Çerkeslerin kışkırtmalar ile bunaltılmaya, korkutulmaya
ve isyan etmeye zorlandıkları bir dönemde; 1923
Ağustos’unun 18’inde Kafkas Milliyetçisi ve Çerkes
aydını olarak lanse edilen Mehmet Fetgerey Şoenü
tarafından kaleme alınan Türk kamuoyu ve TBMM’ne sunulan
yazı günümüze ışık tutacak bir ibretlik vesikadır.
Metin içerisinde numaralandırdığım yazılar, şu anki
durumumuza harfi harfine ışık tutmaktadır.
Zamanında Çerkeslere yönelik saldırılar ve tahrikler
neticesinde bunu yapan Türk ülkücülerine akıl
vermeye kalkan Kafkas milliyetçisi Fetgerey Şoenü
TBMM’ye sunulan bu sunuda bakın neler demişti:
İstanbul, 18 Ağustos 1923
MEHMET FETGERİ ŞOENÜ
“Eğer bu sorunun uyaranı, asimilasyon gibi,
uluslaştırmak gibi bir sosyal gereklilik ise o böyle
olmaz. Ulusal sevgiler kılıçla oluşmazlar. Halklar
şiddetle asimile edilemezler. Bu iş için top ve tüfek,
zorlama ve sertlikten daha önce ve daha çok, iyi geçim
gereklidir, bilim ve kültürün yaygınlaşması gereklidir,
asimile edilmek istenen halkın istemesi gereklidir,
özetle; yaşamı bitimsiz acılar gibi değil, huzur ve
bolluk ile mutluluk renginden göstermek gereklidir.
Şimdiye kadar hiçbir ulusal ülkünün etkilenmemesine
karşın bir çok çevrelerin, özellikle aydınların,
kentlilerin kendi kendilerine Türk kamuoyuna karışıp
gittiklerini görmüyor muyduk? (1)
Birçok gençler tanıyoruz ki benim babam, ya da büyük
babam Çerkes'ti diyorlar. Çerkeslik onlarda ancak böyle
tarihsel bir anıdan başka bir şey bırakmamış bulunuyor.
(2)
Hem Çerkesler gibi dağılmış bir öğenin asimilasyonu,
Türkleştirilmesi için zor kullanımı ve şiddete, öldürme
ve göçürmeye hiç gerek yoktur. Hiçbir durumda
gereksinme duyulmaz. Asimile etme ve asimile edilme
kundura boyası gibi iki dakikalık bir renk değiştirme
işi değildir. Bu zaman işidir. Örneğin bugün bütün
köylerde açılacak okullar ve gerçekleştirilecek sosyal
örgütlenme, her şeyden daha çok da Türklüğü yükseltmek,
diğer öğelerin epeyce üstüne çıkartmak bu işi olağanüstü
kolaylaştırır. (3) Hem de bu işin tatlılıkla,
güzellikle, tiksintisiz, kinsiz, düşmanlıksız
başarılmasını sağlarlar. Kırk elli yıllık sürede
bütün Anadolu Çerkesleri Türk olup çıkar. (4)
Gerçi elli yıl bir süredir. Bir ulusun yaşamında ise
ancak bir haftadır. Türk olmayan halkların Türk olması
için fazlasıyla yeterli olan bu yıllar üç kuşak demektir.
Üç neslin kuşakları tek bir düzen ve ulusal bir eğitim
ilkesiyle yetiştirildiğinde üçüncü, hatta ikinci kuşak
artık bugünkü en inançlı Türk’ten daha Türk olur. Bu
kesindir. (5) Avrupa’nın günümüz ulusları arasında
buna birçok örnek de vardır. Özellikle Prusya ve çarlık
Rusya'sı ile balkan ulusları en canlı örneklerdir. Ancak
bunların tümü de az çok doğulu anlayışı ile hareket
etmişlerdir.
Hemen her ulusal ülkü öncüsünün ileri sürdüğü Amerika en
gerçek, en akılcı ve en insancıl bir örnektir. Oradaki
yöntem, köyleri boşaltmak yönteminden bambaşka ve taban
tabana ters bir yöntemdir. Amerikalılık duygusu içinde
asimilasyonu istenen ailelileri varlıklı yaparak ülkeye
kişisel çıkar ile bağlamaktadır. Onlar çok iyi
biliyorlar ki, varlık gibi ilgilerden, çıkardan yoksun
kimseler ülkenin düzeni için sürekli birer tehlikedirler.
