Çözülmekte olan bir devlet sisteminin yerine bir yenisi
doğarken ve bu arada esas olarak halkın gönüllü katılımına
dayanan yeni bir askeri örgütlenme biçimlenirken geçmişin
profesyonel kadroları dışında yeni askeri önderler ortaya
çıkar. Henüz düzenli ordunun olmadığı veya varolan askeri kuvvetlerin
bu tür bir örgütlenme modeline ulaşmadığı koşullarda ancak bir
gerilla mücadelesinden söz edilebilir.
Daha önce askerlikle profesyonel bir ilişkisi olmamasına
karşın doğal askeri yetenekleri ve cesaretleriyle sivrilerek
gerillalara komuta eden bu yeni askeri önderlerin kaderi bir
noktada yol ayrımına gelir; ya kendilerinin yönetimindeki
birlikler düzenli birliklere dönüşerek yeni devletin askeri
liderleri durumuna gelirler ya kendi dışlarındaki bir takım
odakların inisiyatifiyle örgütlenmesini tamamlayan düzenli
birliklere katılarak onların bir parçası olurlar ya da
çözülmekte olan devletin yanı sıra doğmakta olan yeni devlete
de isyan edip, güçleri yeterse "kahraman" yetmezse de "hain"
olarak tarihe geçerler!
Hiç kuşkusuz bu yol ayrımında tutulacak yolun sonunu ve
dolayısıyla tarih tarafından nasıl anılacaklarını belirleyen
şey kendi yetenek ve cesaretlerinden önce toplumsal
koşullardır. Bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde de olsa
çıkarlarını savundukları sınıfların tarihsel olarak sahip
oldukları güç ve örgütlenme düzeyidir.
1919-1922 yılları arasında Türkiye"deki milli mücadele
gelişirken Osmanlı devleti dağılıyor ve yerine "millete
dayandığını", siyasal meşruiyet kaynağının millet olduğunu
söyleyen yeni bir devlet sistemi adım adım kuruluyordu. İşte
daha bu sürecin başlarında, henüz Ankara"daki yeni merkezin
elinde ciddi bir askeri kuvvet olmadığı sıralarda Batı
Anadolu"daki Yunan işgaline karşı ortaya çıkan "milli direniş"
bir yandan Ege"deki efelerin çetelerinde, bir yandan da Çerkes
Ethem"in kuvvetlerinde ifadesini bulacaktı. Bunlar milli
mücadelenin gerilla örgütlenmesiydi.
Bandırmalı bir Çerkes ailesinin üç çocuğunun en küçüğü olan
Ethem, Birinci Dünya Savaşı sırasında orduya katılmış ve ancak
başçavuşluğa kadar yükselebilmişti. Mütarekeden sonra köyüne
dönen Ethem"in ağabeyleri Tevfik ve Reşit de orduda subaydı.
Yunan işgalinin ardından harekete geçen Ethem önce eski İzmir
Valisi Rahmi"nin oğlunu kaçırarak 50 bin lira fidye almış ve
daha sonra da civardan 300 kişilik bir müfreze örgütleyerek
Yunan kuvvetlerine karşı mücadeleye girişmişti.
Salihli cephesinde Yunan askeri birliklerine karşı düzenlediği
gerilla saldırılarıyla kısa sürede ünlenen Çerkes Ethem"in
emrindeki kuvvetlerin sayısı da giderek artacak ve süreç
içinde Kütahya ve havalisine egemen duruma gelirken "Kuvvayı
Seyyare Umum Kumandanı" olacaktı.
Henüz Ankara"nın yeni bir iktidar merkezi olarak kendini kabul
ettirmediği ve emrinde de önemli bir askeri kuvvet bulunmadığı
1920 yılının başlarında Batı Anadolu"da en önemli kuvvet
Çerkes Ethem"di. Nitekim Ankara"daki harekete karşı gelişmeye
başlayan yerel isyanların birçoğu Çerkes Ethem tarafından
bastırılmıştı. İlk olarak 16 Şubat 1920"de Balıkesir
taraflarında İkinci Anzavur isyanını bastıran Çerkes Ethem"in
Kuvvayı Seyyare"si ardından Geyve, Adapazarı, Düzce ve Bolu
bölgesindeki tüm isyanları bastıracaktı.
Bu isyanları gerilla birlikleri niteliğindeki Kuvvayı
Seyyare"nin bastırabilmesi ve bu arada saflarını genişletmesi
anlaşılır bir durumdu. Çünkü bu birlikler gönüllü
savaşçılardan oluşuyor, uzun yıllardır süren savaşlar
sonucunda halkta subaylara ve düzenli orduya karşı oluşan
tepkiyi çekmiyor ve sahip oldukları olanaklar -giyim-kuşam,
yiyecek, içecek- açısından da sefalet içindeki yoksul
kitlelere cazip geliyordu. Dağınık durumdaki düzenli ordu
askerleriyle karşılaştırıldığında Kuvvayı Seyyare çok daha iyi
donatılmış durumdaydı.
