Zaur Paştı, 1964
yılında Nalçik’te doğdu. Kabardey Balkar Devlet Üniversitesi
Tarih Fakültesi’ni bitirdi. Bitirme tezini Rus-Kafkas
Savaşları üzerine hazırladı. Mezun olduktan sonra son altı
yılı genel müdürlük olmak üzere on iki yıl Nalçik Adige
Ulusal Müzesi’nde görev yaptı. 2000 yılından beri Maykop’ta yaşıyor, matbaa
işiyle uğraşıyor. Karaçay Çerkesskli Adige halkbilimci Madina
Paştı ile evli. Dane, Aşemez, Gupse isimlerinde üç çocukları
var.
Kendisiyle diaspora olarak kendi aramızda en çok
konuştuğumuz konularda söyleştik.
Zaur, sizce Adige halkının vatanda sosyal,
kültürel, politik temel sorunları nelerdir?
Kafkasya’da farklı cumhuriyetlerde
yaşayan tüm Adigelerin ortak sorunları olduğu gibi yaşadıkları
cumhuriyetlere özgü birden fazla sorunları vardır.
Tüm cumhuriyetlerdeki Adigeler olarak geleneksel düşünme
biçimimizle bugünkü dünyanın sorunlarıyla başedemediğimiz
için kültürel bir kriz yaşıyoruz. İnsan ne için yaşar? Nasıl
davranmalıdır? gibi soruları geçmiş ve günümüz arasında bağ
kurup yorumlayabilmek değişiklik ve gelişmelere ayak
uydurabilmek gerekir. Bugünkü Adige toplumu olarak geleneksel
olanla yeni olanı birleştirip uygun hale getirmek konusunda
sıkıntılarımız var.Toplumsal yapımızdaki işleyişin değişmesi
ve halkın beklenti düzeyinin giderek artmaya başlaması, bu
değişimin zaman içinde daha da hızlanacak olması bugünün ve
yarının ihtiyaçlarına çözüm bulabilmeyi güçleştiriyor.
Toplum olarak ne yazık ki başkalarını
etkilemek, kendini beğendirmek için olmayanı var, kendini de
başkası gibi göstermek hevesimiz var.Örneğin artık
imkanlarımız kısıtlı da olsa aylar öncesinden borçlanarak da
olsa eskisi gibi sofralar kurarak düğünler yapmak, doğum
günleri kutlamak istiyoruz.Sahip olmasak da sahipmişiz gibi
yaptığımız gösterilerle birbirimizle yarışıyoruz.
Adigeler olarak bir diğer önemli sorunumuz
dilimiz ile ilgilidir. Bilim adamları nüfusu yüz bin kişinin
altında olan halklar ve yüz binden az insanın konuştuğu
diller önümüzdeki yüzyıl içinde tarih sahnesinden yok olacak
diyorlar .
Kabardey Balkar’da halkımız kalabalık olduğu
için durum daha iyi görünse de Kuzey Kafkasya coğrafyası
içindeki diğer cumhuriyetlerde nüfus olarak az olduğumuz için
böyle bir risk vardır. Adigeler arasında ortak bir yazı dili
de yoktur maalesef. Sanki ayrı halklarmışız gibi birbirimizden
“onlar” diye bahsediyor, kendi psikolojimizden kaynaklanan
aşılması gereken engelleri aşamıyoruz.
Örneğin değişik cumhuriyetlerde yaşayan aynı
soyadını taşıyan kişiler bile soyadlarını farklı biçimlerde
yazıyorlar. Cumhuriyetler arasında standartlaştırabileceğimiz
bu tür konularda bile girişimlerde bulunamıyoruz.
Adigey’de dilimizin giderek daha az
kullanılıyor olmasının nedenlerini neye bağlayabiliriz?
Dilimizin Adigey’de giderek daha az
kullanılıyor hale gelmesinin iki önemli nedeni olduğunu
düşünüyorum. Temel sebep ekonomiktir. İnsan her yerde ekmeğini
kazandığı işte hangi dile ihtiyaç duyuyorsa onu konuşur.
Yabancı ülkelere iş için giden insanlar gittikleri ülkenin
dilini öğreniyorlar çünkü ekmeklerini o dilden kazanıyorlar.
