Sizi
tanıyabilir miyiz?
Adım Berrin. Aslen Samsun’un Kavak ilçesi
Sıralı Köyü’ndenim. Wubıhların Duğ ailesindenim. Annem
Meretukolardan. 1991 yılı sonralarında babam Alaattin Doğbay,
annem Semiha, kardeşim Aytek ve ben olmak üzere ailece
Adıgey’e yerleştik.
O dönemde dönmek isteyen birçok kişi eşini ve
çocuklarını ikna edemezken siz nasıl oldu da ailece geldiniz?
Babam bizi anavatana döneceğimiz konusunda önceden psikolojik
olarak hazırladı.
Çerkes olduğumuzu, Kafkasya’dan geldiğimizi,
birgün oraya döneceğimizi aile içinde çocukluğumuzdan beri
her zaman biliyorduk. Böyle şeyler aileden başlar. Ailemizin
planları içinde dönüş her zaman vardı. Babam anavatana dönüş
için taa 70‘li yıllarda başvuruda bulunmuştu. Anavatana dönüş
kararı almak bizim için zor olmadı .
Kardeşlerim ve ben dernek çevresinde büyüdük. Samsun Kafkas
Kültür Derneği’nde halk dansları ekibinde oynadım.
Üniversiteyi bitirir bitirmez yüksek lisans yapabilmek için
dokümanlarımı Nalçik’e yolladım. O zamanlar dokümanlarım
oraya ulaşmadığı için gelemedim. 90’lı yılların başında
kapılar açılır açılmaz işlerimizi düzenleyip ailece yola
düştük.
Önce kardeşim Aytek sonra ben geldim. Bizden bir sene sonra da
annemle babam geldiler.
Geldiğimde 22 yaşındaydım ve Samsun’da Ziraat Fakültesi, Bahçe
Bitkileri Bölümü’nü yeni bitirmiştim.
Geldiğinizde karşılaştığınız zorluklar nelerdi?
Yeni bir dil, yeni insanlar, yeni kanunlarla
karşılaşıyorsunuz. En çok zorlandığım şey bir çok arkadaş,
akraba ve eş dostun geride kalmasıydı. Gidip gelmek açısından
bir zorluk yoktu ama hayat şartları zor, yol uzundu,
istediğiniz zaman gidip gelemiyordunuz. Bir yerden bir yere
yerleşmek, ülke değiştirmek çok kolay bir şey değildi.
Alıştığımız çevreden koptuğumuz için başlarda burada biraz
zorlandık. Sonra bizi anlayan, niçin geldiğimizi
kavrayan buralı Adıge arkadaşlarımız eşimiz dostumuz oldu.
Onların da yardımıyla zorlukları yendik. Onların desteği uyum
sürecimizi hızlandırdı. Hala da yardımlarını görüyoruz.
Sizi buraya getiren sebep neydi ?
Adığe kimliğini yaşatmak tabii ki. Kimliğimizin Türkiye’de
yaşatılamayacağı ortadadır. Burada yaşatalım, gelecekte
çoluğumuz çocuğumuz Adıgece bilsinler, kim olduklarını
bilsinler. Buradaki kardeşlerimizle bir arada olalım amacıyla
geldik. Yaşatmaya da çalışıyoruz. Biz bugün bir adım atarsak
yarın başkaları da atar, böylece anavatanımızda çoğalır halk
olarak yeniden toparlanabiliriz düşüncesindeydik. Bir
cumhuriyetimiz var. Nüfus olarak azınlıkta kalsak da burda bir
şekilde başarabileceğimize inanıyorum.
Kimliğini yaşatmak neden bu kadar önemli?