Ordudaki askeri disiplin ve hiyerarşinin yol açtığı baskı ve
eziyetten de uzak olan bu kuvvetlere halktan insanların
katılımı mümkün oluyordu. Birçok yerdeki isyancılar
karşılarında düzenli ordu askerlerini değil de aslında aynen
kendileri gibi olan müfrezeleri gördüklerinde kolayca onların
safına geçebiliyorlardı.
Zaten birçok yerde de isyanların elebaşılarını
cezalandırdıktan sonra geri kalanlara hoş görüyle
yaklaşılıyordu. Bu arada yöredeki zenginlerden, eşraftan
alınan haraçlar bir adalet duygusuna da hitap ediyor ve
yoksulların Kuvvayı Seyyare"ye daha farklı gözle bakmasında
önemli bir rol oynuyordu.
1920 yılında Şubat"tan Mayıs"a kadar Marmara ve Ege
bölgesindeki isyanlarla uğraşan ve tümünü de bastıran Çerkes
Ethem ve kuvvetlerine Haziran ayında Yozgat yolları göründü.
Çünkü Yozgat"ta isyan eden Çapanoğulları şehri ele geçirmişti
ve yeni katılımlarla hareket bölgede yayılıyordu. Yozgat
bölgesindeki isyanı bastırmak üzere Meclis tarafından
Ankara"ya davet edilen Çerkes Ethem, Mustafa Kemal Paşa da
dahil olmak üzere o sırada Ankara"da bulunan milli mücadelenin
önder kadrosuna yukarıdan bakıyordu. Çünkü silahlı kuvvet
kendisindeydi ve anlı-şanlı paşaların emrinde henüz pek bir
kuvvet yoktu.
Zaten bunun için Ege"de Yunan kuvvetleri karşısında bulunan
Kuvvayı Seyyare Ankara"nın doğusundaki isyanı bastırmak için
çağrılmıştı. Nitekim Yozgat"a geçerken Ankara"daki paşalarla
-Mustafa Kemal, Fevzi, İsmet, Refet- yapılan görüşmelerde eski
başçavuş, yeni gerilla komutanı Ethem bir hayli sert
eleştirilerde bulunacak ve paşalar bunu unutmayacaktı!
Yozgat isyanını da kısa sürede bastıran Çerkes Ethem asilerin
bir bölümünü de kuvvetlerine katarak Ankara"ya döndü. İsyanın
sorumlularının yargılanması için kurduğu mahkemede Ankara
Valisi Yahya Galip"in de yargılanmasını istedi. Çünkü Yahya
Galip, Çapanoğulları ile işbirliği yapmış, Kuvvayı Seyyare"nin
üzerlerine geldiğini önceden bildirmişti.
Bu durum açığa çıkınca da valinin yargılanması gerekliydi ve
cezasının ölüm olacağı da açıktı. Ancak aynı zamanda Mustafa
Kemal"in yakınlarından olan Yahya Galip"in Çerkes Ethem"in
"halk mahkemesi" tarafından yargılanmasına Ankara izin
vermedi. Sadece valilik görevinden alarak olayı geçiştirmeye
çalıştılar.
Bunun üzerine öfkelenen Çerkes Ethem"in Ankara"ya geldiğinde
"Büyük Millet Meclisi Reisini Meclisin kapısında asacağım"
dediği rivayet olunur. Ayrıca Miralay Refet Bey"in de isyanın
bastırılmasında hiçbir katkısı olmadığı gibi, kendisi
savaşırken Çorum"da saklandığını ileri süren Ethem onu da
mahkemeye sevk etti ama sonra araya girenlerce sorun
çözümlendi.
Yozgat isyanının bastırılmasıyla birlikte iyice ünlenen ve
hatta Meclis tarafından kendisine "milli kahraman" unvanı
verilen Ethem, Temmuz ortasında Ankara"ya döndüğünde Mustafa
Kemal Paşa Ankara"da bulunmamayı tercih edecekti. Garp
Cephesi"ndeki durumu yerinde görmek üzere Ankara"dan ayrılarak
Eskişehir"e giden Mustafa Kemal Paşa o sıralarda Ethem"le
karşılaşmak istemedi.
Ethem Eskişehir"e geldiğinde ise Mustafa Kemal Afyon"a
geçmişti. Böylece Ankara ile birlikte hareket eden en önemli
gerilla komutanı ile Millet Meclisi Reisi o günlerde köşe
kapmaca oynarken varolan gerginliğin azalması için de gereken
zaman kazanılmış oldu.
1920 yazında ününün ve gücünün doruğunda bulunan Çerkes
Ethem"e milli mücadelenin önderliğini üstlenen kadronun uzun
süre tahammül etmesi pek mümkün değildi. İşgal ettiği alanı
genişleterek ilerlemeye devam eden Yunan ordusunun ancak
düzenli bir orduyla durdurulabileceği görüşüyle varolan askeri
kuvvetlerin hızla yeniden örgütlenmesini ve tam anlamıyla bir
milli orduya dönüşmesini savunan Ankara"daki paşalar Çerkes
Ethem"in direnişiyle karşı karşıya geldiler.
