Bu başlık altında yeni şeyler yazacak değiliz. Kitapta,
şimdiye değin konuya ilişkin olarak sunulmuş olan bilgileri
bir araya getirip bir özetleme yapmakla yetineceğiz.
Eldeki bilgilere göre, Kafkasya'da kurulmuş ve yaşamış olan
başlıca devletler şunlardır:
1) Bir Kafkas Devleti olarak tarihte yer almış olan ilk
siyasal kuruluş/oluşum Kimmer (Gimri) İmparatorluğu'dur
(1).
Ağırlık merkezi Kafkasya ve Kırım Yarımadası olan, başka
bir deyimle bu yerlerden doğup büyümüş olan Kimmer Devleti,
bugünkü Güney Rusya'yı kapsayan geniş bir coğrafyaya
yayılmıştı. Kimmer İmparatorluğu, bilindiği kadarıyla bir
Kavimler Federasyonu idi.
2) Kimmer İmparatorluğu MÖ 1500'lerde beliren İskit
saldırıları sonucu yıkıldı. Bu çöküş sonucu, kuşkusuz,
Kafkasya'nın etnik konumunda ve yapısında bazı değişimler,
dağılma ve çözülme durumları gerçekleşmiş olmalıdır.
Kimmer sonrasında, Kafkasya'da, yedi aşiretin
bulunduğunu görüyoruz. Aşiretlerin en önemlisi Meot
Aşireti’dir . Çünkü bu aşiret, birçok kabileyi içerdiği
gibi, eski Kimmer İmparatorluğu topraklarının büyük bir
bölümüne de yayılmıştı. Meotların bu yayılışı sonucu Azak
Denizi'ne "Palus Meotis" (=Meot Denizi) (2) denmeye
başlanmıştı. Bu genişleme, Meotların coğrafi konumundan çok,
siyasal konumundan kaynaklanıyor olmalıdır. Ancak Meot
siyasal varlığının niteliğini/gerçek durumunu tam olarak
öğrenebilmiş de değiliz.
Batı Kimmerlilerin kendi krallarını öldürmeleri olayının
Kafkasya'da krallık düzenine karşı bir tepki/korku doğurduğu
ve bu tepkinin cumhuriyetçi anlayışlara yönelme biçiminde
kendini göstermiş olduğu düşünülebilir. Bu durumda Meotların
federal cumhuriyet düzenine dayalı bir devletlerinin
bulunmuş olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü Meot varlığı ve
siyasal yapısı, kendisini oluşturan toplulukların
kimlikleriyle, yani toplulukların kendi adlarıyla
anılmaktadır. Böyle bir devlet tipine etat social (sosyal
devlet) adını verebiliriz.
Böylesine bir statünün ne zaman oluşmuş olduğuna ilişkin kesin
bir bilgimiz yoktur. Ancak Meotlar, Kimmer İmparatorluğu'nun
sınırları içinde yer almış olan topluluklardan biri
olduklarına göre, Kimmerlerin çöküp dağılmaları sonucu,
Meotların siyasal bir varlık olarak tarih sahnesine çıkmış
oldukları düşünülebilir.
3) Kırım ve Kafkasya'nın bir bölümü üzerinde kurulmuş olan
Bosporos Krallığı (Bosfor Devleti) (3), Meot
topluluklarının önemli bir bölümünü temsil ediyordu. Grek
kolonileri tarafından kurulmuş olan bu devlet, giderek bir
Kafkas devletine dönüşmüştür (Roma'nın doğuda Bizans-Grek
kimliğine dönüşmesi olayında olduğu gibi).
4) Bosporos Devleti’nin Pontus (Pontos) ve Bizans saldırıları
ve bu saldırılara Got akınlarının da eklenmesi sonucu,
Kafkasya tam bir çöküş süreci içine girdi. Batıdan gelen bu
saldırı ve darbeleri, doğudan gelen Türk-Moğol (Turan)
topluluklarının göçleri ve akınları izledi. Sonu gelmeyen bu
saldırı ve akınlar sonunda Kafkasya bir daha kendini
toparlamak için gerekli zamanı ve olanağı elde edemedi.