Bu biraz da insanın kendisine bağlı herhalde. Herkes için o
kadar önemli değil. Hayatta önemli olan nedir? Kimisi için
para kazanmak, kariyer yapmak kimisi için evrensel
insani değerler önemlidir. Biz Adığe kalabilmeyi her şeyden
çok önemsedik. Diğerleri ondan sonra geldi. Gerçekten gönül
rahatlığı içinde, gidersek ne olacağımızın hesabını yapmadan ,
hiçbir gelecek kaygısı taşımadan, her tür hayat koşullarını
peşinen kabullenerek geldik.
Pasaport almakta zorluk yaşadınız mı?
O dönemde pasaport almak çok kolaydı. Bugünkü gibi Rusça
bilme, beş yıl bekleme zorunluluğu yoktu. Atalarımızın
Kafkasya kökenli olduklarına dair döküman getirmek yetiyordu.
Gelirken mesleğinize uygun iş bulamamak gibi kaygılarınız oldu
mu?
Bu tür kaygılarım çok fazla yoktu. Gençken bunlar
düşünülmüyor. Hayat insana o kadar zor görünmüyor, daha
iyimser oluyorsunuz.
Ben ziraaat mühendisiyim. Daha önce gelenlerden buraların
çiftçiliğe uygun olduğunu duymuştum zaten. Devlet işi olmasa
bile kendim bir şeyler yapabileceğime inanıyordum. Bir ülke
değiştirdiğinizde yeni bir dil ve yeni kanunlarla
karşılaşıyorsunuz. Hiçbir şeyin o kadar da kolay olmayacağının
çok fazla bilincinde değildim. Gerçi iyi ki de değilmişiz
yoksa gelemezdik o da ayrı.
Türkiye’de bahçe bitkileri bölümünü bitirmiştim. Maykop’ta
çiçekçilikle uğraşan bir devlet serasında yedi yıl çalıştım.
Maaşlar çok düşüktü ama güzel bir tecrübe yaşadım. Türkiye’de
mezun olduktan sonra mesleğimle ilgili çalışmadan gelmiştim.
Adıgey’de seracılık iyi bir iş midir ?
Aslında iyi bir iş ama zorlukları da var. Kar edebilmek için
işten iyi anlıyor olmak lazım. Yılın uzun bir süresi serayı
gazla ısıtmak gerekiyor. Gaz pahallandığı için bu da
masrafları artırıyor. Tulskiy’de sebzecilik üzerine altyapısı
sağlam büyük bir sera var. Erken sebzecilik, çiçekçilik
üzerine küçük seralar da mevcut. Burada bayramlar çok fazla.
Özellikle çiçekçilik işinden anlayan bu yüzden iyi kazanıyor.
Seracılık herkesin yapabileceği bir iş değildir, çok detayı
vardır. Bilgi, tecrübe ve buranın kanunlarını iyi bilmeyi
gerektirir.
Geldiğinizde Adıgece biliyor muydunuz?
Bilmiyordum. Serada çalışanların içinde birkaç Adıge vardı ama
daha çoğu Rus'tu. Bu yüzden geldikten bir yıl sonra Rusçayı
kendi işlerimi halledecek kadar öğrenmiş oldum. Birlikte
çalıştığım Rus-Adığe tüm insanlar anlayışlı davrandılar,
yardımcı oldular. Dışardan gelmiş bir Adıge olduğumu öğrenince
saygı da duydular. Gençliğin de etkisiyle çabuk öğrendim.
İnsanın karakteri de dil öğrenmede önemli. Ben iyiniyetliydim
ve işimi elimden geldiğince iyi yapmaya çalışıyordum.
Adıgeceyi ılerleyen yıllar içinde daha sonra öğrendim.
Peki seracılıktan ayakkabı satış mağazası açmak fikrine nasıl
geçtiniz?
Evlenip çocuklarım olduktan sonra onlarla daha iyi
ilgilenebilmek için sera işini bıraktım. O sırada çalıştığım
devlet serası da kapanmıştı. Yeniden çalışmaya karar
verdiğimde çocuk ayakkabısı konusunda şehirde bir eksiklik
olduğunu farkettim ve bunun üzerine bu dükkanı açtım ve hala
çalıştırıyorum.
