusu oldu
ziyaret ve temaslar. Derneklerimiz yöneticileri ile
tanışıldı. Abhaz derneğinde şölen yapıldı. Otel,
Ardzinba ve heyetini görmek-tanımak isteyenler ile
doldu-taştı. Ayrıca, diasporada yaşayanlar ile sayısız
görüşmeler, tanışmalar oldu ve çok kalabalık bir araç
konvoyu ile Adapazarı’nda bir Apsuwa köyüne ziyaret
gerçekleşti. Görebilenler için her bir gün tarihi
olaydı…
Başkan Ardzinba hem resmi görüşmeler hem de halkımız ile
olan görüşmeleri’nde özlenen lider olduğunu en üst
düzeyde kanıtladı; karizmasına hayran kalınmıştı.
Türkiye ziyareti ile arzu edilen kadar değilse bile
önemli aşamalar kat edilmiş-ediliyordu. Ama zaman
yetmedi; Ardzinba heyetinin Ana Vatana dönüşünün 14.
günü olan 14 Ağustos 1992 de düşman ülkemizin başkent
dahil büyük bölümünü işgal etti, korktuğumuz başımıza
gelmiş; savaş başlamıştı. Sovyetler Birliğinin her türlü
nimetinden istifade eden dört milyondan fazla nüfusa
sahip Gürcistan karşısında bir avuç insanımız kurtuluş
savaşı verecekti. Bu kurtuluş savaşının kazanılabilmesi
ancak bir mucize ile gerçekleşebilirdi ve bu mucize
gerçekleşti. İlk tanıştığımızda yüz yılda bir
gelebilecek lider olarak değerlendirdiğimiz, Türkiye
ziyareti ile bu izlenimimizi pekiştiren büyük lider
Ardzinba önderliğinde Apsını siyasi liderliği
yönetiminde bir avuç sayılan vatanseverler bu mucizeyi
gerçekleştirdi; 30 Eylül 1993’de Abhazya özgürlüğüne
kavuştu…
Bundan sonrası için ben kişisel gözlem, duygularımı
ifade edebilirim. Eğer tarihin bu devresinde Viladislav
Ardzinba’nin olağanüstü liderliği, cesareti, karizması,
insan yönetim becerisi, tüm imkansızlıklara rağmen
zamanında-anında karar hamleleri olmasaydı bugün bizler
özgür, bağımsız, egemen Abhazya Cumhuriyeti’ne sahip
olamazdık. Ardzinba’nın özgür olmak isteyen ülkelerce
örnek olarak alınabilecek; tarih kitaplarında yüzlerce
yıl okutulabilecek olağan üstü liderliğinde harp
kazanıldıktan sonraki zaman sürecine sathi bakıp; harbin
yarattığı müthiş tahribatın, insafsızca uygulanan
ambargonun ve tüm dünyaca bir şekilde provoke edilen
imkansızlıklar; çaresizlikler göz ardı edilerek harp
sonrası Abhazya siyasi liderliği değerlendirilmemelidir.
Benim de henüz harp içinde olduğumuz zaman sürecinde
harp sonrası bizi bekleyen sorunlar ile ilgili yazılı
önerilerim olmuştu. Maalesef yazımda belirttiğim konular
gerçek olarak karşımıza çıktı. 2004 başkanlık seçim
devresinde yaşananları hepimiz üzüntü ile hatırlıyoruz.
Ancak, biraz yakın tarih sayılabilecek zaman içinde
çevremizde olanlara bir göz atalım: 700 yıl neredeyse
dünyanın büyük bölümüne hükmeden Osmanlı İmparatorluğu
yıkılıp Genç Türkiye Cumhuriyeti kurulunca yaşanan
olayları hatırlayalım; halen bile o yıkıntının
olumsuzlukları giderilemedi. Sovyetler Birliği’nin
dağılmasından sonra koskoca Rusya’nın yaşadıklarını da
hatırlayalım… Örnekler pek çoktur ama geniş bir
perspektif ve insaf ile düşünüldüğünde alınan mesafemiz
mucizevidir.
Benim gözümde Ardzinba, günümüzdeki özgürlüğümüzü;
geleceğimize güvenle bakabilmemizi sağlayacak şartları
gerçekleştirmesi için Tanrı’nın bir lutfu olarak bize
gönderilmiştir. Ben; çocuklarım, torunlarım, çevreme ve
de sesimin erişebileceği herkese bu duygularımı
aktarıyorum-aktaracağım. Bu tarihi sürece tanık olan tüm
insanlarımızın da hafızalarında bu süreci canlandırıp
vicdani kararlarını vermelerini dilemek istiyorum:
Ardzinba tarihin-Ança’nın bir armağanı idi bizler için
harp devresinde… Ança’ya her an dua ediyorum, ‘Ardzinba,
harpte yarattığı mucizeyi sağlığı konusunda da yaratsın
ve tekrar aramıza sağlıklı olarak dönsün’ ve yaşam
tecrübesini bizlerle paylaşsın. Bizler de bize
kazandırdıklarının bilincine sahip olarak ona saygımızı
ve minnetlerimizi ifadelendirebilecek davranışlar
gösterebilelim.
Ança wuynühayt Ardzinba; ilapxa wumazaiyt. |
|
|
|
|
|
|
|