Aslında Kafkasyalılar beliren her fırsattan yararlanıp
kalkınma yolunda adımlar attılar, ama sürekli ve kalıcı
sonuçlar elde edemediler. Atılan adımlardan bazılarını şöyle
sıralayabiliriz:
a. Prens Lavristen’in girişimi.
b. Yınalıko’nun (Yınalıkua) girişimi.
c. Abhazların kurdukları devlet.
Nitelikleri kendi bölümlerinde anlatılmış olan bu girişimler
dışında, Kafkasya’da demokratik devrimci hareketler de
başlamıştı. Abadzeh/Abzegh kabilesinden kaynaklanan bu
demokratik devrimci hareketler Kabardey yöresine de
sıçramıştı. Destanı ünlü Aydemirkan bu demokratik
devrim mücadelesinin bir kahramanı idi.
Fiilen ya da düşünsel düzeyde Kafkasya’nın her tarafına
yayılmış ve en ücra köşelere değin işlemiş olan bu devrim
(inkılap) hareketi, Kafkasya’nın siyasal, sosyal ve yönetim
anlayışında ve toplumsal yapısında büyük değişikliklere yol
açmıştır. Buna karşın ulusal karakter (gelenek) rolünü ve
etkinliğini korumuştur.
Bu nedenle, izleyen yıllarda Kafkasya’da kurulması düşünülen
devletlerin tümünde cumhuriyet ve demokrasi/danışma
kurallarının egemen olmaları isteniyor ve bu ilkeler Kafkas
toplumunun ayırt edici özelliği olan aşırı bireyciliğin
damgalarını taşıyorlardı. Bütün bunlara ek olarak, devrimin
etkisiyle düşünce alanındaki istikrar ve denge de sarsılmış,
bu nedenle, belirli ve durulmuş/müstakar bir ortam da
oluşamıyordu. İşte böylesine bir ortamda Kafkasya, Rusya ile
karşılaşmış/sınırdaş olmuş, örgütlü ve birliğe dayanan bir
yönetime gereksinim duyduğunu çok acı bir biçimde de olsa,
artık anlamıştı
Kanşavebi
ve Kaytoko Aslanbek gibi kararlı kişilerin
kurmak istedikleri devlet, böylesine bir gereksinimden
kaynaklanıyordu. Ancak bu girişimler de kişisel düzeylerde ve
sonuçsuz kalan girişimler oldular. Sonunda Doğu Kafkasya’da
Şeyh Şamil Devleti kurulmuştur. Otoriter yapıda olan bu
devlet, büyük başarılar kazanılmasına yol açtıysa da tüm
çabalara karşın Batı Kafkasya’yı tam anlamıyla nüfuzu/etkisi
altına alamadı.
Sonuç olarak Batı Kafkasya’da (-Çerkesya-) ayrı bir devlet
doğdu. Jıle Tharıo Xase (Milli Misak Meclisi Devleti)
adını taşıyan bu devlet, bütünüyle danışma ve cumhuri/halk
egemenliği/demokrasi prensipleri üzerinde kurulmuştu. Daha
doğru bir tanımla, bu devletin niteliğini ve yapısını
tanımlayacak bir deyim arayacak olursak, buna, yukarıda da
değindiğimiz gibi, sosyal devlet (etat social) dememiz
uygun düşecektir.
Gerçeği söylemek gerekirse, Doğu ve Batı Kafkas devletleri,
tek bir yönetim altında ve gerçek anlamda birleşemediler.
Ancak temsilciler yoluyla bir işbirliği arayışı içine girdiler
ve bu amaçla da, birbirlerine karşılıklı temsilciler
göndermeye başladılar.
O dönem dünya devletlerinde olduğu gibi, Kafkas devletlerinde
de bugünkü yapıları ve koşulları aramamak gerekir. Bu durumda,
tarihi objektif/nesnel olarak ele almak için, devlet
kavramının o dönemdeki kapsamını/anlamını ve niteliğini ortaya
koymak gerekir.