İşyerim zaten küçük bir mekan olduğu için sadece kendim
çalışıyorum. Yardımcı bir elemanım yok. Ayakkabıları
Moskova’dan satın alıyorum. Krasnodar’dan da alabilirim ama
aynı yerde birçok üretici firma olduğu için Moskova’dan almak
avantajlı oluyor. Sattığım ayakkabılar çoğunluğu Çin’den gelen
materyallerle Moskova’da üretilmiş mallardır.
Moskova’ya 3400 rubleye otobüsle gidip geliyorum. 23 saat
gidiş 23 saat geliş. Otobüs firmaları nakliye için ayrı bir
ücret almıyorlar. Aldığım malları kendi geldiğim otobüsle
Maykop’a getiriyorum.
Gitmeden önce hangi modellerden hangi numaraları alacağım
konusunda hazırlık yapıyor, modelleri Maykopluların zevkine
göre firma kataloglarından seçiyorum.
Ödemelerim nakit oluyor ama Moskova’daki satıcı firmalar
sürekli müşterilerine taksitli alma imkanı da tanıyorlar.
Satılmayan mallar geri alınmıyor. İndirim falan yaparak bir
şekilde elden çıkartıp paraya dönüştürmeye çalışıyoruz.
İlk açtığım zamanlarda insanlar yerimi öğrenene kadar çok
zorlandım. Tabii ki herkes yaptığı işin daha iyi olmasını
ister ama genel olarak yaptığım işten memnunum. Artık sürekli
müşterilerim var. Aldığı maldan memnun olan yine geliyor.
İlerleyen günlerde krizden etkilenir miyiz diye endişe etmiyor
da değilim.
Bu iş merkezinde kaç işyeri var? Sizden başka diasporalı
işyeri sahipleri var mı?
Bu iş merkezi Türkiyeli Adıge işadamı İnal Çetav tarafından
yapıldı. Seksenden fazla dükkan var burada. Bir pizzacı, iki
sandviççi, bir kafe, bir ofis, üç perdeci diasporadan
gelenlere ait. Bunlar ilk aklıma gelenler. Unuttuklarım
olabilir.
Komşu esnafla ilişkileriniz nasıl?
Sürekli komşu değiştiriyorum yoksa gayet iyi ilişkilerim var.
Kiralar yüksek olduğu için dükkan sahipleri çok sık kiraci
değiştiriyor. Bu dükkanın mülkiyeti bize ait. Dokuza dokuz bir
yer olmasına rağmen kira olmuş olsaydı beş altı bin ruble
olurdu. Müşteri tutuncaya kadar ben de zorlanırdım herhalde.
Elektrik, vergi gibi başka giderleri de var tabii.
Daha iyi gelir elde etmek için neler yapabilir? Esnaftan
kaynaklanan eksiklikler var mı?
Burada ticaret anlayışı Türkiye’deki gibi değil. Bir işi çıkan
dükkanı kapatıp gidebiliyor. Müşteri geldiğinde bulamıyor.
Türkiye’de kimse iş saatinde dükkanı kapatıp gitmez. Ayrıca
müşteri çekmek için elinden geleni yapar. Dükkana giren
müşteriyi ikna etmeye çalışır. Gerekirse kapının önünde durur
içeri davet eder. Ben dahil diğer esnaf sadece içerde oturup
beklemekle yetiniyoruz. Sonra saat 18.00’e kadar çalışıyoruz.
Daha uzun süre çalışılabilir.
Kosovalı Adıgelerden Tsey Mehmet Ali ile evlisiniz. Aile
içinde hangi dilde anlaşıyorsunuz?
Mehmet Ali Kosova’da kimya mühendisliğini bitirdikten sonra
1992 yılında kendisi gibi yedi genç arkadaşıyla birlikte
gelmişti. Kosova’da savaş başlamadan önce Adıgey’e
dönenlerdendi.