Aslında olayların gelişimi içinde böylesi bir yol ayrımına
gelinmesi kaçınılmazdı. Ankara"daki paşalara güvenmemekle
birlikte aralarında bir iktidar mücadelesinin de gelişmekte
olduğunu gören Çerkes Ethem, kuvvetlerinin düzenli ordu
birliklerine dönüşmesine de, kendisinin ve adamlarının
paşaların komutası altına girmesine de karşı çıktı.
Bu güçlü gerilla liderini imha etmeden askeri otorite
olunamayacağını gören Mustafa Kemal de Yunan kuvvetleriyle
ciddi bir çarpışma öncesinde Kuvvayı Seyyare"nin dağıtılmasını
zorunlu görüyordu. Nitekim sorunun barışçı yollardan çözümü
için yapılan bir dizi görüşme ve tartışmanın ardından Mustafa
Kemal 27 Aralık 1920"de Garp Cephesi Komutanlığına Çerkes
Ethem"in kuvvetlerinin imha edilmesini emretti.
Artık bir tür iç savaş başlayacaktı ve bir ay kadar süren bu
savaşın başlangıcında Çerkes Ethem"in kuvvetleri yaklaşık 5
bin kişi, düzenli ordu birlikleri de 15 bin kişiydi. Çeşitli
çarpışmalar sonucunda Kuvvayı Seyyare yenilgiye uğradı. Milli
mücadelenin başlangıcında çok önemli bir rol oynayan, Büyük
Millet Meclisi tarafından "kahraman" ilan edilen, Yunan
ordusuna karşı ilk önemli direnişi örgütleyen Çerkes Ethem
sonuçta Yunan ordusuna sığınmaktan başka çare bulamadı.
Çoğunluğu Çerkeslerden oluşan kuvvetlerinin yarısına yakınıyla
birlikte 26 Ocak 1921"de Yunanlılara teslim olurken, diğer
yarısı ise Ankara"nın çağrısına olumlu yanıt vererek düzenli
ordunun saflarına katıldı.
Nazım Hikmet "Kuvayı Milliye Destanı"nda; "Ve 29 Aralık
Kütahya/ 4 top/ ve 1800 atlı bir ihanet/ yani Çerkes Ethem/
bir gece vakti/ kilim ve halı yüklü katırları/ koyun ve sığır
sürülerini önüne katıp/ düşmana geçti/ Yürekleri karanlık/
kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü/ atları ve kendileri
semizdiler.../ Ateşi ve ihaneti gördük" diye yazacaktır ama
Çerkes Ethem"in tasfiyesinden iki gün sonra, 28 Ocak"ı 29
Ocak"a bağlayan gece Mustafa Suphi ve arkadaşlarının da
topluca bıçaklanarak Karadeniz"in sularına gömülmesini acaba
basit bir rastlantı olarak mı görmektedir?
Çerkes Ethem"in ünlü Yeşilordu ile bağlantıları nedeniyle
Bolşevizme eğilim gösterdiği iddiaları varsa da bunların pek
ciddiye alınabilmesi mümkün değildir. Ama aynı zamanda Kuvvayı
Seyyare"nin bir halk örgütlenmesi, asıl örgütleyici çekirdeği
ve gücü etnik olarak Çerkeslere dayanan bir "aşağı tabaka"
hareketi olduğu da ortadadır. Bu yoksul kesimin çeşitli
özlemlerinin yanı sıra öfkelerini, tepkilerini ve zaaflarını
da yansıtması doğaldır. Ya milli mücadele önderliğinin emrine
girecekler ya da tasfiye olacaklardı. Birincisini kabul
etmeyince ikincisi oldu.
Öte yandan Bakü"den yola çıkan komünistler ise Ankara"daki
önderliğe yardımcı olmak, birlikte mücadele etmek için
geliyorlardı. Ama sonuçta Ankara açısından onlar da güvenilir
değillerdi. Dünyada hızla yayılmakta olan Bolşeviklik Mustafa
Suphi ve arkadaşları aracılığıyla Ankara"da güçlü bir temsil
gücü kazandığında olayların nasıl gelişebileceği tahmin
edilemezdi.
Sonuçta bu iki odağın da hemen hemen aynı günlerde tasfiye
edilmesi pek de bir rastlantı olmayacak, milli mücadelenin
önderliğini ne eski bir başçavuşla, ne de komünistlerle
paylaşmaya niyeti olanlar, hareketi kendi bildikleri
doğrultuda ve herhalde koşulların da dayattığı biçimde
götüreceklerdi.
Ulaştıkları yerde ve kurdukları yeni devlet sisteminde ne
komünistlere yer olacaktı, ne de gerillalara... |