Adigebze'nin Adigeler arasında geriliyor
olmasının daha derin bir nedeni de Adigelerin
psikolojisidir.Adige insanı dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın
harmoniye, ahenge önem verir, onu arar. Onun yaşadığı ortamda
her şey uyum içinde olmalıdır. Nüfus olarak az olduğu yerlerde
uyumlu insan olmanın kurbanı oluyor Adige insanı. Kendinden
neler verdiğinin, verdiği değerli şeylerin başında da dilin
geldiğinin farkına varmıyor. Çoğunluğa uyum sağlamanın en
büyük aracı da dildir.
Adige nüfusunun az olması dilin az
kullanılmasında çok büyük bir rol oynuyor. Örneğin Nalçik’te
büyük çoğunluk Adigebze konuştuğu için böyle bir sorun
yoktur. Orada yaşayıp da Adigebze konuşmamanız imkansızdır.
Konuşmuyorsan o topluma ait kabul edilmiyorsun. İşyerlerinde
%70 oranında Adigebze konuşulur. Okuldan çıkıp evine giden
çocukların kendi aralarında dilimizi konuştuklarını görmeniz
şaşırtıcı değildir. Allah’a şükür ki Adigebze hala çoğunluğun
dilidir orada. Babası İranlı birçok kişinin kendisini Adige
toplumuna ait hissettiği için “Ben Kabardey'im“ dediğini
gördüm.
Adigey’de böyle bir toplum yoktur. Adige
nüfusu az olduğu için burada durum biraz daha özeldir. Birkaç
duyarlı insanın kendi dilinde konuşmaya gayret etmesi dilin
yaygınlaşmasına yarar sağlamıyor çünkü büyük kitle başka bir
dilde konuşuyor.
Adigey’de eskiden Adigebze konuşulduğunda
insanlar otobüslerden atılmıştır. Nalçik’te ben böyle bir
şeyle hiçbir zaman karşılaşmadım. En fazla “Herkesin
anlamadığı dilde konuşmak kültürsüzlüktür” gibi eleştirilerle
karşılaşırdık. Nüfusunuzun çokluğu birçok sorunu kendiliğinden
çözüyor.
Adige halkının, Adige dilinin yararına
bugünden ne gibi önlemler alınmalıdır?
Özellikle Adigey için en önemli sorunumuzun
nüfus olduğunu söylemiştim. Nalçik dahil Türkiye’den,
Ürdün’den Adigelerin yaşadığı her yerden insanlar gelip bu
bölgeye yerleşmelidirler. Buradaki köyler şehre çok uzak.
Nalçik’teki gibi şehre yakın Adige köyleri oluşturmalıyız.
Mafehable güzel bir örnek.
Önce sayıca üstünlük sonra insan kalitesini
yükseltmek gerekir.
Adigey’de Adige toplumunun mensubu olmak
başarılı ve prestijli olmak anlamına gelmelidir. Adige insanı
işindeki başarısıyla, eğitimiyle, bilgisiyle diğerlerinden iyi
olursa Adigelik prestij kazanır. İnsan mevcut koşulları
değiştiremiyorsa bu koşullar içinde pozitif enerjiye sahip
olarak elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmalıdır.
Eskiden diaspora ve vatan arasında bilgi
alışverişi,gidiş geliş mümkün değildi. Diasporadan ilk
gelenleri koyacak yer bulamıyorduk. Bugün burada hayat öyle
bir hale geldi ki insanlar bilgiye kolayca ulaşıyor. Dünyanın
her yerine seyahate çıkabiliyorlar. Eskisi gibi gelenlere ilgi
de kalmadı doğal olarak.
Kendimden örnek vermem gerekirse benim için
diasporadaki kardeşimin nerede ne iş yaptığından çok buraya
gelmiş olması önemlidir. Buraya ziyarete gelip de geldikleri
ülkelere geri dönmüş kişilerin içinde çok arkadaşım vardır.
Hepsi de vatanlarını seviyor ve halkları için endişe
ediyorlar, coşkulu, güzel, iyi niyetli düşüncelere sahipler.
Benim için vatan sevgisinin, halkının geleceği için endişe
ediyor olmalarının en büyük göstergesi vatanlarına dönmüş
olmalarıdır.