Avrupa ülkelerine gitme imkanı vardı ama buraya gelmeyi tercih
etmişti. Başka çaresi olmadığı için, mecbur kaldığı için
gelen biri değildi. Geliş sebebi bizimle aynıydı. Halkımızın
geleceği için Adıgelerin anavatanlarına dönmelerinin
gerekliliğine inanıyordu.
Evlendiğimizde eşimle ortak dilimiz Rusçaydı. Başlangıçta o
Adıgece konuşsa da ben çoğunlukla Rusça cevap veriyordum ama
Mehmet Ali sabırla benimle Adıgece konuşmayı sürdürdü. Kendi
anne babası, kardeşleri de Carım Aslan döneminde buraya
geldiler. Evlerinde her zaman Adıgece konuşuyorlardı. Onların
da etkisiyle kısa sürede Adıgecem ilerledi.
Çocuklar sokakta Rusça konuşuyor ama aile içinde Adıgece
konuşmaya çalışıyoruz. Kendi Adıgeceme zararı olacağı için
çocuklarımla hiç Türkçe konuşmadım. Aslında öğrenmelerini hiç
istemediğimden değildi. İlk önce Adıgece öğrensinler istedim.
Eğer Türkçe konuşmuş olsaydım onlar belki Türkçe
öğreneceklerdi ama bu sefer de ben Adıgeceyi iyi
öğrenemeyecektim.
Mehmet Ali burada kendi mesleği ile ilgili bir alanda çalıştı
mı? Şimdi ne iş yapıyor?
Hayır kendi mesleği ile ilgili bir alanda çalışmadı. Beş altı
yıl kadar küçük bir büfe işletti. Sonra çiftçiliğe başladı.
Halen de bu işe devam ediyor. Giaginski (Cace) bölgesinde
kiralamış olduğu açık bir arazide sebzecilik yapıyor. Domates
ve patates yetiştiriyor.
Çiftçilikten kendisi çok memnun ama bana göre çok zor bir işi
var. Bazı yıllar çok yağmurdan bazı yıllar kuraklıktan ürün
iyi olmayabiliyor. Yaptığın yatırımın karşılığını
alamayabilirsin. İşten iyi anlamak gerek. Her yıl hangi ürünü
yetiştireceğine de doğru karar verebilmek gerekiyor. Bazen
herkes havuç ekiyor fiyatlar düşüyor. Bir sene domates çok kar
ederse gelecek yıl herkes domates ekiyor. Borsa gibi karışık
bir durum. Garantisi yok. Yalnız tecrübe edindikten sonra kar
etmek imkansız değil.
Çocuklarınız Suand (13) ve Nefin (9) ile -gerçi daha çok
küçükler ama- ailelerinizin geçmişi, Kosovalıların ve sizin
anavatana dönüşünüzle ilgili konuşuyor musunuz?
Annelerinin Türkiyeli, babalarının Kosovalı olduğunu biliyor,
buradaki arkadaşlarına da anlatıyorlar. Rusça konuştuğumda
aksanım farkedilince “Annem Türkiyeli kusuruna bakmayın
Rusçası zayıf” diye açıklamada bulunuyorlar.
Türkiyeli ailelerin içinde anne babaları Rusca bilmiyor diye
arkadaşlarından utanan, çarşıda pazarda “Anne sen konuşma ben
söylerim” diyen çocuklar da var. Benim, Adıgecenin yanı sıra
Rusçayı da konuşabiliyor olmam kızlarımın hoşuna gidiyor.
Çocuklar küçük ama herşeyin farkında aslında. ”Türkiye’deyken
nerede kaldın? Nasıl yaşıyordun? Hepiniz Türkçe mi
konuşuyordunuz?, Neden Adıgece konuşmuyordunuz? “ gibi
Türkiye’deki yaşamım hakkında sorular soruyorlar.