Bunların bu durumlarıyla uluslaştırılmalarından umulan
yarar sıfırdır. Bu nedenle son hızla ulusal renk alacak
bir çıplak yerine, biraz uzun sürede karışacak,
uluslaşmış, varlıklı, emek sahibini yeğ tutuyorlar,
asimilasyon görevini zor kullanım ve şiddet yerine zaman
ve kişisel çıkara bırakıyorlar. Bu durumda kendilerine
düşen görev; dikkatli bir gözetim oluyor… Halbuki bu
yöntemin yanında zor kullanma ve şiddetin doğru yoldan
ayrılmanın, asimilasyon süresini en son sınırına
ulaştıracak, uzatacak araçlardan başka bir şey olmadığı,
son bir deneye daha gereç olmayacak kadar; gerçekleşmiş
bir şeydir. Öyle değil mi ya… bir kez iki taraf kine
boğuldu mu artık bir kuşak, beş kuşak daha heba olacak
değil midir? (6)
Evet… çünkü bugünün ulusal sevgi sorunu diye gösterilen
şey bir eğitim sorunudur. Dolayısıyla günümüzde yaşayan
başka eğitim görmüş, başka duygularla yetiştirilmiş
varlıkları, gençleri ve erişkinleri de Türk yapmak
iddiasına kalkışılırsa mantıksız bir harekette
bulunulmuş olur. Onlar gerçek Türk olamazlar. Hangi
öğenin üyesi olursa olsun, yaşlanmış bir kimseye
ulusunu unutturmak, yani etkisinde bulunduğu gelenekleri,
bu yaşa kadar kendisini besleyen içsel yapıya güç ve
besin veren geçmişi, eğitim biçimini, alışkanlıkları
birden bire değiştirmeye kalkışmak demektir. (7) Ki,
bu boşa uğraşmaktan başka bir şey olamaz.
Eğer Türk ülkücülüğü mantığa uygun bir hareket yapmak
istiyorsa günümüzün yetişmişlerinden vazgeçmeli, yeni
kuşaklarla, gelecek kuşaklarla ilgilenmeli, onların da
bugünküler gibi başka perdelerden öten seslerle
yetişmemesini sağlamalıdır. (8)
Bu Türklerin bir ulusal yeminleri (misak-ı milli) vardır.
Bu yeminin çizdiği sınırlar içerisinde yaşayan öğelerin
tümünün yalnız Türk genel adıyla kaynaşmaları kesinlikle
gereklidir… (9) Avrupa denilen ünlü, ulusal
topluluklardan Türklerden başka böyle bukalemuna benzer
ulusal görünümü olan, daha doğrusu henüz uluslaşamamış
olan, bugün çağdaş ilkelerden çok geride ve uzakta olan
dinsel bir toplum yapısında karışıp gitme psikolojisinde
kalmış başka bir ulus daha yoktur… v.b
Biz, bütün inancımızla, bütün varlığımızla bunlara
“doğru” diyoruz.
Ancak bunu tamamlayan; “Çerkesler haindirler. Çünkü
Türkiye’nin Türklerin olduğunu kabul etmeyip Türklüğü
yıkan Osmanlı baskı yönetimi ile birlik oluyorlar…”
söylentilerini hiçbir şekilde sağduyu ile
bağdaştıramıyoruz. (10)
Çerkesler ne saltanatçıdırlar ne de Türk
ülkücülüğünün düşmanıdırlar. (11)
Baş ağrıtacağımızdan olduğu kadar susturulacağımızdan da
korkmaksızın duyuruyoruz ki: Çerkesler, arasında
yaşayacakları bir ulusun iyi karışmış bir üyesi olmak
ile üzerlerine hayali bir arka kanadı açacak bir
padişahın kulu olmak arasındaki farkı, anlamayacak kadar
(budala olanı yoktur). Onlar çok iyi bilirler ki
padişahla kucak kucağa, koyun koyuna yaşayacak değil,
ulusla, Türklükle kucak kucağa kaynaşacak,
geçineceklerdir… (12)
Onlar (Osmanlıcı Çerkesler) hareketlerinin sahibi değil,
ancak bütünüyle tutsağıdırlar. Toplumsal yaşamın en
etkili egemeni işte bu sırdır, bilinçsizliktir.
Eski Osmanlılar bu konuda ne güzel düşünüyorlarmış…
Acaba uluslaştırmak siyasetini şimdikiler, onlar kadar
kolaylıkla ve geniş kapsamlı olarak uygulayabilecek ve
başarıya ulaştırabilecekler midir?
Bu konu gerçekten düşünülmeye değer bir özelliktir.
Şimdi, ilk uygulaması Çerkesler için düşünülen, bu
sorundaki düşünce yapısı, geçmişin yararlı düşünce
yapısı ile karşılaştırılamaz. Eski zamanlarda bir
Padişahlık enderunu, bir Yeniçeri ocağı, özellikle bir
Devşirme ve içoğlanları örgütü, hiç sezdirmeden
Türkleştirmeye yarayan büyük kurumlardı. (13) Bir
Türk düşünürünün dediği gibi Osmanlılığa sayısız büyük
adam yetiştiren, bu ocaklardan başka bir yer değildi.
Buraları doğrudan doğruya ulusal özümleme merkezleri
idiler.
Doğal ki bugün böylesi ocakları yeniden kurma olanağı
yoktur. Gerçi Yetim Okulları, Sanayi Okulları, Çırak
Okulları vb. gibi yatılı okullar da bu işi
görebilirlerse de bunların gereği kadar çoğaltılması
olanaksızdır. Ve böyle, aile köşesinden uzakta
yetişecek insanlar da ya rahip ruhlu ya da asker yapılı
olmaktan kurtulamazlar. En sağlıklı
asimilasyon aracı ise genellikle okul ve kültürdür.