Eski dönemlerde çok geniş, adeta bir kıtayı kaplayacak boyutta
devletlerden söz ediliyordu. O tür devletlerin bugünkü devlet
türleriyle karşılaştırılmaları doğru olmaz. Eski dönem
devletlerinin belirli sınırları yoktu. Çünkü devletler arası
sınırların saptanmasına/çizilmesine, ancak VIII. yüzyılda
başlandı. Bu nedenle, devlet sınırı ve otoritesi, devleti
kurmuş olan zümrenin/topluluğun çıkarabildiği güce göre
belirlenirdi. Egemen zümre/topluluk, toplayabildiği bu
güçle nerelere ulaşabiliyor, etkinliğini duyuruyor ve sonuç
olarak nerelerden vergi alabiliyorsa, o yerleri kendisine ait
sayardı. Bu durumda, devletin sınırı ve otoritesi,
çıkarabildiği kuvvet/asker sayısı ve kontrol gücüyle
ölçülürdü. Sonuç olarak gücün zayıflaması durumunda, o oranda
devletin otoritesi de zayıflar, giderek devlet ortadan
kalkardı. Öyleyse, eski dönemlerde istikrarlı /kalıcı
devletler ve devlet sınırları söz konusu olmazdı. Egemenlik
alanları, adları ve sınırları sürekli değişen devletlerle
karşılaşılırdı.
Çağdaş devletlerde sınırlar aşağı yukarı belirlenmiştir. Bu
gibi devletlerde sürekli ve kalıcı bir varlık oluşması için,
devlet yapısı içerisinde yer almış olan topluluklar üzerinde
değişik politik yöntemler uygulanır. Böylece bir birlik ve
birliktelik gerçekleştirilmek istenir. Bazı devletler bu
birlik ve birlikteliği gerçekleştirmek için asimilasyon
politikaları uygular, asimilasyona direnen toplulukları
siyasal ya da ekonomik yollarla yok etmeye ya da bu
topluluklarla kan bağına dayanan bir ulus yaratmaya çalışır,
bu yolda değişik yöntemler uygularlar.
Bazı devletler ise, tam aksine, devlet sınırları içinde yer
almış olan uluslara karşı saygılı olurlar. Ancak bu değişik
ulusları bir ruh birliği/ortak bir anlayış çerçevesinde bir
camia/bir topluluk olmak üzere bir arada tutmaya çalışırlar
(4). Bu sonuncu tip devletlerde özgürlük düşüncesinin/hürriyet
prensiplerinin geliştiği ve egemen olduğu görülür. Sonuç
olarak gelişim ve ilerleme, bu gibi ülkelerde daha erken
bir tarihte ve daha güçlü olarak ortaya çıkmıştır.
Şimdiye değin öne sürülen görüşlerden anlaşıldığı kadarıyla,
bir ulusun varolması ve ayakta kalması, o ulusun bir devlet
kurması koşulu ile sınırlı değildir. Devletleşememiş ya da var
idiyse, devletinin yıkılmış olması, o ulusun tarihsel
varlığının da yok olacağı ya da kesintiye uğrayacağı anlamına
gelmez. Bu konuda doğru bir değerlendirmeye ulaşmak için şu
görüşleri de dikkat alma gerekir:
1) Bir ülkede yaşayan tüm insanların, o ülkenin başat/egemen
ulusundan oldukları söylenemez.
2) Egemenliğin yok olması/değişme göstermesi, o ülkede yaşayan
ulusların tümünün de yok olacağı anlamını içermez.
Bu nedenle tarihte karşılaşılan etnik adlarla ilgili olarak,
tarihsel araştırmalarda aşağıdaki esasları göz önünde
bulundurmamız gerekir:
Örneğin, aile, kabile ve aşiret anlamında birçok değişik adla
karşılaşabiliriz. Bu adlar bir ulusun tamamına ait
olmayabilir.