Kosovalıların Adıgecesi mükemmel. Ailede bir tek benim
Adıgeceyi aksanlı konuşmam dikkatlerini çekiyor.
Düğünlere katıldığımızda bazen çocuklara “Bu Suriyeli, bu
Türkiyeli, bu Ürdünlü, bu Kosovalı ama hepimiz Adıgeyiz”
diyoruz. Annesine bakıyor Türkiye’den gelmiş, babası
Kosova’dan gelmiş, çocuğum kendisi burada doğmuş. Bunun neden
böyle olduğunu sebepleriyle anlatınca da anlamaya
çalışıyorlar. Benim 9 yaşındaki küçük kızım Nefin üzülüyor
mesela bunları duyunca “Anne biz savaşmışız da niye
kaybetmişiz? Ruslar bizi niye kovmuş?” falan diyor.
Bunların dışındaki farklılıklarımızı da şimdiden
sorguluyorlar.
Türkiye’deki aile ve akraba çevrenizden burada kaç kişi var?
Babam Alaattin Doğbay iki yıl önce
vefat etti. Annem, anavatana bizden daha sonra dönen ağabeyim
Ufuk, eşi ve iki çocuğu, benden küçük kardeşim Aytek, halamın
oğlu Miraç, eşi ve iki çocuğu yıllardır buradayız. Şimdi
halamın kızı İnci de kızıyla birlikte geldi.
Miraç buraya bizden önce gelmişti. Ailece buraya dönüşümüzde
onun burada olmasının da etkisi vardı. Bir kişi döndüğünde
geride kalan birçok akrabasının da dönüşüne faydası oluyor.
Böyle böyle çoğalıyoruz.
Türkiye ile ilişkileriniz devam ediyor mu?
Evlendikten sonra yani yaklaşık 13 yıldır Türkiye’ye hiç
gitmedim. Annem , babam kardeşlerim buradaydılar. Mehmet
Ali’nin Kosova’da kalan ailesi de Carım Aslan döneminde buraya
gelmişlerdi. Annesi, babası, ağabeyi, kendisinden küçük bir
erkek kardeşi, iki kız kardeşi hepsi buradalar. Evli, aile
sahibi insanlar. Zaten benim kardeşlerim de burada. Hal böyle
olunca onların burada olması, bizim çocukların da küçüklüğü
nedeniyle bu yıl olmadı bir dahaki yıl gideriz derken yıllar
geçti hiçbir yere gidemedik. Özellikle Türkiye’deki
anneannemi çok görmek istiyorum.
Akrabalarımız yazın gelip gidiyorlar. Son yıllarda gelmek
isteyenler çoğaldı. Gelen giden sayesinde ilişkilerimiz devam
ediyor ama dernek ve ekip çevresinden eski arkadaşlarım dahil
gelemeyen de çok kişi var. Onları özlüyoruz. Bu yazıyı
okurlarsa selam ve sevgilerimi iletiyorum buradan . Gelmek
isteyenleri bekliyoruz.
Türkiye’deki Adığelere söylemek istediğiniz başka bir şey var
mı?
Buradan Türkiye’ye baktığımda “İnsanlar neden buraya gelmek
istemiyorlar? Neden bizim gibi düşünmüyorlar?” diyorum. Sonra
işi gücü, akraba çevresini bırakıp gelmenin büyük bir
ideal gerektirdiğine karar veriyorum. Ne var ki anavatanımızda
çoğalmak için insana ihtiyacımız var. Adıgeler olarak çok
azız. Kendi memleketimizde azınlığız. Bu gerçeği bilerek o
enerjiyi hissederek buraya gelmek lazım. O zaman burada
başarılı olursunuz.
Berrin, değerli büyüğümüz, baban Duğ Alaattin Doğbay’ı bu
sohbet vesileyle saygı ve rahmetle anıyor, sana sohbet
için teşekkür ediyorum. |