Vatana
dönüş Adigelerin ebedi varolma yürüyüşüdür.
Kendi geleceklerini bu
yürüyüşün geleceğinde görenler, mücadelenin gerçek
sahipleridirler.
Onlar hesapsız ve çıkarsızlar,
sabırlı ve fedakarlar.
Bu ülkenin içerisinde yaşamaya karar vermiş,
bu ülkenin,halkının kaderini paylaşmaya gelmiş insanla
bir dilim
ekmeğim varsa paylaşabilirim. Buradaki çoğunluğun da benim
gibi düşündüğünü açık yürekle söyleyebilirim.
Gelin Adige ülkesinin Adige nesillerinin
geleceğine odaklanalım. Ülkemizi, halkımızı bugün bulunduğu
yerden daha yukarı taşıyacak hamleleri bu topraklar üzerinde
yaşayarak atalım.
Diaspora ve vatan olarak
aynı
gemide olma duygusunun yitirilmeye başlandığını hissettiğimiz
bu noktada gelin toplumun tüm kesimlerini kucaklayan ortak bir
değerler bütününü vatanda birlikte yaratalım. Unutmayalım ki
topraklarımız üzerinde yaşayarak doğru yönde atacağımız her
adım, gelecek nesillerin daha
güçlü bir Adige ülkesine bir adım daha
yaklaşması anlamına gelecektir.
Dönüş için devlet eliyle bir plan proje
yapılması gerekmez mi? Vatandaşlık, iş, ev vb sorunlar nasıl
çözülecektir? Dönüş nasıl organize edilmeli kimler tarafından
ne gibi çalışmalar yapılmalıdır?
Evet Türk Devleti geçmişte kendi sınırları
dışındaki Türkleri davet etti, yaşayacak yer gösterdi.
Almanya'da perestroykadan sonra Rusya’daki Almanları davet
ederek Almanya’ya götürdü. Rusya’nın da Rusya’dan göç etmiş
kişilerle ilgili devlet programları var. Bütün bunları
biliyoruz ama bizim bu tür imkanlarımız maalesef yok.
Türkiye’nin de bu tür bir toplu harekete sıcak bakacağını
sanmıyorum.
Bugün Rusya Federasyonu’nun kabul etmeye hazır
olduğu miktarda Adige diasporadan buraya gelmiyor. Bizim için
ayırdıkları sayıyı bile dolduramıyoruz. Böyle bir talepsizlik
durumunda biz devlete ne diyebiliriz ki?
Ermenileri buraya kimse davet etmiyor. Her yıl
geliyorlar da geliyorlar, geliyorlar da geliyorlar. Yaşayacak
yer de buluyorlar, yapacak iş de.
Diasporadan talep olduğu takdirde çözümler
aranır ve bulunur. Talep yok çözüm de yok durum budur. Arada
bir vicdanlar sızlıyor, Adige ulusal meseleleri hatırlanıyorsa
da ulusal meselelerin ölmesi ve zaten yokmuş gibi davranılması
insanların işine geliyor.
Diasporadan çok fazla insan tanıdığım için
biliyorum. Hayatındaki mevcut şartların değişmesi ihtimali
diasporadaki Adige kadınını korkutuyor. Diaspora Adige kadını
kendine güvenmiyor. Yaşadıkları ülkelerde çocuklarına
sağladıkları imkanları burada bulamayacaklarını düşünüyor
kadınlar.
Hem diasporada hem burada dönüş konusunda
fethedilmesi gereken kitle kadınlardır. Adige kadınlarının
ulusal meselelerin fazla dillendirilmemesinde önemli rolleri
olduğunu düşünüyorum. Adige kadınının bu konuda büyük bir gücü
var. Daha önce de söylemiştim bu Adige insanının kendisinden
verme pahasına da olsa alıştığı harmoninin, ahengin
bozulmamasına verdiği önemle ilgilidir.