Ayrıca yabancı uluslar, adları, kendi dil ve
ağızlarına/şivelerine uydurur, ona göre yazarlar ya da o
adları değiştirerek, yani başka biçimlerde, başka adlarla
söylerler.
Tüm bunların dışında, aynı ulusun değişik aşiretleri bile,
birbirlerini değişik adlarla çağırabilirler.
Toplumlar bir birliğe doğru evrildikçe/geliştikçe birçok ad
kendiliğinden ortadan kalkar, özellikle devletleşen bir
toplumda bu gibi adlar değişim ve dönüşümlere uğrarlar. Çünkü
devletler ayrılıkları anıştıran ve ayrılık anılarını canlı
tutan adların terk edilmeleri ve unutulmaları politikalarını
uygularlar. Hiçbir istila hareketi ile karşılaşmamış, dış etki
ve karışımlara uğramamış olsa bile, bir ulusta, sosyal ve
politik etkiler sonucu gerçekleşmiş başkalaşmalar, adlarda da
değişim ve değişiklikler olabilir, bunlar da tarihçileri
şaşırtır ve onları yanlış kanılara/değerlendirmelere
götürebilirler. Kafkasya’da böylesine durumlarla çok
karşılaşılır. Bu bakımdan Kafkasya tarihi incelenirken bu gibi
durumların sürekli olarak göz önünde bulundurulmaları gerekir.
BİLGİ NOTLARI:
1) Gimri sözcüğü, günümüz Türkiye’sinde Kimmer
biçiminde yazılıyor. Kimmer-Adige ilişkileri için bkz.
Prof. Ğış Nuh, “Adigece’nin temel sorunları-1”,
CC, internet ve “Jineps” gazetesi, Temmuz
2009, s. 9. –HCY
2) Meot =Мыут1, bunun için de Prof. Ğış Nuh’un
sözkonusu yazısına bakılabilir. Ayrıca “Хы Мыут1=Xı Mıvıt'=Meot
Denizi=Azak Denizi” adı, Adigece kökenli bir addır-HCY
3) Değerli tarihçi Berkok, kendi dönemi gereği
olmalı, “Bosfor Devleti” (=Boğaz Devleti) adını
kullanıyor. Günümüzde ise, “Bosfor”, daha çok ‘İstanbul
Boğazı’ karşılığı olarak kullanılıyor. Karadeniz’den Azak
Denizi’ne açılan Kerç Boğazı (Adigece “Xı T’uale=Хы
Т1уалэ”) çevresinde kurulan sözkonusu tarihsel devlete/Bosporos’a,
günümüzde Grek/Yunan kökenli ve uluslararası bir ad olarak
“Bosporos Krallığı” deniyor. -HCY
4) Osmanlı İmparatorluğu, bir Osmanlılık ortak ülke
anlayışına/kavramına dayanan bir birliktelik oluşturmaya
çalışmış, ancak başarılı olamamıştı. Rusya da,
şimdilerde, “Ortak Evimiz Rusya Federasyonu” adı
altında böylesine bir birliktelik ve bir ortak ülke anlayışını
savunuyor. ABD, Kanada, özellikle İsviçre bu
birlikteliğin ve ortak ülke anlayışının en güzel
örneklerindendir. Ayrıca Asya, Afrika, Latin
Amerika ve Okyanusya’da bazı yeni devlet politikaları,
yerli dilleri de kapsayacak biçimde geliştiriliyor, birden çok
dil resmi dil olarak kabul ediliyor ve önemli demokratik
adımlar atılıyor;örneğin, Mali, Güney Afrika, Bolivya, Peru,
vb gibi birçok ülke sayılabilir. “Demokratik Açılım”
projesiyle Türkiye de yeni adımlar atmaya
hazırlanıyor . Irak da bu doğrultuda önemli bir adım
atmıştır:Irak’ta Arapça dışında Kürtçe, Türkmence,
Asurice, vd diller de, değişik düzeylerde resmi diller
olarak kabul edilmişlerdir. Benzeri bir örnek de
Kosova’dır. -HCY |