(14) Bunlar iki ajitasyon koludurlar ki insanları az
bir zamanda, aynı düşünür, aynı görür bir duruma
getirebilirler. Spor dernekleri ve karşılaşmaları,
ulusal tiyatro ve sinemalar en büyük kolaylığı
yaratırlar. Hele bunlara güvenlik ile güven, huzur,
refah ve varlık da eklenirse iş kendiliğinden ortaya
çıkar. Çünkü birçok insanların ulusal sevgileri,
onların biraz fazlaca kişisel olan çıkarlarının sınırını
aşamaz.
Yok eğer kesinlikle çok hızlı bir ajitasyon ve
asimilasyon aranıyorsa, yıkmaksızın, yakmaksızın, yok
etmeksizin bunun yalnız bir yolu vardır. (15) Türk
olmayanlara ve olamayacaklara kapıları açıp “buyurun
efendiler” demek… Bu kolay bir şeydir ki ne göçürmelere
ne de öldürmelere ortam bırakır. Kalanlar öz ruhlarının
zorlamalarından ya da içtenliklerinden Türk olmaya
adaydırlar. Gidenler gidecekler ise ülkenin gelecekteki
iyi sonu için çıkarılan dara sayılırlar…
TÜRKLER ile ÇERKESLERİN DOSTLUĞU ÇOK ESKİYE DAYANIR?
Çerkeslerle Türklerin tarihsel ilişkileri çok eskidir.
Hatta Selçuk Türklerinden daha öncedir. (16) Ancak
Kafkasya’daki Çerkesistan’ın Türkiye ile olan olumlu
ilişki ve bağlantısı hicri 900 tarihinden sonradır. Ve
ilişki Kırım Hanlığı aracılığı ile kurulmuştur.
Çerkesistan ile Kırımın bağları ise 940’ta han olan
Sahibgiray zamanına rastlar.
TÜRKLER İLE AKRABAYIZ...
Türkler gerek Kırım zamanında, gerek Kırım’ın Rusya’ya
(Sh.30) katılmasından sonraki dönemde Çerkes bağımsızlık
ve özgürlüğüne, yalnız sözde değil gerçekte de
dokunmamışlardı… (17) (Bu konuya, gerçekleri bilmek
adına bir başka yazımda değineceğim. Soner Kocsav)
Türkler
Müslüman idi. Kendileri gibi Müslüman olan kişi ve
toplumlara da aynı haklardan yararlanma hakkını
bağışlıyorlardı. Ki, bu bağış sayılacak bir kardeşlik
ilkesi, bir çeşit uluslar arası uygulamaydı.
Hepsinden daha çok olarak da Türklerle Çerkesler çok
eski zamanlardan beri akraba olmuşlardı. Gerek
sarayların-gerek devlet büyüklerinin % 75’inin harem
daireleri, hanımefendileri Çerkes'ti. (18) Evliliğe
dayalı bu akrabalık çok doğal ve karşılıklı bir eğilim
yaratıyor, iki tarafı birbirine bağlıyordu… (“Millet”
düzeyinde akrabalık böylemi oluyor? -SK)
Daha birçok özelliği, ikinci derecede nedenlerin
varlığını da yadsımamakla birlikte bu üç neden
Çerkeslerin Türkler hakkında bitimsiz bir sevgi
beslemeleri için yeterli olmuştu savını ileri
sürebiliriz.”
(19)
İstanbul, 18 Ağustos 1923
MEHMET FETGERİ ŞOENÜ
Haftaya devam edeceğiz inşallah.
Bu yazılanlardan tarafsız bir şekilde okuyarak ve
şuan ki halinize bakarak ne sonuç çıkardığınızı az çok
tahmin edebiliyorum.
Asıl düşünmeniz gereken ise başkadır aslında. Kafkas
milliyetçisi bir insan aciz Çerkesler adına Türk
himayesini kabul etmek ve makul göstermek için olmadık
şeyler söylerken, nasıl oluyor da Rusya himayesindeki
aciz Çerkesler adına aynı çaresizliğe düşmüyor ve kadere
razı olup Rusya ile iyi geçinmek gerekliliğini kabul
edemiyor. Bu bir çelişki değil midir? Rusların
asimilasyonuna “hayır” ama Türklerin asimilasyonuna
“evet”… İşte her zaman dediğimiz gibi bazıların gayet
iyi bildiği Birleşik Kafkasya görüşünün Türkiye ayağı bu
anlayışlar üzerine kurulur. Buna göre anavatan Kafkasya
ayağının da nasıl olması gerektiği ise malumunuzdur.
Çerkesler asimilasyonun her türlüsüne karşı olmalıdırlar.
Yorumu ve taktiri siz değerli Çerkes okuyucularımıza
bırakıyorum ve sizlerden ricam, tarihe zorla mal edilmiş
ve belli kesimlerce saygı duyulan şahsiyetleri
iyi analiz ederek sapla samanı birbirinden ayırmanızdır. |