Adige toplumunda kadınlar akraba kadınlarla
çok yakın ilişki içindedirler. Akraba erkekler arasında
böylesine bir dayanışma yoktur. Bu sadece kadın hattında
vardır. Kızı, annesi, anneannesi, babaannesi, kızkardeşi,
teyzesi, halası, amca-teyze-dayı-hala kızları ve hatta komşu
kadınlar, onların düşünceleri Adige kadını için çok önemli bir
yer tutar. Onlarsız başka bir yerde yaşamak istemezler. Ben
diasporanın vatana dönüş konusunda isteksizliğini büyük ölçüde
buna bağlıyorum..
Diasporamızda sürgün ve soykırım Rusya
tarafından tanınmadan, geri dönüş siyasal bir hak olarak
kazanılmadan dönmeyi doğru bulmayanlar da var. Uluslararası
platformlarda bu kazanımların savaşının verilmesi gerektiğini
düşünüyorlar. Bu konudaki görüşleriniz nelerdir?
Rusya’nın kabul etmesi uzun zaman alacaktır.
Bu süreyi neden vatanda geçirmeyelim? Diasporada kaldıkça
asimile oluyoruz ve vatanın nüfusa ihtiyacı var.
Adigelerin yaşadığı trajedide Osmanlı
İmparatorluğu’nun günahlarının Çarlık Rusya’sından daha az
olduğunu düşünmüyorum. Bu duruma hiçbir şey demeden orada
yaşayabiliyor insanlarımız.
Evet Çarlık Rusya'sı Adigelerle savaştı ama şu
an Rusya Federasyonu içinde burada cumhuriyetlerimiz vardır.
Mevcut haklarımızı nasıl kullanacağımız ve daha iyiye götürüp
götüremeyeceğimiz bize bağlıdır.
Biz soykırım ve sürgün için özür beklerken
buradaki topraklar boş kalmayacaktır. Şu anki Adigey nüfusunun
% 23'ü son on beş yıl içinde buraya gelmiştir. Çünkü burası
iklimiyle, tarıma elverişli toraklarıyla birçok insan için
caziptir. Başka halklar geliyorlar ve gelmeye de devam
edeceklerdir.
Osmanlı İmparatorluğu Adigeleri topraklarına
davet etti, farklı farklı bölgelere yerleştirdi, gittikleri
yerlerde hastalıktan açlıktan öldüler, yetmedi savaşlara
gönderdi. Onun mirasını devralan Türkiye Cumhuriyeti de
Adigelere siyasal, kültürel haklar tanımadığı halde hiçbir
özür beklenmeden orada yaşanabiliyorken vatana dönmek için
Rusya Federasyonu’ndan özür beklenmesi de ayrıca ilginçtir.
Bugün Ermeni diasporası da Türkiye’yi
soykırımı kabule zorladığı kadar Ermenistan’ın sorunlarıyla
ilgilenmiyor. Durumu biraz ona benzetiyorum.
Rusya ile ilk askeri işbirliği anlaşmasının
“gönüllü birliktelik“ olarak tanımlanması ve 450. yılının
kutlanması diasporada tepkiyle ve üzüntüyle karşılandı. Bu
durum diasporayı yaratan sebeplerin inkarı olarak görüldü.
Birkaç istisna olsa da vatandaki aydınlar da bu konuda oldukça
suskun davrandılar. Sizin düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
Öncelikle, kutlamak için koşanlardan ve bu
durumdan hoşnut olanlardan olmadığımı söylemek isterim.
450. yıl kutlamalarının altında yatan
gerçekleri görebilmek ve olup biteni daha iyi anlayabilmek
için Stalin’in ölümünden dört yıl sonra yapılan 1957’deki 400.
yıl kutlamalarına bakmak, bu ülkenin tarihini iyi yorumlamak
gerekir.
Sovyetler Birliği’ni oluşturan cumhuriyetlerde
yapılan çok büyük toplantılar sonucunda Sovyetler Birliği
Komünist Partisi Merkez Komitesi resmi olarak kutlama kararını
aldı. O dönemde otonom bölgelerin, küçük cumhuriyetlerin çok
büyük değeri yoktu. Varsa yoksa birliği oluşturan büyük
cumhuriyetler! Televizyonda bile sadece onlar gösterilirdi.
Diğer bölgelerin temsilcilerini göremezdiniz. Kafkasyalı
toplumlardan Gürcüleri televizyonda gösterdiklerinde ne kadar
çok sevindiğimizi hatırlıyorum. Bizim gibi küçük bir
cumhuriyet için Sovyet arenasına girebilmenin tek yolu bu 400
yıl tiyatrosunu sergilemekti. Öyle bir yönetim vardı ki itiraz
edebilmek Rus-Kafkas savaşlarından bahsedebilmek gibi bir
ihtimalimiz zaten mümkün değildi. Size bir örnek vereyim: 2.
Dünya savaşı bittikten sonra 1946 yılında Avrupa ülkelerinde
bulunmuş olan asker ve subaylar geri dönmüşlerdi. Bu askerler
Avrupa’da kaldıkları sürece insanların nasıl yaşadığını
gördüler. Evlerine döndüklerinde oralarda gördüklerini
anlatmaya başladılar. “Biz komünizm sistemiyle yaşayıp
açlıktan fakirlikten ölüyoruz (1930’lardan söz ediyorlar)
Avrupa’da insanlar bizden daha iyi yaşıyorlar” diyorlardı. Bu
söylenceler üzerine Komünist Partisi Merkezi Yönetimi
tarafından bir gecede sırf kolhoz yöneticilerinden 10 bin
kişi tutuklandı ve öldürüldüler.
400. yılın kutlandığı dönem böyle bir dönemdi.
Komünist Partisi’nin kararlarına itiraz edemezdiniz. Her şeyin
bir sebebi vardır. Eleştirirken bunları bilmekte yarar vardır.
450. yıl kutlaması da bu zihniyetin uzantısıdır.
Adigelerin yaşadıkları yerlerde Adigelerin
vatanlarına dönmeleri için çalışan yoktur ama dönmemeleri için
çalışan çok kişi olduğunu biliyorum. Dönüşü isteyenlerden
kimse bu konuda çalışma işini kendine görev edinmiyor. Oysa
vatana dönüşü istemeyenler her gün çalışıyorlar, 450 yıl
kutlamaları başta olmak üzere gördükleri eksiklikleri dilden
düşürmüyorlar. Çünkü bu, Adigelerin vatanlarında çoğalmalarını
istemeyen bilerek ya da bilmeyerek hizmet ettikleri birileri
için gereklidir. Onların Adigelerin yarınları umurunda
değildir. Tıpkı Çekoslovakya’da Adigece yayın yapan Özgür
Radyo’nun Adigelerin çıkarlarının umurunda olmaması gibi.
Vatanda çoğalmak gibi bir
sorunumuz varken başka sorunları dile dolayan
insanları, ulusal sorunların ateşli savunucusu hatta Çerkes
milli kıyafetleri giymiş olarak görebilirsiniz ama bilerek ya
da bilmeyerek kriz yarattıkları için halklarının karşısında
durdukları gerçeğini değiştirmez. Bu karakterle doğduklarını
sanmıyorum birileri onlara “aferin” diyor. Adigeler severler
kendilerine aferin denmesini.
Vatanı için gerçekten endişelenen ne yapsam da
nasıl bir yol bulsam da oraya gidebilsem, gitmek isteyene
faydalı olabilsem diyebilendir.
Tuzaklara düşmeden dönüş
yoluna devam edebilmek için sevgi, inanç, sabır ve cesaretle
donanmış olmak gerek.
Birçok insan “Şamil Ruslarla savaştı savaştı
ama sonunda esir düştü” der, bundan bahsetmeyi sever,
portrelerini duvarlara asarlar ama Rusya Devleti tarafından
emekli maaşı bağlandığından, ömrünün sonuna kadar bu emekli
maaşıyla tiyatrolara giderek yaşadığından, savaşırken
ölmediğinden, Ruslardan aldığı maaşla hacca gittiğinden kimse
söz etmez. Çünkü gerçekler işlerine gelmez. Böylece yapılması
gereken sorumluluklardan kurtulurlar.
Kasım ayında Çerkessk’te yapılan toplantıda
Adigey, Kabardey Balkar ve Karaçay Çerkessk cumhuriyetlerinin
tek bir cumhuriyet çatısı altında birleştirilmesi dile
getirildi. Adigey Adige Xasesi’nin de desteklediği bu konuda
ne düşünüyorsunuz?
Hayal etmekten zarar gelmez ama mümkün
olacağını sanmıyorum. Sebeplerden biri bu durum Rusya’nın
çıkarlarına uygun değildir. İkincisi Karaçaylar, Balkarlar,
Nogaylar, Asetinler Adigelerin bir zamanlar oldukları gibi
güçlü olmalarını istemezler. Üçüncüsü biz Adigeler mevcut
mentalitemizle zaten başlı başına bu duruma engelizdir. Bir
zamanlar olması muhtemel Kabardey-Çerkessk edebiyat dilini
kendi elimizle ortadan kaldırdık. Çerkessk’te yapılan
toplantıda Kabardey ve Besleney diyalektleri arasında fark 12
kelimeyi geçmezken kendi bilim adamlarımız karşı çıktılar.
İnsanlarımızın mevcut zihniyetle bir diyalekti seçip o
diyalektle okuyup yazmaya ikna olacaklarını, Adige halkının
bazı entelektüelleri istiyor diye birleşmenin mümkün olacağını
düşünmüyorum. Henüz farklı cumhuriyetlerde yaşayan Adigeler
birbirlerini doğru düzgün tanımıyorlar. Halk ekonomik
problemleri daha çok düşünüyor, cumhuriyetlerin birleşmesi
gibi ulusal bir kaygı taşımıyor. Bugün üç cumhuriyetin
sokaklarından herhangi birini çevirip nasıl bir gelecek nasıl
bir Kafkasya hayal ettiğini sorun. Size karnını tasasız
doyurduğu, iş, ekmek endişesi duymadığı bir Kafkasya’yı
tarif edecek gelişmiş vatandaşlık haklarından ve iyi yaşam
standartlarından yararlandığı bir ülkeyi anlatacaktır.
Cumhuriyetlerdeki organizasyonlar,kurum ve
kuruluşlar da bu birleşmeye sıcak bakmazlar.
Peki bölgemizdeki halkların geleceğini nasıl
görüyorsunuz? Bağımsız, özgür, Birleşik Kafkasya erken
söylenmiş bir gerçeklik midir? 1918 Dağlı Hakları Cumhuriyeti‘nden
güç alan bu idealin sizce Kuzey Kafkasya’da taraftarı,
destekçisi var mıdır? Konuyla ilgili sizin görüşleriniz
nelerdir?
Kuzey Kafkasya geçmişte ve bugününde ne ise
gelecekte de o olacaktır. Yarınlar bugünlerin devamıdır. 1918
Dağlı Halkları Cumhuriyeti halkların seçimi değildi,
liderlerin tercihiydi. Halkın iradesi olsaydı önünde
kimse duramazdı.
Adigelerin, ellerindeki haritalarla kendi hayal
dünyasını yaşayanlara, yanlış bir davranışı erdemli bir
davranış gibi gösterenlere, kendisini dolduruşa getiren
ajitatör kalemlere, önlerine “bağımsızlık, özgürlük“ gibi uzak
hedefler koyup vatana dönüşü gelip gelmeyeceği belli olmayan
ileri zamanlara erteleyenlere ihtiyacı olduğunu sanmıyorum.
Biz Adigelerin sorunu her şeyden önce bir
ülke, bir kendi toprakları üzerinde yaşayamama, kendi
ülkesinde demografik çoğunluğu sağlayamama, özyönetimini
oluşturamama sorunudur. Bu gibi bir sorunu olan bir halkın
bağımsızlık ve özgürlüğünü, başka halklarla birleşikliğini
dile getirmek, politikaları bu birlik üzerinden yapmak ne
derece doğrudur?
Böyle bir durum isteniyorsa bile mücadele yeri
Kafkasya’dır.
Diasporanın eğer böyle bir özlemi varsa
“olmazsa olmaz” dediği konuya, ettiği söze göre vaziyet
alması, milletinin bekası uğruna şart gördüğü o hedefe varmak
için vatanda vatan insanıyla birlikte mücadele etmesi gerekmez
mi? Üstünde yaşamadığı bir coğrafyayı nasıl bağımsız kılacak,
nasıl birleştirecektir?
Zaur sohbet için çok teşekkür ederim. |